Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left 1.
Bölüm
@arskusuf
KOAN

1.BÖLÜM
HAKİKATİ ÖZLEYEN BİR YÜREK
SENE: 2060, YER; TÜRKİYE/İSTANBUL

Zafer Bey gözlüklerini düzeltti, arkasına yaslandı, derin bir nefes aldı, hadi başlayalım bakalım bu sefer neler konuşacağız diye bana sorarak önüne doğru eğildi, parmaklarını birleştirip,Sahte olduğu için itici duran bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Ya o beni anlamıyor yada ben kendimi ona bir türlü anlatamıyordum.

Peki neden buradayım ? Çünkü Marayla bir sorunum var,Zafer Beyde bir Marolog olarak benimle ilgilenmek zorunda ve bende sistemin dışına itilmemek için burada benimle ilgilenmesini kabul etmek zorundayım,Sisteme tamamen zıt olmadığım,tamamen muhalif olmadığım için başıma bir şey gelmedi ama yinede sistemin tam olarak istediği gibi bir insan olamadığım için sistem beni bir türlü anlaşamadığım bu soğuk suratlı,ben herşeyi çözdüm ve kimse hayatı benden iyi bilemez tavrındaki bu adamla ayda bir kere muhattap olmak zorunda bırakıyordu. Ve bende “tamam tamam siz haklısınız,toplum,devlet,insanlar hepiniz çok sağlıklısınız bozuk olan benim” diyemediğim aksine onları suçladığım için ayda bir kere Zafer Beyle seanslarımız devam edecek gibi duruyordu. Şüphesiz bu beni iyileştirme değil ıslah edilmiş bir domuza dönüştürme çabasıydı.Tamam kabul ediyorum bende tam olarak sağlıklı sayılmam ama bu diğer herkesin benim hakkımda yaptığı tonca yargıyı otamatikmen doğru çıkarmaz. Düşene bir tekme atmak ülkemizin her yanında çok yaygın bir adettir.

Zafer Bey Berfine bize iki tane çay getirmesi için seslendi, Berfin Zafer Beyin yanında çalışmaya başlayan yeni bir stajyerdi, kendisiyle bugün tanışacaktım, ileride insanların yaratıcılığını öldürüp,ambalajlı bir robota çevirecek olan pardon ileride daha sağlıklı olmamızı sağlayacak olan Maraloglardan biride o olacaktı. Ah Ebu Ferisi (2030 yılında iktidara gelen başkanımız) sen yok musun sen başımıza neler açtın, akşamın sekiz buçuğunda yine bir ilkbahar mevsiminde bir istanbul akşamında farklı bir yerde olmak isterdim oysa ki, Münzevi bir insan olarak insanların beni çözmeye çalıştığı bu tarz ortamlar,hemde resmi bir ciddiyetin olduğu bu ortamlar beni ziyadesiyle rahatsız ediyordu.

Berfin çayları getiresiye kadar Zafer Bey hafif hafif konumuza girmek için yine her zaman yaptığı gibi ufak ufak sorular sorarak beni anlamaya çalışacaktı. Ve şu anlamsız soruyu sordu;

“Tam olarak hayattan ne istiyorsun ?”

