@alara4565
|
3.Bölüm: Belki de Çok Yakındır. Ne demişti? Şuanda neredeydim? Hayır, imkansızdı. Gerçekten o kadar yolu buraya gelmek için koşmuş olamazdım. "Sakın ol." Kadının kolları bana bunu söyleyene kadar nefes alış verişlerimin hızlandığını fark etmemiştim. Terlemeye başlamıştım, o sırada adam, beni anlam veremediğim bakışlar ile beni izliyordu. Benimle konuşmak için kullandığı kollarını bana destek olmak için kullandı, ama onu geri ittirdim. Bana yaklaşmalarına izin veremezdim, bunu duyduktan sonra. Kızıl Kan kabilesinden biriyse boynundaki iz neydi? Çok karışıktı. İkisinden de uzaklaştığımdan emin olduğumda titreyen kollarıma kaldırdım, "Bize saldıran Kızıl Kan kabilesi mi?Ne yani beni ayak üstü düşman topraklarına mı getirdiğinizi söylüyorsunuz?" Tanımadığım adam tepki göstermeden bana bakıyorken annesi öyle değildi, yüzünde hafif de olsa bir panik vardı. Hissediyordum. "Bak şimdi, öncelikle evet.Şuanda Kızıl Kan kabilesindeyiz.Ama bizimle güvendesin.". Kollarını yaşına göre çok hızlı kullanabiliyordu. Maşallah. Kollarımı sinirle kaldığı yerden devam ettirdim. "Çıkarın beni buradan." "Hayır." Sinirle ona bakmaya devam ettim. Buradan çıkmak için onlara ihtiyacım vardı. Eğer burada tek başıma çıkmaya kalkarsam beni biri görebilirdi Ve bu çok riskliydi. Onlara canımı kurtarmak için,Madden'i bulmak için ihtiyacım vardı. Başka seçeneğim yoktu. Ne diyeceğimi bilemeyerek kararsız gözlerime ikisi arasında gezdirirken uzun bir sessizlik yaşandı. Kimse hareket etmedi. En sonunda kollarımı teslim olurcasına kaldırdım. "Pekâlâ...Ne yapmam gerekiyor? Beni buraya siz getirdiniz bari bunu söyleyin." Açık açık onları dinlediğimi anlatmıştım. Kadın geri dönüşümle gülümsedi ve koltukları işaret etti. İşaret ettiği yere doğru ilerledim. Büyük denilemeyecek, orta boyda bir salondu burası. Koltuğa oturduğumda çok rahat olduklarını hissettim, yumuşaktı. Kadın ve adam da yerlerini aldıktan sonra nereden başlayacağını bilemiyormuş gibi biraz bekledi. "Tamam, ilk önce kendimizi tanıtalım." kollarının yanında ağzından bir şeyler çıkmıştı ama tabii ki anlamamıştım. "Ben,Seraphına Lıas.Bu adamda Magnus,Magnus Lıas.Kendisi benim oğlum olur." İsimleri anlamakta zorlanmıştım, çünkü isimler harf harf söylendiği için birleştirmek biraz zaman alıyordu.Seraphına ve Magnus...Güzel isimlerdi. Devam etti; "Ben 62 yaşıma yeni yeni bastım,Magnus ise henüz 34 yaşında." Aralarında bu kadar yaş farkı olacağını tahmin etmemiştim. Kadın uzun uzun gençliğini yaşamış olmalıydı. "Bir tanede küçük oğlum var.Onun ismi ise Ronan Lıas." Bunu söylemesi ile aklıma Magnus'un girişte ittirdiği çocuk geldi.O Ronan olmalıydı. "Sen? Kendini tanıtmak ister misin?" Bu soruyu kollarımdan çıkardığı anda içime bir süphe düştü,anlatabilir miydim? Ona,onlara güvenebilir miydim?İşte bundan emin değildim, ama basit bilgileri vermenin bir zararı olmayacağını düşünerek kollarımı havalandırdım, "Darla Lavinia,28 yaşındayım." diye hareket ettirip tekrar sessizliğe gömüldüm. O sırada içeriye o çocuk girdi, Ronan. Beni gördüğünde eliyle selam verip annesinin yanına gitti. Sesini kullandı, "Anne...Bu kim?" dedi, ne diyordu acaba? "Buralı olduğunu düşünmüyorum." Ben ona boş gözler ile bakarken,o Bayan Seraphına ile konuşuyordu. "O,Sessizlik kabilesinden.