Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm : Kabul

@_lovestory17

 

Kaderi kim yazardı, kim belirlerdi?

Yaptığımız seçimlerin hangisi gerçekten bizlere aitti?

 

Hepsi.

 

Bütün seçimleri bizler yapardık.

 

Seçim yapabiliyor olabilirdik ama yine de bize yazılan kaderden kaçamazdık.

 

Kimse kaçamaz kaderi olandan.

 

Yağız Demir'de kaçamazdı.

 

O kaderi olana koştu, koşarken kendini tüketti, nefesini kesti, yolun sonundakinin ona nefes olacağını ümit ederek.

 

Oldu mu peki?

 

Nefesini mi kesti, nefes mi oldu ona kaderindeki?

 

Genç adam son düğmesini de açıp üzerinden çıkardığı gömleği hırsla yere attı. Dolabına ilerledi ve hışımla kapağını açıp içinden rastgele bir kısa kollu tişört çıkarıp başından geçirdi. Dolabın kapağını aynı hırsla kapatıp yatağın üzerine attığı telefonunu ve cüzdanını alıp odadan çıktı. Hızla merdivenlerden inerken gözü evin ışık vuran tek yerine, mutfağa kaydı ama umursamadan kapıya doğru yürüdü. Hava almaya ihtiyacı vardı. Kapıyı aralayıp çıkacağı an duyduğu ses yüzünden derin bir nefes verip ardına döndü.

 

"Nereye bu saatte oğlum? Saat gecenin bir yarısı, hayırdır?" Kadın üzerinde uyku takımıyla sağ elinde su bardağı, oğlunun önünde dikilmişti. "Evime gidiyorum," dedi adam umursamaz bir sesle. Siniri hâlâ yerli yerineydi. "Bu gece kalsaydın ya, burası senin de evin." Bakışlarını evde dolaştırdı. Burası mı onun eviydi? Kendisi hiç öyle hissetmiyordu. Kendini bildi bileli bu böyleydi. Bu ailenin bir parçası gibi hissedememişti kendini, sağolsundu babası.

 

"Yok," dedi yine de annesini üzmemek için. "Beni uyku tutmadı, burada uyuyamıyorum artık. Kendi evime alışmışım." Kadın tereddütle oğluna baktı ama gitmek için hareketlenince kolundan kavradı. Yağız Demir annesinin kolunu tutan eline ve ona tuhaf bir bakış attı. "Dur bir oğlum. Hazır buradasın, seninle konuşmam gereken bir konu vardı onu konuşalım." Oğlunun itiraz edeceği belli olan bakışlarıyla o daha konuşamadan onu susturdu. "Önemli bir konu," dedi taviz vermeyen bir sesle. Konuşacaktı bu konuyu bu gece. Neredeyse bir aydır aklını kurcalıyordu. En sonunda mutfakta kara kara düşünürken söylemekte karar kıldı. Sonuçta oğlunun iyiliği için istiyordu ya bu kadar düşünmeyi de ertelemeyi de boşa bulmuştu artık.

 

Başını salladı adam, annesi inatçı kadındı ne yapar eder istediğini yaptırırdı zaten. Diretmenin bir gereği yoktu. Sessiz adımlarla mutfağa geçip ada tezgahına karşılıklı bir şekilde oturdular. Sema hanım bir an nereden başlayacağını bilemedi. Nasıl anlatsa da kabul ettirse kestiremedi. Öyle ya da böyle başladı bir tarafından. "Yağız'ım, hayatında biri var mı, herhangi bir konumda, hayatına almak istediğin?" Çatık kaşlarının altından bir süre baktı annesine. Yaşını almıştı ve annesiyle böyle konuları konuşacak anlatacak kadar küçük değildi. Hatta şimdiye kadar hiçbir kadını ailesiyle tanıştırmamıştı. Otuz yaşında koca adamdı ve hayatına girip çıkan insanları birilerine bildirmeyeli uzun zaman olmuştu. Aslında kendisi hiçbir zaman bahsetmemişti ama işte anne idi, anlıyor, çıkarıyordu bir şekilde ortaya.