Tam olarak bu hayattan ne mi istiyorum ? bunu biraz düşünmem lazım...Aslında hepinizin gerçekten istediği şeyi bende istiyorum,huzurlu bir şekilde özgürce yaşamak, kula kul olmadan,hakikati korkusuzca aramak,kaybolmak,kaybolmanın içinde bir daha kaybolmak,o kadar kaybolmak istiyorum ki;sanki ne kadar çok kaybolursam o kadar bulabilirim kendimi ve uzaklaşırım,bu herkesin aynı derecede aynı şeylere mutlu olduğu,üzüldüğü,aynı yaratılmış Tanrıya taptığı ki onlar Tanrıyı bir çeşit mafya babası olarak hayal ediyorlar, aynı düşünce yargılarına sahip oldukları,aynı bayrakları salladıkları,aynı marşları sorgulamadan haykırdıkları,Karakterini ve özünü yitirip tek tip insan olmanın milli birlik sanıldığı,aynı duvarlar ve teknolojik aletlerin ötesinde esir olarak kalmış bu ruhlardan sıkıldım, çok sıkıldım ! Aşık olmak istiyorum öyle ki nefrete dönüşmeyen,böbürlenmeyen, bağırmayan, sakin bir nehir gibi beni alıp hakikatin okyanusuna sevgi ile bırakacak bir aşk istiyorum,sevmek sevilmek,sevişmek, korkmadan ve korkutmama gerek kalmadan sürebileceğim bir hayat,öldüğüm anda son nefesimi verirken iyi ki yaşadım diyebileceğim anlar biriktirmek istiyorum. Yargılanmaktan korkmadan saçmalama hürriyetimi elde etmek istiyorum çünkü bazı zamanlar en matıklı iş saçmalamak olabiliyor,bazen bu perdenin önüne geçerek kendi hayatımın kahramanı bazende en arka koltuklardan birine oturarak hiçbir şey yapmadan bir köşede unutularak kendimle yalnız kalmak istiyorum. Bazen sevgilimi koluma takıp bu şehrin en renkli ve en kalabalık sokaklarında dolaşmak bazende sokak köpeklerinin bile uğramaya gerek duymayacağı kadar ıssız olan sokaklarda gecenin bir yarısı düşüncelerimin içinde kaybolarak yapayalnız bir şekilde saatlerce dolaşmak istiyorum. Hem bir matematik formülü hemde tüylerimi ürperten bir piyano notası olabilimeyi diliyorum, evet galiba tam olarak ben hayattan bunları istiyorum.

Daha lüks bir ev,daha iyi bilgisayarlar telefonlar,daha entirikalı diziler,daha çok Sigara,Alkol,Uyuşturucu,Amelodram(devletin sattığı yasal uyuşturucu),daha çok egosal aşk,İnternette daha çok takipçi,cinsellik ve futboldan ibaret bir hayat ,acı ve hazdan başka hiç bir şey hissedemez hale gelen bir yürek istemiyorum,istemiyorum,hiçbirini istemiyorum artık !

Artık karnım doysun,suyum olsun, bir bardak kahvem olsun bunlar yeterli hayattan zevk alabilmek için, söylenerek yenilen bir ziyafet sofrası mı yoksa şükredip kıymeti bilinerek yenilen bir tabak yemek mi daha fazla mutluluk verir insana ? sevmek,sevilmek,yardım etmek,affetmek,doğada özgürce dolaşabilmek,geçmişimin pişmanlığına veya geleceğimin kaygısına değil yıldızlara ve gökyüzüne sahip olmak istiyorum !

İstersem huysuz bir edebiyat öğretmeni yada uyuşturucu bağımlısı bir pokemon olayım neyim var ki yaşadığım şuan dışında ? insanın hayatı yaşadığı şuandan ibaret değil midir ? geçmişi düşünüp acı çekerken yada geleceğin kaygısını hissederken bile bunu şuan yaparız,sonuç olarak geçmiş veya gelecek muallak bir ilizyonla karışmış ve her an insanın düşüncelerine bağlı olarak temelsiz bir şekilde değişirken, hiçbir zaman insana tam anlamıyla eminiyet veremez.Fakat yaşadığımız şuan ise doğumdan ölüme kadar bize eşlik eden,bizimle ölüme kadar gelen sadık bir dosttur. Dolayısıyla aslında bu hayatta sahip olduğum tek şeyin kıymetini anlamak istiyorum, yaşadığım tek anı doya doya yaşayabilmek yani şimdiyi hayatı deneyimlediğim o anda tüm duyularımla keşfedebilmek istiyorum çünkü şuanı yaşayamayan hayatınıda yaşayamaz.Yaşadığımız en güzel an şuandır. ah neyse çok fazla aşka geldim,hayattan ne istediğimi izah etmeye devam edeyim.

