@aycakayca1
|
Kitabı sizler için Wattpad'da buraya taşıdım. Lütfen okuduktan sonra oy ve bir iki yorumunuzun eksik etmeyin.
Bölüm 4
Keyifli okumalar.
Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen.
Nasıl anlamadım, nasıl kandım bilmiyorum. Şüphelerimin o kadar çok olmasına rağmen ve Mahir'in onca değişik hareketine rağmen nasıl bu olasılığı düşünmedim gerçekten bilemiyorum. Aptaldım, çok büyük bir aptaldım ama karşımdaki kişi üsteğmendi ve normal bir insandan daha az hata yapma kapasitesine sahipti. Buna rağmen bir şeylerden şüphelenmiş olmam iyi bir gözlemci olduğumu gösterirdi. Fakat yine de büyük bir aptaldım.
Mahir, yüzü kanlar içinde bir halde karşımda durdukça nefretim kademe kademe artıyordu. Başını asla eğmiyor, elindeki zincirleri çözmeye çalışmıyordu. Fakat durumunun iyi olmadığını düşünüyordum.
Korkmuyordum, ellerinde silah olmasına, Türk askerini alıkoymalarına rağmen korkmuyordum. Yanımdaki adam belki de vatana, insana düşman biriydi ama bu ondan korkmama değil, onu öldürmek istememe sebep oluyordu. Çok iyi bir iş başarmış gibi üstten üstten Mahir'e baktıkça burnuna bir tane vurma isteği ile dolup taşıyordum.
Onu yakalamalarının bir diğer sebebi de bendim ve bunun için kendime etmediğim küfür kalmamıştı. O şekilde karşımda durdukça da vicdan azabı çekiyordum. Onu benim yüzümden yakalamışlardı. Beni korumak için o kadar yakın durmasa, onu yakalamak için gelen adamları fark edebilirdi. Hatta benim sivil olduğumu söyleyip Yüzbaşı Ahlas'ı da göndermeseydi bir şekilde kurtulabilirdi.
Düşündükçe kendime olan öfkem artıyordu.
Bir de bu adamın belimde duran eli vardı. Kirli ellerinin orada durması midemi bulandırıyordu. Daha önceden güzel gelen mavi gözlerinin, şu an aşağılarcasına bir askere bakıyor oluşu onları oymam için yeterli bir sebepken elimden bir şey gelmiyordu.
Bendeki ikinci silahı ve bıçağı fark etmesin diye ceketimin iç astarını kesip oraya koymuştum ve kırılan topuklu ayakkabıları çıkarıp atmıştım. Elinin silaha değmesi an meselesi iken, tedirginlikle neler olacağını bekliyordum. Çantamdan gizlice telefonumu almaya çalıştığımda orada olmadığını fark ettim. Allah kahretsin.
Çok büyük bir duygu karmaşası vardı. Öfke, nefret, sinir, tedirginlik, mide bulantısı, şiddete meyil... Her şey vardı ama bir tek korku yoktu.
Mahir ise karşımda yüzü gözü kanla kaplı bir şekilde duruyordu. Yüzündeki kanlar hem canımı acıtıyor hen de sinirimi arttırıyordu. Bir şekilde kurtulmanın yolunu bulmam gerekiyordu ve bunu yapmak için hemen harekete geçmeliydim.
"Neden, neden bir Türk askerini alıkoydun?"
Salağa yatıp hiçbir şey anlamadığımı düşündürmem gerekiyordu.
"Şş zamanı değil."
"Biri vuruldu, ben, ben silah kullandım? Asker vuruldu, belki de şehit oldu. Ölmemiştir değil mi?"
Bu soruyu ondan çok Mahir'e soruyordum fakat bana vereceği bir cevabı yoktu. Halil şerefsizi başımı kendine doğru çekip öpünce kusmak istedim ama Mahir için durdum. Mahir beni iyi eğitmişti. Bu durumda bu adamlardan korkmuyordum.
"Bunları bir daha konuşmayacağız ve sen bir daha böyle bir olayın içine girmeyeceksin. Bizim askerlerle işimiz yok. Onlar gelip bizim işimize burunlarını soktu."
"Ulan it herif, silah satıyorsun silah, uyuşturucu satıp çocukları zehirliyorsun."
Mahir bağırmaya başlayınca arkadaki adam kafasının arkasına iki sefer sert bir cisimle vurdu. Gözleri kayıyordu ama bayılmamıştı henüz.
Demek silah ve uyuşturucu satıyordu? Satmak yerine bir yerlerine dürtmek de bir seçenekti onun için halbuki.
"Durdur arabayı."diye ona karşı sert bir şekilde konuşssm da o bana bağırmadı.
"Peşimizde olabilirler. Güvenli alana geçmemiz gerek. O eve bir daha gidemeyiz. Korumalardan da asker olanlar var. Duramayız."
Evdeki bazı korumalar da askerdi değil mi? Neticede Mahir'i tek başına bu tehlikeye atamazlardı.
"O zaman bir daha bu adama vurmayın. Midem bulanıyor. Durun iki dakika. Halil gerçekten çok kötüyüm. Kan kokusu midemi bulandırıyor."
Normal hayatında sürekli kan kokusu duyan Echer'i kan tutuyor diyerek sayısız yalanlarımdan birini söylemiştim ve bu asla kötü hissettirmiyordu. Çıkarlarım doğrultusunda her yola başvurabilirdim.
Yalvarmak hariç...
Halil'in işareti ile araba tenha bir yerde durduğunda, bu yolu bilmediğimi fark ettim. Gerçekten farklı bir yere gidiyorduk ve burada bulunma olasılığımız çok azdı.
İki yol ayrımı vardı, üsteğmeni belki de öldüreceklerdi ve bunun için iki farklı yol vardı. Arabanın yönüne bakılırsa sağdaki yola girecekti. Belki kan donduran bir cinayet ile bir askeri öldüreceklerdi, belki de basit bir şekilde öldürüp bir kenara atacaklardı. Her şeyin iki ihtimali vardı ama hesaba katılmayan bir şey vardı...
Genel cerrah Echer Tanrıkulu asker olmak için yetiştirilmişti.
Ve bu bütün ihtimalleri sıfırlayan bir detaydı. Mahir'in ölmesi bu saatten sonra ihtimal dahilinde bile değildi.
Anlamadığım bir şekilde bana doğru gelince durup yüzüne baktım. Ne yapacağını beklerken beni kucağına almak isteyince buna engel oldum. Yok artık, tuvalete de benimle gelmezsin!
"Ayakkabın yok yavrum, böyle çıkamazsın."
Gözlerinin içine bakarak eğilip yerden topuğu kırık olan ayakkabıları alıp giydim. Mecbur kalmadığım sürece bana dokunmasına izin vermezdim. Zor da olsa ayakkabıların üzerinde durup dışarı çıkmıştım.
Benimle birlikte araçtan inen Halil'den birkaç adım uzaklaştım. Sağdaki yolun kenarındaki yeşilliklere yanaştım ve eğilip kusuyormuş gibi hareketler yaptım. Öyle her şeye kusan bir insan değildim. Kusma refleksim de yok denecek kadar az olduğu için boğuk sesler ve birkaç öksürükten ileri gidemiyordum.
Çalıların arasından Halil'in bana yaklaştığını gördüğümde "Gelme, utanıyorum."diyerek onu uzaklaştırmaya çalıştım. Olduğu yerde durdu fakat gelmek istediğini biliyordum. Her an gelebilirdi, bu yüzden elimi çabuk tutmalıydım.
"Güzelim olur mu öyle şey benden utanmana gerek yok. Sana yardımcı olabilirim."
"Hayır gelme bak burada utançtan ağlarım."
Boğuk çıkan sesim ve arada çıkardığım değişik sesler hâlâ istifra ettiğimi düşündürüyordu ve bu sayede oyalandığımı düşünmeyecekti.
Uzayan yeşilliklerle kendimi kamufle edip ceketin içine sakladığım bıçakla ses çıkarmamaya dikkat ederek asfalta bir figür çizdim. Çizdiğim şey az önce çatışan askerlerin üniformalarındaki akrep figürüydü.
Evet hepsinde, omuzlarındaki bayrağın altında ne çok büyük ne de çok küçük olan siyah bir akrep figürü vardı.
Çizdiğim akrebin yanına ok ile de yönü gösterdikten sonra pantolonumun bel kısmından kestiğim kumaş parçasını otların arasına gizledim ve bıçağı da güneşin göreceği bir yere bırakıp Halil'in beni beklediği yere gittim. Tek ümidim o figürü, bıçağı ve kumaş parçasını görmeleriydi.
