@annemarie
|
9 YANSIMA 🔗
Biz kanla yıkanınca temizleniriz sanmıştık, nereden bilebilidik ki o kanda boğulacağımızı?
🔗
Yaşamımın her saniyesini kendime söverek geçirmekten gerçekten yorulmuştum.Tövbe haşa ben kendime sövmezdim. Ama ne halt etmeye buraya gelmiştim ki? Sana söylemiştim. Gitmek bizim zararımıza demiştim. Z, ne yapsaydık? Var mı dahiyane planların, şimdi düştüğümüz bu durumdan nasıl çıkacağız? SUSUN ARTIK!! Çığlık atmak istiyordum. Eğer adımlarım durmasaydı onu duymazdan gelebilirdim ama bu artık imkansızdı. İnkâr et! Z, bizde seni zeki sanardık. Ya Atlas bizi sattıysa ya o söylediyse? S, Atlas neden söylesin hiçbir çıkarı yok ki? M, aklını kullan! S, bugünlerde duyularının açık olması mucizevi. Saol tatlım. Sakinim. Gülümse Melodi Zincir.
🔗 Dört gün sonra;
"Hadi ama artık konuş! Bak gitmem gereken bir randevu var." Alaylı sesim onu daha fazla korkutuyordu. Elimde ki bıçağı daha da bastırdım kaynar suyla yaktığım göğsüne, acı dolu bir çığlık yükseldi karşımdaki adamdan. Konuşmaya pek niyeti yoktu sanırım. Göğsü kan içinde kalmış olan adama baktım içimde zerre kadar acıma duygusu yoktu. Elleri ve ayakları sandalyeye bağlıydı kulağına eğilip, "Bak sanırım sen beni tanımıyorsun ben Zincir'im ve eğer biraz daha susarsan, seni yaşatırım," geri çekilip yüzüne baktım, "Zincir'i unutmuş olamazsın değil mi? Abin kordinatları gönderip canına kıymış, çok üzüldüm çok!" Biraz daha karşımdaki adama yaklaştım. Adam Cevahir Emirhan'ın kardeşiydi. Abisinden bir farkı yoktu. Abisini zaten yarım ve dilsiz bırakmıştım zavallı adam dün gece canına kıymıştı ve kardeşi bugün elimdeydi. "Abinin söyledikleri pek fayda sağlamamış ki buradasın." Yutkundu. Abisiyle aynı haltı yapıyordu. Öldürmek basit kaçardı, bu onlar için bir ödüldü. Onlar sürünmeliydi. Ama biraz daha konuşmazsa ben geç kalacaktım. MÖB sınırları içinde işkence için yapılan yeraltı depolarından birindeydik. Birlik bizden birkaç kilometre uzaktaydı. Etrafım birçok işkence aletiyle doluydu ve bu ruhumu doyuruyordu. Sırtımda delici bakışlar vardı ve bu bakışların sahibinin kim olduğunu söylememe bile gerek yoktu. "Bulut, onunla sen ilgilen, geç kalıyorum." Hemen sol tarafımdaydı diğerleri yoktu. Çelik babasının yanındaydı hâlâ, Umay ve Eray ise son dört günde eskisinden daha da tuhaf bir hal almışlardı, Doğan ise sevdiceğine gitmişti. Birkaç adım geri çekildim ve Bulut'u izlemeye başladım. Kesinlikle konuşacaktı. En kısa zamanda. Bulut eğlenen bir ifadeyle ona yaklaştı masanın üstündekilere dikkatle baktı ve güldü. "Biliyor musun yaralar beni çok etkiliyor," adamın su toplamış göğsüne baktı, "E, seninde yaraların su toplamış bence bir el atmak lazım." masanın üstündeki cerrahi malzemelere baktı ve penseti aldı. Cerrahi cımbızdı. "Sizce de çok kötü değil mi?" Bana döndü. "Bence sen çok rahatsız oldun. Sonuçta kan kokusu yok!" Ellerimdeki kana baktım kurumuş sayılırlardı, "Haklısın..." ellerimi gösterdim, "Bak nasıl da kurumuşlar. Artık kokusu yok! Ve ben kan kokusuna aşık bir kadınım." Güldü ve penseti adamın göğsünde su toplayan yere batırdı. Adamdan ise acı bir çığlık yükseldi. En