Bir gün korkmadan aşık olabilirsem hayata,doğaya veya ruh hastası ama güzel bir kadına (evet kadınların çoğu ciddi anlamda ruhsal bir hastalığın pençesindedir fakat burada beyfendiler böbürlenmemeli zira onları bu beyler hasta ettiler,bir deliyi daha şiddetli bir deliliğe kim sürükleyebilir? tabii ki’de daha fazla deli olan başka bir deli!) kendimide keşfedebilirim ve kendimi keşfedersem Tanrıyı ve hayatın anlamınıda keşfederim.

Git gide materyalizme teslim olan bu dünyanın içinde Tanrı diyerek oldukça yasaklı bir konuya girdiğimi hissediyorum çünkü çağımızda maneviyata değer kalmadı maneviyata değer gösteren insanların bir çoğuda maneviyatı kullanarak maddiyat elde etmek peşindeler ve doğaüstü şeylere inanmanın git gide aptallık olarak kabul edildiği bu dünyada şimdi ben size Tanrıdan bahsederek oldukça yasaklı bir konuya giriş yapmış olacağım çünkü muhtemelen benim biraz aptal olduğumu düşüneceksiniz (açıkçası haklı olmanızdanda korkmuyor değilim) ama herşeye rağmen ben cesur bir adam olacağım ve aptal görünecek olmanın riskine rağmen bu yasaklı konuya derinlemesine bir şekilde girmeye çalışacağım.

Korkmayın çağımızın New Age Hareketi gibi burnum akarken Tanrı olduğumu iddia edecek değilim,zira yaratıcı bir insan olarak gördüğüm şahsımı bu kadar sıradan bir cevap vermeyide kendime yakıştıramam,tamamen farklı bir adam olan benim yine size tamamen farklı bir süpriz yumurtam var elbet bu konuda !

Evet ben Tanrı değilim fakat ben Tanrıdayım her insan gibi milyonerim fakat ben çöpleri karıştırmayı tercih ediyorum,ve değersiz birkaç çöp için tüm dünyayla kavga ediyorum ! ah işte o çok önemliymiş gibi çocuklarımıza zorla öğrettiğimiz insanlık tarihi çoğunlukla bundan ibaret. İnsanlar hedeflerine ulaşamazlarsa huzursuz oluyorlar ama hedeflerine ulaşırlarsa da huzursuz oluyorlar o zaman tonca dini ve felsefi kitap ne işe yaradı ? eğer mutsuz bir şekilde hayatı kaçırıyorsak, eğer bir çiçeğin kokusunu gerçekten keşfedip,bir ağaçla olan içsel sevgi bağını hissetmemize yardımcı olmuyorsa ? bir kedinin gözlerine bile dünün acısı ve geleceğin kaygısından gerçekten bakamıyorsak felsefenin ve dinin ne anlamı kaldı ki hayatı ve kendimizi keşfetmemize yardımcı olmuyorlarsa ? bir suyun içinde taşıdığı saflığın güzelliğini görmemize yardımcı olmuyorlarsa ? Şimdi bana “bu dediklerinin Tanrıyla ne alakası var !” dediğinizi duyar gibiyim fakat bence çok önemli bir noktayı kaçırıyoruz,ben kimseye fastfood vererek spritüeller veya din adamları gibi zehirlemeye çalışmam,benim mutfağım biraz daha sağlıklı hemde bedava ! o yüzden sabredin.. Hem bu arada siz kendinizi bile keşfetmeden Tanrı denilen bu koca evreni yaratmış olan o mukaddes şeyi nasıl keşfetmeyi bekliyorsunuz ? bence pek samimi değilsiniz.

Bakın bunu iyice sindirmenizi istiyorum geçmiş depresyon demek,gelecek ise endişe ve korku demek peki depresyonda ve korkan bir zihin ne kadar dindar olabilir ? daha bu yeryüzünün sıkıntılarından,endişelerinden bir nebze olsun özgürleşememiş bir insan size nasıl göksel bir hazine verebilir ! böyle bir insan isterse tüm kutsal kitapları hatta tüm kitapları okusun (genelde okudukları kitaplar üç beş taneyi geçmez zaten ) ama sana öğreteceği hiçbir şey olamaz ! çünkü sahip olduğu tek şeye dahi sahip çıkamamıştır; şu ana. Sizler daha bu kısacık hayatınızın size sunduğu küçük ama güzel mucizeleri dahi fark etmemişken ne kadar çabuk bir yaratıcı fikrine kapılıp peşlerinden gidebiliyorsunuz !