Arabaya bindiğimizde az önce Mahir'e işkence eden adamların burada olmadığını fark ettim. Sadece bir adam vardı ve bunu daha önce Davas'da gördüğüme emindim. Başını önüne eğmiş bize bakmıyordu. Baksaydı eğer ona attığım öldürücü bakışların farkında olurdu. Mahir ise konuşmadan, rahat rahat gideceği yeri bekliyordu. Sanki kaçırılan o değil de bendim. Gerçi ben de önceden kaçırılmıştım, hem de Mahir tarafından.
Böyle karışık bir durumun içindeydik.
"Bana dön Echer."
Dediği gibi yapıp ona döndüğümde elinde tuttuğu bir bardak suyu bana uzattı fakat Mahir'in attığı bakışlar o suyu içme diye bağırıyordu.
"Kustun, su iç biraz."
"Aslında onu içersem eğer bir daha kusarım çünkü midem hâlâ bulanıyor. İçmeyeceğim."
Mahir içme diyorsa bir bildiği vardır. Üsteğmen sonuçta.
Asker sevgimizi ve güvenimizi kimse sorgulamasın.
"İlla zorluk çıkaracaksın ha güzelim."
Beklenmedik bir anda burnuma yasladığı bez parçasıyla kafamı geriye doğru çekmeye çalıştım. Henüz başımdaki tamamen kapanmayan yara çırpınmamı engellerken birkaç saniye nefesimi tuttum ama bu hiçbir şeyi değiştirmedi.
"Bırak lan kızı, cinsini siktiğim bırak kızı."diyen Mahir'in sinirli sesini duyduğumda bilincimi kaybetmek üzereydim. Son duyduğum şey ise Halil'in "Bayılana kadar durmayın!"emrinden sonra yükselen darbe sesleriydi.
***
Odada attığım bilmem kaçıncı turda, boynuma attığım sayısız tırmıkla durmadan gidip geliyordum. Şerefsiz Halil en son beni alçak bir hareket ile bayılttıktan sonra gözümü bu odada açmıştım ve aklımda Mahir'den başka kimse yoktu. Ona her an her şey yapabilirlerdi ve ben burada elim kolum bağlı bir halde oturamazdım.
Tıpkı diğer evdeki oda kadar büyük olan odada yine o oda gibi balkon yoktu. Tek bir pencere vardı ve bahçeye baktığım zaman sanki diğer evdeymişiz gibiydi. Evin yapısından bahçedeki ağaçlara kadar her şey aynıydı. Üzerime kilitlenen kapı buradan çıkmama engel olduğu için...
Ya da neden engel olsun ki?
Büyük bir kaosun içinden çıktıktan sonra beni bayıltmış ve gözlerimi bu odada açmıştım. Halil'in bütün bunların hesabını vermesi gerekmiyor muydu?
"Açın kapıyı!"diye bağırdığımda sesim kendime bile yabancıydı. Daha önce ne bu kadar sinirlendiğimi ne de kendimi bu kadar güçlü hissettiğimi hatırlamıyordum.
Bahçedeki korumaların hepsi anında cama dönünce pencereyi açıp hepsinin gözlerine dik dik baktım.
"Ne bakıyorsunuz lan mal mal! Maymun mu oynuyor burada? Açın kapıyı!"
Fazla cesur konuştuğumu biliyordum ama bildiğim bir diğer şey de Halil dışında kimsenin bana bir şey yapamaz oluşuydu. Hatta Halil bile şüpheliydi.
"Echer Hanım, patronun emri olmadan açamayız."
"Nerede?"
Madem onun izni olmadan bu odadan çıkamıyordum, neden gitmişti? Ayılacağımı tahmin etmesi gerekiyordu. Gelecekti?
"Derhal buraya gelmesini söyleyin. Bana bu yaptıklarının hesabını verecek."
Kapıdan gelen açılma sesi ile o tarafa döndüm, Halil çattığı kaşları ile bana bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ne oldu güzelim, neden bağırıyorsun?"
Ebenin şeyi oluyordu...
Yüzüme gerçeklikten uzak, imalı bir gülüş yerleştirdim. "Haklısın aslında, neden bağırıyorum ben? Mükemmel bir hayatım, benzersiz bir yaşamın varken neden şımarıkça bağırıyorum ki? Allah beni bildiği gibi yapsın değil mi, ben nasıl böyle bir doyumsuzluk yaparım?"
Kapıyı kapatıp bana doğru yaklaştığında yüzümdeki ciddiyetsiz ifade yerini hiç olmadığı kadar ciddi bir ifadeye bıraktı. "Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle? Buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum ben, bir de neden bağırdığımı mı soruyorsun."
Üzerini değiştirmiş, beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon giymişti. Bunu fark edince kendi üzerime de baktım, ceketim yoktu, içine silah sakladığım ceketim yoktu!
Yanıma yaklaştı, iki elini de iki yanımda duran kollarıma koyacakken sert bir hareket ile geri çekildim. Taviz vermeyeceğimi bilmesi gerekiyordu.
"Bak güzelim haklısın ama..."
"Bana güzelim deme, bana hiçbir şey deme! Sen bana sadece bugün neler olduğunu ve o adama ne yaptığını söyleyeceksin. Sen bana bugün yaptığın hadsizliğin hesabını vereceksin."
Beyaz tişörtündeki kan lekelerini gördükçe Mahir'i düşünmeden edemiyordum. Endişem git gide artarken durup durup yüzüme bakması ve sessiz kalması beni daha çok sinirlendiriyordu.
"Cevap bekliyorum."
"Echer bunu anlamazsın, anlatsam da anlamayacaksın. Ve bugün olan hiçbir şeyde haksız taraf biz değildik, toplantıyı sabote eden onlardı. Biz iş adamları olarak işimizi yapacaktık ama onlar burunlarını işin içine soktu. Bu kadar güzelim."
Ne kadar da masum, inanarak boş konuşuyor değil mi?
Sanki çocukları zehirleyip silah satan bir adam değil de sabah akşam namuslu bir şekilde para kazanmak için çalışıyor gibi konuşuyordu.
"Madem öyle..."dedim hesap sorar bir hale bürünüp kollarımı göğsümde bağlarken. Kaşımın ikisi de sorgularcasına yukarı kalkmıştı. "Benim telefonum ve ceketim neden bende değil, ben neden buraya bayıltılarak geldim?"
Tabii ki soracağım şeyler bunlarla sınırlı değildi.
"Ya sen benimle dalga mı geçiyorsun? Asker durduk yere gelip senin toplantının içine sıçacak değil ya. Askere silah çektin sen ve ben de bunu bilmeden yaptım. Biz az önce askerlerle çatıştık farkında mısın?"
"Echer beni zorluyorsun, sinirleniyorum. Kendimi tutamamaktan korkuyorum."
Dokunmak için yaptığı her hamleyi geri çekilerek engelliyordum. O veya adamlarının silahından çıkan bir kurşun bugün bir askere isabet etmişti ve o askerin akıbeti henüz belli değildi. Bunun üzerine onu sinirlendirdiğimi mi söylüyordu?
"Benim kadar değilsin Halil, inan benim kadar sinirli olamazsın. Askeri yaraladın, ya sen bir askeri esir aldın. Ne yaptın ona, Mahir'e ne yaptın? Halil cevap ver bana."
"Kes, sana sabrımı sınama diyorum. Sus ve bir daha bağırayım deme Echer. Her şey olması gerekti ve oldu. Senin de görmemen gereken şeyler vardı, bu yüzden eve gelene kadar uyudun. Ceketini getirsinler, içindeki silahı çatışmada kullandığın için imha edilecek. Bir daha da bu konu ile ilgili şeyler sorma. Telefonun da gelecek biraz sonra."
Rahat tavrı, sanki bütün bunları ben yapmışım gibi vurdumduymazlığı dehşet derecede şaşırtıcıydı.
"Peki ne olacak bundan sonra, ben bir katilin veya bir suçlunun evinde kalmaya devam edemem."
"İnan o suçlunun kalbinde olduğun sürece evinde kalman sorun olmaz güzelim."deyip çıktı fakat bu sefer kapıyı kilitlemedi. Ona soracağım bütün soruların önüne bu şekilde geçeceğini sanıyorsa yanılıyordu.
Peşinden aşağı inmek için eşyalarımın gelmesini bekledim fakat bunun bu kadar uzun süreceğini bilmiyordum. Yaklaşık yirmi dakika kadar beklemiştim ve yirmi dakikanın sonunda eşyalarımı bana getiren adam, arabada Mahir'i döven adamdı.
Bu adamı Davas'da gördüğümü hatırlıyordum, burada ne işi vardı? Yanlış mı hatırlıyordum? İhtimali dahi yoktu.
"Buyrun Echer Hanım, eşyalarınız."
Diğer adamlar gibi bakarken süzmemesi, sadece göz teması kurması aklımı bulandırmıştı ama bu yaptıkları onu suçsuz konuma düşürmezdi.
