@aytengul
|
Merhaba arkadaşlar nasılsınız bakalım. Haydi okuyun
Arzela, sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtı. Uyanmak istemiyordu ama zihninde bir heyecan dalgası dolanıyordu. Bugün akademide yapılacak olan o büyük gezi günüydü. Alarmlarına bakmadan yataktan fırladı, çünkü hazırlanmak için zamanın daraldığını hissediyordu. Elbette serbest elbise tercihi verilmişti ama Arzela sıradan görünmek istemiyordu; her zamankinden daha şık olmalıydı. Derin bir nefes aldı ve kararını verdi: Bugün kendini ifade etmenin, varlığını daha belirgin hale getirmenin zamanıydı.
Dolabının başına geçti, gözleri tek tek kıyafetleri taradı. Renkler, desenler, dokular... Hepsi birer seçenekti ama doğru olanı bulmak zorundaydı. Elini yavaşça sarı, ince bir elbiseye uzattı. Gözlerinin maviliğini vurgulayacak bir elbise olmalıydı bu. Işığı yansıtan, sarı saçlarını parlatacak bir parça. Elbiseyi üzerine geçirirken, aynada kendine baktı ve hafifçe gülümsedi. Bu, onun gününden fazlasıydı, bu bir iz bırakma fırsatıydı.
Saçlarını dikkatlice tararken, her bir teli tek tek hizaladı. Sarı saçlarının her bir tutamını ellerinin arasında hissetti, her hareketi titizlikle yaptı. Saçlarını savurmak istiyordu, çünkü o saçlar bir iddiaydı, bir meydan okumaydı adeta. Aynada gözlerini yakaladı; mavi gözleri, şimdi daha da canlı, daha da keskin görünüyordu. O bakışların altında bir derinlik, belki biraz da hüzün vardı. İçinde kaynayan, dışarı vurmak isteyen duygular... Ama bugün sadece gezinin günü değildi. Bu, Arzela'nın kendini ortaya koyacağı, belki de beklenmedik bir değişimin başlangıcıydı.
Ellerini sıkıca birleştirip derin bir nefes aldı. Odaya dolan sessizlikte, sadece kendi kalbinin ritmini duyuyordu. Zamana karşı yarışıyordu ama acele etmeden, her adımını hesaplayarak ilerlemek zorundaydı. Kıyafet tamam, saçlar tamam, şimdi sıra aksesuarlarda. Masasının üzerinde duran minik gümüş küpeleri aldı, her birini kulağına takarken içinde garip bir gerilim hissetti. Küçük bir ayrıntı, ama belki de bütün bir hikayeyi değiştirecek bir hareketti bu.
Gözlerini kapatıp bir an duraksadı. Gezi için herkesle beraber olacaktı, ama o kalabalığın içinde farklı olmalıydı. Belki de bir şeylerin başlangıcıydı bu, belki de sadece bir gün. Ama o gün, Arzela'nın yaşamında bir dönüm noktası olacaktı. Gezi, sadece dışarıda yapılacak bir turdan ibaret değildi artık. Bu, Arzela’nın kendini keşfetme ve dünyaya kendi varlığını ilan etme günüydü. Küçük Kurt, pencerenin altına gelmiş, içeri girebilmek için patileriyle camı tırmalıyordu. Pençeleri camın yüzeyinde ince bir tıkırtı çıkarırken, Arzela, odanın derin sessizliğinde bu sesi hemen duydu. Kalbinin ritmi bir an için hızlandı; Kurt’un her zamanki canlı enerjisini, neşesini anımsıyordu. Ancak bu kez tırmalayışında bir şeyler eksikti, sanki biraz isteksizdi. Arzela camın yanına yaklaştı, pencereden dışarıya baktı ve onun yorgun gözlerle ona baktığını gördü.
Bir an tereddüt etti. Onu hiç böyle görmemişti. Hemen camı açtı ve Küçük Kurt, ağır hareketlerle içeri girdi. Arzela onu kucağına aldı, tüyleri her zamanki gibi yumuşaktı ama içinde bir hüzün vardı sanki. Küçük bedenini ona yaslamıştı, başını boynuna doğru uzattı, hafifçe iç çekti. Bu hali, onun her zamanki enerjik ve neşeli halinden çok farklıydı.
Arzela, onun sırtını hafifçe okşarken içindeki o tanıdık sevgi dalgası kabardı. Fakat bu kez, Kurt’tan yayılan yorgunluk, Arzela’nın kalbinde bir gölge bırakmıştı. Ne olmuştu ona? Neden böyle bitkindi? Kurt’un sessizliğinde bir şeyler gizliydi. Her zaman coşkuyla etrafında koşuşturan Küçük Kurt şimdi huzursuz ve durgundu. Arzela, onun mavi gözlerine bakarken, Kurt sanki bir şey söylemek istiyor ama kelimelere dökemiyor gibiydi.
O an Arzela, onun yalnızca bir hayvan olmadığını, onun da kendi duyguları ve iç dünyasıyla bir bağ kurduğunu fark etti. Kurt, neşesini kaybetmişti, ama nedenini Arzela da henüz bilmiyordu. "İyi misin, minik kurtçuk?" diye fısıldadı Arzela, yumuşak bir ses tonuyla. Ancak Küçük Kurt, başını yavaşça hayır anlamında salladı. Bu hareket, Arzela'nın kalbine bir yük gibi oturdu. İçindeki huzursuzluk daha da arttı. Onu böyle çaresiz ve halsiz görmek, her zamanki neşeli haliyle hiç bağdaşmıyordu.
