@annemarie
|
Oy ve yorumlarınız benim için kıymetli. Keyifli okumalarrr 🤍
3 MİSAFİR 🔗
Bazı geceler bazı günlerin devamı olurdu, bazı cehennemlerin bazı ateşlerin başı olması gibi. 🔗
"Bulut ve ben yatakta sen de yerde uyuyacaksın." dedim sakin bir tonda. Çelik'le tartışmamızdan beri ilk defa baktım ela gözlerine. İfadesiz bir yüzle bana bakıyordu, umursamadım. Hemen yanından geçip dolabın üstündeki yorgana uzattım ellerimi dolabın üstünde birçok şey vardı. Yorganı çekiyordum ama gelmiyordu.
Acaba tüm gücünü kullanmadığın için olabilir mi? Sadece soruyorum yanlış anlama. Saçmalama, Z daha dün tırnaklarımızı yaptırdık kırılırsa onca paraya yazık olur. Sana kesinlikle katılıyorum S. Bir yandan iç seslerimle konuşuyordum bir yandan yorganı çekiyordum, birden arkamda bir beden hissettim bir kol uzanıp tek hamlede yorganın yarısını çekti. Başımı çevirdiğimde gözlerim onun ela gözlerini buldu. Bu sefer benim gözlerim onun yüzünde gezindi, her bir zerresinde. Gözleri, kirpikleri, kaşları, biçimli çenesi, güzel burnu, yüz hatları ve du- Ateş aldı buralar. S, kes sesini, Zincir sende gözlerine hakim ol. Ayrıca Bulut burda!
Z'nin uyarısı beni kendime getirmişti . Bakışlarım Bulut'u buldu, dikkatle bizi izliyordu, yatağın üstüne oturmuştu. Tam çekileceğim sırada yorganı çekti ve geri adım attı. Gözleri beni dikkatle izliyordu. Bugün de herkes beni izliyor! Sanki bir şey yapmışım ya da yapabilirmişim gibi.
"Yerde yat dedin ama ben yerde yatmam." dedi, huysuz bir sesle. "Pardon da ben mi yatayım yerde!" dedim sinirle. "Bana ne, sen misafirine nasıl davranman gerektiğini bilmiyor musun? Asla yerde yatmam." dedi alayla.
🔗 Saygı... Bence saygı korkuyla oluşması gereken bir duyguydu, neden mi ? Bir insan size sevgi duyuyorsa, sevgi kendiyle saygıyı da getirir. Ama bir gün sevgi biterse saygı da biter, bence. Bu yüzden ben bana duyulan saygının korku saygısı olmasını istiyorum, bir insan bir kere sevgisini tüketirse tekrardan o sevgiyi duyamazdı ama korku, korku her zaman diri kalırdı. Mesela ben ve Çelik arasındaki sevgiden oluşan saygımız yerle bir olmuştu. O olaydan sonra bana karşı saygısızlıkları saymakla bitmedi, ki bugün yaptıkları da bunu kanıtlıyordu. Eğer ben onun kalbine korku tohumları ekmeseydim devam edecekti bu durum, evet arada bir onların kabine korku tohumlarını ekmek zorundayım, sürekli saygı için..
Benim ise, tek bildiğim ve istediğim bana korkudan oluşan o saygıyı göstermeleri. Sevgi zaten bize haramken en iyisi korkuydu…
Gece bilmem saat kaç ve ben duvarda parçaladığım kupanın dağılan parçalarına bakıp bunları düşünüyordum. Ela göz başta sorun çıkarsa da yerde yatmıştı, sanki yerde uyursa karizması çizilirdi beyefendinin. Işık konusunda da sorun çıkarmıştı, ben daha çok karanlık ortamlarda uyurdum ışık beni rahatsız ederdi ama Bulut ve o odanın loş ışıkta aydınlanmasını istediler. Bıçakçı'ya göre benim işim belli olmazmış bir bakmışım onu boğazlıyormuşum. Sırtımı yatak başlığına dayamıştım Bulut da başını dizlerimin üstüne koyup uykuya dalmıştı.
