Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@avery_fonce


☾Emris☽


Hastane koridorlarında ilerlerken, her adımım ağır ve düşünceliydi. Elimde sıkıca tuttuğum hazır çikolatalı kekler, vişneli ve karamelli, birer teselli gibi duruyordu ama içimdeki boşluğu doldurmuyorlardı. Koridorun ışıkları soğuk ve parlaktı, beyaz fayanslar ise neredeyse kusursuzdu, her köşesi steril ve temizdi. Ama tüm bu düzenin içinde bir huzursuzluk vardı, sanki her şeyin yüzeyinin altında bir kırılganlık yatıyordu.


Adımlarımı atarken, yere bakıyordum. Fayansların pürüzsüz yüzeyine dikkat kesilmek, düşüncelerimin dağılmasına yardımcı oluyordu. Bir yandan da yanımdan geçen hemşirelerin ve hastaların sesleri, hastane hayatının monoton fonunu oluşturuyordu. Hemşirelerin beyaz üniformaları, hastaların yavaş ve dikkatli adımları, birbirine karışan tıbbi cihazların hafif bip sesleri… Her şey bir ritme bağlı gibiydi.


Bu koridordan daha önce defalarca geçmiş olmama rağmen, her defasında aynı duygu yüklüydü. Kafamın içinde dolanan düşünceler, bir yandan David'in kayboluşu, bir yandan Avery'nin durumu... Hepsi iç içe geçmişti. Boğazımda bir düğüm vardı, sanki nefes almak bile zorlaşıyordu.


Duvarlardaki steril beyaz, duygularımı daha da belirgin hale getiriyordu. İçimdeki karanlıkla tezat oluşturan bu temizlik ve düzen, sanki her şeyi daha da belirgin kılıyordu. Adımlarım yavaşlamıştı, ağır bir yük taşırmışçasına ilerliyordum.


Gözlerim kısa bir an için yukarı kalktı ve koridorun sonundaki pencereden içeri süzülen güneş ışığını gördüm. Bu ışık, içerideki soğuk beyazla garip bir kontrast oluşturuyordu. Güneşli bir gün olmasına rağmen, hastanenin içindeki bu ışık bile sanki bir umut kırıntısı taşıyamıyordu.


Elimdeki keklere baktım. Vişneli ve karamelli. Avery'nin en sevdiği tatlılardı. Onu biraz olsun neşelendirebilmek için getirmiştim. Ancak içimde bir ses, bunun yetersiz olduğunu fısıldıyordu. Ne yaparsam yapayım, hiçbir şey onun yaşadıklarını hafifletmeye yetmeyecekti.


Adımlarımı tekrar hızlandırdım, Avery’nin kaldığı odaya doğru ilerliyordum. Hastanenin bu bölümü daha sessizdi, sanki zaman burada daha yavaş akıyordu. Odaların kapılarının önünden geçerken, içlerinden gelen hafif mırıltılar, hırıltılar ve ara sıra duyulan ağlama sesleri, buranın duygusal yükünü daha da artırıyordu.


Avery'nin odasına yaklaştığımda, kalbim hızla çarpmaya başladı. Elimdeki keklerin paketlerini sıkıca tutuyordum. Kapının önünde durup derin bir nefes aldım. İçeri girmeden önce kendimi toparlamam gerektiğini biliyordum. Avery'nin yanında güçlü durmalıydım, ona umut vermeliydim.


Kapıyı hafifçe araladım ve içeriye baktım. Oda, hastanenin genel soğukluğunu taşıyordu ama Avery'nin varlığı buraya bir nebze olsun sıcaklık katıyordu. Yatağında yatıyordu, yüzü solgun ve yorgundu. Gözleri kapalıydı ama uyuyor muydu, yoksa sadece dinleniyor muydu, anlayamıyordum.


Sessizce içeri girdim, kekleri yatağının yanındaki küçük masaya bıraktım. Oturmak için bir sandalye çekip yanına oturdum. Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim ve onu izlemeye başladım. Onun yanında olmak, ona bir şekilde destek vermek istiyordum. Ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum, ama varlığımın bile ona biraz olsun güç vermesini umuyordum.


Avery'nin yanındaki bu sessizlik, bir yandan huzur verici, bir yandan da boğucuydu. Onun yaşadığı acıları dindirmek, içimdeki çaresizlik duygusunu hafifletmek istiyordum ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim, burada olmak zorunda olduğumdu. Onun yanında, ona destek olmak, her şeyden önemliydi.


O, komadaydı.