Oysa hayat mutluluk demek neşe demek coşku demek huzur demek sevmek demek ve bazende sevginin yol açtığı acı demek ( evet sistemin size dikte ettiği gibi sürekli mutlu olmak zorunda değilsiniz zira hiç acı çekmeseydiniz muhtemelen zihniyetiniz sekiz yaşındaki bir çocuğun zihniyetiyle bir olurdu) insanın özü işte bu duygulardan ibaret! bu yüzden asla korku ve endişe verici hiçbir şey bize içsel pırlantamızın güzelliğini veremez kaldı ki Tanrıyı insana hiçbir kitap hiçbir guru,hiç bir din adamı veremez çünkü o zaten kişisel olarak sahip olduğumuz bir değerdir, o halde hali hazırda sahip olduğumuz bir şeyi bize kim verebilir ? ama gözlerimizi açmazsak hayatımız boyunca aradığımız ama aslında sahip olduğumuz o en güzel pırlantayı nasıl görebiliriz ?

Tanrı inanılacak veya iman edilecek bir fikirden ibaret olmamalı keşfedilecek ve deneyimlenecek bir yaşam tarzı olmalı. Ama şimdi dürüst olacağım bizler Tanrıyı keşfedemeyiz bizler yaşadığımız şuanı ve bunun vesilesiyle kendimizi keşfedersek bunun akabinde Tanrısal o güzelliği elde ettiğimiz keşifler ve deneyimler neticesinde bilebiliriz çünkü insan gerçekten bakmayı ve gerçekten duymayı bilirse herşeyin Tanrının mevcudiyetinin içinde varolduğunu dolayısıyla herşeyin hakikate giden bir köprü olduğunu keşfedebilir evet çok süslü ve güzel cümleler kuruyorum ama herşeye rağmen kendime mistik bir hava katmaya çalışacak değilim zira bahsettiğim şeye,bahsettiğim o tinsel hazza sizler Tanrı dışında başka bir isim takabilirsiniz,ona ruhsal tatminiyet,içten doğan sevinç,nedensiz huzur veya en güzeli seslerin ardında ki sessizlik,yani kısacası sadece sessizlik diyerek en güzel şekilde özetleyebilirsiniz.
Aslında ne isim taktığınız çok önemli değil benim demek istediğim tek şey; şuanı yaşamayı bir hayat pratiği haline getirebilmek ve bunun akabinde zihnimizde oluşan gürültü kirliliğini bir kenara iterek kendimizle başbaşa kalabilmektir. Biz düşünceyi o kadar kutsallaştırdık,onu o denli bir hayat amacı haline getirdik ki biz düşünceyi yönetmemiz gerekirken bu sefer o bizi yönetmeye başladı dolayısıyla düşüncemiz azgın bir sel gibi biz istemesek bile bizi acınıın,pişmanlığın,gereksiz ruhsal bunalımların içine sürükledi,evet hiç birimiz özgür değiliz,hepimiz zihnimizin bize dikte ettiği hapishanelerin içinde zihnimizi tatmin edebilmek için biçilen o rolleri tekrarlıyoruz dolayısıyla bu hapishaneden özgür olup gökyüzünü dahi göremeden Tanrıyı görmeyi nasıl bekleriz ?

Şimdi diyeceksiniz ki “ben düşünce değilsem o zaman başka ne olabilirim?” eğer gerçekten düşünce olduğuna inanıyorsan dünyanın neden bu kadar çelişkili bir yer olduğu belli oluyor. (çünkü düşüncelerimiz her geçen gün değişiyor ve her geçen gün birbiriyle zıt binlerce düşünceyle yaşıyoruz)
Sözün özü insan Tanrıyı bulduğunda yani gerçek anlamda yalnız kalabildiğinde,kendisini ve hayatın anlamınıda bulacaktır çünkü aslında hepsi bir üçgenin köşeleri gibi birbirlerine bağlı değil midir? Tanrı fikriyatı sıkıcı olmamalı o bir rock konseri kadar keyifli bir hayat tarzı olmalı. Evet o kesinlikle bu dünyanın en tutkulu ve keyifli işi olmalı.