Bulut fazla hassas ve bazen sert bir çocuktu, espiri anlayışı iyiydi ve o ve Doğan bu ekibin neşesiydi. Geçmişte yaşadıklarına rağmen hala ayakta durması onun ne kadar güçlü olduğunun kanıtıydı. O beni ablası olarak görüyordu ilk tanıştığımız zamanlarda beni annesi olarak gördüğünü söylemişti fakat ben ona çok kötü davranmıştım hatta onu günlerce gecelerce ağlatmıştım sonra da Doğan onu korumaya başlamıştı. Hatta Doğan da benimle tartışmıştı, kendime çeki düzen vermemi söylemişti ve ben o gün neden Bulut 'a kötü davrandığımı Doğan'a anlatmıştım. Sonra da Bulut'u kabullenmiştim hatta gecelerce ona masal anlatarak onu uyutmuştum, masal bilmeyen ben. Ben asla ona kıyamıyordum M'nin merhameti ve Z'nin insanlara acıması arasında bir çizgideyim Bulut için, her ne olursa olsun bildiğim tek bir şey vardı Bulut bana asla sırtını çevirmezdi. Gözlerimi açık tutamıyordum artık, gözlerim yavaşça kapandı.
🔗
Sırtımda bir el hissettim gözlerim hafifçe açılacağı zaman onun sesini duydum. "Ştt uyu sen, yok bir şey hadi." dedi yatıştırıcı sesiyle, gözlerimi kapattım ama uykum kaçmıştı. Bu eve gelmelerinin üstünden tam bir hafta geçmişti göreve gitmemiz gerekiyordu fakat gece bana gelen telefon yüzünden İspanya' ya gitmiştim. Acil işimi halletmiştim halkalarımdan ve ondan sakladığım bir sırdı gitme sebebim. Telefon yüzünden hem çok mutlu olmuştum hemde ruhuma endişenin ağırlığı çökmüştü. Ama şimdi bunları düşünmemem lazımdı ertelenen göreve hazırlık yapmalıydım. Bu gece yarısı eve dönmüştüm ve sadece o biliyordu diğerlerini uyandırmak istememiştim o ise uyumamıştı salonda oturmuş beni beklemişti. Haberi vardı ona söylemiştim bir hafta sonra gece yarısı geri döneceğimi ve o beni beklemişti. Neden bilmem ama ona çabuk alışmıştım ve beni beklemesi itiraf edemesem de hoşuma gitmişti. Sen adama olan duygularını anlat anlat biz burda açlıktan ölüyoruz. Z, romantizmi bozma sen ne huysuz bir kadına dönüşüyorsun günden güne. S, aç değil misin, ya da, M? Açım. Beni romantizm doyuruyor. S, yine her zamanki modundaydı zaten bir hafta boyunca doğru düzgün yemek yememiştim. Gitmişken bir kumarhaneyi de soymayı unutmamıştım tabii. Acıktığımı hissettim. Kalkıp bir şeyler yemem gerekiyordu yoksa sesler susacak gibi değildi. Sanırım o da yatağına dönmüştü üstümü örtüp, hâlâ yerde yatıyordu bir hafta için yatağımda yatmasını söylemiştim ve kokusu yastığıma sinmişti. Arkamı döndüğümde cam kenarında dışarı baktığını gördüm, yataktan doğruldum hemen arkasını dönüp bana baktı. "Bir şey mi oldu?" "Hayır sadece acıktım ama," dedim nasıl söyleyeceğimi bilmez halde. "Ama?" dedi beklentiyle. "Yemek yapmaya üşeniyorum ve zaten bilmiyorum." dedim sesim her zamankinden daha masum çıkmıştı onunda değişiyle küçük bir kız çocuğu gibi. Gülümsedi küçük bir çocuğa bakar gibi bana baktı. Yanıma yaklaşıp elini uzattı, kaşlarım çatıldı neden elini uzattı ki şimdi. "Hadi gel sana yemek yedireyim." Ben yemek yapmaya üşeniyorum ve bilmiyorum yemeğe değil. Elhamdülillah elim ayağım tutuyordu. Elini tutmadım ayağa kalkıp kapıya yaklaştım o da arkamdan geliyordu odadan çıktık merdivenlerden indik mutfağa vardık ama asla konuşmadık. "E, canın ne istiyor?" sesi ilgili çıkıyordu, tuhaf. "Ne istersem yapacak mısın? " "Evet." dedi tereddüt etmeden. "Kebap istiyorum ama içine şey koyma." "Ne koyma?" "Şey işte ya, şu geçen kustuğum." dedim ruhsuz bir