Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm "Ormanın Derinliklerinde"

@albayrakirem

Adanın içinde Aslı’yı bulmak için hunharca bir çalışma başlamışken ormanın derinliklerinde sessizlik hakimdi. Aslı zemine vardığında üstü başı toz toprak içindeydi, elleri soyulmuş, kan içinde kalmıştı. Yüzüstü bir şekilde baygın halde yatıyordu. Bu, Selma’nın onu aşağı attıktan hemen sonraki zamandı. Gece üzerine çökerken ve güneş ağaçların arasından sızmaya başlarken o hala ayılamamıştı.

Gözlerini açtığında güçlükle nefes alıyordu. Ağzına dolan toprakları tükürürken elleriyle destek alarak doğrulmaya çalıştı. O sırada soyulmuş ellerinin arasına giren tozlar canını bir hayli yakmıştı. Acıyla inledi. Alnından kaşına, oradan da çenesine inen yapışkanlığa doğru ellerini götürdü. Parmakları alnındaki kesiği bulduğunda neredeyse çığlık atacaktı. Yattığı yerde toprağa yayılmış ve iyice çekilmiş kanlarını görünce beti benzi daha çok solmuştu.

Ağlamaya başladı. Neden ağladığını bilmiyordu. Yaralanmış olduğu ve tüm bedeni acıyla sızladığı için mi ağlıyordu yoksa dost bildiği Selma’nın hiç tereddüt etmeden onu aşağıya itmesi sonucu yüreğinde açılan yaralar için mi ağlıyordu karar veremiyordu.

Gözleri yeniden toprağa karışmış kanının üzerinde gezindi. Geceden beri hayli kan kaybetmişti. Elleri buz gibi olmuştu. Sıcak gözyaşları soğuk yanaklarını yakarak aşağıya iniyordu. Susamış, en kötüsü de o kadar tükürmesine rağmen ağzındaki tozları tam olarak temizleyememişti.

Arkasından gelen çıtırtıyı duyduğunda ağlaması kesilmişti. Sesin geldiği yöne doğru döndüğünde üzerine hızla gelen ve onu yutan karanlığa karşı yapabileceği hiçbir şey yoktu. Gözlerini kapattı ve canının çok acımaması için dua etti. Çabucak ölebilmek için bir dilekti bu. Bunun acısı yüreğine bir ok gibi saplanırken ayağından çekildiğini fark ederek gözlerini araladı. Dev canavar onu bacağından yakalamıştı. Aslı onun sivri pençelerinin bacağında kesikler oluşturduğu hissediyordu. İki ayağı üzerinde yürüyen bu canavarın ayı ve kurt karışımı bir şey olduğunu anlaması fazla uzun sürmemişti. Onun hırıltısı genç kızın tüm bedenini sarsarken yere akıttığı salyalarının üzerinden geçirdiği bedeni her geçen an daha çok pisliğe bulanıyordu. Aslı’nın her geçen saniye daha da kötüleşen midesi canavara olan tüm dikkatini dağıtmıştı. Kafası bir ağaca çarptığında ise yeniden bayılmıştı.

Canavar onu mağarasına doğru sürüklediğinde hala uyanmamıştı. Onu bırakıp mağaradan geri çıktı ve kısa sürede gözden kayboldu. Aslı omzuna bir şeyin vurmasıyla güçlükle göz kapaklarını araladı. Burnuna dolan kan ve ceset kokusu midesini bulandırmıştı. Ağzındaki tozu tükürürken karanlık mağarada kendisine neyin vurduğunu bilemeyerek biraz geriledi. İnleme sesleri ve hareketlilik fark edince gözlerini kısarak ne olduğuna bakmaya çalıştı. Gözleri karanlığa alıştığında gördüğü manzara kanını dondurmuştu. Elleri, kolları ve ağızları bağlı insanlar, dehşetten kocaman açılmış gözlerle ona doğru bakıyordu. Aslı, ada halkındaki bu insanları tanıdı ve kafası yerine geldi. Elleriyle en yakınındaki ve onu az önce diziyle dürtmüş olan kişiyi bularak ilk önce ağzındaki bandı çıkardı. Ellerini çözerken, “Neler oldu?” diye sordu.

Adam ağzının açılmasıyla ciğerlerine dolan havayı kontrol etmeye çalıştı. Aslı onun ellerini çözdüğünde kendi ayak bağını çözmek için ellerini beceriksizce iplerde gezdirmeye başladı. Aslı diğerlerinin de bağlarını çabucak çözerken kendi acısını unutmuş gibiydi. Bedenini zorluyordu. Ada halkı çözüldüğünde kendilerine gelmeleri için bekledi. Kısa zamanda dillerindeki korku kilidi açılmıştı ve her kafadan farklı bir ses çıkmaya başlamıştı.