İşte bende bu şekilde hayatı deneyimleyerek kendime has bir yaşama sanatı geliştirmek ve hiç bir gölgenin olmadığı doya doya atılan kahkahalar istiyorum, herşey ne kadar kötü gözükürse gözüksün,hayat senaryomuz ne kadar kötü olmuşsa olmuş oysa hepimiz uğruna küçük bir mutluluk yeterdi baştan başlayabilmek için. Çok şükür,Çok şükür,Çok şükür sana Ey Rabbim çünkü tek anlamak zorunda olduğum şey kendim ! Çok şükür Rabbim çünkü artık kendini birbiriyle tüm çelişkili düşünce yığını sanan,güneşin doğuşunu ve rüzgarın güzelliğini,yüreğinde ki sevgiyi keşfedememiş uyuşturucu bağımlısı bir pokemon değilim artık ! ama o turuncu saçlı hatun için Ash olabilirim.

Tüm bu süslü ve bilgece cümlelerime rağmen hakikati bildiğimi ve yolumun tek doğru yol olduğunu iddia etmiyorum, peki neden ? çünkü her insanın iç dünyası birbirlerinden o denli farklıyken herkes için tek bir doğru yol olduğunu iddia etmek aptallık olurdu ve ek olarak ben sizin şeyhleriniz,gurularınız gibi sizlerden maddi,manevi bir kazanç beklemiyorumda ondan ! dolayısıyla böyle bir kaygı içine girmeye gerek duyacak bir dürtüde hissetmiyorum,nerede biricik hakikati bildiğini iddia eden ve diğer herkesin bir şeytan olduğunu iddia eden adam varsa (neredeyse tüm dini cemaat önderleri yada tarikat liderleri kendileri dışında diğer herkesin derin bir gaflette olduğunu iddia ederler zira kim potansiyel müşterisini bölenleri sever ki ?) o adam muhtemelen sizi bir kaz gibi yolmak için bunu yapıyordur,ben sadece güzel cümleler kurmayı bilen ve kendi halinde yaşadığı anla beraber yaşayıp giden adamın tekiyim.

Diyecektim ki karşımda ki insanın beni anlamasının mümkün olmayacağını ve bu duygularımı paylaşacağım zaman beni anlamamasının beni bu dünyada çok daha yalnız hissettireceği için “Hayattan ne istiyorsun” sorusuna sadece ağzımı yaya yaya “hiç!”cevabı vermeyi tercih ettim. Evet az önce zihnimde kurduğum o tonca hayat ve tanrı konusunda ki fikri yine zihnimin bir köşesine atarak hiç kimsenin bilemeyeceği izole bir kaderin kollarına yolladım.

Zira bunları paylaşsam kınanacaktım ve belki deli yerine konulacaktım,oysa televizyonu açıp haberleri ve programları izlediğimde bende insanlığı deli yerine koyuyorum, bazen acaba dünyayı bir ruh hastası yönetseydi bundan farklı olabilir miydi? Diye merak etmeden duramıyorum..Binlerce insanın katili olan ırkçı bir diktatör, veya insanları kendime kul etmeye çalışan bir şeyh,papaz,haham,molla,din tüccarı olsaydım belki milyonlarca insan tarafından alkışlanabilirdim çünkü insanlar hakikati aramak istemezler sadece basit çözümlerle günlerini kurtarmak isterler ama bir gün kurtaracağımız bir gün olmayacak ve belki o gün yarın, o zaman, peki o zaman nereye kadar kendimizi acı ve hazdan oluşan bir ilizyon ile uyuşturmaya devam edeceğiz? Yaşamın içinde yaşamak için daha ne kadar bekleyeceğiz, ah dünyayı fethetmiş insan ama gökteki kuşlar kadar bile özgürce göç edemez. Bir kedi kavga ederde kendini beş on dakika sonra kavgadan kurtarır ama bir insan kavga eder ve belkide kendini o kavgadan beş on sene sonra bile kurtaramaz. bu dünyaya baktığımda anladım ki ne kazanırım, ne kazanabilirim ki yensem seni hatta hepinizi yenmeden önce kendimi ?

