@araftaacangunes
|
Bölüm Şarkısı: Rojda - Gelmiş Bahar Geçmiş Yazlar
***
Haziran, 2017 - ŞANLIURFA
Urfa, yaz aylarında 50 dereceyi bulan sıcaklığıyla pek de yaşanılası bir yer değil gibi görünebilir. Lakin peygamberler şehri Urfa, adeta bir açık hava müzesi gibidir. Türkiye'nin en sıcak kentlerinden biri olur ancak nemin az olmasından mıdır bilinmez Urfa'da doğup büyüyen kimse bu durumdan şikayet etmez. Her ne kadar sıcak, kurak ve uzun geçen yaz ayı Urfa'ya yeni gelenler için alışılması zor bir durum olsa da, Urfalılar bu havalara, gündüzleri sıcakta işiyle gücüyle uğraşıp yaz geceleri sıcak esen rüzgar ve sabah vuran ayazdan dolayı üzerine ince de olsa bir şeyler örterek uyumaya alışmıştır.
Urfa'nın köklü ailelerinden biri olan Kozcu ailesinin yaşadığı konakta hayat erken başlardı. Konakta uzun zamandır çalışmakta olan ve bu sebeple artık aileden sayılan yardımcıları sabahları güneşin doğuşundan yarım saat sonra kalkar, ailece yenilmesi artık bir anane haline gelmiş kahvaltı için erkenden hazırlıklara başlarlardı. O gün için evin hanımları tarafından daha önceden bildirilen özel bir istek olmaması halinde her sabah, geleneksel Urfa kahvaltı salonlarındakini aratmayacak bir kahvaltı sofrası hazırlarlardı.
Feyruz Ana yaşından dolayı pek uyuyamaz, o da sabahları yardımcılarla birlikte kalkar, kahvaltı hazırlanırken büyük mutfağın bir köşesine boydan boya serilmiş yer minderlerinden birine oturur, yardımcılarıyla sohbet ederdi. Eğer keyfi yerindeyse eskiden konakta yapılan kahvaltılar hakkında konuşurdu. Böyle zamanlarda herkes kulak kesilirdi Feyruz Ana'ya. Böyle anlar kolay kolay yakalanmazdı çünkü. Yine Feyruz Ana'nın keyfinin yerinde olduğu bir çarşamba sabahı mutfak, yardımcıların kahvaltı hazırlıkları yaparken bir kulakları da Feyruz Ana'daydı.
"Ah kızım.. Anam, toprağı bol olsun, ben daha ufakken anlatırdı hep. Nenelerimizin dedelerimizin zamanında kahvaltı sofrasında pek de bir şey yokmuş. Kışın mercimek çorbası, mahluta, tirit yaparlarmış. Kasım günleri sonlanıp hızır günleri* başladığında sofraya konanlar değişirmiş. Anam lebeniyi çok güzel yapardı rahmetli. Bir gün Nazlı'ya yapayım, uzun zamandır yemedik."
Sare hanım da uyanmış Feyruz Ana'nın mutfakta olacağını tahmin ettiğinden mutfağa gelmişti ilk iş.
"Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun." deyip Feyruz Ana'nın yanındaki mindere oturdu.
Sare hanım ve Feyruz Ana gelin ve kaynanadan çok ana kız gibiydiler hep. "Feyruz Ana'nın anlaşamadığı insan suçu kendinde aramalı." derdi Sare hanım. Haksız da sayılmazdı. Mutfakta kısa süre daha sohbet edip avluya geçtiler.
Kozcular Urfa'nın güzide ilçelerinden biri olan Birecik'te, Fırat Nehri'nin doğu kıyısında yaşamaktadır. Tartışmasız Urfa'nın en güzel ilçelerinden olan bu kent, nehir kıyısındaki yürüyüş yolu, akşamları bir sahil kasabasını aratmayacak manzarasıyla gözlere şenlik bir tabiat harikasıdır. Asurlar tarafından 13. yüzyılda, büyük kesme taşlar kullanılarak yapılmış Birecik Kalesi'nin Fırat suyuna yansımasını izlemek için dahi çoğu Urfalı akşamları nehir kıyısına gelip günün stresini burada atmayı tercih ederdi.

