@_lovestory17
|
♡
Bir kızın en mutlu olduğu an hangisidir?
Genç bir kız en en çok ne zaman mutlu ve heyecanlı hissederdi?
Kişiden kişiye değişir mi yoksa verilecek kalıplaşmış cevaplar var mıydı?
Duru'nun bu konuda hiçbir fikri yoktu. Şu an nasıl hissetmeliydi bilmiyordu. O biraz şey gibi hissediyordu, şey gibi...
Gergin?
Muhtemelen şu an kendine yapabileceği en yerinde tanım bu olurdu. İçinde heyecan yoktu, mutluluk, sevinç, merak ve heves de yoktu. Şu an kendine hayret ediyordu, nasıl kabul etmişti ki böyle bir şeyi. Daha adamı görmemişti bile!
Buna rağmen, son derece şık ve elit bir restoranda, dışarıdaki harika manzarayı gösteren cam kenarı bir masada, yaklaşık 12 dakikadır gecikmesine rağmen, tanımadığı ama evlenmeyi kabul ettiği adamı bekliyordu.
Bir an gerçekten yaptığı şeye ve kendine hayret etti.
Kolundaki beyaz saate bir daha baktı. Öğleden sonra 14:00'da sözleşilmişti ama ikiyi on iki hatta şu an on üç geçiyordu ama ortalarda kimse yoktu. Acaba randevularda geç gelmek bir kural mı diye düşünmeden edemedi. Fakülteden bir kızın aynı masada kampüsteyken söylediklerini hatırladı. O erkeklerle çıktığı randevulara bilerek biraz daha geç gittiğini, heveslisi olmadığını öyle belli ettiğini söylemişti.
Ne de saçma şeydi o öyle!
Beklediği adamın böyle çocukça düşüncelere sahip olmamasını umdu. Ona göre karşıdaki insanı böylece bekletmek kaba bir davranıştı.
"Bir isteğiniz var mı efendim?" Yani başındaki kibar sesle o tarafa döndü. Sipariş için ikinci kez gelen başka bir garson görevliydi.
"Hayır, şimdi sipariş vermeyeceğim. Birini bekliyorum." Karşısındaki kadın gülümseyen bir yüzle onu onayladı ve masadan ayrıldı. Artık kendisi de ciddi anlamda sıkılmaya başlamıştı.
Bir saati aşkın bir süre o masada oturdu ve bekledi. Gelen iki garsonu daha kibarca kovdu. Kendi iştahı da kaçmıştı, bir şey yemek istemiyordu.
Saat üç buçuğa yaklaşırken masadan aniden kalktı. Bu saygısızlıktı, gelmeyeceğini ya da geç geleceğini haber verme zahmetinde bile bulunamamıştı beyefendi.
Her ne kadar bir terslik çıkmıştır, bir sorun yaşanmıştır dese de olay açık ve barizdi.
Ekilmişti.
Hayatında ilk defa bir erkekle randevuya çıkmıştı-ki çıkamamıştı bile çünkü adam gelmemişti-onda da ekilmişti.
Restorandan çıktı ve valeden arabasını getirmelerini istedi. Beklerken dayanamadı ve söylenmeye başladı.
"Adama bak ya, bu ne saygısızlık. O kadar bekliyorum ama yok, ortalarda beyefendi yok! İnsan bir haber verme zahmetine bile girmez mi? Gıcık mıdır nedir!"
Kollarını birbirine kavuşturmuş arabasını beklerken ve sessizce söylenirken hemen arkasından bir gülme sesi duydu. Kaşları çatılırken hemen ardına döndü.
Dudaklarını birbirine bastırmış, gülmemek için çaba verdiği belli olan bir adam, elleri kumaş pantolonunun cebinde, etrafına bakıyordu ama buna kanmadı. Adam besbelli ona gülüyordu.
Ona tamamen döndü ve kollarını çözmeden dik dik bakmaya başladı. Sanki adamın ona hesap vermesini bekler gibi bi hali vardı. En fazla birkaç metre ötesindeki genç adam yaptığı oyuna son vermiş gibi ona baktı sonunda. Yüzünde muzip bir ifade belirdi kadınla göz göze gelince.