Ben bunları düşünürken Berfin çayları getirip Zafer Beyle önümüze koydu, hayat hakkında konuştuğumuzu duyunca bana dönüp “İlk başta sizi tek derdi Aşk olan ergen ruhlu biri sanmıştım çünkü son günlerde hep aşk yüzünden amelodramı ile sıkıntı yaşayan insanlar bu marahaneye geliyor” dedi.

İçtiğim çayı ağzımdan püskürmemek için zor tuttum kendimi ve asla anlamında kafamı salladım. Berfin gülerek “Aşkı bu kadar hafife almayın,dünya üzerinde bir çok savaş,barış ve en büyük mutluluklar ile en büyük kederlerin çoğu Aşk nedeniyle ortaya çıkmıştır.Belki bir gün sizde gerçek bir aşk yaşarsınız” Dedi.

Bende tamam kardeşim sen diyorsan doğrudur anlamında kafamı salladım tartışmaya girmek istemiyordum çünkü bu ortamlar beni çok daraltıyor biran önce buradan kurtulmalıyım.

-Hayat hakkında ne düşünüyorsun ?

+Bu bir hikaye Zafer bey

-Hikayeleri sever misin ? 

+İnsanlar sadece sonunda iyilerin kazandığı hikayeleri seviyor belkide gerçek hayatta böyle olmadığı için tatmin olabiliyorlar gerçek hayat adil olsaydı hikayelere ne gerek kalırdı ? hayır ben hikayeleri sevmem çünkü gerçek değiller ve ben artık kendimi kandıramadığım için bu marahane kliniğindeyim gerçek hayat böyle değil.

-Gerçek hayat nasıl senin için ?

+Hepimiz bunu düşünmüşüzdür Zafer bey dünyanın deliliğine bakıyoruz çocuklar tecavüze uğrayabiliyor, bebekler savaşta ölebiliyor ,insanlar toplu kıyımlar yapıyor her insan inandığı dinin ve ideolojinin "barışı" emrettiğini iddia ediyor, lakin hepsi bir biriyle savaşta yarışıyor ve bizde günlük hayatımızda buna bakıp kendimizin farklı olduğuna inanıyoruz.

- Biz günlük hayatını rutin olarak yaşayan insanlar olarak tecavüzcülerden, katillerden, teröristlerden farklı değil miyiz ?

+Hayır Zafer bey farklı değiliz ! bizim bir Teröristten bir tecavüzcüden bir ruh hastasından farkımız yok ! kesinlikle hiç bir farkımız yok ! çünkü aldığımız temel aynı beslendiğimiz şeytani güç aynı ; Maramız. Teröristler insanları öbür dünyaya göndermek üzere öldürüyor biz "barışçı,düzgün bir hayat yaşayan" insan toplulukları ise insanları bu dünyada kalmak üzere öldürüyoruz.

En çok acı çekmiş insanları en çok aşağılıyorsunuz oysa en çok sevebilecek olan onlardı sizi, bir yürek anca yanıp genişledikçe içine en fazla kişiyi alabilirdi.Tek bir bakışımız tek bir tavrımız tek bir hareketimiz bile buna yetebiliyor ve bundan şeytani bir haz alıyoruz tıpkı arenada rakibini öldüren gladyatörler gibi bizde nankörlüğümüz uğruna başkalarını öldürebiliyoruz.  Başkalarının eşyalarını kullandığımızda ikinci el eşya kullanmış oluyoruz başkalarının çoraplarını yada diş fırçasını kullanmaktan iğreniyoruz, oysa neden hiç sorgulamadan başkalarının düşüncelerini toptan kabul etmenin de bu kadar iğrenç olduğunu fark edemiyoruz, insanı samimiyetsiz yapanda bu değil midir Zafer Bey ?