"Hayret, patronunuz ipinizi salmış demek."
"Başka emriniz var mı efendim?"
Karşılık vermek bir yana herhangi bir sinir belirtisi bile göstermeyince bunun belki de duygularını aldırdığını düşündüm.
"Yok, var!"
Adam arkasını dönüp tekrar bana doğru döndü. Nedense bu adamda doğru olmayan bir şeyler seziyordum.
"Diğer evdeki kılık değiştirmiş askerler, ne oldu onlara."
"Bunun hakkında size bilgi verme yetkim yok efendim."
"Peki adın ne senin?"
Adam bir şeylerden şüphelenmiş gibi bakmaya başladı.
"Rüzgar."
Başımı salladım ve odadan çıkması için ona izin verdim. İzinsiz sıçmaya bile gidemez olmuşlardı.
Asıl şaşırtıcı taraf bu telefonu bana vermeleriydi. Polisi aramam onlar için bir tehlike arz etmiyor olsa gerek olduğu gibi telefonumu bana geri getirmişlerdi. Ya da olduğu gibi değildi...
Ekranı açıp baktığım zaman normal bir şekilde olduğu gibi annemin fotoğrafı karşıma çıktı fakat yüz tanıma özelliği ile açılan telefonum artık öyle bir gereksinim duymuyormuş gibi bütün çıplaklığı ile içindeki özelimi gözler önüne sermişti. Bu adamın özel hayat denen şeye asla saygısı yoktu.
Telefonu biraz kurcaladım fakat gözle görülür herhangibir değişikliğe rastlamadım. Yine de bu adamın bu kadar rahat davranması normal olamayacak kadar şüpheliydi.
Test etmek için, günlerdir beni aramayan Dara Tanrıkulu'nu arayıp bekledim. Ona da soracağım birtakım sorularım olacaktı. İnsan neden torununu merak edip aramazdı? Halbuki genelde iki gün konuşmasak üçüncü gün mutlaka ya o ya da ben arardım. Bu sefer de aradan beş gün geçmesinin ardından onu arayan ben oldum fakat bir terslik vardı. Daha tok bir ses, telefonun dinlendiğine dair bir ses...
Tahmin ettiğim gibiydi. Zaten kim olsa böyle bir durumda önlemini alırdı fakat onun haberim olmadan yapması aklımdaki o korkutucu sorunun cevabına maalesef ki biraz daha yaklaştırıyordu. Bir terörist tarafından sevilmek dünyanın en boktan hissi olabilirdi.
Ceketimi kontrol etme gereksinimi duymadım çünkü silahı aldıklarını biliyordum fakat bir daha o ceketi giymeyecektim. Telefonu dinliyorlarsa cekete de takip cihazı takmış olabilirlerdi.
Ve dedem telefonuma cevap vermemişti.
Az bu bana, gerçekten az. Biraz daha gelin üstüme ama!
Dedemin bu durumda beni aramamasının hayal kırıklığı ile odadan çıktım. merdivenlere baktığım zaman aşağı inen basamaklar vardı fakat yukarı çıkan basamak yoktu. Yine en üst kattaydım ve yine yanımdaki oda benimkinden büyüktü. Hiç çekinmeden o odaya daldığımda büyük bir oda, balkon gibi görünen havuz ve siyahın binbir tonu ile karşılaştım.
Ev değiştirdiğimize emin miyiz?
"Evet, ne varsa hepsini bu eve taşıdık, orada herhangi bir şey bulunmadı. Biz mal takasına giderken askerler evi basmış ama ben bir gün önceden hallettim."
Halil'in giyinme odasından gelen sesi beni panikletse de sakinliğimi koruyup seri ama sessiz adımlarla odadan çıktım. Kiminle konuştuğunu bilmem gerekiyordu çünkü işlerinin bu kadarını Mahir'e bile anlatmadığına emindim. Eğer anlatsaydı ikinci bir baskın bugün buraya olurdu. Konuştuğu kişi önemli biri olabilirdi.
"Sende herhangi bir bilgi var mı? Herhangibir baskın haberi..."
Kim kimi basıyorsa inşallah burayı da basarlardı yoksa benim buradan çıkmam zor görünüyordu.
"Tamam o halde, her şey yolundaysa kapatıyorum."
Her şey çok yolunda!
Konuşması bitince kapıdan uzaklaştım fakat ikinci adımımda "Buraya gel Echer!"diyen sesini duyunca yakalanmanın verdiği utanç ve sinirle elimi saçlarıma daldırıp çekmeye başladım.
"Bırak o saçları Echer, onlara zarar vermene izin vermem."
Kolumdan tutup beni odaya çekince arkasından yürüyüp onu takip etmek zorunda kaldım. Bu odaya girmek bile beni bozuyordu.
"Nasıl anladın burada olduğumu?"
Bir daha yakalanmamak için hatamı iyice bilip anlamam gerekiyordu. Nefes alışverişime kadar dikkat etmeme rağmen burada olduğumu anlamasını aklım almıyordu.
"Kapıyı dinlediğini mi? Kokundan yavrum, kokun seni ele verdi."dedi imalı bir gülüşle. Bir de yüzüme vuruyordu.
Bu adam K-9 olabilir miydi?
"Bilmem gerektiğini düşündüğüm her şeyi bana anlatmadığın sürece kapı da dinlerim pencere de."
Yüzündeki imalı ifade anında uyarıcı bir hal aldı. Bu konuyu konuşmayacağını söylemişti ama bana neler olduğunu söylemeden de susmayacağımı bilmeliydi.
"Akşam oldu olacak, yemeğini ye ve uyuyalım. Bundan sonra eğitimlerin ile Rüzgar ilgilenecek. Sana eşyalarını getiren adam. Bu konuyu da benim yanımda bir daha açma."
O adam da garip bir insandı. Daha doğrusu bunlardan daha farklı olması onu garip gösteriyordu.
"Mahir'in ne halde olduğunu öğrenmeden bu konuyu her zaman konuşacağız Halil. Hem sabahtan beri uyuyorum zaten, uykum yok."dedim sinirli bir ima ile.
"Bence biz aynı odada uyurken o adamdan daha çok meşgul olacağımız şeyler olacak Echer."
Aklınca konuyu değiştiriyordu.
"Biz aynı odada uyumayacağız."
Hayal falan görüyor olmalıydı.
"Tam da öyle yapacağız, bir aylık sürenin her davranış ve konuşmanda kısalacağını söylemiştim. Dilini bazen o kadar uzatıyorsun ki süren bitti."
Bunun olmayacağını ona kanıtlamak ister gibi arkamı dönüp odadan çıkmak için ilerledim. Çok olmaya başlamıştı artık.
"Bu dik başlı ve asi hallerin yüzünden kendimi tutamıyorum ulan, hem sinirlendiriyorsun hem de sana olan isteğimi arttırıyorsun. Kendimi tutamayacağım bir gün, gerçekten tutamayacağım. Git hadi. Bir ayın dolduğunda ne de olsa kollarımda olacaksın."
Göz devirerek odadan çıktım, bazı insanlar ne de güzel hayal aleminde yaşıyordu değil mi? Halbuki bana bulaşan herkese yaptığım gibi tam bacaklarının arasına tekmeyi çaksam bir daha bu tür hayalleri kurmak bile hayal olacaktı.
Artık akşam olmuştu ve mutfaktan gelen sesler yemek hazırlandığını gösteriyordu. Bir umut Sanem değildir diye mutfak kapısına gelip baktım, baskında onu da alıp götürmelerini çok isterdim ama öyle olmamıştı. Hıyar gibi karşımda duruyordu.
Etek boyu yine yok denecek kadar kısa, bluzu göğüslerini kapatmaya yetmemiş, tırnağında insanı yemekten soğutacak ojeler ile yemeği karıştırıyordu.
"Sanem Hanım, ben sizin ortamdaki bütün mikro boyuttaki ve hatta makro boyuttaki mikropları toplayan mikrop yuvası tırnağınızla yaptığınız mikroplu yemekleri yiyecek kadar midesiz değilim. Yemek yaparken elinize eldiven takın."
Kadına direkt sövemediğim için destan gibi cümle kurdum ama kimse saçma olduğunu söyleyemezdi.
Kadının bana dönmesi ayrı, hiçbir şey anlamadan mal mal bakması ayrı komikti. Fakat suratımda bok varmış gibi tiksinerek bakması komik değil, sinir bozucuydu.
"Anlamadım?"
Normal karşılıyoruz artık.
"Ojelerin diyorum, sağlıksız ya hani! Onunla neden yemek yapıyorsun?"
"Yemek yaparken eldiven kullanıyorum zaten, sadece karıştırıyorum şu an. Hemen hemen hazır, geçin isterseniz sofraya."