"Komik olan şey nedir tam olarak?"
"Ah, hanımefendi üzgünüm. Siz beni yanlış anladınız. Ben size gülmüyordum," derken bile gülümsüyordu. Tek kaşını kaldırdı kadın öyle mi der gibi, sonra başını salladı. Normalde sakin biriydi ama ekilmiş olmanın sinirini ve buluşmanın gerginliğini hâlâ üzerinden atamamıştı. Normalde yapmayacağı bir şey yapıp tanımadığı biri ile böyle konuşup uğraşıyordu.
Valenin gelmiş olması gerektiği aklında dönüp dururken tekrar konuşmaya başladı. "Bana bakarak neye güldüğünüzü söyleyin o zaman. Gülünecek bir şey varsa ben de güleyim."
Genç adam ona ağır birkaç adımla ulaştı ve tam önünde durdu. Uzaktayken yüksekten bakan kadın gibi duruyordu ama böyle genç kadına göre acı gerçek ortaya çıkmıştı. Aşağıdan bakan, başını hafifçe kaldırmak zorunda olan kendisiydi.
"Gergin gibisiniz, acaba bir kendini bilmez tarafından ekilmiş olabilir misiniz?"
Duru'nun dudakları aralandı ama hemen kendini toparladı. Bu adam nerden bilmişti böyle? Çok mu belli oluyor dışarıdan diye düşünmeden edemedi ama nasıl anlaşılırdı ki?
Kadının kısa bir an bozulan yüzünü görünce keyiflendi.
"Nasıl," diye mırıldandı sessizce.
"Hayır merak etmeyin, özel güçlerim yok," kendi söylediği şeye kibarca güldü. Güzel gülüy- hayır idare eder, diye böldü kendi lafını içinden.
"Sadece biraz sessiz feryadınızı duymuş olabilirim." Tabi ya, az önce duyduğu söylenmelerine gülmüştü.
Dudaklarını konuşmak için aralamışken arabası önlerinde durdu. Söyleyeceği şeyden vazgeçti ve arabadan inen valeye odaklandı. Anahtarı ona teslim eden valeye her ne kadar geç gelmiş olsa da kısa bir teşekkür mırıldanıp yanındaki adama bir daha bakmadan arabasına bindi.
Araba çalıştığı an yan kapı birden açıldı. Bu defa şaşkınlığını gizlemeden arabanın içine doğru hafifçe eğilen adama baktı.
Baş belası olmuş olabilir miydi bu adam?
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Beni de yol üstünde bir yere bırakabilir misiniz diye sormak istemiştim."
Adam sınırlarını zorluyordu, zira kadının aklından yol üstünden bir hastaneye bırakmak geçiyordu.
"Araban yok mu senin kardeşim? Nasıl geldiysen buraya öyle git. Tanımadığım adamın birini arabama öylece alacak birine mi benziyorum? Ya da bir iyilik meleğine?"
Dilini damağında ve vurarak onaylamaz sesler çıkardı.
"Kardeşim deme lazım olur." Adam bir az kalsın kahkaha atacaktı. Bu kadınla uğraşmanın bu kadar eğlenceli olacağını tahmin edememişti. "Ve şu an arabamı kullanamam maalesef. Bu mümkün değil. Maalesef diyorum ama bu durumdan şikayetçi olduğum için değil, size zahmet vereceğim için."
Gözlerini sabır dileyerek kapattı, hırsla konuşacağı sırada açık penceresi tıklatıldı.
"Hanımefendi lütfen biraz acele edebilir misiniz? Diğer müşterilerimiz arabalarını almak için bekliyor."
Başını sallayıp kısa birkaç söz mırıldandı. Kapının kapanma sesini ile adamın gittiğini düşünüp rahatlamıştı ta ki yanındaki hareketliliğe kadar. Adını dahi bilmediği o adam emniyet kemerini bağlamakla meşguldü.