Üzerinde inşa edildiği beyaz kalker tepeden dolayı "Beyaz Kale" de denilen bu yapının kenarında, tepenin şehri gören en yüksek arazisine yüzyıllar önce Suriye'den göçerek gelen Kozcu aşiretinin ağaları büyük bir konak inşa etmiştir. Kozcu Konağı. Büyük kesme taşlar kullanılarak yapılan bu konak, Kozcu aşiretinin varisleri ve aileleri tarafından kullanılmaktadır. Günümüzde Kozcuların büyüklerinden Feyruz Ana ve Sare hanım, Sare hanımın çocuklarıyla birlikte bu konakta hayatını sürdürmektedir. Sare hanım'ın üç oğlu ve tek kızı vardır. Bir de kızı gibi sevdiği ve yirmi yaşına kadar büyüttüğü Senem'i.
Konağın merkezinde bulunan büyük avlu gün içinde en yoğun yerlerdendi. Mutfak ve yardımcıların odaları bu kattaydı. Üç kattan oluşan konakta avlunun dört bir yanını saran bir teras da bulunuyordu. Sabah ve akşam yemekleri bu terasta yenirdi. Yaz aylarında teras tente ile örtülür, kışın ise yemek odasına geçilirdi.

Urfa'ya bir saat mesafede olmasına karşın Birecik'te yaşayanlar, Kozcular gibi işlerini de bu kente kurmuşlardır. Kozcular inşaat işlerini Birecik'in merkezinde, Fırat'ın batı kıyısında, ev ile pek mesafe olmayan şirketlerinde görmektedir. Onlar da Birecik'teki diğer aşiretler gibi bu kente olan sadakatlerini bu kentten ayrılmayarak ve buraya hizmet ederek göstermiştir. Bölgede kelaynak yetiştiriciliğinin başını çeken Kozcuların aynı zamanda Birecik'in iç kesimlerinde bulunan büyük bir kelaynak çiftlikleri vardır. Bu çiftlikte aynı zamanda küçükbaş hayvancılığı da yapılmaktadır. Aile erkeklerinin atlara olan düşkünlüğü sebebiyle yüzyıllardır cins atların yetiştiridiği bir ahırları da çiftlik sınırları içindedir.
Yüzyıllar önce, Urfa henüz şanlı bir şehir olmadan da önce Suriye'den göç ederek bu topraklara gelmiş bir Türkmen aşiretidir Kozcular. Kimilerine göre "Doğunun İstanbul'u" olan bu kentte Kozcular gibi pek çok aşiret daha yaşamaktadır. Gencerler, Harvatiler, Ketikanlılar gibi pek çoğu şehirde yüzyıllardır hayatını devam ettirmektedir. Farklı sektörlerde aile şirketleriyle şehrin ekonomik kalkınmasında büyük rol oynamaktadır. Gencer aşiretinin de inşaat sektöründe faaliyet göstermesi sebebiyle birkaç sürtüşmeleri dışında, şuana kadar hiçbir aşiretle bir husumeti olmamıştır. Gencerlerin şirketinin varisi Cemil Ağa, toyluğu yüzünden birkaç münakaşaya sebep olsa da aile büyükleri duruma el atıp ortalığı yatıştırmıştır.
Kozcuların inşaat işlerine en büyük oğulları Rıdvan ve onun küçüğü Siyabend Kozcu bakmaktadır. Şirketlerinin bekası için ve ailesinin isteği üzerine, Siyabend tahsilini inşaat mühendisliği üzerine yapmıştır. Kozcular çoğu aşiretle ilişkilerini sağlam temellere dayandıran bir aşirettir.
Kozcu Konağında gün çoktan başlamıştı. Ancak Siyabend, sabah saat dokuz civarı abisinin avludan gelen sesiyle uyandı. "Yine neye kızmış da evi ayağa kaldırıyor." diye düşünerek yatağından kalktı. Odasının avluya bakan penceresine çıkmak yerine terasa çıkıp, sanki onun çıkmasını bekliyormuş gibi sinirli gözlerini terasa dikmiş abisiyle karşılaştı.
"Yine ne oldu Rıdvan Ağa? Niye bağırıyorsun?" diye sordu abisine.
Rıdvan terastaki kardeşine öfkeden kızaran gözleriyle bakıyordu.
"Kusura bakmayasın Siyabend Ağa! Güzellik uykunu böldük. Lakin sabah 8'de karşılaman gereken Japonlar bir saattir hava alanında senin teşrif etmeni bekliyorlarmış." dedi sinirden sesli bir şekilde burnundan soluyarak.
Abisinin sözleriyle genelde telaşsız bir yapıya sahip Siyabend elini anlına vurdu telaşla. Nasıl da unutmuştu. Rıdvan Ağa bunu bir süre başına kakardı.
"Hemen gidiyorum abi. Aklımdan çıkmış." dedi.