 

"Söylesene işte oğlum, o kadar da zor bir şey sormadım." Tavrını bozmadan karşısında ona sitemle bakan kadına doğru ellerini tezgaha yaslayarak hafifçe eğildi. "Ne istiyorsun? Ne duymak istiyorsun?" Yağız Demir'in hayatında kimsenin olmadığını duymak istiyordu ama görünen oydu ki oğlu onu zorlayacak gibiydi. "Ciddi bir konu konuşacağım. Bana net bir cevap vermelisin oğlum," dedi gözlerine beklenti içinde bakarken. Adam bu sorgudan kolay kolay çıkamayacağını anlamıştı ama bir an önce bu evden çıkmak istiyordu, boğuluyormuş gibi hissediyordu bu evde.

 

"Yok," dedi duygu barındırmayan bir sesle. "Hayatımda kimse yok."

 

Kadının yüzünde engel olamadığı bir gülümseme belirdi ve heyecanla konuşmaya başladı. "Bir kız var." Olabilecek en kötü şekilde cümleye başladığını oğlunun değişen yüz ifadesinden anladı. Annesinin niyetini anlamıştı Yağız Demir ve hiç hoşuna gitmemişti. "Anne," dedi baskın bir sesle ama oğluna izin vermeden tekrar konuşmaya başladı. "Beni dinle bir önce. Dinle, gör, konuş, istemezseniz olmaz. Zorla bir şey yaptırmayız ya. Evlenmek istemiyorum deme de hiç." El çabukluğuyla telefonundan annesinin attığı kızın fotoğrafını açtı. "Bakın, görün birbirinizi, konuşun ben eminim anlaşacaksınız." Annesi anlamıyordu, onlar öyle istiyor ya da tahmin ediyor diye öyle olacak değildi.

 

Hızla telefonu oğlunun önüne bıraktı. Başını çevirip derin bir nefes verdi. Bakmayacaktı fotoğrafa, elini uzatıp telefonu iterken gözü değdi, kaldı orada.

 

Güzelliğinde mi? Hayır, gözlerinde.

 

Kısacık bir an nefes alamadığını hissetti. Gözleri, o gözleri nasıl bu kadar hüzün dolu bakabilirdi? Eli sanki ondan habersizce fotoğrafı ona yaklaştırdı. Dudağında ufacık bir gülümseme, keder dolu hüzünle dolup taşmış gözler.

 

Bir insanın ruhunun kırıklığı, fotoğrafa bile yansıyabilir miydi?

 

Kaldı o gözlerde bir süre, sadece yorgun bakan gözlere odaklanabildi. Dudakları bir an aralanır gibi oldu ama söyleyecek bir şey bulamadı. Gözleri bir süre daha odak noktasını koruyabildi. Ardından telefonu yerine bıraktı ve anlamadığı bir şekilde zor da olsa gözlerini çekebildi. Etkilenmişti ama bu fiziksel bir etkilenme değildi. Sonra kaşları çatılır gibi oldu, anlamadı, bakışlarını karşısındaki kadına dikti.

 

Sorsan az önce beş dakika izlediği fotoğraftaki kadını, tarif bile edemezdi ama yorgun bakan gözleri ve hüzün dolu tebessümü içine sinmişti bile.

 

Kalp hissederdi ama Yağız Demir nasıl hissedebilirdi bunu? Onun kalbinin görevi uzun zamandır sadece kan pompalamaktan ibaretti, bir şey hissetmek de neydi böyle?

 

Kaşları çatıldıkça çatıldı, yüzü gerildi, yine de hiçbir şey anlayamadı. Sonra bütün suç karşısındaki kadınınmış gibi ona baktı, ortada bir suç varmış gibi.