sesle, o günden bahsetmek bile istemiyorum ama sanki bu gece o günün devamı gibi geliyor. Bazı geceler bazı günlerin devamı olurdu, bazı cehennemlerin bazı ateşlerin başı olması gibi. "Çorba mı? Zaten kebabın içine çorba koyulmaz ki." Pislik bilerek yapıyordu sırf o kelimeyi söyleyeyim diye salağa yatıyordu. "O çorbanın ama malzemesi." dedim kısaca. "Ha, su mu?" dedi dalga geçiyordu. "Tamam be hiçbir şey istemiyorum." dedim ve mutfağın kapısına doğru ilerledim, hızlı adımlarla bana yetişip kolumu tutu. Teması beni fazla rahatsız etmiyordu artık. "Tamam gel buraya. Zaten hemen de küs, küçük kız." "Ne küsmesi, çocuk muyum ben?" "Küçük bir çocuktan farkın yok." "Bak." dedim sinirle, gülümsedi ve beni çileden çıkaracak cevabı verdi. "Bakıyorum zaten." "Of!!" diye cırladım, evet resmen cırlamıştım ve o daha çok gülümsedi. Sinirle ayağımı yere vurdum, bu sefer de ufak bir kahkaha attı. Ne güzel gülüyodu. Oha bizim kız elden gidiyor! Ey ahali duymayan kalmasın! Saçmalama, S!! "Bak işte çocuksun halâ." dedi. Bariz bir şekilde benimle uğraşıyordu. Kolumu çekip kurtardım. "Tamam, hemen şimdi istiyorum, kebap yap." "Yanına şalgam?" cidden soruyor muydu bunu, şalgam mı yapacaktı acaba bu saatte. "Hı hı istiyorum." Ne yapacak acaba ? Merak duygusu dört bir yanımı kuşattı. Onun yanında duygularım açığa çıkıyor. O içimdeki Zincir'i öldürüyor… Bu adam ela gözleriyle beni öldürüyor, bu adamın adının her bir harfini kazıdım aklımın her köşesine Araf Atlas Bıçakçı... Kendine gel, sen Zincir olmak için neler yaptın, hatırla! Kaç gündüz kaç gece aç kaldın, kaç kemiğin kırıldı kaç hakarete maruz kaldın kaç gece delirmenin eşiğinden döndün. Bir daha hatırlamamak için kaç mezara gömdüm diğer küflü anılarını.
Saymadım mezarları, tek bildiğim hayatımın bahar bahçelerinin kurak, çöl mezarlıklarla dolu olduğu. Ama unutmamalıyım ilk mezar küçük M'nin ruhunun. Yaşama hakkı verilmeyen M. "Daldın iyi misin?" "İyiyim." Az önceki konuşmamıza nazaran daha hissiz ve soğuk bir sesle. "Hadi bekliyorum." dedim aynı ruhsuzlukla elini eşofmanının cebine attı ve bir telefon çıkardı. Ne yaptı, ne yaptı! Telefon mu çıkardı? Ama bu imkansız her şeyini almışlardı. Yasak değildi ama bilgim dahilinde de değildi. Kontrol delisi manyak! "Bu nasıl olur her şeyini aldılar?" Sesim öfkenin kıyısında geziyordu. Gülümsedi, üstünlük gülümsemesiydi dudaklarındaki. "Demek ki almamışlar." Bir adım atıp tamamen aramızdaki mesafeyi azalttı, aramızda yarım adımdan daha az bir mesafe bıraktı. "Evet, kabul zeki bir kadınsın ama karşındakini tamamen tanımıyorsun ve tanımadan üstünlük kurmak biraz aptallıktır, küçük kız." Sesinde üstünlük vardı bakışları gibi. Bu sefer ben gülümsedim, boyu benden uzun olduğu için başını biraz eğmişti ve tabi bu kadar dibimde olduğu için. "Ya sana bu fırsatı tanıyan bensem, zeki olup olmadığını anlamaya çalışıyorsam." dedim tek kaşımı kaldırıp. Gözlerine şüphe düştü sesim kendimden emin olduğu için şüphe etti, bakışları dövmemi buldu, yine gözlerime tırmandı gözleri ve gülümsedi az önceki gibi, "Hayır, bu imkansız. Az önce gözlerinde saf şaşkınlık vardı, küçük kız. Durumu kurtaramadın bu sefer, üzgünüm ama inanmadım." dedi dudaklarını büzerek. " Neden inanmadın, bay yürüyen ego?" Ona taktığım isme gülümsedi. "Dedim ya, küçük kızıl, gözlerindeki saf şaşkınlığı gördüm, unutma ne olursa olsun gözler asla yalan bakmaz." Bakmaz