@_lovestory17
|
♡
Yeni insanlar, yeni hayatlar, yeni sorumluluklar.
İnsanlara yükletilmeye çalışılan sorumluluklar.
Kaldıramayacağı bilindiği halde bencilce başkaları adına verilen kararlar.
Bir evliliğe kim karar verir?
Duru, öğle saatlerinde hazırlanıp iş görüşmesine gitmek için merdivenlerden inerken evlerinin salonunda geleceği hakkında konuşulduğunu bilmiyordu. Ten rengi çoraplarını aldırmadan zeminde içindeki heyecanla koşturuyordu. Dört aydır mezun olmuştu ama hâlâ istediği gibi bir iş bulamamıştı. İçindeki sabırsız, bir an önce çalışmak isteyen kız özel sektörde çalışmak istediği halde, bu iş de olmazsa kamuda bile olsa görev yapmak istiyordu. Hatta adli mimar olarak bile görev alabilirdi sırf çalışmak için.
Merdivenlerden inip kapının önüne geldiği zaman ayakkabılarını vestiyerin içinden almak için eğilirken içeriye doğru seslendi.
"Anne! Ben gidiyorum."
Ayakkabılarını giyerken yerde gördüğü çamurlu ayakkabı iziyle yüzünü buruşturdu. Anlaşılan misafirleri vardı ve kendileri giymediği halde misafirleri evlerine ayakkabı ile girmeyi tercih etmişti. Şimdiden bile onlardan hiç hoşlanmadığını hissetmişti. Kalçasını yasladığı vestiyerden güç alırken ayakkabılarını giydi. Bu sırada annesi kapının önünde belirdi. "Kızım, gidiyor musun?" Duru annesinin gördüğü halde sormasına bir anlam veremeden başını salladı. Giydiği siyah kumaş pantolonunun altına krem stilettolarını giymiş, aynı renk çapraz ip askılı detaylı büstiyeri ve saatiyle kombinini tamamlamıştı. Annesine kısa bir bakış atıp çantasını omzuna astı ve kapıyı araladı. Kapıdan çıkıyorken ne olduğunu anlamadan annesi tarafından çekilmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Şaşkınlıkla arkasına dönerken annesinin heyecanlı haline anlam veremedi.
"Ne yapıyorsun anne? Farkında mısın az kalsın düşüyordum." Kadın kızının sözlerine aldırmadan kolundan tuttu ve içeriye doğru çekiştirmeye başladı. Biliyordu ki söylerse kızı asla gelmezdi. Bu yüzden kendince en iyi seçenek olarak kızını salonun ortasına bomba gibi bırakacaktı. Biliyordu kızı başkalarının yanında asla tartışmaz, kavga etmezdi.
Duru ne olduğuna anlam veremediği için kaşları çatılmış bir şekilde annesini izliyordu. Ta ki salonlarından gelen sesleri duyana kadar. O an durdu ve annesinin onu ilerletmesine artık izin vermedi. Anlamıştı, annesi onu misafirlerin yanına götürüyordu. Yine misafirlere hoşgeldiniz diyecek hiç tanımadığı insanlarla temas kurmak zorunda kalacaktı. Hiç anlamıyordu kız, neden ilk kez gördüğün biri ile sarılırsın ki? Temastan hoşlanmayan kız bu dertten oldukça muzdaripti.
"Anne Allah aşkına yeter ya. Neden her gelen misafirin önüne kurbanlık koyun gibi beni atıyorsun?"
Haklı bir isyan olsa da annesinden aldığı cevap derin bir kaş çatma ve kalçasına yediği şaplaktı. "Ne diyorsun kız, ne yapmışım ben sanki? Ne yapmışım? Gel iki insan gör, akrabalarımızı, dostlarımızı tanı diyorum sen sanki onlar kasap sense koyunmuş gibi davranıyorsun." Annesine bayık bir bakış attıktan sonra salona doğru baktı. "Çünkü öyle," dedi ikici kez şaplak yiyeceğini düşünemeden. Dudak büküp annesine bakarken elini kalçasına götürdü ve annesinden uzaklaştı. "Ne yapıyorsun anne ya." Annesi kızına yaklaştı ve bu defa tatlı dilini kullanmayı seçti. "Kızım, güzel kızım bak bu insanlar bizim için önemli. Gel bir selam ver öyle git tamam mı güzelim? Ben sana ayrıntılı bir şekilde neden önemli olduğunu anlatacağım." Son sözlerini büyük bir ima ile söylese de kız hiçbir şey anlamamıştı. Gözü kolundaki saate gitmişti. Eğer biraz daha oyalanırsa geç kalacaktı. En iyisi annesine uymak ve bir an önce buradan sıvışmaktı. Yoksa annesi gitmesine izin vermezdi.
