Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm

@alfaedam

Karanlığın şekillenip ışıklı partilere dönüştüğü ortamların ortasındayım.

Birbirinden çeşit insanın eğlenip kafayı bulduğu bu sokağın göbeğinde ilerlerken aklıma geçmişimin karalı sayfaları gelmişti. Sanki bir okyanusun ortasında boğulduğumu hissettiğim sıralarda yaşadığım hayatın başlangıcı burada olmuştu.

Bir gün bende bu insanlar gibiydim. Daha on altımda, beni kolumdan tutup götüren insanların ardında geziyordum. Silinmiştim, yorulmuştum, yalnızdım.

Yine aynı böyle bir karanlık gecemde uyanmıştım. Tanımadığım bir adamın koynundan kalkıp kendimi dışarıya atmış ve alkol kokulu havayı tüm ciğerlerime çekmiştim. Vücudumda aldığım uyuşturucuların ağır etkileri hala daha sürüyordu. Ama ilkine göre azalmıştı.

Bedenim hızlı iyileştiği için bunu bile doğru dürüst yapamıyordum. Belki fazla alırsam ölürüm diye düşünüyordum. Ama öyle olmuyordu. Bedenim asla ölmemi istemiyordu.

Kendimi dışarıya atar atmaz üzerimdeki kırmızı aşırı bir elbise ile o ortamdan uzaklaşmaya çalıştım. Çevremdeki insanlar çaresiz bir hayvanmışım gibi bana bakıyorlardı. Onları teker teker itmiştim. Çünkü onların bana dokunmasını istemiyordum.

En sonunda mide bulantımla birlikte bir çöpün kenarına çömelmiştim. Akan makyajımla birlikte kendimi toparlamaya çalışıyordum.

İşte o sırada Mert’le tanıştım.

İlk önce onu da benden faydalanmak isteyen insanlarda biri sanmıştım ama öyle olmamıştı. Bana iş teklif etmişti. Biri ilk defa böyle bir şey teklif ediyordu. Zordu ama imkansız değildi. Çünkü öncesinde zaten böyle bir şey yapmıştım.

O da benim gibiydi. Sürüsüz bir kurttu. Tek başına kaybolmuş bir şekilde yollarda geziyordu. Yanına iş ortağı arıyordu. Onu dinledikten sonra hiç düşünmeden kabul ettim. Çünkü bu pis hayattan kurtulmak istiyordum.

Öyle de yapmıştım.

Yani, yarı yarıya…

Şimdi ise her zaman buluştuğumuz o bara gelmiştim. Her zaman olduğu gibi kapıda bir sürü insan içeriye girmek için bekliyordu. Güvenlikler beni görür görmez selam vermişlerdi. Bu da orada bulunan insanların dikkatini çekmişti.

Üzerimdeki siyah, dizlerimde biten, deri trençkotum ortamın eğlencesine zıttı. Dudaklarıma mat kırmızı ruj sürmüştüm, saçlarım da salıktı. Evet, bu gece eğlenmeye değil iş yapmaya gelmiştim.

Güvenlikle muhatap olmadan içeriye girdim. O kadar kalabalık ve gürültülüydü ki uzun zaman sonra böyle bir şeye alışmak bana zor gelmişti.

Az değil, neredeyse altı aydı. Altı ay boyunca Kunt’un gürültüsünden başka bir şey duymamıştım. Şimdi ise bu bangır bangır çalan müzik kulaklarıma o kadar ağır geliyordu ki, anlatamam.

Kulübün içi tıklım tıklımdı. İnsanlara takılmadan kalabalığı geçtim. Yukarıya doğru giden merdivenleri tırmanmaya başladım. En sonunda kapalı bir odaya geldim.

Kırmızı duvarların ardında her zamanki buluştuğumuz yerlerden biri vardı. Bunu bildiğim için hiç kapıyı çalmadan içeriye daldım. O sırada bizim arabulucu tam işinin ortasındaydı.