Öğrendiğin el işaretleri ile iletişim kuranlar var ya" Bayan Seraphına ne dediyse Ronan'ın gözleri bu cümleden sonra resmen parladı.Başı hızla bana döndü ve kollarını hızlıcaharaket ettirdi; "Gerçekten Sessizlik kabilesinden misin?" Ani sorusuna şaşırmıştım,beni şaşırtan bir diğer şey ise çocuğun nasıl bu dili bildiğiydi.Afallasam da hızla kollarımı kaldırıp cevap verdim. "Evet,seninde el dilimizi bilmeme sevindim." Gülümseyerek haraket ettirmiştim kollarımı.O ise çocukluk dişlerinin her birini görmeme yetecek kadar büyük şekilde sırıtıyordu,cevabım ile daha da heyecanlandı. "Bana kabile hakkındaki herşeyi anlatabilir misin?" Ronan sorusunu bitirir bitirmez Magnus onu koltuk altlarından yakalayıp ağızı ile konuştu, "Uyu artık,saçma sapan sorular sormaya başlamadan git." Sesi sert çıkmıştı,hep böyle miydi? Magnus'un,Ronan'ı odadan çıkarması ile birlikte Bayan Seraphına ile baş başa kalmıştık. Çok şey sorabilirdim,sorabilirdi ama sustuk. En son Seraphına ayağa kalkarak ellerini oynattı, "Bizde uyuyalım artık." "Hayır." dedi kollarım "Magnus içeriye ilk geldiğinde birşeyler demişti.Biraz...şok olmuş gibiydiniz,Banada anlatmanızı istiyorum." Kararlı bir şekilde haraket ettirmiştim kollarımı,bunu o da fark etmişti. "Şimdi değil güzelim,şimdi değil." diyerek salonda beni yanlız bıraktı.Dakikalar sonra içeriye bir battaniye ile girdi ve koltuğun ucuna bırakıp bir şeyler mırıldanarak gitti. "İyi geceler" Ne yapacaktım?Ah,bu çok sinir bozucuydu.Kabileme,aileme ve kardeşime dönmek istiyordum. Ama şuanlık imkansızdı. Üstümdeki kıyafetler yatmak için uygun değildi, tam o sırada içeriği ısıtan şöminenin yanında duran katlanmış kıyafetleri gördüm. Bunlar benim için konmuş olmalıydı. Öyle düşünerek kıyafetleri aldım ve giyinmeye başladım. En sonunda giyinmeyi bitirdiğimde Magnus'un Ronan'a ne yaptığını düşündüm. Dövmüş müydü? Hayır Darla! O kadar ileriye gitmez. Gitmez değil mi? Saçmalamaya başlayan düşüncelerimi zihnimden kovarken içeriye Magnus girdi. Tam isabet gerçekten. Bana baktığında gözleri üzerimde gezindi ve gözlerimi buldu. "Bu dili çok bilmemek ben." Anlatmaya başladı kolları. Başıma sorun yok dercesine iki yana salladım. Onu anlamak zor olacağa benziyordu. Gözleri tekrar gözlerimden ayrılıp vücudumda gezindi. Yukarıda kalan kolları usulca hareket etti. "Ablamın kıyafetleri ,yakışmış." İlk doğru cümlesiydi, içimden onu tebrik ettim. Teşekkür etmek adına hafifçe eğilip kalktım. "İyi geceler." "İyi geceler." Kollarımız sözcüklerin sessizliği ile dans ederken odadan yavaşça ayrıldı. Onun hakkında ne düşünmeliydim? Bunu gelecekte öğrenecektik. Kafamı yavaşça yastığa dayadım ve şöminenin ateşinin ışığı ile huzurlu olacağını sandığım bir uykuya daldım. Gözlerimi açtım. Kıpkırmızıydı her yer.Kan,kandı bu. Kanın kırmızısıydı.Ama kimin kanıydı? İleride annem ve onu tutan bir Kızıl Kan askeri belirdi önce. Sonra onların önünde kanlar içinde yatan babam. Olayın korkunç şoku vardı üzerimde. Neler oluyordu? Annem Kızıl Kan askerinden kurtulmaya çalışırken,askerin yüzü yoktu.Gözleri,burnu,ağzı hiç biri yoktu.Deri vardı sadece.Dümdüz deri. Sonra o şeyleri gördüm,Gloriosa çiçekleri(Gloriosa lily) Annem ile babamın olduğu çember içinde yukarıdan aşağıya doğru süzülüyorlardı. Gloriosa çiçeklerinin,bana olan tek bir anlamı vardı.