Sanki bana cevap vermemiş de dünyayı kurtarmış gibi havalı havalı konuşunca, tavuğun şeyi gibi büzüşen ağzına bir tane vurmamak için kendimi zor tuttum. Kendini iyice bir bok zannediyordu bu karı.
Artık Halil bu kadınla birlikte olmak istiyorsa olabilirdi çünkü o bana bir ay mühlet verdiyse ben ona bu günden itibaren on gün mühlet veriyorum. Kurtulacaktım buradan, hem de Mahirle beraber.
Yaşadığını hissediyordum. Mahir yaşıyor.
Halil evde olduğu için bu gün evde keşif yapmak zor olacağı için yarın yapmaya karar verdim. Yine onun zoruyla biraz yemek yiyip odaya geçtim. O evdeki eşyalarımın hiçbiri burada değildi. Hepsi yeni kıyafetlerdi fakat belki de herhangibir insanın kanı ile satın alınan bir şeyi giymek istemiyordum. Az önce yediğim yemekten yana da içim hiç rahat değildi. Hepsinde insanların haykırışı olabilirdi.
Beş gün sonra.
"Devam et! Durma."
Günlerdir bir şeyler yapmam için bana sürekli emir veren akbaba suratlı Rüzgar, günün bininci emrini verirken ona ters ters baktım.
"Sen emirle çalışıyor olabilirsin ama ben tasmalı bir it değilim. Beni kendinle karıştırma."
Beş gündür Mahir'in bana verdiği eğitimlerin çeyreği olamayacak eğitimler veriyordu. Sabah beşten akşam beşe, on iki saatlik bir eğitimdi. Rüzgar'ın da gayet kalıplı ve dövüş, silah gibi konularda bilgili olduğu açık bir gerçekti fakat Mahir'in bir haftada gösterdiği eğitimin yerini hiçbir şey tutamazdı.
Halil, beş gün önceki çatışmada silah kullanamadığımı görmüştü. Daha doğrusu ben öyle davranmıştım. Henüz zayıf olduğumu düşündüğü için beş gündür silah eğitimi alıyordum. Bir gün öğrenip onu öldürmemden korkmuyordu.
Evet ben bir doktorum ama o kadar da prensiplere bağlı biri değilimdir. Bana göre o an doğru neyse o olmak zorundadır.
"Afedersiniz hanımefendi, artık bu eğitimleri bitirmemiz gerekiyor. Önümüzde daha çok yol var."
Keşke bacağının arasına vurup eğitimi en kısa yoldan bitirsem!
Senin de şu işleri kökünden! bitirme sevdan...
Diyen iç sesimi de en afillisinden sövmeye başladım. Başka türlü insanın içi rahat olmuyordu ki. Karşıdaki kişinin canını en çok acıtacak yeri hedef almalıydım.
Önümdeki hedeflerin yarısını vurup yarısını ıskalamıştım. Mahir'in hedef tahtaları insan şeklinde ve hareket ediyorlardı fakat bunlar sabit ve yakın mesafedeydi. Yine de silah kullanmayı bilmediğimi göstermek için hepsini vurmadım. Rüzgar başını birkaç kere aşağı yukarı sallayıp ilerleme kat ettiğimi söylemişti.
"Henüz silah konusunda tam profesyonel değilsin ama birkaç güne diğer eğitimlere geçeriz."
Yalan söylüyordu. Çoğu tekniği Mahir'in tam tersi gibi öğretiyordu. Bu adamda zaten en baştan beri bir şeyler olduğunu sezmiştim ama ben iyi biri olur diye düşünmüştüm. Bu da bildiğin yalancının tekiydi.
"Saat beş, yoruldum. Gidelim."deyince silahı benden aldı. Bana silah eğitimi verecek kadar cesurlardı ama o silahla beni yalnız bırakmayacak kadar korkaklardı. Çünkü yaptığı şeyleri desteklemediğimi çok iyi biliyorlardı.
Günlerdir Mahirle ilgili bilgi elde etmeye çalışıyordum ama henüz beni bu işin içinden çıkaracak bir şey yoktu. Bu günler içinde Halil ile sadece evden çıkarken ve gece odama geldiğinde karşılaşıyordum. Beş gün içinde sadece üç kere evi arama fırsatım olmuştu.
Üç katlı sandığım ev, bildiğin labirentti.
Görünen üç kattı fakat aşağıda bir kat daha vardı ve o katta istemediğim kadar çok oda vardı. Bu da aramalarımı yavaşlatıyordu.
Halil evin içinde çalışan istemediği için, ki Sanem bunların haricinde kalıyordu, geceleri evin içini rahat bir şekilde gezebiliyordum ama buna sadece üç gün fırsat bulmuştum. Geri kalan iki gün Halil ile aynı anda eve geldiğimiz için bir şey yapamamıştım. Bu yüzden bugün eve erken gitmek istiyordum.
Rüzgar ile beraber eve geldiğimizde konuşmadan odama çıkmış gibi yaptım. Üzerimi değiştirmek için bile kaybedecek vaktim yoktu.
Mutfağa geçip ilk önce Sanem burada mı diye kontrol ettim. Evde benden başka kimsenin olmadığını görünce hemen işe koyuldum. Üç gündür aradığım her yeri üzerimdeki terli tişört ve eşofmanla tek tek geçtim. Buralara bakmış olmam tekrar bakmayacağım anlamına gelmiyordu. Sadece olması gerekenden daha hızlı hareket etmem gerekiyordu.
Baktığım her yeri tek tek kontrol ederken aynı zamanda Mahir'e dair bir iz var mı diye de bakıyordum. Elde olan bir ipucu bile beni ona götürebilirdi.
Ve sanırım yerdeki kan lekeleri yeterli bir delildi. Tahmin ettiğim gibi Mahir hâlâ buradaydı. Kanın üzeri henüz temizdi, pek toz olmadığı için bunların yeni lekeler olduğu apaçık ortadaydı.
Sadece birkaç damla olduğu için takip edip iz süremezdim ama en azından onun buralarda olduğunu biliyordum.
Tek tek odalara bakmaya devam ettim. Kimi boş, kimi silah, kimi de madde ile dolu olan odalar bitmek bilmiyordu. Hiçbir odada aradığımı sandığım şeyleri bulamıyordum. Umut ediyordum ama ümidimi yitirmeme çok az kalmıştı.
Sessizdeki telefonun titrediğini hissettiğimde arayanın Rüzgar olduğunu gördüm. Açıp açmamak arasında kararsız kalsam da önemli bir şey olmuştur diye açtım. Bu esnada önümdeki kilitli kapının kolu ile oynayıp açmak için birkaç yöntem deniyordum. Buraya kadar gelmişken bu kapıyı açmadan dönmek olmazdı.
"Neredeysen çabuk çık ve buraya gel!"
Tedirgin sesi ile uğraştığım kapı kolunu bıraktım. "Neden?"
"Halil Bey geldi ve ortalıkta yoksun. Gel hadi."
Lafının devamını dinlemeden hemen geldiğim yerlerden geri çıkmak için koşmaya başladım. Beni odada görmezse her şey sandığımdan daha zor olacaktı.
Giriş katına çıktığımda Rüzgar geldiğim yeri gördüğü için sonuna kadar açılan gözleri ile bana bakmaya başladı.
"Sen, işin içinde sen de varsın değil mi?"
Aşağılarcasına konuşması, günlerdir bana karşı tutumu iyi olan o adamla arasındaki dağlar kadar fark gözlerinden okunurken neyden bahsettiği hakkında gram fikrim yoktu.
"Ne diyorsun sen, ne işinden bahsediyorsun. Gel dedin geldik, söyleyeceğin ne ise açık açık söyle ve o bakışlarını düzelt!"
Aksine bakışları daha da iğrenç bir hal alırken, tavrı yüzünden kendimden şüphlenedim. İğrenircesine bakıyordu.
"Neredesin sen Echer, illa eve gelince kameraları mı kontrol etmeliyim yerini bulmak için?"
Halil bakışmamızı bölerken merdivenden inen bedenine döndüm. "Buradayım, hava almak için mutfaktan çıkmıştım."
Sözüm biter bitmez bana söylediği şeyler aklıma dank edince yüzüne bakakaldım.
Kamera vardı, günlerdir gizlice aradığım evde kamera vardı!
Ve anlaşılan kameraları arada da olsa kontrol ediyordu. Tek umudum söylemiş olduğum yalana inanmasıydı.
Mutfaktan gelen kap kacak sesleri Sanem'in geldiğini yüzüme bir tokat gibi vururken yalanımın bu kadar çabuk ortaya çıkması benim bahtsızlığımdı.
"Mutfaktan ben geldim Echer, seni göremedim."derken onun da bakışları sorgulayıcıydı. Gözleri mutfak kapısına kayınca aklından geçenleri okuyabilmiştim.