Sağında ve solunda ikişer kız vardı. Her biriyle tutkuyla yiyişiyordu. Çok yazık, onu bölmemem gerekiyordu ama umurumda bile değildi. Ellerimi cebime soktum ve ağır ağır yürüdüm. O sırada kızlar bana döndü. Aralarından sarışın olan üzerimde göz gezdirdi.

“Sanırım sevgilin geldi.” dedi kız. Gözlerimi devirdim.

“Hayır, daha kötüsü geldi…”

Mert, sonunda bana dönmüştü. Hafif kumral saçları dağılmıştı ve dudakları ruj kovasına daldırılmış gibiydi. Beni görünce gözleri ışıldadı.

“İşte benim bir numaralı avcım.”

Onun böyle yalakalık yapmasına cidden hiç katlanamıyordum. Belki biraz iş disiplini olsa…

“İki dakikada kendini toparlamazsan çekip giderim.”

Yapardım.

Bunu çok iyi biliyordu.

“Tamam tamam… Kızlar bugünlük bunu yarıda bırakalım.” dedi ayağa kalkarken.

Ben de üzerimdeki deri trençkotu çıkarttım ve siyah koltuklardan birine oturdum. Sonra da etrafa göz gezdirdim.

Burası Mert’in iş yeriydi. Burası sadece gece klübü değil çok kapsamlı istihparat yeriydi. Buradaki her adamı özellikle seçilmişti. Hepsi bilgi toplar ve yeni işlerle karşıma gelirlerdi.

Mert onların lideri gibi bir şeydi. Bende işi halleder paranın bir miktarını kendime alırdım.

Aslında burayı hiç özlemediğimi fark etmem normal miydi? Çünkü gerçekten hiç özlememiştim. Kendimi her zaman rahat bulduğum bu yer ruhumu darlıyordu. Sıradaki görevde öyle.

Yapmak istemiyordum artık. Ya da kan görmekten yorulmuştum. Bilmiyorum, hepsi olabilir…

Mert, kızları teker teker dışarıya çıkartırken ben de geriye yaslanarak onu beklemeye başlamıştım. Dışarıdaki ağır gürültü buraya sanki alttan çalan bir melodi gibi geliyordu. Duvarları yalıtımlıydı.

Dışarıyı görebilecek kadar büyük camı vardı. Biz dışarıdakileri görebilirdik ancak onlar bizi göremezlerdi. Her zaman gizlilik bu kadar önemliydi işte. Buranın birkaç aylık ömrünün kalması üzücüydü.

Arabulucum kırmızı pahalı şarabı uzun ince belli bardağa dökerken kısık gözlerle onu süzdüm. Hala daha kızların rujunun bir kısmı dudağının kenarında duruyordu. Aninden yüzümde bir gülümseme belirdi.

“Seni hiç özlememişim.” dedim alayla. Arabulucum da gülümsedi.

“Yüzün öyle söylemiyor ama…”

O sırada iki bardakla bana dönmüştü, ancak yüzündeki gülümseme gözleri üzerimde gezerken aniden solmuştu.

“Aman Tanrım Mira! Sana ne oldu böyle…” dedi dehşet içinde.

Deri kıyafetlerimin içinde saklanırken aşırı zayıfladığımı kimseye göstermemiştim. Ama şimdi tüm zırhımı indirmiş ve arabulucumun beni acınası bir şekilde inceleyen gözlerine bakıyordum. Nedense bu durum benim sinirlerimi bozmuştu.

“Biraz diyet yaptım, sanırım aşırıya kaçmışım.” dedim edepsizce sırıtarak. Mert’in kaşları kalktı.

“Bende kraliçe altı aydır nerede diyordum.”

Tabii ki de benim nerede olup olmadığım umurunda bile değildi. Her zaman yerime başkası bulunurdu. Bunu çok iyi biliyordum.

