@1scintilla
|
Bölüm 22. Şapkanın Altındaki Mistik Göz Umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan. Dostoyevski Çaresiz kaldığımız zamanlarda pişmanlıklarımız daha çok gün yüzüne çıkardı ve savunma mekanizmamız da bir o kadar artardı. Boğa’nın ruhu, ruh bataklığına saplanmadan evvel toprak gücümü kullanıp bir şeyler istedim ve saçmalamamayı umdum. En son benimle tartıştığı için kendimi çok kötü hissetsem de toprağın bana sunduğu taşa ruhunu tamamen kaybolmadan hapsetmeyi başarmıştım; ne yazık ki bunun iyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu henüz bilmiyordum. YAZARDAN
"HAYIR!!!" "Boğa?" Boğa hiçbir seslenişe cevap vermezken Yargı'nın dehşete düşmüş bakışlarına tutundu. Ruhu bedeninden ayrılmak üzereyken ona seslendi çünkü kalbini çok fena kırmıştı. Kendini buradan bir miktar kurtarmak istememesi de cezalandırmak istediğinden ötürüydü. "Üzgünüm." O kim oluyordu da kardeşin kalbini emanet ettiği kadının kalbini kırıyordu? "Yargı." Dahası birlikte aynı sofraya oturup eğlendiği bir insana nasıl saygısızlık yapabilmişti? Kendini nasıl kaybedip buraya adapte olmaya çalışan, tüm dünyası bir anda alt üst olmuş birinin umuduna balta vururdu? "Affet..." Zorlukla da olsa cümlesini tamamladı. Artık gözlerini kapatmak isterken Yargı güçlü bir çığlık atıp dizlerinin üzerine çöktü. Boğa ona bir şey mi oldu korkusuyla kapatamadığı göz kapağını yeniden kaldırmaya çalıştı. Ellerini toprağa bastırmış Yargı "Toprak, bana bir şey ver. Arkadaşım ruhunu kaybetmek üzere. Bu bataklığa hapsolamaz, yardım et." diye bağırdı. Diğer yandan Arat ve ekip Boğa'nın başını bataklığın üzerinde tutmak için büyü gücünü kullanıyordu. Bataklık daha güçlü olduğu için onu kabul etmiyor beş kişi anca zapt ediyorlardı. Boğa eğer kendini salıp kabullenmiş olmasa çok daha kolay olurdu işleri. "Boğa kendine gel ve dönüş! Delice bir hareket yapma. Kurtar kendini oradan!" Arat'ın gür ve güçlü çıkan sesi Boğa'ya ulaşıyor ama tepki vermiyordu. Bilmedikleri şey Boğa’nın henüz dönüşümünü tamamlamamasıydı. Bir yandan kendini affetmediği için bunu denemek bile istemedi. Diğer yandan ruha aç bataklık ve içindeki ruhların uğultulu ve canice sesleri kulaklarına doluyor geceyi daha da korkunç hâle getiriyordu. Toprak sonunda Yargı'nın isteğine cevap verdi ve oldukları yerde yarılmaya başladı. Şiddetli çatırtı herkesi yerinden etti. Yargı bile sonucun bu olacağını düşünmemişti. İkiye bölünen çatlak derin bir oyuk açarken başını uzatıp inceledi Yargı. Ancak son anda geri çekilmeseydi toprağın derinlerinden püskürüp gelen şey kafasına isabet edecekti. Topraktan çıkan cisim havaya doğru uçtu ve Yargı'nın avuçlarına düştü. Yargı elindeki taşa bakarken ne yapması gerektiğini anlamadı. Her şey bir anda olup bitiyor ve o dışarıdan bir seyirci gibi izliyordu. "O da ne?" "Neler oluyor?" "Boğa şu aptal dönüşümü yap artık daha fazla tutamıyoruz." Herkes bir andan konuşurken Yargı kimden yardım isteyeceğini anladı. Bir eliyle taşı tutarken diğer eli kolyesine gitti ve ne yapması gerektiğini sorarken başı arkaya doğru düştü. Evrenden soyutlandığı o an diğerlerinden gelen çığlık seslerini duymadı. Başı tekrar önüne düşüp gözlerine inen beyaz saydam tabaka kalkınca Pera'nın feryat figan bağırarak ağladığı dikkatini çekti. Şeref uzattığı kalın dal parçasıyla Boğa'nın kolları tutuyor ama yüzünde şok ifadesiyle oracıkta duruyordu. Yargı