“Aslı, o canavar geri gelecek. Her gün içimizden birilerini gözümüzün önünde yedi. Sen gelmeseydin…”

“Malikanedekiler bizi buraya getirdi.”

“O içeceği içtikten sonra her birimiz odalarımıza çekildik. Sonrasını hatırlamıyorum…”

“Demek diğerlerini de böyle ormana götürdüler….”

İçlerinden birkaçı sinirden ve de korkudan ağlamaya başlamıştı. Aslı onları sakinleştirmeye çalıştı. “Buradan bir an önce gitmeliyiz. O şey ne zaman geri döner bilmiyoruz.” Bu sözleri henüz sakinleşmeye başlayanları yeniden telaşa sokmuştu. Mağaranın girişine ulaştılar. Gözleri ışığa alışana kadar kısılmış gözlerle etrafa baktılar. Aslı önden giderek nerede olduğunu kestirmeye çalıştı. Tahir Çimen’in odasından aldığı haritayı açarak şu an bulunduğu noktayı kestirmeye çalıştı. Diğerleri de kafalarını uzatıp onun gibi haritada bulundukları konumu bulmasında yardımcı olmaya çalıştı. Aslı kırmızı bir daireye alınmış bölgede olduklarını bulduğunda hemen malikaneye gidecek en kısa yolu çizmeye çalıştı parmağıyla. Onun yaralı halini yeni yeni fark edenler, ne yapacaklarını bilemez halde birbirlerine baktılar. Onu iyileştirmek ve yaralarını sarmak için ellerinde hiçbir şey yoktu. Mağaradan yavaş adımlarla uzaklaşmaya başladıklarında Aslı’nın dizlerinin titrediğini ve bazen de tökezlediğini fark ederek koluna girdiler. Aslı iyi olduğunu söyleyerek kendisini tutan elleri uzaklaştırdı. En önlerinde yola devam etti. Olabildiğince sessiz olmak ve bastıkları yere dikkat etmek konusunda ortak bir karara varmışlardı. Herkes tüm duyularını dört açmıştı ve en ufak çıtırtıda ürkerek en yakındakilerin yanlarına sinmeye hazır bir halde yollarına devam etmişlerdi. Canavara dair herhangi bir ize rastlamamışlardı henüz. Aslı ilerideki yamacı geçtiklerinde malikaneye ulaşacakları haberini onlara verdiğinde korkmuş yüreklerinde bir umut yeşerdi ve adımlarını hızlandırdılar. O kadar ki Aslı artık en önde değildi. Sessiz olma kuralı çok çabuk unutulmuştu ve koşar adım ilerlemeye başlamışlardı. Her atılan adımla birlikte Aslı biraz daha geride kalmaya başlamıştı. Gözü karardığında bir ağaca yaslanarak yeniden ışığı görebilmeyi bekledi. Diğerlerinin yardım çığlıkları uzaklaşmaya başlamıştı. Onlar malikaneye daha çok yaklaşırken Aslı hayli gerilerinde kalmıştı. Gözlerindeki karartı bir anlık geçiyor gibi olduğunda hareket etmek için yaslandığı yerden uzaklaşıp birkaç adım attı. Dengesini kaybedip yere yığılmasıyla bir kez daha gözlerini karanlığa mahkûm etmişti.

Savaş ve Hilmi adanın içindeki aramaları bitirdiklerinde şerifin söylediği gibi kayıkla açılanları kontrol etmeleri için birilerini iskeleden yola koymuşlardı. Ormana bakmak kayıkçılardan gelecek olan haberi beklerken yapabilecekleri tek iş olarak kalmıştı. Ormana giden yola çıkarlarken Serdar ve diğerleri de onlara katılmıştı. Malikanenin yanından geçip ormana daldılar. Uzaklardan kulaklarına kadar gelen seslere dikkat kesildiler.

“Bu sesler de ne? Ormanda birileri mi var?” diye sordu Gökhan. Her ne kadar Savaş’tan hazzetmiyor olsa onun yanına denk düşmüştü ve soruyu sorarken de ona bakmış bulunmuştu.

“Bilmiyorum," diye cevap verdi Savaş. Bir an sonra ormana bırakılan ada halkından kimseler aklına geldi. Elleri ve kolları bağlı olarak bırakılan o insanların kendilerini çözemeyeceklerini ve en önemlisi canavardan kurtulamayacağı kararını verdi. Bu kararını verdikten sonra ormanın içinden gelen seslerin sahipleri hakkında bir yorumda bulunamadı.