-Farklı bir insan mı olmak istiyorsun istediğin ölçüde farklı da olabilirsin zaten Arş seni kısıtlamıyoruz. 

+Şimdi burdan düzgünce yürüyerek çıkabilirim sırf toplumdan farklı olmak uğruna amuda kalkarak gitmeye çalışacak değilim.Yaradanın hoş tinsel sevgisini zaman zaman deneyimliyorum o yüce saf karşılıksız sevgi tüm ömür boyunca keşfedilecek güzel bir gizem.Sırf toplumdan farklı olmak uğruna onu reddedecek değilim ama anlamadığım bir dilden duaları robot gibi tekrarlamak yerine güzel bir şarkı açıp en sevdiğim şarkıyı ona söylemek benim için daha güzel bir ibadet olur en güzel şarkılarımı ona adamak, Aşık olduğum kişiyi ona anlatmak ve o kızı onun kadar bile sevdiğimi itiraf edebilmek, kalbin diliyle onunla konuşmak , Çıkarıma ters olsada ona olan sevgimden dolayı bir taşın altıma elimi sokmak .hiç bir şey yapmadan oturmak onu düşünmemek bile zihnimi boşaltıp ona yer açmak, Ondan bir şey istemek için dua etmek değil hiç bir neden olmasa bile şükretmekten gözlerimden yaşlar boşalasıya kadar samimiyetle şükretmek şükredersem artar ticaretiyle değil şükretmek için şükretmek, cennet için değil onu onun için sevmek sadece, zaten o zaman cennet ardından geliyor ama hayır burada toplumdan ayrılıyorum Zafer Bey toplum inlerden cinlerden şeytanlardan korkmuyor onlardan uzak durmak istemiyor toplum güzel Yaradanımızdan korkuyor çok fazla çok fazla onun hakkında şeyler ezberliyor oysa o saf ve herkese kendini gösterebiliyorsa benim Arapça,Latince,İbranice bilmeme gerek yok ama bir dil öğrenmem lazım Zafer bey bir dili öğrenmem lazım oda kalbimin dili ve burada öğretmende öğrencide benim çünkü bu kutsal gizem yaratılış gereği içgüdüsel bir ilhamdır.

İşte o ilham tek evrensel dildir derler ya şarkılar evrenseldir diye çünkü kalbin diliyle yazılmıştır, gözyaşı evrenseldir çünkü kalpten akmıştır, kahkahalar evrenseldir kalpten gelmiştir işte Zafer bey ezberlediğimiz o tonca bilgi tonca dil tonca ayin tonca entelektüel çaba değil bizi sadece kalbin dili kurtaracaktır o birleştirecektir ve o Yaradanımızın yediden yetmişe, profesöründen okuma yazma bilmeyene kadar bizimle kalplerimiz aracılığıyla konuştuğu tek dildir, onu çok rahat bir şekilde duyabiliriz yeter ki vicdanımız ile kendimiz arasına bir engel koymayalım, bağıra çağıra onun adına söylediğimizi idda ettiğimiz ilahilerin ve anlamadığımız dildeki duaların seslerini biraz kısıp acaba kalbimiz ne diyor diye dinleme cesaretinde bulunalım. O zaman istemeseniz bile toplum daha güzel bir hale gelecektir, çünkü bireyler artık kalplerini inkar etmeyeceklerdir,kalbi inkar etmek bir yerde aklı inkar etmektir, aklı inkar etmekte bir yerde Allahı inkar etmektir, bu üçü asla bir birine karşıt olamaz aksine birbirlerini tamamlarlar, bazen sağ tarafta bulunan bir yere erişmek için düz ilerlemen veyahut sola sapman gerekebilir, benim içsel keşfim budur !

-Sevdiğiniz kızı anlatmak mı ?,sizi tam olarak anlayamıyorum, Amelodram desteğinizi alıyor musunuz ? Maranızın durumu çokta iyi görünmüyor biliyorsunuz öfkesiz,nefretsiz,şiddetsiz ve sağlıklı bir yaşam için Maranızda sağlıklı olmalı
modal aç
modal aç
modal aç