@_masiva_
|
"Evet değerli okurlar... Yeni bölüm ile hikayemize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Okuduktan sonra oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfennn 😇 Keyifli okumalar diliyorumm" Yazarınız🧚♀️
Saatler gibi gelen bakışmamız, aslında sadece birkaç saniyeden ibaretti. Ama ben bu birkaç saniyenin tesiri altına o kadar kolay girmiştim ki, O'nun odayı alelacele terk ettiğini, Umut kolumu dürtünce idrak edebilmiştim. İstemsizce omuzlarımı silktim ve Umut'un karşısında ki koltuğa oturdum. "Tanışıyor musunuz?" Umut'un ansız ve beklemediğim bu sorusu karşısında afallamıştım. Kendimi hızlıca toparladım ve kafamı sağa sola sallayarak cevap verdim. Umut'un şüpheci bakışlarını görmezden gelebilmek adına odayı incelemeye başladım. Oda geniş bir alana sahipti. Cam duvarların ikisinde, kitapların dizilmiş olduğu ahşap raflar vardı. Dışarıya bakan camın önüne, tahminimce manzaraya engel olmaması için herhangi bir aksesuar konulmamıştı. Ama onun dışında ki cam alanlarının mutlaka ya kıyısında ya köşesinde birkaç küçük aksesuar bulunuyordu. Bu aksesuarlar genellikle melek-şeytan, cennet-cehennem temasını içeriyordu. 'Zıtlıklardan zevk mi alıyor acaba?' diye düşünmekten alamadım kendimi. 'Detaycı ve aşırı düşünmeyi bırak Selen!' İç sesimin bana yapmış olduğu bu sert uyarı sayesinde bu konu hakkında düşünmemeye karar verdim. Farklı bir şeylere odaklanmak için etrafta gezinen gözlerim hemen masasına kaydı. İlk dikkatimi çeken şey, masanın üzerinde yığılmış kargo paketleriydi. Bu paketlerin üstünde birikmiş tozlara bakacak olursak, epeydir burada burada bekledikleri aşikârdı. Bu karmaşanın arasında dikkatimi çeken ve bu odaya aykırı olan bir şey gözüme çarptı. Masaya doğru kafamı uzatıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bu esnada kapı sert bir şekilde açılıp hemen geri kapandı. Gelen O'ydu. Lacivert bir kumaş pantolan giyinmişti. Üzerinde ise geniş omuzlarına oturmuş siyah uzun kollu gömleği vardı. Giymiş olduğu siyah sporlar, klasik giyim tarzını epey yumuşatmıştı. Sol eline taktığı POLO marka mavi spor saati, etrafa 'pahalılık' saçıyordu. Yaşını tahmin etmek o kadar zordu ki... Ama benden büyük olduğuna emindim. 'Ne kadar güzel bir çoçuk.' diye içimden geçirmeden edemedim. Telefonda bir şeyler yazarken, ağır ağır yürüyerek masasına geçti. Deri olduğunu tahmin ettiğim siyah koltuğunu biraz geriye çekti ve ardından oturdu. "Güney Bey, merhabalar. Selen Taşlı. Yeni Editör Asistanı'mız." Umut o kadar heyecanlıydı ki, bir an hangimizin ilk iş günü olduğunu karıştırdım. Göz ucuyla bana baktı ve hafif bir tebessümle beni selamladı. Dudakları gülümsemek için kıvrılırken o kadar zorlanmıştı ki... Sanki can çekişiyordu! Ama o gülümsemesi o kadar farklıydı ki... Hem davetkar hem de sertti. Hiçbir şey diyemedim. Öylece oturduğum yerde kaldım ve aynı mimiklere yakın bir gülümseme ile karşılık verdim. Umut hemen bana dönerek "Güney Okyay Bey, Şirketimiz kurulduğundan beri Yayın Kordinatörü olarak görev yapmakta. Birimin dışında ki tüm görevlerde Güney Bey'e bağlı olacaksın." dedi. Demek adı Güney'di. Bence bu soğukluğuyla Güney olamayacak kadar Kuzey'deydi! Galiba benden hoşlanmamıştı. Yüzüme bile bakmaya tenezzül etmiyordu. Egoist işte ne olacak! "Umut şimdi bir toplantıya gireceğim." dedi Güney tok ve bıkkın bir ses tonuyla . Umut hemen ayaklandı ve "Tamamdır efendim. Kolay gelsin." dedi. Resmen sesi titriyordu! Umut'un bu haline içimden kahkaha atıyordum. Kafamı öne eğdim ve Umut'un peşine takılarak odadan çıktım.