Ölüm. Ne kadar normal bir çiçek olsa da benim hayatımdaki yeri zorla kötüleştirilmişti. Annemin ellerinin askerin elinde kaldığını gördüm. Ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum. Bana neler oluyordu? Annem elsiz kalan kolları ile başını sertçe bana döndü ve üstüme doğru yürümeye başladı. O geldikçe Gloriosa çiçekleri de yaklaşıyorlardı. Dibime kadar geldi ve tek bir cümle çıktı ağzından, "Belkide Gloriosa çiçekleri çok yakınımızdadır,Ne diyorsun Darla?" Gözlerim hızlı açıldı, açılar açılmaz da Bayan Seraphına'yı karşısında gördü. Resmen üstüme eğilmiş neredeyse burunlarımız birbirine değecek kadar yaklaşmıştı. O rüyadan sonra böyle bir manzara ile karşılaşmak beni daha çok korkutmuştu. Anlık refleks ile onu göğüslerinden ittirdim. Arkaya doğru düşen Bayan Seraphına acıyla yüzünü buruşturdu. Ben ise kendime gelememiştim hâlâ rüyanın etkisindeydim. O sırada kapının hızla açılıp kapanmasını duydum. Kısa süre sonra Magnus kız da annesinin yanına gidip onu kontrol etti. Onu dinledikten sonra hızla ayağa kalkıp bana yaklaştı. Koltukta oturur halde olan benim yakalarımdan tutup havaya kaldırdı. Vay canına... Şu an uçuyor olabilir miydim?Beni kolaylıkla kaldırmıştı.Öfkesini tek kozu,sesi ile yüzüme kustu, "Ne yaptığını sanıyorsun!" Sesi kulaklarım için çok fazlaydı. Birazdan maruz kalırsam duymak yeteneğimi de kaybedebilirdim. Annesi yerden anca kalkarak onun omzuna dokundu. Onu durdurmaya mı çalışıyordu? Bayan Seraphına'yı gerçekten sevmeye başlamıştım, güvenmeye değil. Magnus sinirle soluyarak beni sertçe koltuğa geri fırlattı. Ne dediğini bile anlamıyorken gördüklerim çok saçma oluyordu. Ama bu seferki farklıydı. O haklıydı. Annesine ne olursa olsun ittirmemeliydim. Ne kadar bunu bilinçsiz yapmış olsam da. Magnus annesini tek hamlede kucağına alıp odadan çıkardı. Bir daha onlar ile görüşeceğimden şüpheliydim. Derin bir nefes alıp koltukta doğruldum. Tanrım, gerçekten kötü bir rüyaydı. Gerçek olmadığı için şanslıydım. Rüya demişken... Ben annemin söyledikleri nasıl anlamıştım? Ben kulağımda anlayamazdım ki. Nasıl olmuştu? 'Belki de Gloriosa çiçekleri çok yakınınızdadır, ne diyorsun Darla?' cümleyi başından sonuna kadar hatırlıyordum. Belki de beynimin bana uyguladığı bir oyundu. Hayır, belki değil. Kesin öyleydi. Kapının sesini tekrar duyduğumda içeriye girenin Ronan olduğunu gördüm. Onu hafifçe gülümsedim ve ne yapacağını bekledim. Yaklaştı ve koltuğun ucunda durdu. Kollarını kaldırdı, "Anneme bilerek mi vurdun,Darla abla?" İsmimi dün Magnus veya Seraphına'dan öğrenmiş olmalıydı çünkü ona hiç söylememiştim. İç çekerek kollarımı havalandırdım, "Asla,sadece kötü bir rüyadan uyanmıştım. Öyle bir niyetim yoktu, Ronan." Cevabım ile gülümsedi. "Biliyordum! Bana yalan söylediniz!" Ranın onlara doğru bağırırken Ben yeni