“Evet, bu kraliçe uzun zamandır izinde.” dedim ve dışarıdaki kalabalığa doğru kafamı çevirdim.

Hayatımda çok şey yaşamıştım. O kadar şeyler yaşamıştım ki hepsi normal bir insanın yaşamda kaldıramayacağı kadar ağırdı.

Ama ben bir şekilde bunları aşmıştım. Her zaman bir yolunu bulmuş ve yoluma devam etmiştim. Şimdi de öyle yapmalıydım. İşkencelerin izini üzerimden atmalı ve hayatıma kaldığım yerden devam etmeliydim.

Bu iş ikimize de iyi gelecekti. Hem Mert’in mekanı kurtulacaktı hem de kendimi tekrar kanıtlayacaktım. Her şey bu görevden ibaretti. Bunu başarınca o zaman nefes alabilecektim.

“Merak etme Mira.” derken bardağı uzattı.

Dalgınlığımın farkına varmış olmalıydı. Normalde ışık gibi parlardım ben. Ancak bugün ışığı sönmüş bir ateş böceği gibiydim.

“Ben merak etmem tatlım, merak ettiririm.”

Bardağı alarak birkaç yudum içtim. Mertte tam yanıma oturdu ve içmeden bardağını masaya koydu.

“Mükemmel bir iş buldum.” dedi lafı dolandırmadan. O beni tanırdı, lafı dolandırmayı hiç sevmediğimi de çok iyi biliyordu.

“Hem seni hem de beni kurtarabilecek bir iş. Bana ilk geldiklerinde onlara mükemmel bir avcım olduğunu söyledim. Zaten bunu senden başka kimse yapamazdı en iyi avcım…”

Pekala, lafı dolandırabiliyormuş… Aptal!

“Lafı dolandırma artık.”

“O zaman…” dedi ve koltukta duran tableti eline aldı. Başımı olumsuz bir şekilde salladım.

“Sen asla akıllanmazsın.”

“Biliyorum bırakmamam gerekiyor böyle önemli bilgileri ama şuna bir bak…” dedi bir adamın bilgilerini gösterirken. Tableti elime aldım ve bilgileri okumaya başladım.

“Bu adam eski bir FBI ajanıymış. Bazı pis işlere bulaşmış, sonra da bir sebepten sonra emekli olmak istediğini söylemiş. Sebebi bilinmiyor ama bu adam için yüksek bir fiyat vermişler.”

Gözlerimi devirdim.

“Hep öyle dersin zaten.”

“Ama öyle…” Sayfayı çevirdi. “Beş yüz milyon dolar.”

“Beş yüz milyon dolar…” dedim tekrarlarken. “Fazla… Şüpheli olabilecek kadar fazla.”

“İyice araştırdım.” Parmağıyla başka bir yeri gösterdi. “Ama bir şartla.” Şartta adamın yanındaki herkesin öldüreceği yazılıydı.

Bu muhteşem bir işti.

“Pekâlâ, ne zaman başlıyoruz?”

Arabulucumun gülüşü jokerin gülüşü gibi parladı.

“İşte benim avcım…”

Tüm detayları aldığım gibi oradan çıktığımda Mert’in yüzünde öyle bir keyif vardı ki bunu fark etmemek imkansızdı. Ne yalan söyleyeyim ben de parayı duyana kadar heyecanlı değildim açıkçası.

Ama şimdi Paris Moda Haftasına bir tane biletim duruyordu. Evet, tabii ki de o parayı kıyafete yatıracaktım. Çünkü Arabulucumun da açıkça ifade ettiği gibi ben bir Kraliçeydim ve Kraliçelerin kıyafete ihtiyacı vardı. Hem de son moda kıyafetlere…

Kırmızı arabamın içinde kendi kendime kıkırdadım. Bekleyin beni Paris… Yakında ben geleceğim.

Bardan adımımı atar atmaz kendimi avcı kıyafetlerimin içinde bulmuş ve arabamla sıradaki avımın evinin önüne kurulmuştum. Bütün gece sakin geçmişti.