Avery tam iki haftadır komadaydı. Üniversitenin düzenlediği gezi sırasında, öğrenciler dört kişilik gruplara ayrılmıştı. Her grup belirlenen saatlerde geri dönmüşken, en son Avery’nin grubu dönmemişti. Saatler ilerledikçe endişe artmış, öğretmenler ve üniversite görevlileri onları bulmak için seferber olmuşlardı. Tüm kampüs, sınıflar, laboratuvarlar, bahçeler ve her köşe bucak aranmıştı. Ancak hiçbir iz bulunamamıştı.


Endişe ve merak, yerini paniğe bırakırken, öğretmenlerden biri, üniversitenin tadilat yapılan kısmını kontrol etmeyi önerdi. Bu öneri, üniversite çalışanları tarafından hemen reddedildi. O bölgeye giriş yalnızca dekanın sahip olduğu özel bir anahtarla mümkündü ve öğrencilerin orada bulunmaları imkansızdı. Ancak öğretmenler ısrarcıydı. Tüm diğer ihtimaller tükendiğinde, dekandan anahtar alındı ve o kilitli kapı açıldı.


Kapı açıldığında, karşılarına çıkan manzara ürkütücü derecede sessizdi. İçeri girdiklerinde, loş ışıklar altında karanlık ve geniş bir koridor onları karşıladı. Her adımda, ayak sesleri yankılanıyordu. Tozlu zemin, uzun zamandır burada kimsenin olmadığını gösteriyordu. Eski duvarlar, ara sıra duyulan tıkırtılarla birlikte sanki binlerce yıllık bir tarihi gizliyordu. Öğretmenler, koridor boyunca ilerlerken birbirlerine tedirgin bakışlar atıyorlardı.


Bir süre ilerledikten sonra, koridorun sonunda eski bir merdiven başında durdular. Orada, tozla kaplanmış bir tekerlekli sandalye duruyordu. Sandalye, tek başına orada dururken, çevresine bir umutsuzluk havası yayıyordu. Öğretmenler, merdivenin aşağısına baktıklarında, yerde hareketsiz yatan bir bedeni fark ettiler. Kalpleri ağızlarına gelmişti. Hemen merdivenlerden aşağıya koştular.


Avery, yerde bilinçsizce yatıyordu. Başından ve bacaklarından kan sızıyordu. Yüzü solgun, vücudu hareketsizdi. Onu bulduklarında, iki bacağı da kırılmıştı. Kolundaki kemikler zedelenmiş, başında derin bir yara vardı. Öğretmenlerden biri hemen telefonu çıkarıp acil servisi ararken, diğerleri Avery’nin nabzını kontrol ediyordu. Yavaş ama belirgin bir nabız vardı. Hemen ambulans çağrıldı ve Avery hastaneye kaldırıldı.


Hastanede yapılan ilk müdahalelerin ardından, Avery yoğun bakıma alındı ve komaya girdi. Vücudundaki yaralar ciddi olsa da, en büyük endişe başındaki yaralanmaydı. Beyin sarsıntısı geçirmiş, kafatasında çatlaklar oluşmuştu. Hastane odasında, sessizce yatarken, dışarıda onun için dua eden ve endişelenen onlarca insan vardı.


O gün, sadece Avery bulunmuştu. Geri kalan üç kızın nerede olduğu bilinmiyordu. Bu kayboluş, üniversiteyi ve tüm topluluğu derin bir şoka sokmuştu. Polis, olayı derinlemesine araştırıyor, her türlü ipucunu değerlendiriyordu. Ancak hiçbir iz, hiçbir işaret bulunamıyordu. Üç kız, sanki buharlaşmış gibi ortadan kaybolmuştu.


Avery’nin bulunması ve diğer üç kızın kaybolması, üniversitede ve lisede bir hayalet gibi dolanıyordu. Kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Ancak herkesin aklında aynı soru vardı: Avery’nin başına gelenler ve diğer kızların kayboluşu bir tesadüf müydü, yoksa ardında daha derin ve karanlık bir sır mı yatıyordu?


---


Avery'nin elini nazikçe tuttu, soğuk ve hareketsizdi. Onu böyle görmek, içindeki çaresizliği ve acıyı daha da derinleştiriyordu.


Ağlamamak için dudaklarını ısırdı. Başını ellerinin arasına aldı, gözlerini sıkıca kapadı. İçinde biriken duygular taşmak üzereydi. Onun yanında güçlü durması gerektiğini biliyordu, ama duygularını bastırmak gittikçe zorlaşıyordu. Yanında uzanan kız, hayat dolu, gülen, enerjik Avery artık yok gibiydi. Onun yerine, sessizce yatan, solgun ve zayıf bir bedeni vardı.