*******
Mail gelen dosyaları ayıklamayla başlamıştım işe. Dosyaları türe göre ayrıştırıp, her tür için ayrı klasörler oluşturuyordum. Bu işe kendimi öyle kaptırmıştım ki mesainin bittiğini görünce şaşırmıştım. Herkes toparlanıp çıkmaya başlamıştı bile. Yaptığım işlemleri kaydettikten sonra bilgisayarı kapattım. Derin bir nefes aldım ve ilk iş günümün beklediğimden daha iyi geçmesine sevinerek içimden bir 'Ohh' çektim. Ben ceketimi giyinip çıkmaya hazır olduğumda, ofiste hiç kimse kalmamıştı. Telefonumu cebime koydum ve asansöre doğru ilerledim. Asansörün aşağı kattan yukarı gelmesini beklerken kulaklıklarımı taktım. Everything I Wanted kulaklarımda yankılanmaya başlarken, asansöre bindim. Zemin katı tuşladıktan sonra, aynadan kendime baktım. Lanet olsun! Saçlarım sabah ki yağmur yüzünden elektriklenmişti. Kahverengi buklelerim belirginliğini kaybetmiş ve dağınık bir şekilde göğsüme doğru uzanıyordu. Beyaz tenim o kadar soluk gözüküyordu ki her an bayılacakmışım gibi duruyordum. Saçlarımla uyum içerisinde olan kahverengi gözlerim, sabah ki canlılığını kaybetmiş sayılırdı. Asansörün kapısı kapanırken, gözlerim bir yabancının gözleriyle buluştu. Aman Allah'ım, bu gözler O'nundu. Tam arkamda duruyordu. Boyum neredeyse omuzlarına geliyordu. Asansörün içi büyük olmasına rağmen birbirimize alan yokmuş gibi yakındık. Göz kapaklarımızı bile kırpmadan, aynadan birbirimize bakmaya devam ediyorduk. Yüzü o kadar ifadesizdi ki, ne düşündüğünü tahmin etmek imkansızdı. Bakışlarında bir şeyler gizliydi. Asla söyleyemeyeceği bir şeyler... Tek bir kelime etmeden, aşağıya doğru inmeye devam ediyorduk. Bu manasız durum canımı o kadar sıkmıştı ki, buna son vermek için kafamı başka bir yöne çevirdim. Ellerimi ceplerime koydum ve bir an önce buradan kurtulmayı bekledim. Ama lanet olasıca asansör sanki gökdelenin en üst katından aşağıya iniyordu! Müziğin sesini biraz daha yükselttim. Asansörün hangi katta olduğuna bakmak için ona doğru dönmek zorunda kaldım. Onunla tekrar göz göze geldiğimizde asansör durdu ve tüm ışıkları kapandı. İçimden yükselen korku parmak uçlarıma kadar yayılmış ve uzuvlarımın uyuşmasına sebep olmuştu. Bir çırpıda kulaklıkları çıkarıp rastgele cebime tıkıştırdım. Her yer zifiri karanlıktı. Geriye doğru birkaç adım attım ve sırtım sıcak bir bedenle buluştuğunda istemsizce çığlık attım. Artık korku tüm bedenimi ele geçirmişti. "Şşşşt. Sakin ol." Kulağıma doğru fısıldayarak konuşması, tüylerimi diken diken etmişti. Telefonunun fenerini açtı ve etrafımız aydınlandı. Ona doğru döndüm. Bu ani haraketim aramızda mesafe bırakmamıştı. Dudaklarının arasından çıkan sıcak nefes, saçlarıma geliyordu. Kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. O da kafasını eğdi ve gözlerimin içine baktı. Loş ışığın sayesinde birbirimizi tam olarak göremiyorduk ve bu durumun vermiş olduğu rahatlıkla ben daha cesur davranabiliyordum. Bir adım atarak bana biraz daha yaklaştı. Evet, birbirimizi şimdi daha net görebiliyorduk. Gözleri, önce gözlerime sonra da dudaklarıma kaydı. Göz bebekleri git gide büyüyor ve kahverengi gözleri karanlığa gömülüyordu. O yavaş yavaş bana doğru eğilirken, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Dudakları dudaklarıma o kadar yakındı ki, birimiz konuşmaya kalksak dudaklarımız birbirine değecek gibiydi. Sıcak nefesini bu kez dudaklarımda hissediyordum. Gözlerimin içine bakarken, dudakları kıvrıldı. Gülümsüyordu ama masum bir gülümseme değildi bu. İhtiras ve öfke doluydu. Bir elini arkamda ki duvara yasladı ve derin bir iç çekti. Burnundan soluyordu. Zihninden geçen düşünceler sebebiyle, çehresinde kararsız bir ifade belirdi. Ama sonra bu düşüncelerden kurtulmak için kafasını sağa sola salladı ve dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı...
|
0% |