dikkatini Boğa'ya verdiğinde ruhunun bir ışık kümesi olarak bedeninden ayrılıp göğe doğru uzandığını gördü. Herkesin çıldırmış gibi bağırırken bir anda sessizleşmesinin sebebi Boğa'nın ruhunun bedeninden ayrılmasıydı. "Hayır!" diye çığlık atarak kanatlarının acısını umursamadan onları sırtından çıkardı ve ruhu uzaklaşmadan hızla uçarak ışık huzmesine taşı fırlattı. Taş ruhla bütünleşerek bütün ışığı bir sünger gibi çekti ve hızla yere düşmeye başladı. Taşın bataklığa düşmesi yine aynı şeye yol açacaktı. Bu yüzden Yargı yeniden uçarak taş bataklığa düşmeden onu yakaladı ama bu süreçte beyaz kanadının ucu bir miktar bataklığın pis kokulu çamuruna bulanmıştı. O an bunu önemsemedi çünkü önemli olan tek şey Boğa'nın ruhunu içine hapsettiği taştı. Taşı aldı ve görevini tamamlayarak diğerlerinin yanına indi. Erkekler Boğa'nın cansız bedenini bataklıktan kurtarıp geriye doğru çektiler. Şimdi ise yanında sadece Pera vardı. Kirli ve bataklığın leş kokusu üzerine sinmiş demeden tuttu onun elini. "Lütfen. Boğa lütfen." Ağzından çıkan tek sözcük buyken çığlık çığlığa ve nefes nefese kalması onu aşırı yıpratmıştı. Arkadaşı Sofya derhal yanına gidip kendine özgü gücüyle gecenin sakinliğini onun üzerine çağırdı. Güçsüz düşen Pera Boğa'nın yanına kendini bıraktı ve bedenine gelen bu sakin şoktan sonra derin bir uykuya daldı. Herkes şimdi ne yapacağını düşünürken Arat, Profesör Layal'in gelmesini bekliyordu. Duyduğu o sesten sonra hemen bilekliğine basıp ona çağrı göndermişti. Bir büyük savaştan daha nasıl sağ çıkar bilmedikleri gibi, Yargı'nın anlattıklarından sonra esir düşme ihtimalleri de vardı. Yargı'nın yere çöküp avucunu sımsıkı kapattığını görünce yanına giderek kendisi ne kadar boktan hissetse de ona iyi gelmeye çalıştı. O sırada onları izleyen tehlikenin farkında değildiler. Kargalardan beklediği performansı alamayan kişi grubu uzak takibe almıştı. Kendi içinde oynaşmaktan düşmana ayıracak vakitleri olmayınca şuursuzca gülümsedi. Herkes yeterince güçten düşmüştü. İşte şimdi saldırmanın tam zamanı diye geçirdi içinden. Arat uzaktan gelen çıtırtılı sesleri ve kokuyu duyduğu an çantasından çıkardığı iksirleri etrafa döktü. Bu onları bir süre idare ederdi. "Herkes sessizce kalksın ve kendini koruyacak iksiri hazırlasın." dediğinde şaşkın bakışlar ona döndü. "Birbirinize yakın durun ve köşeye kıstırılmama çalışın. Davetsiz misafirlerimiz var." Hızlıca cebindeki haritayı çıkarıp diğerlerinin yerini gösterecek büyülü sözleri mırıldandı. Gördükleriyle kaşlarını çatıp haritayı hemen kapattı. Burada çok açıkta kalıp zaman harcadık. Resmen oltanın ucuna takılmış durumdayız diye geçirdi içinden. Bu kadar çok kişi gelmemelilerdi aslında ama durum büyüktü. Bu büyük durum arasında bile daha kendilerine mukayyet olamamışlardı; taşa nasıl olsunlar? Gecenin içinde beliren gölgeler bu gecenin hiç bitmeyeceğini düşündürdü Yargı'ya. Gelenler ilk derslerde öğrendiği karanlığın yaratığı itbarak'lardı. Sivri kulaklarının ürkütücülüğü bedeniyle devam eden bu yaratık türü köpek başlı ve insan vücuduyla aynı orantıdaydı. Kuyrukları ve sivri pençeleri rakipleri için ölümcül olabilirdi. Arat, Boğa'nın cansız bedenine ve yanında yatan Pera'ya baktı. Hâlâ uyanmamıştı. Bu durumda beş kişi kalmışlardı ve bir yaşam üçgeni oluşturmak zorundaydı. Lider oydu, bu yüzden sorumluluk ona aitti. Kendi başta durup ekibini savunacak, üçgenin