"Sapık mısın sen! İn hemen arabamdan. Bu yaptığın taciz oluyor artık. Beni rahatsız ediyorsun."
"Özür dilerim, niyetim asla sizi rahatsız hissettirmek değil. Lütfen arabayı çalıştırın, eğer iki sokak kadar size güven vermezsem hemen ineceğim, beni istediğiniz yerde indirebilirsiniz."
"Arabamdan, hemen, in."
"Devam et lütfen, söz veriyorum ineceğim."
Genç kadının bütün vücudu kasılırken arabayı sonunda hareket ettirdi. Adam buna pek sevinemedi, kadının gerginliği her halinden belli oluyordu ve o böyleyken kendisini iyi hissedemiyordu.
"Bu nazik davranışınız için teşekkür ederim."
Duru ona yandan sert bir bakış attı. Kendisi zorla binmemiş gibi davranıyor bir de utanmadan diye düşündü.
Araba anayola çıktığında hızını arttırdı niyeti tam olarak bu adamdan en kısa sürede kurtulmaktı.
"Nereye gideceksin?"
"Siz nereye gideceksiniz? Zahmet vermemek için soruyorum, ben yakın yerlerde işimi halledebileceğim yakın bir yer bulmaya çalışacağım."
"İşin ne ki?"
"Yemek yemek," dediğinde kadın ona anlamaz bir şekilde baktı. Az önce bir restorandan çıkmıştı yanlış görmediyse.
"Az önce ne yapıyordun orada?"
"Ben de bir randevu için gitmiştim ama ne yapabilirim ki, karşımdaki bayan beni beklemeden kalkmıştı bile. Ben de sizin peşinize takıldım böylece. Artık orada yemek yeme hevesim kaçtı yine de aç hissediyorum. O yüzden bu kabalığımı mazur görün."
Kibar konuşmasına rağmen tok bir sese sahipti, hitabeti iyiydi ve konuşurken ellerini ve mimiklerini bilinçli şekilde hakaret ettiriyordu.
Bu adam zekiydi.
Eh, kendisi kadar olduğunu düşünmese de.
"Gideceğim yere yakın bir restoran olduğunu sanmıyorum. O yüzden bir bakalım buraya en yakın yere bırakayım sizi." Konuşurken diğer elini telefonuna uzatacaktı ama arabaya binerken çantasını arkaya attığını hatırladı. Yine de bunu yanındaki adama söylemek istemedi. Herhangi bir acil durum anında telefona yetişemeyecek olmak onu huzursuz hissettirdi.
"Ben bakayım o zaman." Karşısındaki kadından bir atak gelmeyince pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı.
Bir iki bakındı. Sonra tekrar cebine koydu.
"Aslında ben güzel bir yer biliyorum. Tarif edebilirim. Şurada bir çiçek pasajı olacak, ilk sokaktan sağa dönün ve dümdüz ilerleyin. Gerisini sonra tarif edeceğim."
Kadın sabır diler gibi gözlerini yukarı dikti, hemen sonra direksiyonu bahsettiği pasaja doğru çevirdi.
"Dışarıdan çiçekler çok hoş görünüyor. Özellikle ilginizi çeken bir çiçek türü var mı?"
"Bence de hoş görünüyorlar ve hayır yok. Çiçek çiçektir," omuz silkti. Daha önce çiçeklere yakından ilgi duymamıştı. Daha önce hiç çiçek de almamıştı abisini saymazsa eğer.
"Dünya üzerinde yaklaşık 400.000 türü olan bir canlıyı kendiniz için bu kadar basite indirgemeniz ilgi alanınıza girmediğini açıkça belli ediyor."
"O kadar var mı ya?" Hayret olmuş bir sesle sordu.
"O kadar var ya." Bu adam neden hep kendisine gülümsüyordu?
"Neyse, hâlâ ilgi alanıma girmiyor."
"Bir gün bir çiçek hediye alırsanız bu sizin için bir şey ifade etmeyeceği anlamına mı geliyor?"
"Tam olarak öyle de değil," pasajdan sağa döndü ve ilerlemeye devam etti. "Değer verdiğim biri ise bana hediye ettiği eşya da benim için değerli olur."