"Tamam ama sadece beş dakika kalırım. Sonra gidiyorum yoksa geç kalacağım." Kadın hevesle başını sallayıp bu defa kızın koluna girip geniş salonlarına doğru yürüttü. Kızını son kez süzüp iyi göründüğünde karar kıldığında yüzünde gururlu bir gülümseme ile içeri girdi.
Odaya girdikleri an herkes sessizleşmiş kapıdaki ikiliyi ya da kurbanlarını izlemeye başlamıştı, en azından genç kız öyle düşünüyordu. İçeride olan yabancı kadınlardan birinin yüzünde açıkça olan memnuniyetsiz ifadeyi gördü. Bu da kendisinin yüzünü İfadesiz tutmasına sebep oldu. Otuzlu yaşlarda kumral saçlı kahverengi gözlü bir kadın kendisini süzüyor, sanki yüzünü buruşturmamak için savaşıyordu. Onun hemen yanında yaşlı ama bakımlı bir kadın kendisine beğeni ile bakıyor ve kocaman gülümsüyordu. Onun da yanında o kadına benzeyen başka bir yaşlı kadın daha vardı ama bu kadarla bitmiyordu. Çapraz üçlü koltukta üç kadın daha vardı ve kendisini izliyordu. İçeri bir adım daha attığında kumral kadının yanında genç bir çocuk olduğunu gördü. Kendi teyzesi ve iki halası da buradaydı ve ne olduğunu gerçekten anlayamıyordu. Şakaları gerçek mi oluyordu yoksa?
Tamamen salona girip koltuğa doğru birkaç adım attığında ayağa kalkan kadınları gördü. Oldu mu şimdi, yine selamlaşma elleme merasimi? Kız bıkkın bir nefes verip yönünü onlara çevirdi. Annesinin kolunu mıncıklamasıyla tekrar düz ifadeye geçirdi yüzünü. Ona gülümseyen bakımlı kadına doğru gitti ilk. Bu kadının yüzünde daha tuhaf bir gülümsemeye sebep oldu ve o anda hoşgeldinler nasılsınlar havada uçuşmaya başladı. "Ay canım kızım, nasılsın bakalım," dedi sarıldıkları kadın kırk yıllık ahbaplarmış gibi. "Sağolun efendim, siz nasılsınız?" Kadından ayrılıp yanındakine yöneldi. "İyiyiz biz de kızım. Seni gördük daha iyi olduk." Diğer kadınlar ile de selamlaştıktan sonra hiç konuşmadığı kumral kadına döndü ve elini uzattı. "Hoşgeldiniz, " dedi yalnızca ve yanındaki gence de elini uzattı. Çocuk yüzünde saf bir gülümseme ile kızın elini tuttu ve selamlaştılar. "Hoşbulduk, sağol. Özgür ben." Kız tek bir mimik oynatmadan konuştu. "Duru ben de."
"Çok memnun oldum!"
Kız tuhaf bir bakış atıp başını salladı yalnızca ve sonunda yerine oturabildi. Bu sırada kumral kadının yanındaki gence kızgınlıkla bir şeyler fısıldadığını gördü ama çocuğun pekte umrunda değil gibiydi. Teyzesine ve halalarına baktığında onların da yüzünde büyük bir gülümseme ile misafirlere baktığını gördü. Bu sırada konuşan kadın ile dikkatini ona verdi. "Ee kızım, nereye böyle hazırlanmış, gidiyorsun?" Üçlü koltukta adlarını hâlâ öğrenmediği ve öğrenmek de istemediği kadınlardan biri sormuştu. Her ne kadar onu ilgilendirmediğini bilse de saygısızlık yapmamak için cevap verdi. "İş görüşmesi için gidiyordum hatta ben şimdi gideyim yoksa geç kalacağım," deyip ayaklanacağı an annesinin beline doladığı elini yüzünden kalkmamıştı ama bozuntuya vermeden oturmaya devam etti.
"Ya öyle mi kızım, bizde oturur biraz sohbet ederiz diyorduk, " dedi bakımlı olan kadın. Oğluna gelin olarak seçtiği kızı tanımak istiyordu. Kız daha kadına cevap veremeden ardı ardına sorular gelmeye başladı ve kız neye uğradığını şaşırdı.
