@aybukenurr
|
Kaç gün, kaç saat veya saniye geçti. Hiçbir fikrim yoktu. Bu heryeri kapalı odada yapayalnızdım. Tek çıkış olan kapı günde sadece iki kere açılıyordu. Biri sabah kahvaltısında diğeri ise akşam yemeğindeydi. Her gün yemekleri farklı kişiler getiriyordu. Sorduğum hiçbir soruya cevap vermiyor ve odadan hızla çıkıyorlardı. Şu an tam da James’in vurulduğu yerde dizlerimi kendime çekmiş bir biçimde oturuyordum. Düşünmekten ve çabalamaktan yorulmuştum. Bu lanet olası odadan herhangi bir çıkış yoktu. Çıkışı geç nefes alabileceğim herhangi bir cam bile yoktu. Dört duvardı. Beni buradan çıkaracakları anı bekliyordum. Sabırla. Tahminlerime göre az sonra sabah kahvaltımı getireceklerdi. Onlara göre sabah olmuştu. Benim için ise aynıydı. Göremediğim ve hissedemediğim güneşin varlığını bilmemede gerek yoktu. Sabah kahvaltı kültürleri ise bana kesinlikle zıttı. Türk mutfağının zengin kahvaltısından sonra Ruslar’ın yulaf lapası ve ekşi kremalı yiyecekleri beni daha da bunaltmıştı. Ben eve gitmek istiyordum. Ülkeme. Türkiye’me. Tahmin ettiğim gibi kapı açıldı. Tekrardan yüzünü ilk kez gördüğüm adam içeri girdi. Diğerlerine göre tek bir farkla bu sefer elleri boştu. Anlamayarak ona baktım. “Встаньте.(Kalk.)” dediğinde anlamayarak ona baktım. Eliyle kalkmamı işaret ettiğinde yutkundum. İşte bugün bir şeylerin sona ereceği gündü. Umarım sona eren şey benim ruhum olmazdı. Oturduğum yerden kalktım. Eliyle bana kapıyı gösterdiğinde beni yönlendirmesine izin verdim. Kapıdan çıktığımızda uzun bir koridor koridor karşıladı beni. Uzun koridoru geçerken atan kalp atışlarım duvarları deliyor ve parçaların üstüme doğru gelmesini sağlıyordu sanki. Koridor bittiğinde merdivenler karşılamıştı beni. Merdivenler bittiğinde ve en sonundaki demir kapı açıldığında beklediğim gibi bir depo da değil hastanedeydim. Etrafta doktorların ve hemşirelerin dolaştığı bir hastanedeydim. Bunu kesinlikle beklemiyordum. Hastane koridorlarında ilerlemeye başladık. |
0% |