"Şuradan sola dönün. Ben size hitap edecek bir çiçek türü biliyorum. Hem kokusu, hem hikayesi."
"Hangi çiçekmiş o?"
"Güzel bir çiçek, çok güzel bir çiçek."
Kısa bir an göz göze geldiler. Kadın bakışlarını tekrar önüne çevirirken adam da dışarıya çevirdi. Bu kadının yanında bu kadar değişmeyi kendisi de beklemiyordu.
"Burası," dedi, küçük kafe tarzı bir yeri işaret ederek. Kadın bir an duraksadı. Yanındaki adama baktı. Üzerindeki takım elbisesi ile orada oturup tek başına yemek yiyecek olmasının tuhaf duracağından emindi.
Direksiyonu sağa kırdı ve küçük işletmenin önünde durdu, yanındaki adama döndürdü bakışlarını sonunda.
"Gidin ve açlığınızı dindirin lütfen. Bir dahakine benim gibi kibar birine denk gelemezsiniz." Büyük bir ima ile kibar demesi ile tekrar o kibar gülüşünü sundu. Az önceki teşekkürüne imada bulunuyordu.
Arabadan indi ve kapısını örttü. Duru, bir teşekkür bile etmeden gitmesine söylenecekken adamın kendi tarafına doğru geldiğini gördü. Kapalı pencereye iki kez tıkladı. Camı açarken adamın havalı bir şekilde gözüne güneş gözlüklerini taktığını gördü.
Havalı ve zeki.
Elinin birini arabanın üstüne yaslamışken üstten bir bakış attı ve çekici bir şekilde gülümsedi. Bu flörtöz tavırları sadece karşısındaki kadını etkilemek içindi.
"Sizin gibi nazik bir hanımefendi ile izniniz olursa yemeğe çıkmak istiyorum. Bugün ekilen iki kader ortağı olarak bence bunu yapmalıyız."
Bu adam ona yürüyordu.
Bir dakika, evet, bu adam bildiğin ona yürüyordu!
Ama o başkası ile randevu için sözleşmişti, başkasına evet demişti!
"Bayım, açlık, sizde yan etki yapmış olabilir mi? Hadsizlik gibi."
Pes etmeye kesinlikle niyeti yoktu. Gözlüğünü çıkarıp ceketinin iç cebine koydu, kapıyı açtı ve elini davetkar bir biçimde uzattı. Kadına bütün samimiyeti ile baktı.
Artık sözler değil, gözler konuşacaktı.
Kendinden emin bir duruş sergileyen, gözlerini kaçırmadan cesur bir tavır sergileyen, yakışıklı, ısrarcı adama çekilmemek elde değildi.
Kimdi bu adam?
Sabahın ilk vakitleri güneşli olan hava zaman aktıkça güneşin üzerini örtmeye başlamıştı, gökyüzü gri bulutların hakimiyeti altındaydı şimdi. Belki de yağmur yağardı birazdan.
Duru, belki de hayatında asla yapmayacağı bir şey yaptı. Tanıdığı insanlarla bile iletişime geçmekten kaçınan kadın, adını dahi bilmediği adamla yemeğe çıkmak için ilk adımını attı.
Adamın yüzünde memnun olmuş bir ifade belirirken uzattığı elini çekti ve arabadan inmesi için ona yer tanıdı. Arabadan inerken bile aklı hâlâ geri binip hemen gitmekti. Arka koltuktan çantasını aldı ve arabasını kilitledikten sonra onu bekleyen adama ilerledi.
"Buraya park yapmam umarım sorun olmaz."
Başını kaldırdığında hat sanatı italik yazı tipinde yazılmış kafe adını ve logosunu gördü.
❀ 𝒏𝒂𝒅𝒊𝒅𝒆 𝒄𝒂𝒇𝒆 ❀
Kırmızı neon ışıkları ile aydınlanan yazı gözüne hoş göründü. Yazının iki tarafında da bir tür çiçek logosu vardı ama hangi çiçek olduğunu çözemedi.