 

Dudakları aralandı, sert sesi dolduramadan ince bir ses doldurdu mutfağı. "Anne, Yağız? Hayırdır gecenin bu saatinde burada ne yapıyorsunuz?" Seda, uyku mahmuru bir sesle oturanlara baktı. Adam içinden bir bu eksikti demeden edemedi, ablasının tepkisi ne olacak tahmin edebiliyordu.

 

İstemsizce göz devirip ayaklandı, sol eli pantolonunun cebine koyup karşısındaki kadınlara baktı. "Gidiyorum, siz de uyuyun." Konuşmalarına fırsat vermeden önce annesinin yanına giderek eğilip başına ufak bir öpücük kondurdu. Hemen sonra kapı ağızında duran ablasının alnına küçük bir buse kondurdu, yanından sıyrılıp evden dışarı çıktı.

 

Arabasına bindiğinde başının ağrıdığını hissetti. Yola çıktığında pek sık içmediği sigarasını yaktı, tenha yollarda ilerlerken açık camdan zehirli nefesini geceye bırakıyordu.

 

Sık sık böyle hissetmezdi, bunun için canını sıkabilecek olaylara pek kafa yormazdı. Bugün, yıllardır yaşadığı ve alıştığı, artık hayatının bir rutini gibi hissetmeye başladığı tartışmalardan biri daha gerçekleşmişti. Anlamıyordu, o kadar uzun süredir anlamıyordu ki artık anlamak için çabalamayı da bırakmıştı. Boş yere, binbir bahaneyle ettiği tartışmalardan biri gibi değildi bugün ki. Aklı karışmıştı. Düşüncelerini bir pus kaplamıştı, sanki içtiği sigaranın dumanı gelip çökmüştü zihnine.

 

Alışmak zordu, aile saydığının yaşattığı hayal kırıklığına. O hayal kırıklığına alışmaya, günden güne kırılan kalbinin soğukluğuna alışmak zordu. Zordu kalbini hissetmemeye de alışmak! Sonra o alışkanlıkları bozmaya çalışmak, zordu. Kim anlamak isteyebilirdi ki ama? Kim böyle hisleri anlamak isterdi? Kimse, diye içinden geçirdi Yağız Demir, sessizce.

 

Gecenin karanlığına bulanan gözleri, direksiyonu sıkıca kavramış, hem deva hem zehir, günaha davetkâr ince uzun parmakları, acı sigaranın tadına bulanmış, tatlı tadını saklamış kalın dudakları, zayıf ruhunu içinde barındıran güçlü bedeni, duygularını yüzünün hatta kalbinin kurumuş topraklarına saklayan çelik gibi ifadesi ile Yağız Demir Yıldırım'dı.

 

Parmaklarının arasında biten zehiri paketin üzerine bıraktı, sonunda vardığı evine dışarıdan baktı. Siteye giriş yapıp arabasını park etti, sabahtan arabasının arka koltuğuna attığı ceketini aldı. Asansöre bindiğinde çalan zevksiz ses ile neredeyse yüzünü buruşturacaktı. Hiçbir derdi yokmuş gibi bir de yirmi iki kat berbat melodiyi dinledi. Duran asanör çıktığında cebinden anahtarını çıkarıp kapıyı açtı. Üst kata odasına girer girmez kendini banyoya attı. Üzerindeki tişörtü tek hamlede ense kısmından sıyırıp çıkarken diğer eli pantolonunun düğmesine gitti, soyunup ılık bir duş ile bedenini gevşetti. Başından akan sular ile alnını soğuk mermere yasladı. Kapalı gözlerinin ardında zihninde dönen içinden çıkamadığı düşüncelere bir yenisi daha eklenmişti sanki bu gece.