Adam gece boyunca evinden çıkmamış, hatta kimse eve bile uğramamıştı. Bir tek sabah postacı gelmişti, onun haricinde kimse yoktu. Belki adam evde bile yoktu. Eğer evde değilse o zaman tüm gün boşuna beklemiş olurdum.

Direksiyonun üzerinde parmaklarımı gezdirirken, beklemek ömür gibi gelmeye başladı. İçeride birinin olduğunu bile bilmiyordum, o yüzden vakit geçsin diye radyoyu açtım.

Adamın bilgilerinin çoğu FBI ajanları tarafından sızdırılmış bilgilerdi. Bu yüzden birçoğu doğruydu. Ancak neden işini bıraktığı yazmıyordu. Bir şeyler ters gitmiş olmalıydı ki mükemmel kariyerinin tam ortasındayken işini bırakıp gitmişti.

O da benim gibi kaçak hayatı yaşıyordu. Sürekli oradan oraya gidiyorlar ve her zaman peşlerinde biri varmış gibi tetiktelerdi.

Çoğul konuşuyorum çünkü iki kişiyle daha seyahat ediyordu. Onlar suç ortakları olmalıydı. Belki de bir teşkilat bile olabilirdi. Çünkü kim otuz beş yasındaki eski bir ajanı öldürmek istesin.

O sırada kapı açıldı. Hemen müziği kısıp doğruldum. Adam dışarıya çıktı. İri vücuda sahip, yakışıklı biriydi. Gözlerimi kıstım, garip bir şekilde tanıdıktı.

Üzerinde beyaz bol bir tişört vardı ve altına da sıradan bir eşofman giymişti. Elindeki çöp poşetiyle birlikte dışarıya çıktı. Çöpü atmak için dışarıya doğru ilerledi. Tam o sırada kafasını kaldırıp bana baktı.

Fark edilmiş miydim? Hem de bu kadar kısa sürede…

Sonra yanımdan biri geçti. Bu sarı saçları nerede olsa tanırdım. Elinde kocaman bir silahla kıvrak adımlarla yürümeye başladı. Kahretsin! Tüm plan bozulmuştu!

Hemen dışarıya çıktım ve yeni temizlenmiş olan siyahlarımdan birini kaptım. Hangisini aldığımı bilmiyordum. Bu yüzden bacağımdaki küçük silahlardan birine güveniyordum artık.

Ben dışarı çıkana kadar adam içeriye koştu. Arabadan çıkar çıkmaz arkasından bağırdım.

“Sofi!”

Arkasını döndü.

“Mira Ravanoski!” dedi şaşkın bir şekilde. “Seni hangi rüzgar attı buraya.”

“Bu av benim.” dedim sertçe.

Sofia, benim gibi avcılardan biriydi. Onunla aramda bir şey yoktu ama ikimizde birbirimizi sevmiyorduk. Kişisel değildi, gerçekten anlamsız bir şekilde birbirimizi sevmiyorduk.

Belki o en iyisi olduğunu iddia etmeseydi aramız daha iyi olabilirdi. Hala daha anlamıyorum, ben dururken o nasıl en iyisi olabilirdi ki… Saçmalık!

“Kusura bakma ballı lokmam ama Arabulucu ile çoktan anlaştım.”

Arabulucu mu?

MERT!!!

Tabii ki de benden sonra başka biriyle çalışacaktı. Altı aydır ortalıkta yoktum ama yine de bu zoruma gitmişti. Kaşlarımı çattım.

“Bu görevi ilk bana söyledi.”

“Hadi ama Ravanoski. İki yüz milyon dolar için birbirimizi yemeyelim.”

Yine de bunu kabul edemezdim sonuçta ben… Dur bir saniye, iki yüz milyon dolar mı demişti o?

Gülümsedim.

