Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left 1.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@hayatcetin
Hayat beklenmedik zamanlarda beklenmedik çoraplar örebiliyor insanın başına… Ve tüm bunlardan kurtulabilmek için tek dayanağın sıkı sıkıya kenetlendiğin dostların oluyor. Öyle bir kumar dönüyor ki bazen hayat masasında, dostlarına bile güvenemez hale gelebiliyorsun. Seçim yapmak kolay değil. Bir yanda iyi gün dostların, diğer yanda onların karanlık yüzleri…

“Olamaz çok geç kaldık. Edward çabuk ol. Bak sesler geliyor derse başlamışlar bile.”

“Tamam, Alice heyecanlanma. Küçükken de böyle miydin sen! Bir şey olmaz özür diler otururuz yerimize.”

“Of ne kadar rahatsın hadi çal kapıyı.”

Edward piyano sınıfının kapısını çaldı ve Alice’in aksine ağır hareketlerle içeri girdi. Emmett, Rosalie ve Jasper gelmişlerdi bile. Geç kalan ikili onlara küçük bir selam verip, Bayan Hopkins’ten özür dileyerek piyanolarının başına geçtiler. Bayan Hopkins’in piyano tuşlarına dokunuşuyla sınıfı huzura boğmasının ardından herkes hayallere dalmaya başladı. Edward kollarını piyanonun kenarına sağ elini de yumruk yapıp çenesinin altına koyarak düşüncelere daldı.

Bu arkadaşların tanışması tamamen bir tesadüftü ve onları tanıyanlar bu duruma hayret ediyorlardı. Edward, Alice, Emmett, Jasper ve Rosalie çok yakın arkadaştılar. Ama tamamen zıt kişilikliydiler. Belki de zıt kutupların birbirini çekmesiyle ilgiliydi. Edward soğukkanlı ve her şeyi boş veren bir tipti. Alice ise inanılmaz düzenli ve çalışkan bir kızdı. Dağınıklığa neden olan hiçbir şeyden hoşlanmazdı. Dolayısıyla Rosalie’nin her gece düzenlediği partilerin hiçbirine katılmamıştı. Kendi evinde olmasa da dağınıklık görmeye dayanamıyor hemen toplayası geliyordu. Emmett ise çok uysal ve tabiri yerindeyse Pollyanna gibi biriydi. Her kötülükten bir iyilik bulur, gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmazdı. Haliyle o da partilere katılmaz bunun zaman kaybı olduğunu düşünür ve evde piyano çalardı. Jasper ise grubun güç simgesiydi. İnanılmaz kaslı kollarını görmek için başka sınıflardan gelen kızlar olurdu. Bu beşlinin arkadaşlığı da aslında piyanoyla başlamıştı. Lisedeyken yeni bir sınıf açılmış ve birkaç sınıftan öğrenciler alınıp buraya yerleştirilmişti. Hepsi farklı sınıflardan gelip aynı sınıfta buluşmuştu. Bu beşlinin hayali liseden sonra konservatuarı kazanıp piyanoyu ciddi bir işe dönüştürmek yani piyanist olmaktı. Ve işte şimdi hepsi konservatuarı kazanmış aynı sınıfta piyano derslerine giriyorlardı.

Bugün çalacakları parçayı Emmett önceden çalıştığı için rahat davranıyor, Rosalie ise çok zorlanıyordu. Alice her zamanki gibi ilk defa öğreniyor olsa da hemen kavramıştı. Notalar su gibi akıp gidiyordu ellerinin altında. Hatta öyle güzel çalıyordu ki bütün sınıf adeta büyülenmişçesine onu dinledi. O ise piyanonun büyüsüne kapılıp kendinden geçmiş, kimsenin ona baktığını fark etmemişti. Parçayı bitirdiğinde sınıfta büyük bir alkış koptu. Alice utancından kıpkırmızı olurken Edward ona göz kırptı ve “Bir de ben tek başıma çalabilir miyim hocam?” dedi. Öğretmen ise derse katılımdan memnun onaylarcasına başını salladı ve sınıfta büyük bir sessizlik oldu. Edward notaları önüne koymuş çalmaya başlamıştı. Piyanonun tınısı o kadar mükemmeldi ki insana kendini masalda hissettiriyordu. Edward yaptığı birkaç doğaçlamayla birlikte parçayı bitirdiğinde sınıf alkıştan inliyordu. Çalarken kâğıda bile bakmamıştı. Alice yüzünü buruşturdu ve
“Bunu nasıl yapıyorsun?” diye sordu. Emmett ve Rosalie Edward’a gülümserken Jasper söz almış, tek başına çalma sırası ona gelmişti.