uyandığım için kızarmış gözlerim ile etrafı izliyordum. Kendime geldiğimde odada kimsenin olmayışını giyinmek için kullanmaya karar verdim. Koltuktan yavaşça kalkarak dün gece elbisemi, bıraktığım yerden aldım. Üstümdekileri yavaşça çıkarırken yarı izim açığa çıkmıştı. İçimdeki kin,nefret ve korku tekrar kabardı. Yara izimi daha fazla bakmadan elbise mi giydim. Ne yapacağımı bilemediğim için salondan çıktım ve mutfağa ilerledim.Bayan Seraphına,Magnus ve Ronan hepsi buradaydı. İçeriye girer girmez Magnus'un ölümcül bakışları ile karşılaştım. Bu adamı gerçekten çözememiştim.Bayan Seraphına bana şefkatle bakmış, Ronan ise yanıma gelip kollarını oynatmaya başlamıştı bile. "Darla abla!" Magnus ile Seraphına arasında gezen bakışlarım Ronan'ı buldu ve yüzümü içten bir gülümseme kapladı. "Sizin bizlerin yapamayacağı şeyler yapabildiğinizi okumuştum, ne yapabiliyorsunuz?" Diye sorunca kalakaldım kollarım isteksizce kalktı, "Ben de, biz de bilmiyoruz... Atalarımızda saklı. Yaşayan bazı bilgilerimiz birimizin seçilmiş doğacağından bahsederdi, eşi benzeri görülmemiş şeyler yapabilecekmiş. Onun dışında sadece birisi sizden ayıran birkaç şey var o kadar." Gözleri kollarımı okumayı bitirince merakla parladı. Sormasına gerek kalmadan anlatmaya devam ettim, "Öncelikle bir varlığın duygularını hissedebiliriz, daha açık konuşmak gerekirse niyetini." Onu anlatmaya devam ederken sandalyelerin birine oturdum. Ronan da karşıma geçti, oturdu. "Onun dışında ise, telepati ama bu hayatı risk içeriyor." Bakışlarında bir anda değişiklik oldu "O yüzden acil anlar dışında kullanılmaz. Ben de hiç kullanmadım. Kulaklarımızla anlayamamamıza rağmen telepati ile nasıl anlayacağız ben de bilmiyorum." Başını yavaşça salladı. Ağrımaya başlayan kollarımı indirdim ve bileklerimi ovalamaya başladım. Kollarım gerçekten de çok hızlı yoruluyordu. Sanırım genetik bir şey. Dikkatim önümü bırakılan yemek dolu tabak ile oraya döndü. Bayan Seraphına'ya baktığımda konuşmama izin vermeden kolları havalandı, "İyi ye,iyice doy.Çok zayıfsın." Gözleri vücudumda gezerken dilini damağına dayayarak bir ses çıkardı, "Cık, cık,cık,cık" Ne anlama geliyordu acaba. Önüme bırakılan yemeği alıp direk yemeye başladım. Bunun için utanıyordum ama gerçekten çok açtım. Ayrıca bu yemeği sonuna kadar da hak ettiğimi düşünüyordum. Bana bakan gözleri hissedebiliyor Ama kafama takmıyordum. Tek derdim yemekdi. Tabağımı bitirmeye yakın doymuştum ve daha fazla yemek istemiyordum. Yemek yiyişimin hayli yavaşlamasından fark etmiş olacak ki kollarını sakince havalandırarak içimi rahatlattı, "Bitirmek zorunda değilsin, rahat ol." Bana bakarak gülümsedi ve kendi yemeğine başladı, diğerleri de öyle. Onun bunu söylemesinin rahatlığı ile çatalımı tabağımın yanına koyarak sandalyeden kalktım ve salona gittim. Gördüğüm ilk koltuğa oturup düşüncelerimde kayboldum. Neden yaşıyordum tüm bunları? Ne suçum vardı, Ey Tanrı. Ne yaptım da bana bu cezayı çektiriyorsun. Yürümeyi sevmediğim için mi? Sanmam. Şimdi geçmişe gidebilsem bunların yaşanmaması için 100 tur bile atabilirdim. Ama tanrının benimle farklı planları olduğu belliydi.
|
0% |