“Pekala, sana bir teklifim var. İşi bölüşebiliriz. Yarı yarıya… ne dersin. Yüz sen alırsın yüzde ben.”

“Elli!” dedi aniden.

“Seksen.” diyerek miktarı azalttım.

“Altmış…”

“Altmış beş!” O da gülümsedi.

“Anlaştık.” diyerek yürümeye başladı. Bende ona doğru ilerledim.

“Görüşmeyeli nasılsın?” dedim sanki birazdan adam öldürmeyecekmişiz gibi. Gülümsedi.

“Öyle böyle şöyle…”

Başımı salladım.

“Bende,” Kapının önüne geldik. “Arka kapıyı kontrol etmek ister misin Sofi?”

Sofi ikiletmeden arkaya doğru koştu. Ben de kapıya yanaştım ve kapıya vurdum. Cevap gelmesi için bekledim ama geri dönüş olmadı. Hiçbir zaman olmaz zaten.

“Merhaba, Jack. Eğer itiraz etmeden dışarı çıkarsan sana söz canını acıtmayacağım.”

Tabii eski bir FBI ajanına bu laf sökmez ama neyse…

Kulağımı kapıya yasladım. O sırada silahın tık sesini duydum. Ateşlenmek üzereydi. Hemen kendimi köşeye attım ve kapıyı delip geçen mermiden son anda kurtuldum. Yaşasın kurt güçlerim…

Zor bir av olacaktı. Bunu sevdim…

Dudaklarımı yalayarak gülümsedim ve hemen ayağa kalktım.

“Bunu sen istedin…”

İşte şimdi oyun başlıyordu.

Koşarak alt camlardan birine ilerlerken Sofi’nin çoktan içeriye daldığını gördüm. Yönümü bu sefer üst kattaki camlara çevirdim.

İki katlı dubleks olan evde tımanacak yer çok bulunuyordu. Hemen hızlı bir şekilde herhangi bir odanın camına geldim ve kırarak içeriye daldım.

Oda garip bir şekilde dehşet vericiydi. Pembe yastık ve nevresimlerle süslü bir sürü oyuncak bebeklerle doluydu. Minik sevimli bir halı odaya serilmiş ve çay partisi yapan küçük ayılarla süslenmişti. Kaşlarımı çattım. Bu gerçek olamazdı değil mi?

Aniden ayak sesleri işittim. Bu kadar gürültülü olan tek biri vardı. O da merdivenleri hayvan gibi aşan Sofi olmalıydı. Hala daha en iyisi bendim, bunu bu hatadan bile anlamış oldum.

Kimseye varlığını hissettirme, ne kadar da mükemmel olsan da…

Ondan önce kapıdan çıktım, tüm odaları tek tek gezmeye başladım. Hepsi boştu. Son bir yer kalmıştı. O da çatıydı.

Sofi’den hızlı bir şekilde çatıyı aştım ve karanlık odada adım izleri aramaya başladım. Burası eski bir depo alanı gibi bir yerdi. Bir sürü tozlanmış kutu ve örümcek ağı doluydu. Eminim farelerde vardı.

Birkaç yeri sessiz bir şekilde geçtikten sonra kutuların arkasına bakmaya başladım. Şimdilik etrafta kimse yoktu. Son kutuya doğru adımlarken aniden aşağıdan patırtı sesleri geldi. Duraksadım, Sofi adamı bulmuştu galiba…

Tam geri dönecekken küçük bir çığlık duydum. İnce ve kısa süreli bir çığlıktı. Hemen geriye dönüp silahımı kaldırdım.

Son kutuya doğru ağır adımlarla ilerledim. Etraf sessizdi. Nefes bile almıyordum, alırsam eğer avım varlığımı hissederdi.

Bir adım daha attım. Kutunun dibine kadar gelerek bekledim. Sonra aniden kutunun arkasına yöneldim ve ateş etmek için hazırlandım.

Ancak ateş edemedim.