Sesin olduğu yöne doğru otomatik olarak adımlarını hızlandıran adamlar çok sürmeden kendilerine doğru koşan ve üstleri perişan haldeki insanlarla burun buruna geldiler. “Bu da nesi? Bunlar adadan gitmek üzere seçilenler değil mi?” diye sordu Serdar.

“Anlaşılan gidememişler,” diye konuştu Hilmi. Diğerlerini görmenin heyecanıyla boynuna atılan bir adamı sakinleştirmeye çalıştı. “Siz nereden çıktınız?”

“Malikane bizi o canavarın önüne attı. Tuzak kurdu bize. O şey içimizden bazıları gözlerimizin önünde öldürüp yedi!”

Savaş sessizce olanlara bakarken ortalığın epeyce karışacağından emindi. Evlerinin tam ortasına düşecek olan ateş, bir lav olup tüm adayı yakıp küle çevirecekti. Ama şu an için bunu düşünmemeliydi. Sessizliğini bozarak, “Aslı’yı gördünüz mü?” diye sordu. Gözler ona çevrildiğinde malikanenin varisi olan bu adama öfkeli sesler yükseldi. Hatta birkaçı üzerine yürümek istedi. “Katiller!” diye haykırdılar. “Sizin yüzünüzden! Her şeye siz sebep oldunuz!” Hilmi diğerleriyle Savaş arasına girerek onları uzak tutmaya çalıştı. Serdar ve diğerleri de Hilmi’yi korumak için bir duvar oluşturdular.

“Şimdi yaralarınızı sarma vakti!” diyordu Hilmi. Gözleri ormana yeni giren babasını bulduğunda, “Şerif size yardım edecek. Onunla gidin,” dedi. Şerif gördüğü manzara karşısında adımlarını hızlandırıp onlara yetişti. Hala Savaş’a ulaşmaya çalışan eller şerifi gördükleri an ona doğru yönelmişler ve malikaneyi şikâyet ederek yaşadıklarını bir bir ortaya dökmeye başlamışlardı. Hep bir ağızdan konuştukları için hiçbir şey anlamayan ancak onların neden hala adada olduğunu da bir türlü çözemeyen Şerif, oğluna baktı.

“Her şeyi anlatacağım. Ama önce Aslı…”

Bir kadın, “Aslı buradaydı ” dediğinde iki adamın gözleri her birinin üzerinde gezinerek Aslı’yı aradı çabucak. Kadın, “Yaralıydı. Çok kan kaybetmişti. Üstü başı kandı. Bizi o çözdü ve buraya kadar gelmemize yardım etti," diye devam etti. Diğerleri de Aslı’yı hatırlayarak onu aramaya başladılar.

“Ormanda hala,” diye konuştu Savaş. “Hemen gitmeliyiz.” Tam gitmek üzere kendisini koruyan insan duvarını geçmişti ki suratına inen bir yumruk darbesiyle sendeleyip ağaca çarptı. Şerif çabucak yumruğu atana kelepçe takarken diğerlerini de ormandan çıkarmak üzere döndürdü. Savaş gözünü tutarken ağrısını umursamayarak yola devam etmeye başlamıştı. Hilmi ve diğerleri de ona katılmıştı.

Gökhan, Serdar’a “Bir yumruk da ben vurmak istiyorum,” diye mırıldandı. “O insanların bahsettiği şey ne hiç bilmiyorum ama ortalığın karışacağı ve daha birçok yumruk yiyeceği kesin. Ben de kendi payıma düşen yumruğu yerine getirmek için fırsatı kaçırmayacağım.”

“Aslı’nın başına bir iş gelmiş. Senin derdin yumruk atmak mı?” diye azarladı onu Serdar.

Aslı’ya seslenmeye başlamışlardı. Ancak herhangi bir karşılık alamıyorlardı. Hilmi ve Savaş en önden ilerliyorlardı. İkisi de Aslı’nın adını seslenmekten başka ağızlarını açmıyorlardı. Aslı’nın bayıldığı noktanın ters tarafından ilerliyorlardı. Arkalarından onlara yetişen bir grup silahlı kişi, canavarın elinden kurtulmuş olanların söyledikleri çerçevesinde ormandaki bu tehlikeyi yok etmek için yola çıkmışlardı. Yanlarında gelen bir kişi ise şimdi biraz daha kendine gelmiş olan ve Aslı hakkında ilk konuşan kadındı. “Yanlış yöne gidiyorsunuz!” diye bağırıyordu. Geriye döndüler.

“Biz şu yönden geldik. Yani Aslı bizi oradan getirdi. Aslında hep önümüzden gidiyordu ancak sonra yavaşladı ve geride kaldı. Onu fark edemedik.”

Dediği yönde adımlarını hızlandırdılar. Yerde Aslı’nın boynuna taktığı kameranın kırık bir parçasını bulduklarında doğru yönde olduklarına emin oldular. Savaş kırık parçayı avcunda tutarken etrafa bakındılar. “ASLI!”