 

Kısa tuttuğu duşunun ardından havlusunu beline sarıp odasına girdiği esnada çalan telefon ile yatağın üstüne attığı pantolonun cebine attı elini. Ekranda gördüğü numara ile yüzünü buruşturdu. Numrayı kaydetme zahmetine bile girmemişti. O can sıkıcı asansör melodisinden bile daha can sıkıcıydı bu kadın. Hayırdan anlamıyordu.

 

Bu kadın onu sinir ediyordu.

 

Aramayı sessize aldı, şayet reddetmek bile kaale almak gibiydi ve o oldukça yok sayıyordu. Yatağın üstüne geri attığı telefonu ile üstünü giyinmeye başladı. Siyah bir tişört ve eşofman giyindikten sonra saçlarının ıslaklığını havlu ile alıp bıraktı. Telefonu, anahtarı tekrar eşofmanın cebinde yerini alırken merdivenlerden inmeye başladı. Mutfağa gidip dolaptan iki enerji içeceği ve iki de meyveli içecek aldı ve parmağının ucu ile kapıyı açıp evden çıktı. Asansöre binip bir üst katı tuşladığında içecekleri tek kolu ile sıkıştırdı. Telefonunu çıkarıp saate baktığında 03:09 'du. Birkaç saniyede duran asansörle çokta saati düşünmeden inip kapının önünde durdu. Sağ eli havalanıp kapıya büktüğü parmaklarıyla üç defa çarptı. Açılmayan kapı ile daha sert vurdu. Bıkkın bir nefes bırakıp kış uykusuna yattığını düşündüğü adamı aradı. Çalıp çalıp en sonunda cevaplanan çağrı ile ahizeden homurtuya benzer bir ses yükseldi.

 

"Hmm, noluyor anasını babasını seveyim ya?"

 

"Kapıyı aç," dedi ve karşıdan cevap gelmesini beklemeden aramayı sonlandırdı. Yaklaşık üç dakika sonra birkaç kilit çevirme sesinden sonra kapı aralandı.

 

"Rüyanda mı gördün beni yiğidim?"

 

Davet edilmeyi beklemeden açılan kapıdan içeri girdi. "Nerden bildin? Rüyamda bu defa farklı bir cinstin, ne diyorsunuz, çivava?" Elindekileri ortadaki masaya bırakıp kendini gri köşe koltuğuna attı.

 

"İtiraf et, korktun o yüzden yanıma geldin değil mi? Merak etme ısırmazdı canım," uyku mahmuru olmasına rağmen karşısındaki adama laf yetiştirebiliyordu. Yarı açık gözleri ile kendini gece manzarasını rahatlıkla görebileceği cam duvarın önündeki tekli koltuğa atıp ayaklarını uzatabildiği kadar uzattı ve ellerini ensesine birleştirdi. Gecenin bir saatinde evine gelen dostunun kendini anlatmasını bekledi. Alışkanlardı, bazen kendisi, bazen ise koltuğunda oturan adam böyle yapardı. Nadiren sıkılınca ya da bir sorunları olduğunda.

 

Elini uzatıp soğuk içeceğe uzandı, parmak uçlarına değen soğukluk içine yayıldı. Oturduğu yerde rahat bir pozisyona geçti. Açma halkasına serçe parmağını takip açtıktan sonra ağır ağır içmeye başladı, zaten çok sık da içmezdi. Sağlığına olabildiğince dikkat ediyordu.

 

Başını kaldırdığında ona aralık gözlerinin ardından beklenti ile bakan arkadaşına kısa bir bakış atıp tekrar geriye yaslandı.

 

"Aynı şeyler," diye mırıldandı hissizce.

 

"Pek aynı şeyler gibi durmuyor ama," kısa bir göz süzüp o da diğer içeceğe uzandı.

 

Aklının bir köşesinde bugün yaptığı tartışma varken kendine zorla kabul ettirebildiği kısımda ise fotoğraftaki kız vardı.

 

Sema Hanım her normal anne gibi oğlunun evlenmesini istiyordu ama ilk defa bir aday ile gelmişti. Bu ona oldukça komik gelmişti.