Orada iki küçük kız çocuğu vardı. Biri diğerinden birkaç yaş büyüktü ama en az o da diğeri kadar küçüktü.

Bana çocuk olduğunu söylememişlerdi. Bunu büyük ihtimalle Mert bile bilmiyordu. Yoksa bunu asla kabul etmezdi. İkimizde bazı şeyler yapmıştık ama çocuk katili değildik.

“Siz…” dedim ağzımı aralarken.

“Lütfen.” dedi küçük kardeşinin ağzını tutan kız. “Lütfen kardeşimi öldürme. Onun bir suçu yok.”

Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Minik kardeşine bakmadan o kıza baktım. Gözleri masmaviydi, kalbim sıkıştı.

Kendini değil resmen kardeşini koruyordu. Eminim birazdan ‘lütfen beni al kardeşimi bırak’ demezse bende Mira değildim. Bütün ablalar böyleydi.

Aynı benim ablam gibi…

Küçük kıza dönerken yutkundum. Bu kız…

“Sen…” Kız gözlerini kaldırdı ve ablasının elini ağzından çekti. İşte o anda tanıdım onu.

Bana hamburgerini veren kızdı.

Bir iki adım geri gittim, nefes bile alamıyordum. Bu çatı katı üzerime yıkılacak gibi hissediyordum.

Bunları öldürmeliydim, para için değil mi? Bana yardım eden o küçük kızı ve onu korumaya çalışan ablasını, değil mi?

Arkamda kalan merdivenleri biri hızla tırmanmaya başladı. Nefes almam bile bu kadar zorken kızlara döndüm. Onları öldüremezdim.

“Burada durun,” der demez iri yarı adam belirdi. Elinde tabanca vardı.

Beni görünce gözleri irileşti. Sonra silahı hızla bana doğrulttu.

O bana doğrultunca ben de kızlara doğrulttum. Kızlar korkuyla çığlık atarken adamın yüzü kasıldı.

Şimdi anlamıştım adamın en başta neden kaçmadığını. O kızlarını koruyordu. Kızları onun için her şeydi. Kendi canından bile değerli…

Kızlar baba diye bağırırken, “Lütfen,” diye yalvardı adam bana. “Onları bırak, onlar daha bir çocuk…”

“O zaman silahını bırak.”

“Tamam,” dedi adam elini kaldırarak. Sonra silahı yere doğru fırlattı. “Şimdi bırak onları.”

Bir çocuklara bir de o adama baktım. Adam nedense gözüme suçlu gibi görünmüyordu. Belki de adamın peşinde olanlar bu çocuklar için peşindeydi. Belki de adam bu çocukları kaçırmak için her şeyi yapmıştı…

Küçük kıza baktım. Sonra hafifçe gülümsedim.

“O hayatımda yediğim en güzel hamburgerdi.” dedim o günü ima ederek. Kız durdu ve babasına baktı. Sonra da bana…

Kızın gözlerindeki ışık o kadar parlak ve güzeldi ki aniden kalbim hızlanmıştı.

Ben de onun yaşındayken böyleydim. Işıl ışıl etrafa bakar bütün gün ablamla oynardım. Ablam benim her şeyimdi. O siyah adam geldiğinde her şey onunla birlikte kararmıştı. Hayatım, hayallerim, umutlarım, her şeyim…

Şimdi ise ben paralı bir katildim. Ben bu olmak istememiştim ki, ben bu değildim.

Adama dönüp baktığım sırada Sofi arkasında belirdi ve elindeki silahla birlikte adama ateş etti. Adamın sırtına saplanan kurşunu gördüğümde olduğum yerde dona kaldım.

Ellerim titriyordu. Ne oluyordu bana böyle… Kara akan kanları gördüm, bembeyaz kardaydı, her yerdeydi.

Avcumdaydı. Bedenimde, ruhumda, kalbimde…

O adam babama döndü. Sakalları ve gözleri ona benzedi. Sonra aynı babam gibi yere devrildi. Kalbimi tuttum, nefes alamıyor ve gözlerimdeki damlaları tutamıyordum.