azından etini çeker sanmıştım, Bulut güldü, "Maalesef elim hiç hafif değildir. Şansına küs dostum." dedi. İzlemeyi çok istesem de kanlar tamamen kurumadan gidip yıkanmalıydım. Arkamı döndüğümde merdiven tırabzanına yaslanmış bir adet Araf Atlas Bıçakçı vardı karşımda. Merdivenlere ilerledim onu umursamadan geçip gitmekti amacım ama önümü kesti. Elalarında anlamlandıramadığım bir şeyler vardı. "Yanlız yol kesmek benim işimdi! Bana işime göz koyduğunu söyleme sakın!" yarı alaylı yarı ciddi sesimle. O ise sanki bunları ona söylememişim gibi düz bir ifadeyle bana baktı, "Kimin yanına gideceksin?" Sesi tüm hücrelerimi donduracak kudrete sahipti. Cidden bunu mu sormuştu dağ öküzü!? İlk emir verişi değildi ama bu sesle ilk emriydi. Kan kokuyordum ama umursamadım ve ona biraz daha yaklaştım aramızda sadece bir adımlık mesafe bıraktım. Bugün üstünde beyaz bir gömlek vardı ve benim de beyaza zaafım vardı. Kanla boyanmış elimi aramızda kaldırdım ve elimi incelemeye başladım, hareketlerimi pür dikkat izliyordu. "Bana bu soruyu hangi sıfatla soruyorsun?" Dudağının kenarı ağırca kıvrıldı gözlerim gülüşüne takılı kalmasın diye tekrardan elime baktım, aramızda ki boy farkından dolayı başını hafifçe eğdi. "Gelecekte ki eşin olarak." BİR DAKİKA! BİR DAKİKA! NE DEDİ O? Gelecekte ki kocam olarak mı? O oyun dört gün öncede kaldı. Şaşkınlığından değil de kalp atışlarından ve nefesinin kesilmesinden mi bahsetsen acaba? S, sus! Elimi tam da kalbine denk gelecek şekilde aramızda tutum, "Sen kendini küçük oyunumuza çok kaptırmışsın anlaşılan?" elimi tam sol yanına kalbinin üstüne denk getirdim. "Birliğin kuralları güzel kadın." anlamamak için direnerek ona baktım. "Ne olmuş kurallara?" Yanlız güzel kadın dedi! "Artık masanın üyesisin ve evlenmek zorundasın." Lanet olsun! Ne yani masanın üyesi olmamı bunun için mi istemişti? Adi herif gerçekten benimle evlenmek için mi beni o masaya oturtmuştu! Bu adam benim için sadece bedduaydı. Rabb'im ben kimin ahını aldım acaba! Hiç o toplara girme liste kabarık. Sağ ol ya! Sanki ben bilmiyordum! Bir şeyler ararcasına etrafa göz gezdirdikten sonra ona diktim bakışlarımı, "Ortalıkta görkemli bir evlilik teklifi görmüyorum. Olsa bile sence ben seninle evlenir miyim Bıçakçı?" ciddi sesim onunda ciddileştirdi. Gözlerindeki ifade fazla karanlıktı. Kahvelerine yeşil serpiştirmişlerdi ama gözleri ben karanlığım diyordu. Ben yeterince karanlıkta kalmıştım, kendimi onun kölesi yapmayacaktım. "Sen benim esirim değilsin, Melodi. Düşüncelerinle kendini boğmayı bırak artık! Ayrıca sana evlilik teklifi etmedim etmeyeceğimde!" sesi ciddiydi. Tuhaf olan beni anlamasıydı, sanki zihnimden geçenler sesli bir düşünce bulutuydu. Ayrıca teklif yok ne demekti? Elimi kalbinin üzerine bastırdım. "Ben, benim olmayacak hiçbir şeyin üzerine kumar oynamam. Ben, benim olmayacağını bildiğim şeyler için zamanımı harcamam." Kalbimde tuhaf bir sızı vardı daha önce bunu sadece annemin ölümünde hissetmiştim. Hiç iyi şeyler olmayacaktı, ondan uzak durmalıydım. Sadece benim olmasını istediğim şeyler üzerine kumar oynardım. Onu istemiyordum. Kalp