demişti söylemez demedi, o da sözlere değil de bakışlara inananlardandı. Yalandı bu, gözler en büyük yalancıydı. Her insan kanmıştır yalan bakan bir çift zehirli göze. Ve beyefendi şimdi de bana küçük kızıl diye hitap ediyordu çok merak ediyorum acaba daha kaç isim takacak bana. "Neyse ne, açım ben hadi." dedim konuyu kapatarak daha sonra bunun hesabını o muhteşem ikiliye soracaktım. Acaba Yağız'da da varmıdır telefon. "Var." Aklımı mı okudu bu adam? "Müneccim misin?" dedim ciddi bir sesle ama o yine güldü. "Yok, daha o seviyeye ulaşamadım. Neyse başka bir isteğin yok değil mi?" "Yok." Yok Allah'ın cezası, herif beni ayakta uyutmuş bir haftadır, ben buna yanmayayım da neye yanayım... Ah ah atın beni kör kuyulara!! Kız sakin ayol, mükemmel bir şov yaptın keşke birde sesli söylesen adam senden kaçar valla. S'nin dedikleri yüzünden dudaklarım yukarı kıvrıldı. Bi an aklımda canlandırdım. Atlas telefonu kulağına dayamış bana bakıyordu. "Ne oldu? Neye gülümsedin?" Allah aşkına ne diyecektim adama iç sesimle konuşuyordum ondan gülümsedim mi demeliyim. Ayol yalan söyleyeceksin, merak etme ayol hemen tövbe edersin yalanların silinir. Aynen canım ya cehennem de zebaniler de bana 'kaç kez tövbe ettin' diye sorunca 'Ayol saymadım bereketi kaçmasın' derim. Of tamam ayol sizde akıl verdik gömün beni. O şahane aklını kendine sakla lütfen. Ve sus artık S. Ay bir de ayol ne be. Ne bileyim ya. Neyse sustum ben sen Ela gözlüyle ilgilen. Of, S. Tam cevap vereceğim sırada telefonda konuştuğu kişi telefonu cevapladı, karşı tarafı dinliyordu. Umursamadan konuşmaya başladım, "Bana aşık olduğunu düşünüyordum." kaşları hayretle havalandı. "Ne yalan mı bana aşık olmayan biri gösterin bana," dedim elimle saçımı savurarak, işaret parmağıyla kendini işaret etti adi adam, kaşlarım çatıldı o da gülümsedi. "Aynen canım ondan yarım saattir dibimdesin bir adım bile çekilmedin." dedim sırıtarak. Telefondaki adam hızlı hızlı konuşuyordu Atlas da beni dinlediğinde yüz ifadesi değişiyordu ama sustuğum her saniye ifadesizlik esir alıyordu yüzünü. Geri çekilmeden biraz daha dibime girdi. "Tamam, ben onu sonra hallederim, sen sana atacağım konuma iki porsiyon kebap ve iki şalgam getir." "Sıcak olmazsa yemem, şalgam da soğuk olsun ve dediğim şey içinde olmasın." Bana biraz daha yaklaştığı için telefondaki adamın sesini duyabiliyordum. "Abi yengeyle mi yiyeceksiniz? Sesi de maşallah pek güzelmiş yengemin. Demek önemli işin yengeydi ondan gelmiyorsun eve. Abi bu haberi Yasemin Teyzeme söyleyeyim mi? Ne olur abi?" dedi adam, tek kaşım havalandı. "Sen gel ben seni yengeye çevireceğim, tâbi benden önce yenge dediğin seni parçalara ayırmazsa." "Dua etsin yemek yapmayı bilmiyorum ama tüpü patlatacak kadar bilgim var." Bu sefer o gülümsedi sanırım sorun çıkarmadığım için gülümsedi. "Dua ettim yenge, ay pardon hanımefendi yenge, neyse abi ben geliyorum birazdan." dedi ve kapattı telefonu. Hanımefendi yenge, yeni lakap, güzelmiş. "Bu saatte açık kebabpçı var mıdır ki?" "Yoksa bile açtırır yaptırırız." "E, hadi çekil dibimden." "Çekileyim dibinden?" "Papağan mısınız acaba bayım!" "Hayır hanımefendi." "Peki çekilmeyi düşünüyor musunuz bayım?" "Cık, manzaram fazlasıyla güzel, kendimi bu manzaradan yoksun etmek istemiyorum." Kalp atışların mı yükseldi bana mı öyle geldi? S, sus lütfen. Kendine gel, Zincir'sin sen daha bunu sana kaç defa