 

Ne yani, görücü usulü tanıştığı biri ile mi evlenecekti?

 

Dudağı hafifçe sola doğru kıvrıldı. Düşüncesi bile komikti.

 

"Ne oldu?" Arkadaşına doğru tuhafça baktı. Birden neye gülümsemişti öyle?

 

"Hiç," diye mırıldandı aklındaki gözlerle Yağız Demir. "Aklıma komik bir şey geldi."

 

•••

 

Yıldırım evinde büyük bir neşe hakimdi. Büyük salonda oturmuş kadınlar gülüşerek ne giyeceklerini konuşuyorlar, birazdan gelecek olan adamı bekliyorlardı. Kendisi için bugünün ne ifade ettiğini bile bilmeyen adamın onlara birlikte sevineceğini düşünüyorlardı.

 

Hizmetli kızlar eve gelen misafirleri memnun etmeye çalışıyor, işverenlerin gönlünü hoş tutuyordu. Yine de bazı insanları memnun etmek hiçte kolay değildi. Konu, olay veya kişi farketmiyordu.

 

Evin içinde yankılanan zil sesi ile hepsi birbirine bakmıştı. Bu ortamdan memnun olmayan tek kişi kurtarıcısı kapıdaymışçasına hızla yerinden kalktı ve kapıya koştu. Kapıyı açmak için onunla birlikte gelen çalışanı el hareketiyle durdurup kapıyı araladı. Kaşlarını bükerek ağlar gibi bir ifadeye büründü. "Canım kardeşim," dedi içten ve duygulu bir şekilde. İyi bir oyuncuydu Seda.

 

Kulağındaki telefonla ablasına kaşlarını çatmış bir şekilde baktı. Bir sorun olup olmadığını düşündü, telefondaki kişiye bir iki kısa bir şeyler mırıldanıp kapattı. Hastanedendi ama önemli bir şey değildi.

 

"Ne oldu?"

 

Sesi sakin çıksa da yüz ifadesinde bir değişiklik yoktu. Kardeşinin göğsüne sarılıp kirpiklerinin altından ona baktı. Omzuna sarılan kolla gülümsedi ve abartarak anlatmaya devam etti.

 

"Yağız, bir şey söyleyeceğim ama üzülme tamam mı, kızma da?" Kendisini iyi çıkarmak için olabilecek herşeyi yapıyordu.

 

Sabırsızca kolunun altındaki ablasına baktı. Bir şeyleri abartmayı sevdiğini biliyordu ama birine bir şey olmuş olabilme düşüncesi onu yoruyordu.

 

"Söyle artık, sorun ne?"

 

"Annem sana söylemiş ya bir kız var diye, işte biz bu kızı görmeye gittik ama kızma. Sonra da bugün kızın annesi aradı, kızım kabul etti yine de bir görüşsünler dediler. Sana hiçbir şey sormadan yaptılar her şeyi ya Yağız. Ben dedim, anne Yağız'a da haber verelim dedim. Yok o kabul etti dedi, nasıl dedim, reddetmedi kızın fotoğrafına uzun uzun bakıp sessiz kaldı dedi. Bu gerçek olabilir mi ya? Bak şimdi içerde de kendilerine düğüne, nişana, kınaya kıyafet bakıyorlar!"

 

Kadının her kelimesi ile adamın kaşları biraz daha çatılıyordu. Ne diyordu ablası böyle? Kendisi üç hafta önce yaptığı konuşmayı unutmuştu bile ama gidip onun için kız ile bir görüşme ayarlamışlardı. O böyle bir şey istememişti, neydi bu saçmalık böyle?

 

"Şaka mı yapıyorsun? Ne kızından ne görüşmesinden bahsediyorsun sen?" Kardeşinin sinirlendiğini görünce birden keyiflendi. Kendi güzel, sevdiği, kardeşinin yanına yakıştırdığı kız varken, o kızda kimdi de onunla evlenecekti Yağız Demir?