atışların tam tersini söylese bile mi? Evet! Gözleri elimi buldu kesinlikle kan bulaşmıştı, ardından gözleri gözlerimi buldu derin manalar akıyodu gözlerinden ama benim aklımda kalbimde onun manalarını anlamamak için direniyordu. Konuşmayı sevmiyordu onu, onun sessizliğinde anlamamı istiyordu, onun sesizliğinin bile bir dili vardı. Ve ben bu sessizliğe kör ve sağır kalmak istiyordum. "Hiçbir zaman sana ait olmayacağını söylemedim." Yutkundum. "Şu an bana ait olmayan bir şey için kendimi yoramam." Gülümsedi ama ilk defa bir duyguyu yakalayabilmiştim o güzel gülümsemesinde. Gülümsemesinde geçmiş vardı. "Belki de sana aitti ama sen unuttun ve sana ait olanı bıraktın." Ne demekti şimdi bu kahrolsı cümle! Saçmalıyordu, yani umarım. Bizim bir geçmişimiz yoktu. O, beni arabasının önünü kestiğim zaman gördü. Daha önce hiç karşılaşmamıştık. Bundan emindim. Gardımı kuşanmalıydım. "Sevgilin seni terk mi etti? Niye bu kadar efkarlısın!" İki gün önce bir sarışınla magazine düşmüştü. Bir de gelmiş bana benimle evlen diyor! Yok daha neler! Gözlerinde sert bir fırtına başladı, "Sana o kadınla bir alakam yok dedim!" sesi gittikçe yükseliyordu. Tabii canım zaten ben o sarışınla magazine düşmüştüm! Belki de bir darbe vurmalısın? Canımı yakacaktım. Canını yakacaktım ve sonuç avuçlarımızda kalan küller olacaktı. Sağ elimi aramızda kaldırdım ve alyansımı onun görebileceği bir şekilde aramızda tuttum, "Başkasına ait olan bir kadına evlilik teklifi etmek sence de pek akıl kârı bir iş olmasa gerek?" Yıllardır o alyansı özellikle de MÖB sınırları içindeysem çıkarmam çok nadir olurdu. Yüz ifadesinde hiçbir değişme olmadı. Sözlerim onun için gereksiz bir şeymiş gibiydi. "Tekrar ediyorum sana evlilik teklifi etmedim. Sadece gelecekte gerçekleşecek olanı söyledim." dedi tane tane. Yüzüme yaklaştı. Nefesimi tuttum, onun kokusu beni mest ediyordu, bundan kaçmalıydım. Gözlerime baktı, elaları acımasız ve uklala bakıyordu, ilk defa birinin gözlerine bakmakta zorlandım. Bakışlarımı kaçırdım sanki gözlerine bakarsam cehennemim olacakmış gibi hissediyordum. Yanağını yanağıma sürttü, kahretsin nefes alamıyordum. "Parmağındaki yüzüğü kendine kalkan yapmaya devam et. Günü geldiğinde kalkanını paramparça edeceğim ve o gün sen bana geleceksin." Gözlerime baktı ve gülümsedi ama ürperdim, ben Melodi Sera Zincir, ilk defa biri karşısında kalbim canımı yakıyordu. Dedim ya ilk defa bu sızıyı annem öldüğünde hissetmiştim, ikinci kez ise Araf Atlas Bıçakçı'yı kaybetmek için girdiğim bu kumarda aynı sızıyı hissettim. Ben onu kaybediyordum ve bu gönüllü bir kaybedişti. Bu işte duygulara yer yoktu. Hadi ama kızım! O adamı sanki iki gündür tanıyormuş gibi davranmayı bırak! Görende lise ergenleri gibi dün gördün bugün vuruldun sanar. Ne vurulması? Ben ve Atlas mı? Asla, mümkün değil! Lütfen, bak lütfen diyorum kendini kandırmaya devam et! S! Yapmam gereken şeyi yapmıştım. Sanki kalbimin etrafı dikenli tellerle sarılmış her attığında ise dikenler kalbime batıyormuş gibi hissediyordum. Önümden çekildi ama sanki aramızda o yaralı iplerden oluşan köprü de yıkılmış gibi hissettim.