Sanem gelip her şeyi anlatırsa yalanım ortaya çıkacak ve yüksek ihtimalle Mahir'den önce tahtalı köye tatsız bir mesele yüzünden düşmüş olacaktım.
Ya da evdeki kameralara bakıp günlerdir Mahir'i aradığımı görürse...
"Sen, neden mutfaktan geldin?"
Sorgulamak tamamen konu kapansın diyeydi ama o çok farklı anlamıştı. Gülmek için hafif yana kıvrılan dudakları, çatılı kalması için zorladığı kaşlarının gölgesinde kalmıştı ama gülmemek için kendini tuttuğunu biliyordum.
"Oradan gelmek istedim."
Adımları yavaş yavaş bana yaklaşırken Rüzgar'ın sert bakışlarla bana bakıp üst kata çıktığını gördüm. Sinirlendiği bendim biraz ama sanki başka bir şeye daha sinirlenmiş gibi bakıyordu. Şimdi ilgileneceğim şey kesinlikle o değildi.
"Gelemez miyim? Kendi evimde, kendi mutfağımı kullanamaz mıyım?"
"Sen gelirken o kadın da mutfakta mıydı?"
Amacım o kadının ne zamandır orda olduğunu öğrenmekti. Bunu bilmek bir sonraki yalanımın yönünü belirleyecekti fakat o inatla onu kıskandığımı düşünüyordu.
Bana yaklaştığı her adımda ondan uzaklaşmak için geri geri gitmek isteyen adımlarımı durdurdum. Bu kadar yaklaşmışken kendimi ele veremezdim.
"Ne fark eder? Diyelim oradaydı."
İşte o zaman yalan söylediğim kesin ortaya çıkardı.
"Bir şey olmayacak, merak ettim sadece. Başka bir şey yoksa yorgunum ve odaya çıkmak istiyorum."
Gerçekten de bayağı yorgundum.
Erkeksi bir kahkaha dudaklarından dökülürken yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. Refleks olarak geri çekilip kendimi ondan kurtardığımda hâlâ salakça gülmeye devam ediyordu.
"Trip atmak anca bu kadar yakışır bir kadına. Yoktu mutfakta, yoktu geldiğimde güzelim. Olsa da hiçbir şey değişmez. Ben senden başkasına bakacak kadar aklımı yitirmedim."
Şimdi de trip atıyor olduk!
Ama işime yaramıştı. Sanem daha yeni mutfağa giriş yapmıştı.
"İnan, ilgilenmiyorum."
Gülen yüzünde asla bir değişim olmadı.
"Ama ben ilgileniyorum."deyip kolumdan tutmaya çalışınca geri çekildim. Bu sefer yüzü düşerken her zamanki sert ifadesini geri kazandı.
"Buraya gel Echer, sana buraya gel dedim!"
Kendi istediği olmayınca bir yerden sonra zorlamaya kalkıyordu.
"Ben da sana defalarca, bir askeri esir tuttuğun sürece sana olan tavrımın daima böyle olacağını söyledim."
Mahir söz konusu olduğu zaman gözlerinden ateş atıyordu.
"Sen o adamla ilgili konuştukça, onun ölüme daha çok yaklaştığını bil Echer. Umurunda olacak mı bilmiyorum ama o adamın ölüm sebebi olacaksın. Ve bu benim umurunda değil."
Yani düşündüğüm gibi Mahir henüz yaşıyordu. Bunu biliyordum, hissetmiştim.
"O adama bir şey olursa asıl senin ölüm sebebin olurum Halil Davas. Seni bu eve gömer ecelin olurum."diyerek odama çıktığımda düşündüğüm şey Mahir'di. Henüz hayatta olmasına o kadar sevinmiştim ki Halil ile uğraşarak tekrar moralimi bozmak istememiştim.
Beş gündür dinlendiği için kimseyi aramadığım telefonuma tek bir aramanın bile düşmemesi yalnızlığımın boyutunu gösterirken dedimi aramak için elim tuşlara gitmedi. Karşı taraftan aldığım en ufak olumsuz yanıtta bütün cesaretim kırılıyordu. Şimdilik tek motivasyonum annemin fotoğrafıydı.
Onun yerine pencereden dışarı bakıp karanlıkta gözüme kestirdiğim en uzak noktaya bakıp düşünmeye başladım. Mahir bu evde miydi? Bu evde değilse neredeydi? Durumu nasıldı? Vurulan asker kimdi ve şu an nasıl bir halde?
Hepsinin cevabını sadece Mahir'i bularak alabilirdim.
Yan odanın kapısı sert bir şekilde kapanınca onu çok fazla sinirlendirdiğimi anladım fakat bana ne?
Ne hali varsa görebilirdi.
Aklımı kurcalayan bütün bu soruların yanında beni düşündüren bir diğer nokta Rüzgar'ın az önce söyledikleriydi. İşin içinde benim de olduğumu söylemişti ama hangi işten bahsettiğini söylememişti. Gün geçtikçe çözmem gereken sorun sayısı artıyordu.
Sabahında ise Halil bizden önce evden çıkıp şirkete gittiği için Rüzgar ile bu konuyu konuşmaya fırsatım olmuştu ama henüz bakışlarındaki o ima ve iğrenme yerli yerinde olduğu için onunla konuşmaya nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. Ben de konuşmadım.
Karşısında durduğum kalıplı adam, suratına geçirdiğim yumruk ile afallamış, gözlerindeki ifade otomatikman değişip şaşkın bir hal almıştı. Yumruğun sert olması ve dudağının patlaması şimdilik aklımı syoracağım bir mesele değildi. Sonuç olarak ben amacıma ulaşmıştım. Artık bana o şekilde bakmıyordu.
"Şimdi söyle, nedir mesele? Dün beni itham ettiğin o iş neydi?"
Neler olduğunu anlamasa da ona attığım yumruk hakkında konuşmadı. Yakın koruma olarak karşı taraftan gelen bir darbeye karşı kendini koruyamadığı içindi sanırım. Ama hakkını vermek gerek, beş gündür doğru dürüst silah tutamayan bir kadının bunu yapmasını beklemiyor olması onun suçu değildi.
"Yanlış anlamışım."
Bu kadar öyle mi?
"Bakışların öyle demiyordu ama, derhal bana neler olduğunu söyleyeceksin."
"Zaten bu yönde emir aldım."
Halil ona bir şeyler anlatması için emir mi vermişti?
"Senin ve Halil'in yalanlarına inanmıyorum."
Yumruk attığım için kan sızan dudağını silerken derin bir nefes aldı. Sabahın erken saatlerinde, evde kimse olmadığı için rahat konuşabiliyorduk ama her an Sanem denen kadın gelebilirdi.
"Benim kim olduğumu bilmeden güvenmemen iyi bir şey. Bunu sana söylemeyi doğru bulmuyorum ama ben Teğmen Rüzgar Acem, güvenebilirsin."
Beş karış açık kalan ağzım ile Rüzgar'a bakarken yalan söylemediğini biliyordum. Onda farklı bir şeyler sezmiştim ama bu kadarını da tahmin etmemiştim. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri mi yaşıyorum bilmiyorum ama bu kadarı artık fazlaydı.
"Nasıl inanacağım? Sen teğmensen altı gündür bu adamlar neden bizim izimizi bulamıyor. Türk askerinin asla esir kalmayacağını bilmiyor musun? Ölü ya da diri, düşmanın elinde kalmaz."
Belki de bunları nereden bildiğimi merak ediyordu ama bugün rastgele yoldan geçen bir çocuğa bir askerin esir olduğunu söylese, o çocuğun bile elinden gelen her şeyi yapacağını da biliyordu.
"Ben de bu yüzden buradayım. Kıdemli Üsteğmen Mahir Nacaroğlu, komutanım. Aynı timdeyiz."
Doğru olmayan şeyler vardı, doğru olmayan çok şey vardı.
"Diğer soruma cevap alamadım. Neden henüz buraya kimse gelmedi?"
Eğer gerçekten altı gündür içeri sızan bir asker varsa çoktan Mahir'i kurtarmak için gelmeleri gerekmiyor muydu?
"Ben söylemem gereken her şeyi, evin konumuna kadar albaya gönderdim ama henüz neden operasyon yapılmadığını bilmiyorum. Günlerdir tim ile iletişime geçemiyorum. Bilmen gereken şeyler bu kadar.
Dediğim gibi bana kalsa sana anlatmazdım ama albaydan bu yönde emir geldi. Bir teröristin sevgilisine içeriden bilgi vermek ne kadar doğru olur bilmiyorum."