Sınıftaki kızlar dikkat kesilmiş fırsattan istifade hepsi gözlerini Jasper’a dikmişti. Jasper çalmaya başladığında herkes o kalın kaslı kolların ucundaki kocaman ellerin bu kadar nazik çalabiliyor oluşuna şaşırmış pür dikkat onu izliyordu. Bir iki bölümde duraklasa da parça bittiğinde Jasper da şiddetli bir alkış aldı. Tabi kaslarının ve karizmasının da bu alkışta biraz payı vardı. Tamam, gerçekten çok fazla payı vardı. Çünkü durakladığı yerler parçanın önemli bölümleriydi ve bütünlüğü, ahengi bozmuştu. Bayan Hopkins, küçük bir uyarıyla bunu ona ilettiğinde “Evet Rosalie sen de çalmak ister misin?” diye sordu. Rosalie utancından kıpkırmızı bir halde,
“Çalamıyorum efendim. Çok uğraştım ama olmuyor. Ritmi yakalayamıyorum” dedi. Bayan Hopkins,
“Pekâlâ, o zaman sen biraz daha çalış.” diyerek sözü Emmett’a verdi.
Sınıfta yine bir sessizlik… Emmett hepsinden tecrübeliydi. Çünkü ne çalarlarsa önceden öğrenmiş oluyordu. Onun nasıl çalacağını herkes çok merak ediyordu. Emmett suratı asılmış Rosalie’ye baktı ve
“Bende çalamıyorum efendim. Şu an çalmasam daha iyi olacak. O kadar güzel parçadan sonra sınıfın dersten morali bozuk ayrılmasını istemem.” dedi. Herkes çok şaşırmıştı. Edward,
“Emmett sen şaka mı yapıyorsun hepimizden kat kat güzel çalıyorsun ve bu parçayı daha önce çaldığını duymuştum. Ne yapıyorsun sen?” diye fısıldadı. Emmett ona döndü ve
“Yapamam Edward bu Rosalie’ye karşı büyük bir terbiyesizlik olur. Ben bunu ona yapamam. Nispet yapar gibi. Yok, asla olmaz. Çalmıyorum.” dedi. Emmett’ın bu davranışı Edward’ı çok duygulandırmıştı. Gururla baktı dostuna.

Nihayet ders saati sona erdi. Okul dağılırken Cullen Takımı ağırdan alıyordu. Kendilerine böyle demeyi seviyorlardı. Sanırım bir filmden duymuşlardı Cullen ismini. Ama daha izlemek nasip olmamıştı.

Sınıfta kimse kalmadığında Emmett Alice’e döndü ve “Siz gidin çocuklar biz Rosalie ile biraz daha buradayız” dedi. Rose kızarmıştı. Alice ona göz kırpıp “Peki, öyle olsun bakalım.” dedi ve Jasper ile Edward’ı da alarak sınıftan çıktı. Koridorda yürürken kendi kendine söyleniyordu.

“İnanamıyorum yoksa Emmett Rosalie’ye karşı farklı duygular mı besliyor? Ahh Rose neler olduğunu anlatmaz da şimdi. Geri dönüp kapıyı dinlesek mi Edward ne dersin?”

“Saçmalama Alice olur mu hiç öyle şey yarın öğreniriz neler olduğunu hadi bize gelin çocuklar annem pizza söyleyecekti. Playstation oynarız.” dedi Edward. Jasper hemen neşelendi.

“Seni kupa maçında yeniden yenmek için sabırsızlanıyorum Ed. Hadi bir an önce gidelim. Zaten karnım da zil çalıyor.” dedi. Edward ise kaşlarını çatarak,

“O sadece bir şanstı dostum sen şimdi gör kim yeniyor kim yeniliyor.” diyerek Jasper’ın omzuna hafif bir yumruk attı. Alice ise yeniden söylenmeye başlamıştı.

“Ama olmaz ki siz maç yaparsanız ben ne yapacağım. Sıkıntıdan patlarım.” dedi.

“Piyanomu çalabilirsin Alice, sıkılmazsın annem de mutfağa bir stajyer aşçı arıyordu zaten.” dedi Edward. Hepsi gülüştüler. Konuşarak yürüdüklerinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorlardı. Eve gelmişlerdi bile. Edward’ın annesi Esme onları yüzünde kocaman bir tebessüm ve elinde kocaman fırın eldivenleriyle karşıladı. Alice’e hemen yardıma gelmesini yoksa kurabiyelerin yanacağını söyleyerek onu mutfağa sürükledi. Jasper ve Edward ise erkek erkeğe kalmanın mutluluğuyla üst kata Edward’ın odasına çıktılar ve oyunun başına geçtiler.

Sonuç olarak Jasper yine Edward’ı yendi. Esme Alice’in de yardımıyla kurabiyeleri yakmamayı başardı ve gitmeden önce Alice piyanoda hepsine güzel bir müzik ziyafeti verdi.

Edward yalnız kaldığında hemen Emmett’ı aradı ve ona Rosalie ile onlar gittikten sonra okulda ne yaptıklarını sordu. Emmett bir şey söylememekte dirense de Edward’ın ağzından alabildiği tek laf yarın derste görürsünüz olmuştu.

“Tamam, Em bana söyleme ama Alice’in bilmeye hakkı var. Daha sınıftan çıkar çıkmaz geri dönüp kapıyı dinlemeyi teklif etti. Neyse ki izin vermedim. Aslına bakarsan bende merak ediyorum tabi Jazz’de.”

“Dedim ya Edward yarın derste hepiniz göreceksiniz ne yaptığımızı.”

“Neyse tamam. Hafta sonu toplanıp sinemaya gidelim mi Em uzun zamandır yapmıyorduk.”

“Olur, hangi filme gidelim?”

“Twilight diye bir film girmiş gösterime yeni. Ona gidelim konusunu oyuncularını bilmiyorum ama beğenmezsek çıkarız.”

“Tamam, olur ben diğerlerine haber vereyim yarın okulda görüşürüz Eddy.”

“Emmett!” Telefonun meşgul sesini sinirle dinleyen Edward, “Of kapattı! Kaç kere diyeceğim bana Eddy deme diye sinir oluyorum.”diyerek telefonu yatağına bırakıp aşağı indi.

“Neyse nerede benim laptop’um. Bakalım bu filmin konusu neymiş…”
modal aç
modal aç
modal aç