🔗
"Sence bu nasıl?" Elimdeki elbiseyi ona gösterdim ama burun kıvırdı. "Yeter artık! Bu kaçıncı elbise ya!" Bağırmamla yüzünü buruşturdu. Bu hareketleri beni deli ediyordu özellikle savunması, "Güzelim ne yapmamı bekliyorsun? Hepsinde güzel olmanı söyleyen yok! Git ve çirkin bir şeyler bulup giy," eliyle kış kış yaptı. Evet her defasında bunu söylüyordu. Sinirle ona baktım. Kabinleri karşısındaki koltukta yayılmış oturuyordu. "Alaca Kara!" Hemen oturduğu yerden ayağa kalktı, bana bakmaya başladı, "Rica ediyorum bana bağırıp durmazmısın!" dedi. Bu kız beni deli ediyordu, "Buraya gel ve kendine bir şeyler seç!" dudaklarını büzerek bana bakmaya başladı. Ne söyleyeceğini tahmin etmek zor değildi. "Ben zaten ne giyeceğime karar verdim. Rica ederim beni rahat bırak ve kendinle ilgilen!" "Ne giyeceksin?" Eliyle üstündekileri gösterdi, "Elbette. Gördüğün üzere siyah bir eşofman takımı ile geleceğim," gerçekten beni sınıyordu bu kız. Kaşlarımı çatarak ona baktım, "Sen Alaca Kara'sın. Kara hastanlerinin velihatısın. Gelmiş burada bana eşofman giyeceğini söylüyorsun! Alaca yemin ederim seni buraya gömerim!" Sonunda kendimi tutamayıp bağırmıştım. O ise buna karşılık kahkaha attı. Beni gelişi güzel süzdükten sonra, "Benim senin gibi uğruna hazırlanabileceğim kimse yok." Atlas'ı biliyordu. Bugün olanları anlatmıştım. Küçük Kara benden yaşça küçük olsa dahi güvendiğim tek insandı. Zihni kıvraktı. Ama o zekasını göstermezdi saklardı. Bir aslan misali avının etrafında dönerdi ama orda olduğunu sezdirmezdi ona masum gözükür ve avının beklemediği bir anda onu gafil avlardı. Alayla güldüm, "Neydi şu çocuğun adı ya?" Düşünüyormuş gibi ona baktım, yutkundu. Güldüm. "Hah hatırladım! Karan'dı değil mi? Karan Zahir!" Afalladı lakin o Alaca Kara'ydı bunu bile gizlerdi. "Rica ediyorum beni olmadık insanlarla aynı cümle içinde barındırma!" Alaca yeni tanıştığı insanlarla böyle konuşurdu. Şu an gözümde kibar bir kıro gibiydi. Normalde pek kibar olduğu söylenemezdi. "Alaca." "Hı." "Hı değil, efendim denir!" "Her ne halt- yani her neyse ne söyle!" Çabuk sinirlenirdi ve şu an öfkenin kıyısındaydı. "Acaba neden kibar kırolar gibi konuştuğunu öğrenebilir miyim?" Güldü. Gülmek en çok Alaca Kara'ya ve Araf Atlas Bıçakçı'ya yakışıyordu. Atlas nereden çıktı şimdi! "Sen demedin mi Alaca Kara, Kara hastanlerinin velihatı? E bende tam bir hanımefendi gibi davranıyorum." Eliyle saçını geri savurdu. Kahkaha attım. Bilerek böyle yapıyordu sırf aklımı Atlas'tan, Alaca'nın değişiyle ela gözlü şeytandan uzak tutmak için. Bilmiyorum be adam ne zaman bu kadar işledin zihnime. Zihnime işlemişti bu inkar edilemezdi lakin ne diye kilit vurduğum kalbin kapısına dayanıyorsun! Kilide darbe üstüne darbe indiriyorsun!