"Sen zahmet etme. Cihan gitti karşılamaya. Sen en sevdiğin yere, yani şantiyelere gideceksin ağam. İstersen not bırakayım. Unutursan falan." dedi hala zirvedeki öfkesiyle. Söylene söylene terasa çıkan merdivenleri çıkmaya başladı hafif tebessümle. Çünkü Siyabend'in en nefret ettiği yerdi şantiye, toz toprak. Siyabend unuttuğu için çocuk gibi cezalandırılmıştı. "Yapacak bir şey yok" diye düşündü içinden. Terasa çıktığında karısı Meran, kız kardeşi Nazlı, annesi Sare hanım ve büyük annesi Feyruz Ana kahvaltı masasına çoktan yerleşmişti. Cihan, Japonları hava alanından alıp direkt şirkete geçecekti.
O sıralarda Siyabend odasında giyinirken bir yandan da olanları düşünüyordu. Abisi, babası öldükten sonra şirketin, çiftliğin ve konağın tüm yükünü omuzlarına almıştı. Annesine, babaannesine, kardeşlerine, ona ve bir de kendi elleriyle karanlığa ittiği Güneşine babalık yapmıştı.
O sırada odasının kapısını açtı ve karşısına çıkan ahşap kapıyla donakaldı. Eve ilk gelişini hatırlıyordu Senem'in. İlk zamanlar hiç konuşmazdı. Annesi Sare hanım nereye gitse peşinden ayrılmaz, Rıdvan'dan ise çok korkardı. Yavaş yavaş aileye alışmış, Siyabend demeye dili dönmeyince de "Araf" demişti anlamını bilmeden. Aynı evde yaşayıp aynı okula gitmişlerdi. Senem mimar, Siyabend ise mühendis olacaktı. İlk hayalleri buydu ortak olan. Yıllar sonra Senem'in hislerini öğrenince başladı ilk filizler. Ta ki o filizleri kendi elleriyle tek tek koparıncaya kadar... Bir daha da çiçek açmadı bu kurak topraklar. Yaşananların sırayla aklına üşüşmesiyle iç geçirdi Siyabend, farkında olmadan. "Benim sevgim değildi az ve küçük olan, onun sevgisiydi bizi ayakta tutan" diye fısıldadı ahşap kapının karşısında. Aklına gelen isimle kafasını salladı unutmak ister gibi. Sanki unutabilecekmiş gibi.
Kahvaltı için terasa geçti kapının önünde daha fazla oyalanmadan. Terasa inip masadaki yerine oturduğunda Feyruz Ana yine Nazlı'ya takılıyordu.
Sare hanım masadaki çocuklarına baktı. Hepsi yanıbaşındaydı. Rahmetli yengesi Esma'nın emaneti dışında. Yardımcılardan biri Sare hanıma halen çalmakta olan telefonunu getirdi. Herkes bu saatte arayanı merak ederken Nazlı telefonu yardımcı kızın elinden alıp, arayanın kim olduğuna baktı. Ekranda gördüğü isimle dondu kaldı. Bir annesine bir abilerine baktı.
Bunca yıl sonra nasıl birden ortaya çıkmıştı. Arayan Senem'den başkası değildi.
*Kasım ayları, hızır ayları: Eskiden halk arasında yıl, kış ve yaz olarak iki mevsime ayrılırdı. Kasım ayıyla başlayan kış Mayıs ayına kadar devam ederdi. Mayıs ayının 5'inden sonra Hıdrellezin kutlanmasıyla birlikte; havaya, suya ve karaya düşen cemreler sonucu havaların ısındığına ve hızır aylarının başladığına inanılırdı.
***
Merhabaa! Umarım konağımızın yerini beğenmişsinizdir. Urfa'da böyle bir yer olduğunu ben de bilmiyordum. Ama gördüğümde kesinlikle konağın burada olmasını istedim.
Birecik'te yaşayan pek çok aşiret var ama Gencer ve Kozcu aşireti hayal ürünüdür. Diğer aşiretlerin isimleri doğrudur. Ama aşiretimizin Türkmen olması ve Türkçe konuşması da kurgudur. Urfa'da yaşayan aşiretlerin çoğunluğu Kürtçe, Arapça, Zazaca ve Türkçe konuşmaktadır.
Geleneksel figürlere sadık kalmaya çalıştım. Umarım beğenerek okumuşsunuzdur.
Daha yolun başındayım, önerilerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum.
Yeni bölümde görüşmek üzere...
Sevgiyle kalın,
S & S
|
0% |