"Ne mezunusun?"
"Nerede okudun?"
"Kaç yaşındasın?
"Evlilik düşünüyor musun?"
"Evlenince çalışmayı düşünüyor musun?"
"Yemek yapmayı biliyor musun?"
"Misafir seviyor musun?"
"Evinde kayınlarının yaşamasına izin verir misin?"
"Sevgilin var mı?"
"Kıskanç biri misin?"
"Doktor seviyor musun doktor?"
"Balayı ister misin?"
Dudakları şaşkınlıkla aralanan genç kız kısa bir an ne diyeceğini bilemedi. Annesine baktığı an karşısındaki kadına baktığını gördü ve böylece kadın hepsini susturdu. Gelinimi şimdiden korkuttular diye düşündü. Zaten sorulan soruların neredeyse tamamının cevabını biliyorlardı.
"Yavaş yavaş sorsanıza bu ne ayol, kızımı şaşırttınız hanginize cevap vereceğini şaşırdı," dedi şimdiden gelini olarak gördüğü kız için. Duru sakince başını bermuda şeytan üçgeni olarak gördüğü yan yana dizilmiş üç kadına çevirdi ve zorunda olmasa da saygısından onları cevapladı. Tabi bunu onların zaten cevaplarını bildiğini bilmeden yaptı. "Mimarlık bölümü mezunuyum, Galatasaray üniversitesinde okudum, yirmi iki yaşındayım, evlilik düşünmüyorum ama nasip işi," dedi ve büyük bir ima ile annesine döndü. Salak değildi bu kadınların ne olduğunu anlamıştı ve bunun hesabını akşam ona soracaktı. "Ve elbette çalışacağım. Bunca yıl başkasının eline bakmak için okumadım." Eşler arasında para mevzusunun sorun olmaması gerektiğini biliyordu. Bunu eşini küçümsemek için değil, bunca yıllık emeğinin elbette karşılığını almak istediği için söylemişti. Yoksa kendisi de eşinin parasını harcarken düşünmeyeceği, eşi de kendisinin parasını harcarken dert etmeyeceği birinin olması gerektiğini düşünüyordu.
"Yemek yapmayı bilmiyorum efendim ve bunu sorma amacınızı da anlayamadım. Misafire de evimiz her zaman açıktır ayrıca benim ailem kalabiliyorsa onlar da kalabilir. Sevgilimin olup olmaması özel bir konu," dedi soruyu soran kumral kadına. Diğer kadınların konuşurken o da kendi sorusunu araya sıkıştırmıştı. Tam olarak istediği cevabı alamasa da en azından yok demedi diye kendine teselli veriyordu. "Kıskanç bir insan değilim ve doktorlar da başımızın tacı, askerler ve öğretmenler gibi görevleri kutsal, insanların hayatlarını kurtarmaya çabalıyorlar. Balayı konusu ise, çok fazla erken. Yakın bir gelecek içinde böyle bir konuyu düşünmemi gerektirecek bir şey olacağını sanmıyorum." Bıktığı sorular yüzünden ayaklandı ve çantasını koluna taktı. Tüm konuşma boyunca yüzünü ve sesini ifadesiz tutabilmişti. Salona göz gezdirdi ve en son o kadında durdu. "Hepinize iyi günler," dedi ve kapıya adımladı. O sırada sırıtan genci görüp gözlerini devirdi. Komik bir şey söylememişti.
Kapıdan çıkarken arkasından gelen annesine döndü. "Akşam konuşacağız," dedi büyük bir sakinlikle. Kadın bir şey söyleyemeyen giden kızının arkasından baktı daha sonra da içeriye misafirlerinin yanına geçti.
Duru kapıdan çıkıp garaja doğru yürüdü ve arabasına binip büyük demir kapıya doğru sürdü. "Ahmet abi, sana zahmet açar mısın kapıyı?" Güvenlik kulübesindeki adama seslenip kapının açılmasını bekledi. Kapı açılınca iki katlı villalarından sonunda çıkabildi. İçi daralmıştı ama sorun etmiyordu. Halledeneyeceği bir şey yoktu ortada. Onu heyecanlandıran içerideyken bir anlık tuttuğu görüşmesiydi. Abisinden torpilli bir yerlere girebilirdi ama bunu istemiyordu. Abisinin arkadaşlarından elbet ona hazıra iş verebilecekler vardı. Bunu yapmak istemiyordu, o başarılıydı çizimlerine, el yeteneğine ve hayal gücüne güveniyordu. Yarın bir gün güzel yerlere geldiğinde kimse ona sen onun bunun sayesinde buralardasın diyebilmesini istemiyordu. Abisi gibi olmak istiyordu. O da çok zorlanmıştı savcı olabilmek için. Hem de gerçekten çok zorlanmıştı. Torpilli diye anılmak istememişti bazen üzülmüştü ama sonunda başarmıştı. Abisi savcıydı ve onunla gurur duyuyordu.