diğer köşesinde Sofya ile Şeref sırt sırta verip birbirlerini koruyacaktı. Yargı'yı bir başkasına emanet etmek değil aklının, kalbinin ucundan bile geçmiyordu ama bu durumda yapması gereken tek şey buydu. Kendi savunmasız kalabilirdi bunu defalarca yapmıştı zaten ama bu lavuk onların ekibindeydi ve şimdilik ona emanetti. Kalbiyle aklı arasında çok fazla çelişerek de olsa konuştu. "Ekip, yaşam üçgeni yapıyoruz. Başta ben, diğer iki köşede birbirinizi desteleyerek siz olacaksınız. Sofya, Şeref ile sağıma geç. Owen sen de Yargı ile sol tarafıma geç." Bunu söylediğine başta kendi olsa da hepsi şaşırmıştı. Arat'ın gözlerinden akan şey Owen tarafından çok net anlaşıldı. Ona Yaşam'ını emanet ediyordu. En ufak bir durumda Yargı'nın onu kollayacağından emindi. Aynı şeyin diğeri için de geçerli olmasını umuyordu. Arat şimşek gücünü şu ana kadar çok kullanamamıştı gerçi el silahlarında fazlaca ustaydı buna gerek de kalmıyordu ama asıl nedeni; kontrolsüz güç kullanıp şehrin ışıkları tamamen söndürmemek ve dikkat çekmemekti. Şimdi ise aynı şeyi düşünmüyordu. Buradan bir şekilde çıkmak zorundaydılar. İtbaraklar sonunda açığa çıktığında çıkıntılı kafaları öne çıkarak onları inceledi. Kuyrukları arkasında her an bir savaşa hazır gibi sallanıyordu. İki taraf da susmuş birbirlerini inceliyorlardı. İçlerinden bazıları bu türle daha önce karşılaşmıştı ama aynı yaratık olup olmadığından emin değildi. Zira Arat'ın karşılaştığı kişi zaten karşısında olamazdı çünkü denizin dibinde piranalar tarafından çoktan öğütülmüştü. Liderleri olduğunu düşündüğü köpek adam bir adım öne çıktı. İnsan uzuvları onda yeterince korkutucu duruyordu. Arat zihnindeki bilgileri kontrol etti. Boyları onlardan kısaydı. Yetişkin bir itbarak üç metreyi geçebilirdi. O zaman bunlar henüz çok toydu. İşte bu biraz da olsa onu motive etti. Genç çaylaklarla uğraşmak zor olmayacaktı. Yine de etrafta bir akarsu bulunsa çok daha memnun olurdu. Çünkü denizlerden gelen gücünü yakınlarda su yoksa çok kısa süreli kullanabiliyordu. Genç itbarak havayı kokladıktan sonra derin bir nefes verdi. "Davetsiz misafirler." Sesi insan gibi değil de hırıltılı bir yavru köpek gibi çıkıyordu. Bu Yargı'yı neredeyse güldürecekti. "Bu topraklara girmek için kimden izin aldınız? Üstelik bu bölgeye kadar gelebilmişsiniz!" "Evet, bu bölgeden sonrasına da geçeceğiz." Arat oldukça kendinden emin konuştu. Köpek adamlar aralarında melodili bir şekilde hırlaştılar. Ekip güldüklerini yeni fark etti. "Aptal insan soyu, aciz insan soyu... Başına neler gelebilir hiç düşünmüyorsun?" Şeref arkadan sonunu düşünen kahraman olamaz diye mırıldanınca Sofya karnına bir dirsek attı ve sustu. Bu kadar önemli bir anda bile nasıl gevezelik yapıyor hayret ediyordu doğrusu. Şeref'in ise doğasında bu yoktu çok fazla strese gelemez kendini rahatlatacak yollar arardı. Stres onun tüm sistemini çökertebilirdi. Şeref itbarakların kalp yansımasına baktıklarında sadece bir karanlıkla karşılaştı. Korkunç bir karanlıktı. Kalplerinin hücre yapısında bile en ufak bir aydınlık yoktu. Bu da onların buradan canlı çıkması için, kelimenin tam anlamıyla canla başla mücadele etmeleri gerektiğini gösteriyordu. Sofya'da onlardan çıkan öfke buhranından haberdardı. Daha önce bu kadar yoğun bir şekilde öfkeyi hissettiği olmamıştı. Yargı ise anlatıldığı zaman aklında canlanan resimden çok daha korkutucu olduklarını