Hepsi sanki film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Sonra da küçük bir kızın gözlerinin içinde durdu. O bendim, benim masum küçüklüğümdü.

“Sana yetersiz olduğunu söylemiştim Ravanoski. Şimdi tüm para benim.” dedi kulaklarımın uğultusu arasında Sofi.

Çocuklara yöneldi. Adamın tabancasını yerden aldı ve küçük kızlara doğru ilerledi. Onları öldürecekti. Onu durdurmalıydım.

Kendime gelir gelmez çocukların önüne geçtim ve silahımı Sofia’ya doğrulttum. Koyu gözleri üzerimde gezdi. Şaşırmış gibiydi. Hayır gibisini bırak gerçekten de şaşırmıştı. O acımasızdı, ama ben daha acımasızdım.

“Ne yaptığını sanıyorsun Ravanoski?”

Silahımı kafasına doğrulttum.

“Onları istiyorsan beni geçmelisin.”

“Ne?” dedi Sofi alaycı bir şekilde. “Sen çocukları sevmezsin bile!”

“Bu seni ilgilendirmez.”

Çocukların ağlaması kulaklarıma ulaştı. Çaktırmadan babalarına baktım. Adam başını kaldırdı. Ölmemişti. Rahat bir nefes almadan önce Sofi’ye baktım.

“Ne oldu Ravanoski? Yoksa yumuşadın mı?”

“Hayır, sana karşı hep aynıydım. Ama sen görmeyecek kadar aptaldın. Seni hiç sevmiyorum biliyor musun Sofi?”

Sofi ağzı açık bir şekilde bana bakmayı sürdürdü.

“Bunu yüzüme ilk defa söylüyorsun, canımı acıttı. İçini dökme sırası bittiyse şimdi çekil önümden. Yoksa seninle ilgili kurduğum hayaller sona erecek.”

Adam ağır ağır ayağa kalkarken ona biraz daha zaman kazandırmak için konuşmayı dürdürmem gerekiyordu. Öyle de yaptım.

“Benimle ilgili kurduğun hayaller mi? Senin benimle ilgili ne gibi bir hayalin olabilir ki?”

Elindeki silahı salladı ve tüm gözlerini vücudumda gezdirerek beni baştan aşağıya süzdü.

“Ateşli, ama bir o kadar da dehşet verici…” Gülümsedi.

Ezeli rakibim benden mi hoşlanıyordu yani? Mide bulandırıcı.

Adam o sırada yere bastı, o anda ahşap yer gıcırdadı. Sofi’nin dikkati dağıldı. Tam sırasıydı işte.

“Kusura bakma Sofi ama ben erkeklerden hoşlanıyorum!” dedim ve aniden üstüne atladım.

Ne olduğunu anlamadan Sofi kendini yerde buldu. Elimdeki silahı düşürmüştüm, olsun elimde daha iyi bir silah daha var…

“Kaçın!” diye bağırdım onlara.

Sonra Sofia’nın elindeki silaha sarıldım. Çocuklar kaçamaya çalışırken önlerine iki el ateş edildi. Son saniye durmasalardı biri vurulabilirdi. Gerçekten Sofi onları öldürmek istiyordu. Bu kadar ileri gidecekti yani…

“Bırak şu silahı!” dedi Sofi.

Adam çocuklarına sarıldığı sırada ben Sofia’yla boğuşuyordum. Kız öküz gibi olsa da esnekti. Onu daha fazla tutamazdım.

“Bırak hasret gidermeyi! Gidin buradan!” Bağırmamış resmen kükremiştim.

“Kırmızı spor araba! Al ve git!”

Adam bana baktığı anda Sofia’nın kafası burnuma çarptı. Sulanan gözlerimle birlikte geriye savruldum.