***
Ruhu yorgun olsa da dik omuzlarıyla girdi evine Duru. Yorulmuştu. Bir günün değil yılların yorgunluğu vardı omuzlarında. Anahtarıyla açtığı kapıdan girip ayakkabılarını çıkardıktan sonra odasına doğru yürüdü. Kimse ile konuşmak istemiyordu, kimseyi görmek istemiyordu. En azından bir süre.
Merdivenlerden çıkarken annesinin sesini duyuyordu ama ne söylediğine pek kulak asmadı. Abisi birazdan gelirdi ve yemek yerlerdi. Bunun için görevliye talimatlar veriyordur diye düşündü. Koridorda sağ tarafta kalan merdivenlere yakın ilk kapıdan içeri girdi. Çantasını yatağın köşesine koyup kendini yatağa bıraktı yüzüstü. Gözlerini kapatıp dinlenmeye çalıştı. Aradan geçen bir saat boyunca hiç kımıldamadan uzandı. Uykuya dalacağı esnada kapısı bir anda açıldı ve bu kızın uzandığı yerden irkilmesine sebep oldu. Buna rağmen yerinden kalkmadı. Kapının tekrar kapanma sesini duyduğunda gözlerini daha da sıkı yumdu, bu andan çıkmak istiyordu. Yalnız kalmak istiyordu. Olmuyordu ama olmuyordu, onun istediği hiçbir şey olmuyordu.
Annesi kızına doğru yaklaştı ve yatağa oturdu. Elini kızının saçına atıp yavaşça oksamaya başladı. Bir süre öyle durduktan sonra Duru doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı. Annesi ile neredeyse karanlıkta kalmış odada göz göze geldiler. Kadın elini komodinin üstüne atıp gece lambasını açtı ve odanın içinde loş bir ışığın olmasına sebep oldu. Kadın kızının konuşmayı sevmediğini biliyordu ama bu akşam ekstra konuşmak istemediğini de biliyordu ama bu gece kızı ile konuşacak ve bir karara vardıracaktı bu işi. "Kızım, nasıl geçti görüşmen?" diye sordu canlı bir sesle. Kızdan tek bir söz döküldü. "İyi," demekle yetindi. Kadın yine pes etmedi ve konuşmaya devam etti. "Yani kabul edildin mi demek oluyor mu?" Gülümseyerek konuştu. Kuru bir sesle "Bilmiyorum." Direk konuya girmenin daha iyi olacağını düşündü.
"Duru, kızım sabahki şey yüzünden kızgın olduğunu biliyorum." Tepkisini ölçmek için kızına baktı ama her zamanki gibi hiçbir şey anlaşılmıyordu. Duru, kızmadım kırıldım demek istedi ama kelimeler dudaklarından dökülmedi. Kalbinin kırıldığını hissediyordu. Annesinin ondan habersiz böyle, bu şekilde davranmasına her ne kadar dile getirmesede kırılmıştı. Kim olduğunu bilmediği tanımadığı insanlar onun için hiç beklemediği bir anda sürpriz görücü olarak gelmişti. Kadınların tavırlarını da hiç sevmemişti ve annesinin hiçbirine bir şey söylememesi kendisine itiraf edemese bile onu üzmüştü.
"Canım kızım bak ben senin kötülüğün için yapmadım ki. Asla öyle bir şey de istemem." Elini uzatıp kızının elini avuçlarının içine aldı. "Mutlu olmanı istiyorum. Belki erken diye düşünüyorsun, belki de evlilik düşünmüyorsun ama ben senin iyiliğin için istiyorum. Kızım, yıllardır içinde olduğun sessizliğin farkındayım. Ben de abin de farkında ve senin eski neşeli haline dönmeni istiyoruz. Kalbin birini severse, hızlı çarpmaya başlarsa, hayattan daha fazla zevk almaya başlayacaksın. Bu duyguyu tadınca çevren de oluşacak, kendini hapsettiğin yalnızlığından çıkabileceksin." İstemiyordu ki, o böyle bir şeyi istemiyordu. Yalnızlığında huzur buluyordu o. Hem daha önce kimseyi sevmemişti de. Nerden bilirdi sevmek neydi, evlilik neydi, aile neydi?