hatırlatmalıyım! Kendimdeyim, Z. Bu gece sus tamam mı? "Peki manzara kendini senden yoksun etmek istiyorsa?" "Hmm, pek sanmam çünkü istese manzara benden uzaklaşırdı." Haklıydı istesem uzaklaşırdım. Ama kendisi benim için pek birşey ifade etmiyordu kalp atışlarımın hızlanma sebebi de kendi halkalarım dışında birine bu kadar yakın olmak insanlara yakın olmak beni hep rahatsız eder. Görev dışında bana yaklaşan herkese karşı böyleydim. Ondan uzaklaşıp büyük mutfaktaki altı kişilik masaya oturdum. O ise gelip tam karşıma oturdu. "Eğer adamın bu eve gelirse onu öldürmek zorunda kalacağım, kusura bakmazsın artık." dedim sırıtarak. Kaşları çatıldı, "Neden?" sesi sert çıkmıştı. "Burası sıradan bir ev değil burası Zincir'in evi ve tehlikeli bölge demek oluyor bu da." Çatan kaşları düzeldi alayla baktı bana. "Evinin yerini buraya ilk adım attığım anda buldular." Maşallah rahatına da diyecek yoktu. "Ne?" sadece tek bir kelime döküldü dudaklarımdan gözlerime şaşkınlık bulaştı. Çip mip mi takılı bu adamın bir yerlerine. O ise üstünlük bakışını attı yine. "Sana az önce de dedim rakibini tanımadan üstünlük kurmak aptallıktır, diye." dedi kendini beğenmiş bir şekilde. "Yani görünenden daha fazlasısın?" dedim sesime merak ekleyerek. Bilmem dercesine dudaklarını büzdü, "Kim bilir." dedi sadece. "Yani şimdi yerimizi biliyorlar ve sen istediğin herhangi bir zamanda onlara ulaşabiliyorsun." Başını onaylarcasına salladı. "Bana o kadar asla ve asla umrumda olmayacak öğüt verdin, peki sen karşındaki kadını tanıyor musun?" dedim soğukluk ve zafer bulaşmış sesimle, kaşları anında çatıldı. Ben yemek masasının alt bölümündeki çekmeceden laptopumu çıkardım bir kaç sihirli dokunuş sonrası istediğim görüntülere ulaştım o ise yerinden kalkıp yanımda ki sandalyeye oturdu, ekranda gördükleri kaşları havalandı ve ben daha fazla gururlandım. Karşımda ki ekranda tam on parçaya ayrılmıştı ve her birinde onun adamları vardı yani bu evi izleyenler ve onları her an vurmak için hazırda bekleyen on'dan fazla keskin nişancı tarafından izleniyorlardı. "E, bende fena değilmişim değil mi? Hadi ama üzülme büyüyünce unutursun." dedim alayla sonra hızla ciddileştim bu günlük bu kadar oynamak yeterdi. "İki dakikan var, ya hemen evimi izlemeyi bırakırlar ya da başta onları ve sonra da bütün ailelerini katlederim, blöf yapmıyorum süren başladı. Ayrıca ben burada neyim seni korumak benim görevim." dedim tüm ciddiyet ve soğukluğumla. Bir süre sustu. Tam ağzını açmış konuşacakken. "Blöf yapmıyorum doksan dokuz saniyen kaldı, doksan sekiz, doksan yedi, tik tak, hadi." Telefonu çıkardı ve mesaj attı, geri çekilme emrini alır almaz hemen araçlarına bindiler ve uzaklaştılar.
Soğuk bakışları beni buldu, "Beni koruyabileceğinden şüphem yok ama ben kimsenin korumasına ihtiyaç duymuyorum!" Bundan zaten zerre şüphem yoktu ama görev benimdi. Gülümseyerek ona döndüm ve elimi uzattım bir zafer edasıyla. "Hadi tekrardan tanışalım ben Zincir ve emin ol hakkımda duyduğun her şeyi sana unutturacağım sana benim hakkımda duyduklarını tekrardan yaşatacağım. Bu da Zincir sözü." dedim göz kırparak, etkilenmişti gözlerindeki ifade bunu ele veriyordu.
"Yani benim hakkımda duyduklarını unut sana dibine kadar yeniden yaşatacağım diyosun. " dedi ukala bir gülümsemeyle. Başımı olumlu anlamda salladım…
🔗
"Zincir hadi assolist misin sen ya bu kaçıncı seslenişimiz!"