"Hayır, eminim kimse sorun etmeyecektir." Kadın kaşlarını kaldırdı. "Neredeyse önüne park ettim. Belki buranın sahibi bundan hoşlanmayabilir. Önünü kapattım sayılır."
Sağ eli ile kapıyı itti ve kadının geçmesi için yer açtı, küçük bir zil sesi işletmeyi doldururken birlikte içeri girdiler. "Sorun olmayacağını garanti ediyorum."
İçeride yaklaşık on beş-yirmi masa olduğunu tahmin etti. Biraz nostaljik, biraz tatlı bir havası vardı. Açık kahve ve haki yeşili mermerler döşenmiş yerler, kırmızı renkteki kadife kumaştan sandalyeler, göktaşı renginde masalar ve duvardaki tatlı gülüşler ile taçlandırılmış rengarenk posterler, içeri girince çıkan minik zil sesi, havadaki hafif tatlı ve rahatlatıcı koku ile bundan sonra sık geleceği bir yer olduğunu hissetti.
"Dışarıda mı oturmak istersin içeride mi?" Ya çok dikkatli ya da daha önce buraya geldi diye düşündü. Çünkü henüz kendisi dışarıya açılan ikinci bir kapıyı görmemişti ama adamın ortama hakim tavırları vardı.
"Mümkünse dışarıda." İçeride tek tük müşteri vardı. Belki de hava kapalı olduğundandı.
Eli ile önden geçmesi için işaret verdi. Kadın tam olarak nereye gideceğini bilmezken adam bir adım gersindeydi.
Duru o an ilerlerken karşıdaki camlardan birinin sürgülü olduğunu fark etti, oraya doğru ilerledi ve adama fırsat vermeden boydan camı açtı. Arka tarafta masalar ve duvar dibine ekilmiş rengarenk ama bir şekilde uyumlu görülebilen çiçekleri gördü. İstemsizce çiçeklere en yakın masaya oturdu. Adam anlaşmışlar gibi kadına uydu ve karşısına oturdu.
İkiside daha konuşamadan başlarında yirmilerinde bir genç belirdi.
"Hoşgeldiniz. Ne alırsınız?"
Hiçbir fikri olmadığı için önündeki menüye kısa bir göz gezdirdi ama onluk bir şey göremedi.
"Herhangi bir gıdaya alerjin var mı ya da yemekten hoşlanmadığın bir şey?"
"Aerjim yok, soğan ve biber sevmem."
"Güzel, o halde seçimi bana bırakmanı istiyorum. Senin için bir şeyler bulabileceğimzden eminim."
Kadın başını salladığında adam yanlarında dikilen gence döndü.
Onları dinlemekten oldukça uzaktı. Katmerli, sarı ve beyaz renklerden oluşan adını bilmediği çiçeği incelemekle meşguldü.
"Frezya."
"Hmm?"
"Dikkatle incelediğin çiçeğin adı, frezya."
Genç gitmişti ve karşısındaki adam tamamen ona odaklıydı artık.
"Kokusu fazla hoş."
"Ana vatanı Güney Afrika'dır. Başka renkleri de mevcut ama doğal olan frezya bitkisi sarı renk çiçek açar. Güneşi seven bir bitkidir ama fazla sıcağa gelemez. Bu yüzden düşük sıcaklıkta yetişen bir bitki için hala solmamış durumda."
"Karşımda şu an bir çiçek türü ansiklopedisi varmış gibi hissediyorum."
Yine o kibar gülüşünü sundu. Kaşlarını hafifçe kaldırdı ve"Buraya sık gelmeyi düşünüyorsan yakında benim bu kadar bilgiyi nasıl edindiğimi anlarsın," dedi, başını iki yana salladı yine gülerken. Adamın gülüşü ile kadında farkında olmadan gülümsedi bir bilinmezlikle.
"Sarı frezya; huzur, yenilik, neşe ve dostluğu simgeler."
"Beyaz frezya; masumiyeti, suçsuzluğu, saflığı ve umudu temsil eder. Şu an senin olduğunu düşündüğüm gibi."