Adam yani Jack kızlarını kucaklayıp aşağıya koştu. Sofi de çevik bir hareketle ayağa kalkarak peşlerine düştü. Gitmesine izin veremezdim.

Hızla ayağa kalktım ve merdivenlerden inen Sofia’nın üzerine atladım. İkimizde büyük bir gürültüyle birlikte merdivenlerden yuvarlandık.

Kızların çığlık sesleri duyuldu, daha evdelerdi. Lanet olsun!

Sofi’nin silahı yere düştü. Bu bir fırsattı. Önünü kendime doğru çevirerek bir tane yüzüne vurdum. Sonra yine yüzüne vurdum.

Tam yumruk atacağım sırada dizi kaburgama saplandı. Eskisinden çok zayıf olan vücudum bu acıyı öyle basit bir şekilde kaldıramazdı artık.

Yetersiz beslenme yüzünden eski gücümün yarısından fazlasını kaybetmiştim. Ancak Sofi öyle değildi. O insan olmasına rağmen benden daha sağlıklıydı.

Yere düşmeden önce saçlarımı yakaladı. Sonra ayağa kalkarak saçımı çekiştirdi.

Çığlık attım. Silahına doğru gidiyordu. İlk önce beni öldrümek isteyecekti. O yüzden hemen bacağına sarıldım. Dizlerinin üstüne düştü.

“Bırak beni Sürtük!”

“Asla!” dedim ve gözlerimin yandığını hissettim.

Bu demek oluyordu ki gözlerim kendi gerçekliğini göstermişti. Dişlerimin bir köpek gibi sivrileştiğini hissettim. Biraz güç kullansam onun gibi bir insanı durdurabilirdim, değil mi?

Dişlerim yeterince sivrileşince onun bacağını ısırdım. Güçlü bir cığlık attı.

“Seni pis köpek! Sen bir kurtsun! Aptal sürtük! Şimdi neden bu kadar durdurulamaz olduğun anlaşıldı.”

Silahına sonunda yetişti. Dişlerim onun kanını akıtırken o ayağa kalktı ve başıma silahının kabzasıyla defalarca vurdu. Beynim yarılmadan önce onun bacağını bırakmak zorunda kaldım.

Sonra da silahı bana doğrulttu.

“Üzgünüm Ravanoski ama itlerden hoşlanmıyorum.”

“Yazık oldu.” dedim başımdan aşağıya akan kanları umursamadan.

Yerden dizlerimin üzerine kalktım. Her zaman bu durumlarda kalmıştım. Ama bir şekilde kurtulmuştum. Belki bugün kurtulamayacaktım, belki de böyle sefil bir şekilde ölecektim. Ama en azından iyi bir şey yaparken ölecektim.

Belki de bu günahlarımın bir kefareti olurdu. Belki de olmazdı. Her ne olursa olsun hazırdım.

Silahı sıkmak için tetiği çekmişti ki o anda bir ses duydum.

“Geri çekil!”

Jack’in sesi kulağımda yankılanırken aniden arkama döndüm. Her şey birkaç saniye içinde gerçekleşmişti. Jack yangın söndürme tüpünü Sofi’ye doğru fırlattı. O anda Sofia geri giderken ayağımdaki ağırlığı hissettim.

“Tabancam!”

Bacağımdaki gizili yerden çıkarttığım gibi ayağa kalktım ve hiç düşünmeden Sofia’nın beynini havaya uçurdum.

Tam isabet!

Duvar kanla kaplanmıştı, duvarla birlikte yerde. Sofia’nın kanı yavaş yavaş etrafa yayılırken açık gözleri son kez tavana bakmıştı. Sonra da kaybolup gitti.

Arkamdaki adama döndüm.

“Ne avdı ama!” dedim ve adım atmak istediğim anda aniden gözlerim karardı.

Galiba fazla darbe almıştım, yoksa kim Mira Ravonoski’yi devirebilirdi ki?

Ama şu an gerçekten bir doktora ihtiyacım vardı.

Loading...
0%