düşündü. Owen sırt sırta verdikleri Yargı'nın kulağına doğru yaklaşarak "Korkma. Sayıca fazlayız. Buradan çıkmanın yolunu mutlaka buluruz." dedi. "Korkmuyorum çünkü ona güveniyorum." dedi bakışlarıyla oluşturdukları hayali üçgenin başında duran Arat'ı göstererek. Owen’ın gözlerine biriken hüznü görmedi Yargı. Baksaydı görebilirdi. Onun Yargı'ya olan duyguları da hoşlanmanın ötesindeydi. Arat ile aralarında oluşan bağı görebiliyordu ama, o da onu sevmekten vazgeçemiyordu. Siz birlikte olmanızın imkânsız olduğu birini sevmediniz mi? Can sıkıcıydı evet ama umursadığı tek şey bazen görebilmek ve hayatta olduğunu bilmekti. Owen’ın kalbi platonik aşktan yana olmuştu. Özellikle şu anı asla unutamazdı. Omuz omuza vermiş savaşacaklardı. Arat'ın gözlerine baktığında bunu yaparken zorlandığını görmüştü ama o da Yargı'ya asla bir zarar gelmesini istemez ve buna engel olurdu. Yani şu an burada onu koruyan bir değil iki erkek savaşçı vardı. Hoş Yargı'nın korunmaya ihtiyacı kalmıyor hatta o, onları koruyordu zaman zaman ama yine de üzerinde olan toyluğu hemen atamazdı. Hele ki burada doğan ve yıllardır yaşayan kişilere karşı. İtbarak'lar olduğu yerde ekibi incelemeye başladı. Sonra liderleri bir adım attı ve Arat'a doğru gitti. Arat bir eline her parmağında sivri bıçaklar olan demir muştayı geçirdi. İşleri biraz uzun sürer ama hallederiz diye düşündü. "Vay vay vay, bir de bizimle savaşacak mısınız? Hem de hiç şansınız yokken." Lider itbarak alayla konuştuktan sonra başını havaya kaldırıp ulumaya başladı. Ona eşlik eden diğerleri keyiften dört köşe oluyormuş gibi baktılar. 'Ne demişti Profesör' diye hatırlamaya çalıştı Yargı. Seslerini duyduğunuz anda arkanıza bakmadan kaçın. Seslerini duymuştuk ama yine de bir şey olmuyordu. Sonra gözü Arat'ın yere attığı iksir şişelerini gördü. Gülümsemesi bütün yüzünü kaplarken ona baktı. Lider köpek bu duruma şaşırdı ve etrafını kolaçan etti. Birini arıyor gibi bakıyordu. Sonunda aradığı kişi havadan arkadaşlarıyla birlikte süzüldü. Üstelik kanatlı hayvanlarıyla birlikte. Onu gören Yargı'nın şok olmuş suratına sırıtarak bakan adam mutluydu. Avucunun içine düşmüştü intikam oyuncakları. Buradaki varlıklarından kara büyü sayesinde haberi olmuş ve ormandaki tüm kargaları onlara salmıştı. Kendi bir köşede onları beklerken kargaların büyüsü ummadığı bir şekilde bozuldu ve bir daha onlardan haber alamadı. Yine kara büyü sayesinde nerede olduklarını bulmaya çalışıp çevreye haber saldı. Beklediği haber ise köpeklerinden geldi. Gözünü hepsinin üzerinde dolaştırdı ve kimsenin korkmadığını gördü. Bu sinirini bozsa da karşı tarafı kışkırtması gerektiğini anladı. "Ooo kimler gelmiş kimler? Gözümüz yolarda kaldı baylar bayanlar. Merak ve büyük bir sabırsızlıkla sizi bekliyordum." Karşılarındaki kişi daha önce Yargı'ya bulaşan Arsel'di. Son karşılaşmalarında Toba Ana, aslanıyla aralarına katılmış, hayatını önemli noktada değiştirecek kızın su gücünü elinden alacak olmasından bahsetmişti. Nitekim almıştı da. Sonrasında Arat onu denizin derinliklerine savurup bölgesine bir daha girememesini sağlamıştı. Farklı olan tek şey şu an onların bölgesinde olmalarıydı. Üstelik kanatlı hayvanından inmişti ve güçlü bir büyü gücü olmayan hiçbir Yaşamayan'ın kanatlı hayvana hükmetme gücü olmazdı. "Demek bölüm sonu canavarı sensin?" Arat'ın alayla kurduğu cümle arkadaşlarını güldürdü. Yargı gerginliğini