🔗
Bugün büyük gündü. Bugün Araf Atlas Bıçakçı'nın doğum günüydü. Bugün 11 Şubat'tı. O, artık 28 yaşında olacaktı. Bizde doğum gününe katılacaktık. Ben ve ekibimin son göreviydi, en azından onlar böyle demişti, çünkü masada olmak demek ekip liderliğinden düşmek demekti. Ama ben yıllarımı verdiğim bu ekipten kolayca vazgeçecek değildim. Atlas'ın evindeydik. Buraya gelmeyi istememiştim ama biz onun korumalarıydık. Burada hazırlanıp birlikte mekana geçecektik. Aynada kendimi gelişi güzel süzdükten sonra hazır olduğuma kanaat getirmiştim. Aynada kendimle uzun süre göz göze gelmezdim. Bence denemeye değer? Değmez, M. Hiç değmedi. Kanla yıkanan gözlere nasıl bakarız? Biz kanla yıkanınca temizleniriz sanmıştık, nereden bilebilidik ki o kanda boğulacağımızı? Bilmeliydik, M. Bilmek zorundaydık! Küçüktük. Daha yeni kurtulmuştuk canavardan. Bize ilk elini uzatanın elini tuttuk. Sus, M sus! Anma ki hatırlamayalım o bizim hafimiz. Gizlimiz, saklımız. Unutmuyoruz ki, hatırlayalım! Sus dedim! Acı çektiğin halde hala hafimiz diyorsun? Tedavi olmalıyız! Tedavi olup seni silmemi mi istiyorsun? Beni durduran sensin! Ne sanıyorsun? Ben bilmez miyim tedavi olmam gerektiğini? Eğer tedavi olursam işte o zaman bu ülke kana boğulur! Ensemde hissettiğim nefesle irkildim. Ellerim refleksle yumruk olmuştu, arkama dönüp ona yumruk atacaktım ki bu odaya ondan başka kimsenin girmediğini hatırlayıp kendimi zorlukla tutabilmiştim. "Sessizce, bir azrail misali, nefesini enseme üflemeni neye yormalıyım?" Aynadan ona baktım yine siyahlar içindeydi lakin bu takımıyla gözüme daha çekici gelmeye başlamıştı. Ben kırmızı giyinmiştim o ise siyah. Aynadan beni süzüşünü izledim. "Amacım korkutmak değildi. Birkaç kez seslendim ama duymadın? İyisin değil mi?" Maske Melodi, maske… Ona bakarken tebessüm ettim, "Güzelliğime hayran kaldığım için seni duymamışım," bir anlık hevesle ona döndüm. "Sence de güzeller güzeli, muhteşemler muhteşemi, hariklar harikası olmamış mıyım?" Gözlerindeki beğeniyi aynada bile görmüştüm. Lakin o beni afallatacak o cevabı verdi, "Yani... Şimdi ne desem ki? Ben yalan da söyleyemem," karasız sesi kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Çirkin gibi işte. Pek yakışmamış, hatta ne peki hiç ama hiç yakışmamış!" Bu tepkisini beklemiyordum! Elbise kırmızıydı, bir yırtmaçı vardı aynı zamanda sırtı açıktı. Saçlarımı toplamıştım at kuyruğum elbiseye yakışmıştı. Gözlerimde ise siyah bir far vardı, kırmızı rujumu da unutmamıştım. Lakin o güzel olmadığımı söyledi. Elimle siyah kravatını tuttuğum gibi onu kendime çektim sanki aramızda çok da mesafe varmış gibi! Sakinlikle yüzüne baktım ve, "Sen. Tam. Bir. Kibarlık bilemez dağ ayısısın!" diye oldukça kibar bir şekilde cırladım. Yüzünü buruşturdu. "Sesin güzel ama sen cırlayana kadar. Sen cırlayınca o da çirkin oluyor!" "Dağ ayısı! Seni korumayacağım! Vurulmak sana müstahak!" Alayla güldü. "Sen değil miydin ben vurulunca Atlas'ım da Atlas'ım diye gezen?" Gözlerim irice açıldı, aman Yarabbim ne diyordu bu adam, gözlerimi tavana diktim, "Allah'ım sen beni kuru iftiralardan koru Yarabbim!" diye dua ettim. Ama o inatla hala gülüyordu. O güldükçe ben sakinleşiyordum. "Gülme!" Ters ters ona baktım ama hala gülüyordu. Topuklu ayakkabımla ayağına bastım önce yüzünü buruşturdu sonra yine güldü. "Gülmesene be adam!" Tebessüm etmeye başladı. "Güldüren senken mi? Asla." Yüzüm düşmesine izin vermedim benimle eğleniyordu lakin o yine tek bakışıyla anladı, "Güldürüyorsun, huzur veriyorsun, nabzımı şaha kaldırıyorsun ama sen hala beni yanlış anlıyorsun," sözleri nabzımı durduruyordu. Kalbimi bir an önce sökmeliydim! "Bir de ayağıma erken bastın, daha zaman vardı." Sanırım bu adam benim sonum olacaktı.
|
0% |