Sözlerini tartmadan, acımadan bir bir sarf ederken ona kızamadım. Ben de bir asker olsam, terörist sevgilisine bilgi vermeyi doğru bulmazdım ama işte tek yanlış anlaşılma benim onunla sevgili olmamamdı. O öyle davranıyor olabilirdi ama bu gerçeklerin üzerini örtemezdi. Zorla kaçırılmıştım.
"Bu durumda benim gidip Halil'e bütün bunları yetiştirmem gerekiyor değil mi?"
Anında dikleşen vücudu sıkıysa yap der gibi duruyordu.
Bunun mevzu bahis olması bile midemi bulandırırken onunla bir ilişkim varmış gibi anılmak acayip sinir bozucuydu.
"Seni buradan sağ çıkaracağımı mı sanıyorsun?"
Ona kızamıyordum, ben de bir asker olsam, bir teröristin sevgilisine içeriden bilgi vermek istemezdim.
"Ağır ol Rüzgar teğmen, o kadar da kolay lokma değilim. De bakalım albay bana bunları anlatmaya cesaret edecek kadar hangi planına güveniyor?"
Albay bir planı olmadan, öylece bilgi sızdırmazdı.
"Albayın bana hesap vereceğini mı sanıyorsun?"
Cümlelerini kısa tutup bana fazla bilgi vermek istememesini anlıyordum ama beraber bu işin içinden çıkabilirdik.
Ona alt kattaki odalardan bahsedecekken içeri giren bir ordu koruma bana ve Rüzgar'a silah doğrultunca her şeyi duyduklarını anladım. Bir tane yetmezmiş gibi artık iki tane esir asker vardı.
Rüzgar beni de karşısına alıp silahı bize doğrultunca burnumu havaya dikip karşısında durdum. Silahımın olmaması büyük bir eksiklikti fakat bu dik durmayacağım anlamına gelmiyordu.
Korumalara doğru emin adımlarla giderken beni engellemek isteyen bakışlar ile karşılaştım. Bir adam beni omuzlarımdan iterken kendi isteğimle birkaç adım geri gidip Rüzgar'ın yanında durdum. Bana bu şekilde davrandıkları için Rüzgar'ın suratı sakin bir hal almıştı ama şimdi şaşırmanın sırası değildi.
Açılan kapıdan içeri giren Halil Davas beni silahların karşısında görünce hızlı adımlarla gelip korumaların yanlarında durdu.
"Siz, ona silah doğrultacak cesareti kimden aldınız lan! Canınızı alırım sizin."diye bağırarak bir adama rastgele yumruk atmaya başladı.
"Teğmen, bir şeyler yapsana."
En fazla otuz gösteren Rüzgar, dışarıdan gelen tehlike karşısında gencecik bir aslana dönüşüvermişti. Bütün kasları giydiği tişörtten ben buradayım diye bağırıyordu.
"Sivilsin lan, albayın emri. Ne kadar sevmesem de sana zarar gelmemeli. Anasını seveyim her işi zorlaştırmak zorunda mısın?"
Sanki ben beyefendilere aşığım da o beni sevmiyormuş!
"Demek sen de askersin ve burası hakkında her türlü bilgiyi ulaştırdı öyle mi?"diye konuşurken elindeki silahtan korkuyor gibi durmuyordu. Yanındaki köpekleri onu korur sanıyordu fakat en zor anda onu ortada bırakacak kadar korkak olduklarını bilmiyordu.
"Yok albayın emri, yok bilgi sızdırma... Kimi kandırıyorsun lan sen? Echer'e bunları bana anlatsın diye anlattığınızı bilmiyor muyum sandın? Echer bana anlatacak, ben de konum değiştirirken izimi sürecektiniz öyle mi?"
Sözleri bittikten sonra sadistçe gülmeye başlaması şizofreni belirtisi olabilirdi. Bu adam durduk yere hem kendine hem de başkalarına zarar verebilirdi.
"Sevdiğin kadın yanımdayken gerçekten yapacağın şey bunları konuşmak mı? Elimde bir silah var ve bunun hedefi sevdiğin kadın."
Başımı hafif bir açıyla sola doğru çevirdiğimde gerçekten namlunun ucundakinin ben olduğumu gördüm. Az önce bana sivil olduğum için zarar vermeyeceğini söyleyen adam şu an bana silah doğrultmuştu.
"Ona bir şey yapabileceğini mi sanıyorsun? O silahın bütün kurşunlarını ağzına boşaltırım Teğmen Rüzgar Acem."
Belki beni çekip onun yanından almıyordu ama bana zarar vermeyeceğine de oldukça emindi. Ne biçim bir psikopattı bu böyle?
"Sevgilin de senin gibi fazla cesur ama namlunun ucunda Halil. Fazla güvenme kendine derim."
"Beni küçük düşürmeye, zayıf görmeye devam edersen şu an şuracıkta seni kendi ellerimle boğarım."
Bana verdiği birinci sınıf eğitimlere kalsaydım belki şu an ölmüş olurdum ama çok şükür ki Mahirciğim bana eğitim vermişti.
"Dudağından akan kanı da namlunun ucundaki sevgilim yaptı ama değil mi?"diyerek geniş geniş gülümseyen adamın üzerine kusasım vardı. Nereden sevgilisi oluyordum ben? Ve dudağındaki yarayı benim yaptığımı nereden biliyordu?
İzlemişti değil mi, bütün her şeyi kamera kayıtlarından izlemişti.
Ama izlediyse benim günlerdir Mahir'i aradığımdan da haberdar olmalıydı. Neden haberi yoktu? Var mıydı?
"Sevgiline çok güveniyorsun değil mi? O yüzden hergün eve gelmeden önce kamera kayıtlarının izliyorsun?"
Halil'in gözleri anında beni bulup vereceğim tepkiyi merak ederken ben ondan beklenirmiş gibi baktım ki bekliyordum da. Böyle bir adamdan ne beklenirdi?
Anlamadığım şeyler vardı. Madem her gün bu lanet olası kayıtları izliyordu, neden beni herhangi bir konuda uyarmıyordu.
"Sevgilim için değil teğmen, Şu an evde senin gibi esir olan diğer asker için kontrol ediyorum. Her ne kadar üzerinde ve bulunduğu odanın kapısına bomba olsa da sevdiğim kadına vereceği tek zararda onu patlatırım."
Gözlerim refleksle Mahir'in olabileceği her yeri taramaya başladı. O tehlikedeydi. Burnumun direği sızlarken kafamda bir sürü senaryo dönmeye başlamıştı bile.
"Sikerim belanı lan it! Derhal beni komutanıma götür!"
Halil hâlâ ona gülerek ve bu durumundan zevk alır gibi bakarken ben artık Mahir'in alt katta olduğuna emindim.
"İndir silahını asker, aksi halde üsteğmen sizlere ömür."
Halil'in bu kadar kötü bir insan olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Gerçekten bir askeri öldürecek miydi?
"Bırak onu gitsin Halil, ikinci bir askeri esir almanı istemiyorum."
'He Halil de senin emir erin zaten, hemen şimdi serbest bırakır.'
"Sen karışma Echer, bu tehlikeli bir iş. Odana çık."
"Dur burada yoksa acımam."diyen Rüzgar benim sinirlenince buradaki otuzdan fazla adamdan daha kötü olduğumu bilmiyordum. O yüzden deminden beri beni aşağılıyordu.
"Lan sana silahı bırak diyorum, o kıza silah doğrulttuğun her an sabrım azalıyor benim. Üsteğmenin yaşama şansı da tabbi..."
"Bırak silahı."desem bile Rüzgar burnunun dikine gitmeyi düşünüyordu.
"Emir vermeyi kes!"
Benim ona emir verme gibi bir lüksüm olmadığı için söylediklerimi kulak ardı ediyordu.
Mantıklı düşünmüş olacak ki elindeki silahı yavaş yavaş bırakıp teslim oldu. O yenilmişlikle bunu yaparken içim ondan daha çok acıdı.
Adamlar dakikalar içinde onu merdivenlerden aşağı indirirken artık gerçekten orada olduklarını biliyordum.
Halil bana doğru adım atmaya başladığına karşısına dikilip pişkince konuşmasına engel oldum. Az önce Rüzgar'a attığım yumruğun aynısını ona da attığımda onun da dudağı kanamıştı. Yüzündeki bütün kaslar seğirirken "Bu da hem o asker için hem de durup durup sevgilim dediğin için."deyince daha da sinirlenmişti fakat şu an ilgilendiği kısım ona yumruk attığımda bana dönen silahlardı.
"Size bir daha o silahları indirin demeyeceğim. Çıkın buradan!"
Adamlar saniyeler içinde evi boşaltırken sinirle yavaş yavaş bana yaklaştı ve kolumu tutup beni kendine doğru çektikten sonra olanlar oldu.