"Eğer oraya gelirsem ses tellerini tek tek sökerim, kes sesini!" dedim bağırarak. Dün gece yemeğimizi yedikten sonra hemen odama çıkmıştım ben uyurken tilkilerim de rüyamda kurmuş ve bana yaşatmışlardı planımı, sabah kahvaltıdan sonra görev dağılımını yapıp hemen dışarı çıkmıştım ve eve geldiğimde saat 22.27'i geçiyordu ve ben hazırlanmaya başlamıştım hemen, başta kısa bir duş almıştım daha sonra kızıl saçlarımı toplayıp başıma siyah omuzlarımda biten kıvırcık bir peruk takmıştım saçlarım uzun olduğu için biraz zorlanmıştım fakat yine de olmuştu yüz hatlarımı yumuşatacak bir makyaj yapmıştım, ben gibiydi ama ben değildi. Yüzümü maskeyle kapatacağım için makyajımı hafif tutmuştum boynumda ki dövmeyi kapatmak daha zor gelmişti bana, bu saçların yanında ve son olarak gözlerime lensileri takmaya çalışıyordum fakat aşağıdaki yaratıklar yüzünden bu pek kolay olmuyordu Eray sürekli sesleniyordu benimde dikkatim istemsizce bozuluyordu çünkü bugün sinirlerime pek hakim olamıyordum sonunda lensleri takmıştım siyah peruğuma inat gözlerimde mavi lensler vardı işte hazırdım. Bornozla inmeyeceksin değil mi? Fena fikir değil ama olmaz yapacağım iş zorlaşır, M. Bugün aldığım kıyafetleri daha yerleştirmemiştim üzerime giyeceğim trençkotu paketten çıkardım sonra da Bulut'un dolabıma bıraktığı kıyafeti aldım kıyafet demek ne kadar doğruysa tabii. Hızlıca giyindim ince siyah topuklularımı da giyip hazırdım sonunda trençkotu da omuzlarıma aldım sonra da hazırladım ve odadan çıktım koridorda topuklularımın sesi yankılanıyordu aşağıdaki sesleri duyabiliyordum Doğan'ın sonunda geliyor diyen sesini işittim. Omuzlarımı dikleştirdim çenemi havaya kaldırdım ve basamaklardan inmeye başladım hepsi merdivenin yakınında salonun dışında beni bekliyordu beni ilk gören Umay oldu ve şaşırdı ardından Atlas bana baktı sonra baştan aşağı beni süzdü bakışları koyulaşmıştı, bir ıslık sesi duydum ve bakışlarım Yağız'ı buldu sırıtarak bana bakıyordu Çelik beni görür görmez ufak bir küfür savurdu onunla birlikte Eray, Doğan ve Bulut hızla bana baktılar baktıkları gibi başlarını yere çevirdiler Çelik, Yağız'a korkutucu bir bakış attı ve Yağız da başını çevirdi fakat o ise sadece bana bakıyordu merdivenleri indiğimde Çelik hızla yanıma gelip trençkotu kollarımdan geçirirek tamamen bana giydirdi ve düğmelerini ilikledi. Gözlerinde yoğun bir öfke vardı trençkotun önünü kapattıktan sonra kulağıma eğilip, "Gece daha başlamadan beni katil etme, ayrıca bu üstündekiler ne! Bak bu yaşına kadar giyimine laf etmedim ama orda sana bakanları kana boğabilirim şu an, o yüzden gece bitene kadar önünü sakın açma." dedi sesinde tehlike vardı. Planımı detaylı anlatmamıştım böyle şeylere alışıktık son dakika planı söyler ve başlardık eğer planımı bilse kesin beni boğardı hiç şüphesiz. Evet ona hak veriyorum bu gece giyimin oldukça farklıydı üstümde sanki hiçbir şey yok gibiydi, üstümde ne mi vardı direk dansı yapacağım için kısacık şeyler mini şort bile sayılamayacak bir alt ama rengi hoşuma gitmişti püskülleri vardı üstümdeki yarım bir şeydi o da maviydi ve püsküllüydü. Sonra Çelik yüzüme baktı dediğini yapmayacağımı anladı ve gülümsedi yanağıma bir buse kondurup çekildi. Evet biz bu adamla hergün kavga ediyorduk fakat bu bizim kuralımızdı göreve çıkmadan önce herşeyi unuturduk.
🔗
|
0% |