Sustu öylece, her zamanki gibi. Ne yapmalıydı? İstemiyordu. Gerçekten istemiyordu. Hem nasıl birine eş olabilirdi ki. Bir kere konuşmazdı o. Konuşursa da çok az konuşurdu. Kim onunla konuşmayacak biri ile evlenmeyi isterdi? Evlilik bir bakıma buydu. Hayatın boyunca yoldaş olacaksın, yanında olacaksın, her konuda destek olacaksın, her konuda konuşabilecek muhabbet edebilmek değil miydi? Nasıl yapsındı o bunu. Hem o çok çabuk sıkılırdı insanlardan. Ne zaman bir arkadaşlık kurmaya çalışsa hemencecik sıkılıyordu. Sürekli hayatında, evinde hatta yatağında olan birinden nasıl sıkılmasındı.
Duvarları vardı Duru'nun herkese, en çokta kendine.
Dudakları aralandı en sonunda ama çıkamadı sözcükler ağzından. "Kızım, biz çok üzülüyoruz," dedi mahzun bir sesle. Yutkundu gözlerini kaçırırken. Boğazına dizildi kelimeler. Kimse bilmese de çok hassastı bu konularda. Hayatta en son isteyeceği şey bile değildi abisini ve annesini üzmek. Onlar farkında değildi ama Duru onlara çok düşkündü. Babasının vefatından sonra ikisinin gözünün içine bakmaya başlamıştı.
Şimdi annesi üzüldüklerini söylüyordu. Hem de onun yüzünden üzüldüklerini. "Duru ben seni düşünüyorum. Bir evliliğin, kalbine yerleşecek bir sevginin sana iyi geleceğini düşünüyorum. Seni böyle gördükçe biz senin için endişeleniyoruz, üzülüyoruz kızım." Elinde değildi ki onun. Hem o bu durumundan şikayetçi de değildi. Yalnızlık onun tercihiydi. Neden kimse anlamıyor ki. Kendisi istemediği için hayatına yeni birilerini almıyordu. Bir arkadaş bile sorumluluktu ve Duru sorumluluklardan kaçıyordu. Peki bir eşten nasıl kaçabilrdi ki.
"Tamam," dedi dudaklarından nasıl döküldüğünü anlamadı kelimenin. Zihni ve duyguları arasında kalmış gibi hissediyordu.
"Ne?" Kadın içinde beliren mutlulukla ne tepki vereceğini bilemedi. Yüzünde büyük bir gülümseme ile kızına baktı. Bunu hiç beklemiyordu ama oldukça seviniyordu. Kızının reddedeceğinden emindi oysaki.
"Evliliği kabul ediyorum. "
"O zaman önce bir fotoğrafını gör, hakkında bir şe-"
"Gerek yok. Evliliği kabul ettim. Bundan sonra ne yapılır bilmiyorum. Sen halledersin." Kadın hevesle başını salladı ve kızını sevinçle kucakladı. "Çok mutlu olacaksın inşallah kızım." Kızın içinde en ufak bir umut bile yoktu ama annesini üzmek istemiyordu. Özellikle abisi, canıydı onun. Nasıl üzsündü onu? Hem onun da haberi vardı demek ki bu evlilik teklifinden. Olmasa annesi neden öyle desin.
"Hadi o zaman ben sofrayı kuruyorum sende üstünü giyin gel. Abin ile konuştum gelir birazdan." Ayaklandı ve hızlı adımlarla odadan dışarı çıktı. Mutlu haberi vermek için dakika sayıyordu ama yarın haber vermeye karar verdi. Şimdiden dünürü olarak gördüğü Sema hanımı arayıp iyi haberi vermek istiyordu ama yarına erteledi. Hatta belki birkaç gün daha. Kendince hevesli görünmek istemediği için bu süreyi uzattıkça uzatacaktı.
Duru yeniden yatağa uzandı ve tavanı izlemeye başladı. Yapması gereken bu muydu, doğrusu bu muydu, emin olamıyordu. Neyse, dedi içinden. Zaten adam beni görüp iki konuşunca kendisi bu evliliği istemez, diye düşündü.
Kimse öyle biri ile yıllarını geçirmek istemez, kimse yalnızlığımı bozamaz, kimse benimle o kadar uğraşmaz, kimse beni böyle sevemez, dedi tüm inancıyla.
Sevebilir miydi?
*** |
0% |