Yüzündeki gülen ifade yavaşça soldu ve karşısında oturan adamın gözlerinin içine baktı.
"Masum ve suçsuz olduğumu nereden biliyorsun ki?"
Kadının sözleri ile yüzü ifadesizleşti ama kötü bir hale de bürünmedi. Dudaklarını aralayıp konuşacağı an siparişleri masaya konulmaya başladı. İşini hızlıca halledip giden garsona ufak bir teşekkür edip yemek için ilk lokmalarını aldılar.
Hissetti, bu konu kapanmamış, ertelenmişti.
Masada birden fazla çeşit yiyecek vardı. Önce üçgen şeklinde dilimlenmiş çörekten bir tane aldı.
"Özel tarif, buradan başka yerde bunun gibisini yiyemezsin," göz kırptı ve o da bir tane aldı. Ufak ısırıklarla yemeye başladılar.
"Bir kadın tarafından ekilmiş bir adama göre fazla neşelisin."
"Tanımadığı bir adam tarafından ekilmiş bir kadına göre fazla gerginsin."
Göz devirdi, arabasını beklerken ki söylenmelerini kast ediyordu. Elindeki çatalı bıraktı ve arkasına yaslandı.
"Bunun kader olduğunu inkâr edebilir misin?"
"Eminim ki kadının seni bırakıp gitmesi için haklı bir nedeni vardı."
Dudaklarını birbirine bastırdı, peçete ile dudağının kenarını silip karşısındaki kadın gibi arkasına yaslandı.
"Buluşma için belirlenen saat öğle vakti bir idi. Sabah acile çocuk bir hasta geldi, kalp spazmı geçiriyordu, branşın nöbetçi doktoru olarak yönlendirilen hastanın ameliyatına ben girdim."
Önündeki içecekten bir yudum aldı. Gülümsedi yine hafifçe.
"Beni beklemediği için onu suçlayamam, haber verecek vaktim bile olmadı. Buna rağmen üç buçuk saat sonra belki hâlâ ufak bir umut bekliyordur diye restorana geldim."
Duru elini haki rengi boğazlı trikosunun ucuna attı ve oynamaya başladı. Neyseki masanın altını göremezdi.
"Ama gitmişti."
"Gitmek üzereydi."
Kaşları çatıldı. Madem o kadın gitmemişti neden kendisi ile çıkmıştı bu adam?
"Arabamı kullanamıyorum demiştin. Araban olmadığı için mi kadının yanına gitmedin? Onu davet edemeyeceğin ya da arabasına binmek istemediğin için mi?"
"Arabamda herhangi bir problem yok. Orada park halindeydi. Sadece kullanamam dedim sana. Bir sorunu var demedim."
"Beni kandırdın."
"Hayır seni kandırmadım."
Kollarını tekrar kavuşturdu. "Sağ ol kandırmış kadar oldun."
"Ne demek, istediğin her zaman."
"İstemez. Peki neden o kadınla gitmedin? Daha güzel vakit geçirebilirdiniz. Güzel bir buluşma olabilirdi."
Huysuzca yerinde kımıldandı. Önündeki sudan bir yudum aldı ve badem gözlerini karşısındaki adama dikti.
"Bu şu ana dek çıktığım en harika randevuydu hanımefendi." Güldü siyah saçları ilk gördüğündeki gibi düzenli değildi, biraz dağılmışlardı. Üzerindeki takım biraz kırışmış, ilk halinden daha rahat bir şekilde karşısında oturuyordu. Daha adını bile bilmiyordu. "Daha kusursuz bir randevu düşünemiyorum."
"Adın? Hiç söyleme girişiminde bulunmadın."
"Zaten biliyorsun."
"Hayır bilmiyorum."
"O halde tanışalım," elini genç kadına uzattı, eline sarılan elle kendinden emin bir şekilde konuştu.
"Yağız Demir Yıldırım. Bu kusursuz randevunun diğer ev sahibi. Tanıştığımıza memnun oldum, Duru."
~~~~ |
0% |