biraz olsun dağıtmak için Owen’a dönüp "Artık sayıca fazla değiliz." diye fısıldadı. "Evet bu dengeleri biraz değiştiriyor. Yine de bizdeki güçlerin onlarda olmadığına eminim. Sayıca olamasak da zekâ olarak üstünüz. Köpekle kendimizi bir tutmayacağız herhalde?" Owen Yargı'yı biraz yatıştırmış olduğunu düşündü. Arsel ise zaten olan öfkesini Arat'ın cümlesiyle daha da harlamıştı. "Sana asıl canavar nasıl olur göstereceğim?" "Büyü güçlerinin en önemlisi elinden alınmış bir canavar?” Arat da biliyordu kanatlı hayvanla büyü gücünün anlamını ama açıkça sormak istedi. Bazı cevaplara ihtiyaç duyuyordu. Arsel ise yanında duran iki arkadaşıyla koca bir kahkaha attı. Gür sesi diğerlerinin midesini bulandıracak kadar alaylı çıkıyordu. "Gerçekten sizin aptal, basit büyünüzün beni durdurabileceğini mi sandınız? Saf mısınız, buna inanacak kadar? Beyaz taraf kadar siyah taraf da var bu evrende ve siyahların mükemmelliği siz kendini beyaz sanan ucubelerden kat kat fazla. Sadece gerçekten inananlar bu nimetten faydalanabiliyor." Cevabı hepsi zihinlerinde süzerken Şeref, Arsel'in kalp yansımasına baktı. Henüz tamamen siyah değildi ama, siyah kısım çoğunluktaydı. Satranç taşının bazı belirgin detayları bazen onu yoruyordu. Şu an bildiği tek şey bir savaşa daha girecek olmalarıydı. Kazananının henüz belli olmadığı bir savaş. "Beyazın asilliğinin yanında dursaydın lekelenmenin ne olduğunu anlardın. Yazık, sana bakınca bir Dalmaçyalı'dan fazlasını görmüyorum. Sende siyaha yardakçılık eden bir bekçi köpeğinden fazlası değilsin." Arsel, Arat'tan aldığı cevapla nefret taşan gözlerini hepsinin üzerinde gezdirdi. Onu nasıl itbarak ile bir tutardı, bu haddi kendisinde nasıl bulurdu? Olanca öfkesiyle "Saldırın!!" diye bağırdı. Dört itbarak aldığı emirle yaşam üçgenine saldırdı. Zincirin asıl halkasını zayıflatmak için iki tanesi birden Arat'a yönelmişti. Geriden keyifle bu anı izleyen Arsel ise sıranın ona geleceği zamanı bekliyordu. Önce güçlerini biraz yitirsinler ardından o ve arkadaşları başlayacaktı. Onu küçük düşürdüklerine bin pişman edecekti. Bu konuda olan hırsı her şeyi yakıp yıkacak kıvamdaydı. İki köpeğin Arat'a saldırdığını gören Yargı yanına gitmek istedi. Üçgeni bozsa ne olurdu? O orada tek kalamazdı. Zaten bu görüşü Owen da savundu. "Hadi git ve bu köpeği kılıçtan geçireyim." Yargı, yaşam çizgisinin yanına gitti ve ona öğrettiği gibi tekmesini savurdu. Ayakkabısının altındaki gizli bıçaklar köpeklerde iz açarken pis kanlarının kokusu her tarafa yayıldı. Yargı kendi çantasının içinden kısa bir süre güç veren iksiri çıkarıp Arat'ın üzerine döktü. İçecek zamanı yoktu ama bununda fayda edeceğini öğrenmişti. Arat kendi gücünden kat kat daha yükseldiğini hissetti ve köpek ne olduğunu anlamadan kendini yerde buldu. Şimdi üç tane kalmıştı. Sofya'nın gücü maalesef siniri ve öfkeyi azaltmaya yetmiyordu çünkü bu yaratıklar döndürülemez siyahlığa adanmıştı. Şeref de yansıma yapamıyordu. Köpeğin gözlerindeki siyahlık onu bir perde gibi koruyor, geçirgenliği kırıyordu. Eline kuvvet diyerek iki elini de kullanıp saldırıya geçti. Owen o kadar şanslı değildi çünkü yere düştü. Bu da düşmanın üstüne binmesine yol açtı. Son anda kılıcını boynuna siper alıp zarar görmekten kurtulmuştu ama daha fazla bastırırsa yine boynuna batacaktı. Hatta sızısını hissettiğine emindi. Derine girmese onun için yeterdi. Şimdilik...
|
0% |