 

"Hayır ne şakası. Maalesef çok ciddiyim. Üzgünüm ben engel olmaya çalıştım. Her neyse boşver, gitmek görüşmek zorunda falan değilsin. Hem kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz ya! Görücü usülü evlilik de ne? Kızın kafasına bak bir de hemen kabul etmiş. Hah, sen asla böyle bir kızla yapamazsın zaten."

 

Kendisine göre asla ön yargılı biri değildi. Kız, kardeşini görmüş, yakışıklılığından etkilenmiş, hemen evliliğe atlamış basit bir kızdı sadece. Ne kadarda klasik bir senaryo...

 

Baş parmağı ve orta parmağı burun kemiğini sıkarken başını eğmiş aynı zamanda sakinleşmeye çalışıyordu ama ne mümkün! Ablasını orada bırakıp kadın gülüşmelerinin geldiği büyük salona doğru yürüdü. Geniş salonda açık renkli koltuklara yayılmış çaylarını yudumlayıp aperatifleri yiyen, bir yandan da telefonlarından bir şeylere bakıp konuşan kadınları gördü. Kendini göz devirmemek için zor tuttu, kapıdan girdiği anda onu fark edip gülümseyerek yanına gelen annesinin ona gelmesini bekledi. Bu sırada şaşkınlık ve sevinç nidaları ile onu karşılayan kadınlara başı ile selam verip salondan çıktı.

 

Ardından gelen annesi ile mutfağa yürüdü, susamıştı.

 

"Hoşgeldiniz efendim." Hep bir ağızdan mutfaktaki görevlilerin seslenmeleriyle onlara da kısa bir baş selamı verip dolaba yöneldi, annesinin konuşmasada arkasında olduğunu onu beklediğini biliyordu. Çalışanların ne istediğini sormalarına aldırmadan bir bardak soğuk su doldurdu kendine. Yavaşça yudumlarken annesine döndü.

 

"Siz bir çıkın kızım. İçeriyi toplayın eksik ne varsa götürün hadi," diyerek kibarca onları mutfaktan kovdu. Mesajı alan çalışanlar hızlıca mutfağı boşalttı ve anne oğulu yalnız bıraktı.

 

"Hoşgeldin Yağız." Kocaman gülümsedi ve kalçasını tezgaha yaslamış oğlunun yanına geldi, kolunu okşadı yavaşça. "Aç mısın? Bir şeyler hazırlamalarını isteyeyim mi senin için? Yorgunsan da git dinlen oğlum. Hiç kalabalığa girip de başını boşa ağrıtma." Oğlunun tepkisinden çekiniyordu. Ona bu görüşme meselesini nasıl söyleyeceğini bilmiyordu ve yarına kadar ertelemeye karar vermişti. Kızının çoktan kardeşine söylediğinden haberi yoktu tabi.

 

"Sen ne yaptın?"

 

"Anlamadım. Ben ne yapmışım oğlum?"

 

"Sen ne yaptın diyorum anne? Senden bunu yapmanı isteyen oldu mu?" Yutkundu kadın. Oğlu öğrenmişti ve sinirliydi. Sessiz kaldı. Suçunu biliyordu ama çokta umursadığı söylenemezdi. Kızdan etkilenğini düşünüyordu oğlunun. Fotoğrafına uzun ve derin bakmasından çıkarmıştı bunu. O yüzden alttan alıp bir şekilde görüştürmekti ikisini niyeti.

 

"Kim senden bana o kızla görüşme ayarlamanı istedi?" Yerinde dikleşti. Annesi cevap vermedikçe daha da sinirleniyordu. Sonuçta onun verilmiş bir söz vardı ortada.

 

Derib bir nefes alarak mutfağın içinde dolaşmaya başladı.

 

"Yağız sen etkilenmedin mi kızdan? Ben öyle gördüm o yüzden bir görüşün istedim. Kötü mü ettim yani şimdi oğlum?"