Hilmi yerdeki sürüklenme izlerini fark etti. “Buradaydı. Yakınlarda olmalı. Ama sürüklenerek uzaklaşmış.”

“Ya da sürüklenerek uzaklaştırılmış," dedi Savaş. Elleri silahlı grup önlerine geçti. Ona dair iz bulmak ve yakınlarda olduğunu bilmek her birine umut vermişti. Sesleri daha gür çıkıyor, genç kadının adını dağlara taşlara haykırıyorlardı. Bir el tüfek sesi duyduklarında çabucak o yöne koşuştular. Peş peşe tüfek sesleri ağaçlardaki kuşları uçurdu, sincapları ve tavşanları yuvalarına sindirdi ve yemek taşıyan karıncaların dikkatini dağıttı. Bağırış çağırış duyuldu.

“Neler oluyor?” diye soruyordu Savaş. “Aslı bulundu mu?”

“Büyük bir hayvan gördük. Ormana doğru kaçtı.”

“Aslı?” Hilmi gözlerini etrafta gezdirdi. Adam kafasını iki yana sallayarak, “İnsan görmedik,” dedi.

“Nereye gitmiş olabilir? Onu canavar sürüklemediyse kim sürükledi?”

“Kendi sürüklenmiş olsa aşağıya doğru gelirdi. Ormana doğru değil,” diye yorumda bulundu bunca zamandır sessiz kalan Ali.

“O zaman bir insan canavarı mı var?” diye fikir beyanında bulundu Gökhan. “Yoksa malikanedekiler Aslı’yı yakaladı da canavarın akşam yemeği olarak mı-” lafını tamamlayamadan Hilmi’nin tokadı yüzünde patladı. Hilmi öfkeyle ona bakarken, “Bir daha saçma sapan konuşursan kafanı kopartırım,” diyerek dişlerinin arasından konuştu. Gökhan’ın rengi kırmıza dönerken birkaç adım geriledi. “Ben öyle demek istememiştim,” diye mırıldandı ancak kimse onu duymadı.

Savaş, Hilmi’ye bakarak, “Birisi sürüklemiş olabilir. Yani haksız sayılmazdı,” dedi. “Malikanedekiler Aslı’nın mesleğini ve buraya neden geldiğini bilmiyorlardı. Ancak şimdi öğrenmiş olabilirler. Annemin bunu nasıl karşılayacağını düşünmek dahi istemiyorum. Her şeye karşı tetikte olmalıyız.”

Hilmi sürüklenme izlerini takip etmeye başlamıştı. Eğer birinin Aslı’ya zarar verdiğini görürse onu elleriyle boğacaktı. Kim olursa olsun yapacaktı bunu. İzler bir çalılığın içinde kaybolduğunda durdular. Kanlanmış otlara elini süren Hilmi diğerlerine doğru döndü. “Onu bir insan götürmüş ve buradan sonra sürüklemeyi bırakmış.” Ayak izi bulmak için yere eğildi ancak süpürülmüş gibi duran toprakta tek bir ayak izi yoktu. Hilmi Savaş’a baktı. “Bu profesyonel kaybı sizin yapmış olma ihtimaliniz nedir?”

Savaş cevap veremedi.

“Belki de aramaya katılan birileri onu taşıyıp aşağıya götürmüştür. Hem yaralıymış ya. Acil bir durumu olduğundan kimseye haber verememişlerdir.” diye kendi fikrini söyleyen Serdar diğerlerini karamsarlıktan çekip çıkarmıştı.

Gerisingeri aşağıya inerken Aslı’nın hala ormanda olduğunun ve hemen arkalarındaki bir kayanın arasında baygın yattığının farkında değillerdi. Onu oraya sürükleyenler de malikanenin yeminli çalışanlarından başkası değildi. Esin, kızının anlattıklarından sonra cesedi başka birilerinin bulma ihtimalini ortadan kaldırmak için en güvenilir çalışanlarını bu iş için görevlendirmişti. Öldüyse onu kimsenin bulamayacakları bir yere gömmelerini ölmediyse onu gizlice kendisine getirmelerini emretmişti. İki çalışan yerde baygın halde buldukları genç kadının ölmediğini anladıklarında onu bir süre yerde sürükleyerek götürmüşler, silah sesleri işitmişler, arkalarından gelen ve iyice yaklaşan seslerden kaçamayacaklarını anlayınca da şimdiki yerlerine saklanmışlardı. Yakalanmamış olmaları büyük bir şanstı. Ortalık sakinleşene kadar beklediler ve sonra onu Esin’e götürmek üzere yola koyuldular.

Loading...
0%