****
Deminden beri sabah olanları düşünüp sesli bir şekilde dile getiriyordum ama olanlara ben bile anlam veremiyordum. Engel olamamıştım. O beni tutup kendine çekerken de beni kolumdan tutup arkasından odaya götürürken de ona engel olmamıştım. Sonucunda ise işte bu durumdaydım.
"Şu olayı baştan bir anlatsana."diyen Mahir'e gözlerimi devirerek derin bir nefes aldım. Anlattıkça daha fazlasını istiyordu.
"Komutanım af buyurun ama biz bu kadına çok fazla bilgi vermiyor muyuz?"
Elim, ayağım bağlı olmasa Rüzgar'a bu kadının kim olduğunu gösterirdim de işte...
Siyah saçlarının aynısı olan siyah gözleri bana nefretle bakarken onu boğmak istiyordum. Gerçekten bana bakışlarıyla terörist muamelesi yapıyordu.
"Konuşacak durumda bile değilsin üsteğmen, ne yapacaksın anlatsam? Olan her şeyin sorumlusunun bu teğmen olduğunu bilsen yeter."
Belki göstermiyordum ama Mahir'in bu durumu beni hem çok üzüyor hem de öfkelendiriyordu. Ona baktıkça içim acıyordu.
Üniformasının her tarafı yırtılmıştı ve bazı yerlerinde kan lekerli vardı. Yüzü ve elleri ise yara bere doluydu fakat bazıları eski bazıları ise taze yaraydı. Acaba gerçekten ben onunla ilgili konuştukça ona işkence mi ediyorlardı? Bu da mı benim suçumdu?
Her şeyin sorumlusu bu teğmen deyince Bana dönen Rüzgar'a sert bir surat ifadesiyle baktım.
"Anlat sen yenge, ben bir şekilde bir yol bulurum.
"Yenge mi?"
Tıpkı Rüzgar gibi ben de bu söylediğine şaşırmıştım. Halil ile sevgili olmadığımı biliyordu.
"Komutanım kusura bakmayın ama kafanıza çok mu vurdular sizin? Kafayı falan sıyı-"
Mahir'in ona dönen bakışları ile anında suspus olan Rüzgar'a küçümseyici bakışlar atarken o ise karşısında komutanı olduğu için cevap verememekten dolayı sinirleniyordu. Mahir tekrar bana dönünce her şeyi tekrardan baştan sona anlatmaya başladım.
"Altı gün boyunca senin izini bulmak için evde aramalar yaptım. O süre zarfında bu beceriksiz teğmen bana silah eğitimi vermiş gibi yapıp aslında eğitim vermiyordu. Halil şerefsizine senin yerini durumunu ne kadar sorsam da bana cevap vermiyordu. Bu sabah ise albayın emri ile Rüzgar, teğmen olduğunu söylerken kamera kayıtlarını izleyip konuşmalarımızı dinlemiş."
Anında Rüzgar'a dönen bakışları sorgulayıcıydı. Rüzgar ise ondan ayrı her yere bakıyordu.
"Albayın emri neydi Acem?"diyerek sert bir şekilde sorunca ne yalan söyleyeyim ben bile korktum.
"Sivile en iyi şekilde eğitim vermek komutanım."
Bir albay neden bu yönde emir verir ki?
"Sen ne yaptın Acem?"
"Yanlış eğitim verdim komutanım."
"İyi bok yedin Rüzgar, aferin. Neden lan oğlum?"
Kendini savunmak için başını kaldırıp Mahir'in gözlerinin içine bakarak, yaptığı şeyden pişman olmadığını göstererek konuşmaya başladı.
"Bir teröristin sevgilisine eğitim vermek bana doğru gelmedi komutanım. Bu albayın emri olsa bile."
Dolaylı yoldan haklı gibi durabilirdi ama bildiğim kadarıyla albayın emri çiğnenmemeliydi.
"Peki albay bunu biliyor mu?"
Rüzgar'ın cevap vermemesi koca bir hayır anlamına geliyordu.
"Beynini si- seveyim senin."
Acaba başı belaya girer miydi?
"Komutanım ne derseniz diyin bana doğru gelmedi."
"Lan oğlum albay da bir şey biliyor ki bu emri veriyor. Echer onun sevgilisi değil zorla buraya getirildi. Bu yüzden ona eğitim veriliyordu."
Yine de saçmaydı. Hiçbir asker bir sivile eğitim vermezdi. Albay bir işler çeviriyordu.
Rüzgar hepten başını öne eğince daha fazla üzerine gitmesin diye Mahir'i uyardım.
"Echer, sen nasıl buraya düştün peki."
"Kamera kayıtlarını izledi. Benim dört gün boyunca alt kata inip seni aradığımı ve ona yalan söylediğimi öğrendi."
Sabah korumalar Rüzgar'ı alt kata indirdikten sonra o da beni zorla kendi odasına götürüp kamera kayıtlarını izletmişti ve beni de getirip buraya bağlamıştı ceza olsun diye.
"Ben her gece kayıtları değiştiriyordum. Demek ki bir şekilde anlamış."
Aklımdaki soru da cevabını bulmuştu. Kamera kayıtlarını Rüzgar değiştirdiği için günlerdir benim evin içinde Mahir'i aradığımdan haberi yoktu. Öğrendiğinde ise delirmenin eşiğine gelmişti.
"Sen konumu gönderdim demiştin. Mahir sence gelmemeleri için sebep ne?"
Rüzgar konumu gönderdiyse askerleri için gelmeleri gerekiyordu.
"Albay biliyor ama tim bilmiyor. Albay yüzbaşına bilgileri vermemiş. Vermiş olsaydı Ahlas şimdiye çoktan burayı patlatmıştı."
Albayın amacı neydi acaba?
"Gerçi ona gerek kalmadı. Yenge hanım da az daha patlatıyordu bizi."
Dün gece eğer Rüzgar beni aramasaydı o kilitli kapının ardındaki bomba patlamış olacaktı ve ne ben ne de Mahir yaşıyor olacaktık.
"Bana yenge deme artık Mahir."
"Ben sana Halil ile aranda bir şey var diye yenge demiyordum ki. Ben sana ilk günden beridir tam abime uygun, bana yenge olacak hatunsun demiştim."deyip gülmeye başlayınca anlamsızca suratına baktım. Bu sefer söylediklerini Rüzgar da anlamış olacak o da gülerek bakıyordu. Kendimi salak gibi hissetmem normal miydi acaba?
"Çok şükür komutanım, çok darbe aldığın için kafayı sıyırdın sanmıştım. Sen de az değilsin iyi düşünmüşsün. Vallaha olur."diyen Rüzgar'a çok bilenmiştim çünkü bana gülerek bakıyordu.
"Aslanım, birincisi bana karşı kullandığın sözlere dikkat et. Bir senedir yanında değilim diye kudurmuşsun. İkincisi de düşün bakalım aklındaki şey olursa Echer'e karşı olan bu tavrın için Ahlas sana neler yapar."
Anlamadığım dilden konuşuyorlardı ama onları ciddiye alacak durumda değildim.
"Zevzekliğin sırası değil. Önce şu bombalardan sonra da buradan kurtulmamız gerekiyor."dediğimde ikisi de malmışım gibi bana baktı.
"Sence sen buradayken o it herif içeriye aktif bomba koyar mı? Bombalar bu sabah itibariyle aktif değil."
Peki buradan nasıl kurtulacağız?
"Hani sen askeri okullarda eğitim almıştın ya yenge hanım, şimdi doğru düzgün bağlı olmayan o elini açmaya çalış çünkü takıntılı herif senin kolunu acıtmasın diye hafif bağlamış. Bize de kör düğüm atmış."
Benim elim halatla bağlıydı, onlar ise zincirliydi.
Karanlık odada bir tane bile lamba yoktu. Tek ışık kaynağı en üstte duran göt kadar pencereydi ama sabaha doğru olduğu için daha yeni yeni görüş alanımız netleşiyordu.
Mahir'in burada kalmasının yedinci günüydü. Elimi açmaya çalışırken aynı zamanda ona sorular da soruyordum.
"Mahir sana yemek ya da su veriyorlar mıydı?"
Rüzgar bana acı acı bakarken Mahir ise gülerek bakıyordu fakat o gülüşün içinde bin anlam vardı. Yedi gündür Üsteğmen Mahir Nacaroğlu aç susuz esir tutuluyordu ve henüz kurtulup kurtulmayacağımız belli değildi.
Elimi açmıştım fakat bunu onlara söylmedim. Halatı tekrar elimin üstünden geçirip çok hafif bir düğüm attıktan sonra bağırabildiğim kadar yüksek sesle bağırdım.
"Halil! Buraya gel it herif. Halil!"
"Sus Echer sus. Gelirse üsteğmene daha çok işkence yapar."
Rüzgar da benim gibi kendisinden değil, Mahir'den korkuyordu.