 

Hızla çatık kaşlarıyla annesine döndü. "Bana sordun mu, ben sana evet dedim mi, istiyorum dedim mi anne? Gidip benim adıma neden başkalarına söz veriyorsun? Yaptığın şey hoş değil. Hem etkilendiğimi de nereden çıkardın?"

 

Huysuzca sordu. Bu düşünce pek hoşuna gitmiş gibi değildi. O hüznü kendinin kılmış gözler akılna düşünce dalgınlaştı. Kanlı canlı o hafif bademi andıran gözleri görmenin nasıl olacağını düşündü kısacık. Annesinin sesi düşünceleri bir sis bulutu gibi dağıttı.

 

"Sen hayır demeyince ben kabul ettin sandım. Öyle derin derin bakınca..."

 

Başını iki yana ağırca salladı. Bu etkilenme işi de nereden çıkmıştı böyle. Birden aklına Seda'nın sözleri geldi. Kızın kendisini görüp beğendiğini, görüşmeyi kabul ettiğini söylemişti. Bu kızın kendisinden etkilendiğini göstermez miydi?

 

İçinde anlamsız bir şekilde etkilenmeğini kanıtlama isteği doldu.

 

"Tamam, her neyse. Bir daha böyle bir olay olmasın anne." Kapıdan çıkmak için hareketlenince kadın telaşla oğlunu durdurmak için konuştu, bu onun kendine göre son şansıydı.

 

"Ama oğlum, biz şey, şey yaptık."

Ağzında geveledi, bir türlü söyleyemedi. Kaşları çatıldı adamın, yine ne iş çıkacağını bilemedi.

 

"Söyle anne, ne yaptınız siz?"

 

"Biz sizin için bir görüşme ayarladık. Lütfen kabul et." Tek seferde çıktı ağzından kelimeler, yoksa uzadıkça uzayacaktı.

 

Adam derin bir nefes aldı. "Anne," dedi yorgun bir sesle. Gerçekten yorgundu. Bütün gün hastalarla, hastane işleri ile ilgilendiği, babasının bir ton şikayetlerini dinlediği bir günün ardından evine gidip dinlenmek istiyordu. Annesi çağırınca yorgun olmasına rağmen gelmişti ama hayal kırıklığına uğramıştı. Bir de onun adına birine verilmiş bir söz vardı.

 

Sol elini saçlarına attı ve farkında olmadan hep gerginken yaptığı gibi karıştırdı.

 

Hüzün gözlü güzel ile buluşma fikri akıl kurcalayıcıydı.

 

Ablasının sözlerine rağmen o öyle düşünmemişti hiç. Hiçbir sözüne katılmamıştı, anlatırken o kısımlarını umursamamıştı bile.

 

"Oğlum lütfen, hemen hayır deme. Öyle ya da böyle ayarladık biz. Şimdi arayıp yok bizim oğlan vazgeçti mi dememi istiyorsun? Biz gittik güzel kızımı gördük bile," gülümsemesi yüzüne yayıldı. Belki kız soğuk davranmıştı ama saygılıydı, güzeldi, konuşmasını, düşüncelerini sevmişti. Tabi o gün zavallı kıza biraz sürpriz olmuştu ama neyse.

 

Adam düşündü. Gitmek istemiyor olsa da adına verilmiş bir söz vardı ve sözünden öylece döndüğü kıza söylenince incinebilirdi, belki gururu kırılırdı, belki de hevesi.

 

İnce düşünceli bir adamdı, kırıp dökmeyi sevmezdi.

 

"Tamam," dedi. O da sözler ağzıdan nasıl çıktı anlamadı. "Öyle olsun."

 

"Kabul ediyorum." Çıkacağı randevu fikri onda alaylı bir gülüşe neden oldu, hüzün dolu gözler gözlerinin önüne düşünceye kadar.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Loading...
0%