Bir damla gözyaşı istemsizce yanaklarından süzüldü. Başını avuçlarının içine gömdü, içindeki acı ve çaresizlikle başa çıkmaya çalışıyordu. "O burada bu kadar acı çekerken," diye düşündü, "ben nasıl bu kadar güçsüzce davranabilirim?" Avery'nin gülen yüzünü, onunla geçirdiği güzel anıları düşündü. Gözleri doldu, ama bu sefer daha fazla gözyaşını tutamadı. Sessizce ağladı, içindeki acıyı ve özlemi serbest bırakarak.


Avery'nin yatağının başucunda otururken, onun yanında olmanın bile bir şeyler değiştirmesini umuyordu. Tek istediği, onun tekrar gözlerini açması, gülümsemesi ve her şeyin eskisi gibi olmasıydı. O an, dünyanın tüm ağırlığı omuzlarında gibi hissediyordu, ama yine de ona güç vermeye çalışıyordu. Elini tutarak, sessizce dualar etti, onun iyileşmesini ve tekrar hayata dönmesini dileyerek.


Zaman geçtikçe, Emris’in gözyaşları duruldu. Başını kaldırıp Avery’ye baktı. "Lütfen uyan, Avery," diye fısıldadı. "Seni burada yalnız bırakmayacağım." Onunla geçirdiği her anın değerini bir kez daha anladı. Avery'nin yanında kalmaya, onun için güçlü olmaya kararlıydı. İçindeki tüm acıya rağmen, umutla doluydu. Bir gün, Avery’nin tekrar gözlerini açacağı ve birlikte geçirecekleri güzel günlerin geleceği umuduyla yaşıyordu.


☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾

  

Polis memuru, hastane veznesine yaslanmış, dikkatlice etrafı süzüyordu. Karanlık, dalgalı kahverengi saçları hafifçe alnına dökülmüştü ve arkasından küçücük bir atkuyruğu yapmış, mavi gözleri ise keskin ve dikkatli bir şekilde çevresini tarıyordu. İlgili olduğu davanın en şüphe çekici kişisi için buradaydı ve iki haftadır her gün aynı rutini tekrarlıyordu: Avery Grimfrost'un durumunu kontrol etmek. Elinde, üzerinde çikolata lekesi olan bir not defteri taşıyordu; işinin ciddiyetine rağmen küçük zevklerinden vazgeçmiyordu.


Vezneye dayanmışken, beyaz önlüklü hemşire yanına geldi ve konuştu. "Bayan Grimfrost'un belgeleri," dedi nazik bir sesle. Rayne, ağzındaki lolipopu çevirerek sessizce dosyaları aldı ve inceledi. Dosyanın kapağını açarken gözleri dikkatle belgelere odaklandı.


"Avery Grimfrost," diye okudu içinden. "Suç mahallinde yaralı ve bilinci kapalı halde bulundu. En son kayıp kişilerle o konuştu. İki haftadır komada. 18 yaşında. Lise son sınıf öğrencisi. Birçok doktor kaydı ve geçmişi var. Şizofreni tanısı konmuş."


Rayne, bu bilgileri sindirirken arkasındaki hemşire ona doğru yaklaştı. Gergin bir sesle, "Affedersiniz, isminiz neydi bu arada?" diye sordu.


Adam, kıza baktı ve ilgisiz bir ifadeyle tekrar dosyalarına döndü. Klasik, soğukkanlı bir ses tonuyla, "Rayne," dedi.


Hemşire, onun bu soğuk ve mesafeli tavrına alışık görünüyordu. Rayne ise, belgeleri daha dikkatli incelemek için veznenin kenarına çekildi. Avery'nin durumunu ve davanın karmaşıklığını düşündü. Kızın bu kadar uzun süre komada kalmasının ardındaki gerçeği öğrenmek istiyordu. Bu dava onu hem kişisel hem de profesyonel olarak derinden ilgisini çekiyordu.


Çoğu kişi Avery'e acısa da, bu adam onun masum olmadığını düşünüyordu. Küçük bir araştırma yaptığında, kendisinin "David Longahel" davasında da rolü olduğunu bulmuştu. İki kayıp davasında da rolü geçen kız, her zaman "şizofreni" yüzünden kaçamaklar uydurmuştu.


Rayne, ağzındaki lolipopu çöpe tükürdü ve ağzını elinin tersi ile sildi. Sinirleri bozuluyordu.


Ve bu kızın sorununu çözecekti. Daha fazla kişinin incinmemesi için..

Loading...
0%