Mahir ise ne için bağırdığımı bildiği için duygusuz bir duygu ile gözlerimin içine bakıyordu. Ve ilk defa birinin bakışı gözlerimi doldurmuştu.
Ona hem işkence etmiş hem de aç, susuz bırakmışlardı.
"Halil!"diyerek bağırdığımda bu sefer o kadar uzun tutmuştum ki boğazım acımıştı ama bu şimdilik önemli değildi. Demir kapı açılıp içeriye elinde tepsi ve birkaç parça kıyafet ile gelince ona bakabildiğim en sert ifadem ile baktım.
"Güzelim ne oldu?"diyerek telaşla içeri girdi.
"Ebenin şeyi oldu. Su getir bana."dediğimde hemen tepsideki bardağı dudaklarıma doğru tuttu fakat Mahir bakarken içemedim. Bakmasaydı da içemezdim ki öyle de oldu. Rahat rahat içeyim diye başka yere baksa da onun yedi gündür su içmediğini bilmek işkence gibi geliyordu.
Ağzımı bardaktan geri çekince bardağı geri tepsiye bıraktı ve içinden bir kaşık çorba alıp yine ağzıma doğru getirince istemez deyip geçiştirdim. "Aç değilim. Onlara da yemek getir."dediğimde bunu söylediğim için Mahir bana ters ters baktı.
"Getirdim güzelim merak etme, onlara da getirdim."diyerek tepsideki iki kase çorbayı onların önüne bıraktı. Dalga geçiyordu onlarla.
Elindeki kıyafetlerden kalın, pamuklu bir kazak çıkarıp kafamdan geçirdi fakat ellerimi fatk etmesin diye geri çıkarmasını istedim. Kazağı çıkarıp üzerime bir ceket attı.
"Cezan bu akşama kadar güzelim. Akşama kadar düşün ve aklını başına topla."dedi ve onların önünde başımı eliyle sabitleyerek daha ben ne olduğunu anlamadan dudaklarımdan öptü.
"Lan it herif."
"Şerefsiz."
Mahir ve Rüzgar ona sayısız küfür ederken ben onlara tekrar işkence etmesin diye bana bu yaptığını yuttum çünkü hırsla onlara doğru gidiyordu.
"Halil dur. Çık dışarı ve bir daha da ben istemeden sakın bana dokunma."
Elim bağlı değilken bile onu bir güzel dövmemek beni sinirlendiriyordu.
"Dua edin onun kandan midesi bulanıyor."diyerek sert adımlarla odayı terk etti.
Yüzlerine bakamıyordum ama o köpek odadan çıkar çıkmaz bağladığım elimi tekrar açtım ve ayaklarımı çözmeye başladım. Onların Gülen yüzünü görmek bile sinirimi yatıştırmıyordu.
Tamamen özgür kaldığımda onlara getirdiği suyu güvenli bulmadığım için bana getirdiği tepsiden suyu alıp Mahir'e götürdüm.
"Bana uzatma Echer, Sen iç sonra da Rüzgar'a ver."dediğinde gözümden akan yaşla elimdeki suyu zorla dudaklarına tuttum. Yaralı ve susuzluktan çatlayan dudağı acısa da bardaktaki suyun yarısını içmişti.
"Ben içmeyeceğim, Rüzgar içiyorum musun?"diye sorduğumda o da acı dolu bir tebessümle başını iki yana salladı. Suyun devamını da ona içirdiğimde hâlâ akan yaşlarımı durduramamıştım.
Tepsideki çorbayı ve kaşığı aldığımda "Şş, ağlarsan eğer içmem."demişti. Bu beni daha da çok ağlatırken zincirlenmiş elini zorla kaldırıp gözlerimden akan yaşları sildi.
"Olmaz ama böyle, bak çok üşümüşsün. Kazağı ve ceketi giy."
İnatla ağzına yaklaştırdığım kaşığı geri çekmiyordum.
"Ağzında yara mı var? Sıcak içebilecek misin?"diye sorduğumda hayır anlamında başını sağa sola salladı. Tepsiyi önüne doğru çekip biraz pilav biraz da çorba yedirdim. Arada Rüzgar'a uzatsam da yemiyordu. Kim olsa bu durumda yiyemezdi. Mahir de hepsini değil tabakta biraz ayırdiktan sonra yeter demişti. Bize bırakmak istediğiniz biliyordum.
"Akılsız üsteğmen, ben bu akşam çıkıyorum zaten. Sen doy, ben arada size yemek getirmesini söylerim."derken ciddi değildim çünkü aklımdaki planlar çok kötüydü.
"Doydum Echer, yeter."dediğinde hem onun hem de Rüzgar'ın tesisindeki sulardan birer yudum aldım. İkisi de bu yaptığıma çok kızsa da içinde zehir olup olmadığını anca bu şekilde anlardım.
"Bak bunlar da temizmiş."diyerek bir tanesini Rüzgar'a içirdim. Diğerinin yarısını ise Mahir'e içirdikten sonra kalan yarısını Halil'in getirdiği kazağa döküp Mahir'in yüzünü sildim. Tamamen temizlenmese de eskisinden daha temiz olmuştu.
Sandalyeye oturup halatı kendime doladım ama elimi bağlamadım.
"Karargahın telsiz dışındaki numarası var mı? Ulaşabileceğimiz herhangi bir numara. Sizin timdeki askerlerden birinin de olur."
"Var da neyle arayacağız?"diye sorduğunda arkamı dönüp göğsüme sakladığım tuşlu telefonu çıkardım. Bu Sanem'in evin içinde kullansın diye Halil'in aldığı telefonuydu. Halil şerefsizi Sanem'e evde akıllı telefon kullanması için izin vermemişti. Ben ise bu telefonu üç gün önce yemek yaparken çalmıştım çünkü bu günün geleceğini biliyordum. Polisi de aramamıştım çünkü bir baskından kaçtıkları gibi diğerinden de kaçabilirlerdi. Mahir'in anlattığı kadarıyla bir hain vardı.
Telefonu görür görmez hiç vakit kaybetmeden karargaha ulaşabileceğim bir numara söylemişlerdi. Karşıdan gelen buyrun cevabı ile telefonu Mahir'in konuşabileceği bir şekilde tuttum.
"Kıdemli Üsteğmen Mahir Nacaroğlu, derhal albayı bağlayın."derken oldukça havalıydı. Saniyeler içinde konuşan kişi değişmiş yerine "Söyle Mahir evladım."diyen çok da yaşlı olmayan bir ses gelmişti."
"Albayım, teğmen Rüzgar Acem ve sivil Echer Tanrıkulu ile beraber bildiğiniz adreste esir tutuluyoruz. Yüksek ihtimalle akşam bulunduğumuz yere bomba da bağlanacak. İnfaz'a emir vermeniz gerekiyor artık."
"Üsteğmen, o sivile zarar gelirse hepimiz görevden oluruz biliyorsun. Dün sabahtan itibaren teğmenden haber alınamayınca İnfaz'a emir verdim. Biraz sonra orada olurlar ama henüz istediğimiz belgelere ulaşmış değiliz. Bir yıllık görev başarısızlık ile sonuçlanacak."
"Anladım albayım. Emredersiniz."dediğinde telefon kapanmıştı.
"Neyi anladın Mahir?"
"Ne olursa olsun belgeleri bulun diyor."
Albay da bir değişik, eli kolu zincirli adamlara dediği şeye bak.
"Albayı ara."dediğimde aramadığı için telefonu zorla tuttuğu elinden alıp kendim aradım. Oturduğu yerden bana engel olamazdı sonuçta.
"Söyle üsteğmen."
"Sayın albay ben Echer Tanrıkulu. Operasyonu birkaç saat erteleyin. Aradığınız belgeleri ben size getireceğim."dediğimde belgelerin yerini bilmiyordum ama bir senelik görev de boşa gidemezdi.
"Echer, sana güveniyorum kızım. İnfaz'a söylüyorum. Operasyon gece saat birde yapılacak. On ikiden önce belgeleri bulmaya çalış. On ikiyi geçince güvenli bir yere geç, belgeleri boş ver. Senin hayatın o belgelerden daha önemli. Allah yardımcınız olsun kızım."dediğinde albayı sevmeye başlamıştım. Daha kim olduğumu bilmeden bana güvendiğin söylemişti.
"Sağolun sayın albay."
Bölümü nasıl buldunuz?
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Öncelikle kitap arkadaşlarınıza önereceğiniz bir kitap mı?
Sevdiyseniz önerin de biz de accık mutlu olak be!
Buraya da bir emoji alabilir miyim.
Kendimize iyi bakın.
Kitabın gidişatı nasıl sizce?
Emeğimin karşılığını veren herkes emeğinin karşılığını
fazlasıyla alsın İnşallah 💜 💙
|
0% |