Arzela, onun gözlerine daha dikkatli baktı; o parlak, canlı ışık sönmüştü. Bir şeyler ters gitmişti, ama ne? Küçük Kurt konuşamıyordu, ama o baş hareketi her şeyi anlatmıştı. Derin bir hüzün vardı gözlerinde, sanki ona bir şeyler anlatmak, yardım istemek istiyordu ama nasıl anlatacağını bilmiyordu.
"Merak etme," dedi Arzela, kucağındaki Küçük Kurt’u daha sıkı sararak. "Ne olduğunu bilmiyorum ama seni yalnız bırakmayacağım."
Bu sözler, sanki hem Küçük Kurt'a hem de kendine verilmiş bir sözdü. Arzela’nın içinde bir karar filizlenmişti: Ne pahasına olursa olsun, Küçük Kurt’un ne derdi olduğunu bulacaktı. Arzela, Küçük Kurt’un yorgun halini görünce bir an bile tereddüt etmeden onu kucağına aldı. Zihninde yankılanan tek düşünce, bir an önce yardım bulmaktı. Hızlı adımlarla odadan çıkıp koridorlarda ilerlerken, kalbi Küçük Kurt’un neyi olduğunu öğrenme telaşıyla doluydu. Onu yalnız bırakmamak için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Akademinin taş duvarları yankılanırken, gözleri hep revire kilitliydi.
Revire vardığında kapıyı hızla açtı. İçerideki sessizlikle birlikte ilaçların hafif kokusu odayı doldurmuştu. Görevli hekim, Arzela’nın aceleci adımlarını görünce hemen ona doğru döndü. "Ne oldu?" diye sordu, bakışları endişeliydi.
"Minik kurtçuk... İyi değil," dedi Arzela, sesi titriyordu. Küçük Kurt'u kucağında biraz daha sıkarak hekimi işaret etti. Hekim hemen yaklaştı ve dikkatle Küçük Kurt’u incelemeye başladı. Onun soluk alıp verişi bile sanki daha yavaş, daha zorlayıcıydı.
Arzela'nın içinde yükselen gerilim, o an odada yoğunlaşan bir bulut gibiydi. Küçük Kurt’un neyi olduğunu bilmiyordu ama ne yapacaklarını umutsuzca öğrenmek istiyordu. Hekim, sakin bir ifadeyle Kurt’u alıp onu bir sedyeye yatırdı. Arzela nefesini tutmuş, olacakları bekliyordu. Tam o sırada, kapı sessizce açıldı ve Tuvana Cevheri içeri girdi. Arzela, Küçük Kurt’un başında endişeyle beklerken Tuvana’yı fark etti. Tuvana, gezi için hazırlıklara odaklanmış olan Arzela’yı bulmak için buraya gelmişti, ama onu Küçük Kurt’a sıkıca sarılmış halde görünce bir an duraksadı. Gözlerindeki endişe Arzela’nın hissiyatını hemen anladı. Sessizce yanlarına yaklaştı ve Küçük Kurt’un üzerine elini koydu.
Bir an Tuvana’nın gözleri kısıldı, yüzüne derin bir düşünce yerleşti. Eli Küçük Kurt’un üstündeyken bir şeyler hissetti, normal olmayan bir şeyler. Küçük Kurt'un bedeninde yayılan zararlı enerjiyi sezmişti, ve o an fark etti: Bir şeyler çok daha tehlikeliydi. Sadece bir rahatsızlık değil, büyük bir tehdit hissediyordu.
Aniden gözleri açıldı ve çığlık atarak tüm odayı uyardı: "Hiç kimse bir yere gitmesin! Hemen bütün giriş çıkışlar kapatılsın! Vampirler ilerliyor ve buraya gelmelerine çok az kaldı!"
Arzela, bu kelimeleri duyduğunda kalbi hızla çarpmaya başladı. Tuvana’nın yüzündeki ciddiyet ve sesi titretici bir gerçeklikle yankılanıyordu. Küçük Kurt'un durumu sadece bir başlangıçtı. Akademi büyük bir tehlikenin eşiğindeydi, ve vampirlerin gelişi her şeyi altüst edebilirdi.
O an odada bir uğultu yükseldi, görevli hemen alarmı devreye soktu. Arzela, Küçük Kurt'u sıkıca tutarken Tuvana’nın gözlerine baktı. Vampirlerin yaklaştığı haberi her şeyin önüne geçmişti, şimdi kaçmak ya da saklanmak bir seçenek değildi. Tuvana'nın uyarısı Arzela'nın zihninde yankılanırken, hemen harekete geçmesi gerektiğini fark etti. Küçük Kurt'u yere yavaşça bıraktı, ama ondan uzaklaşmaya cesaret edemiyordu. Tuvana'nın söylediği gibi, Küçük Kurt’a bulaşan bu şey, belki de vampirlerin saldırısının habercisiydi. Arzela'nın içini kaplayan endişe, korkuya dönüştü.
"Yanından ayrılma," dedi Tuvana, sert ve kararlı bir ses tonuyla. "Küçük dostunun sağlığı tehdit altında ve vampirler buraya saldırmak üzere. Biraz daha zamanımız var, ama her saniye önemli."
Arzela, ne yapacağını bilemez halde Küçük Kurt’un yanına çömeldi. Kalbi hızla çarparken, bir an için gözlerini kapattı ve sakin olmaya çalıştı. Bu sırada Tuvana, memnuniyetsiz bir ifadeyle başını sallayarak rektör Edisin’in odasına gitmek üzere döndü. Vampirlerin gelişini haber vermek ve acil durum planlarını devreye sokmak gerekiyordu.
Tuvana, adımları hızlanırken içten içe huzursuzdu. Rektöre bu tehlikeyi anlatmanın ne kadar zor olacağını biliyordu. Herkes bu tür tehditlerin akademi duvarlarının dışında kalacağını düşünüyordu ama Tuvana her zaman daha fazlasını hissediyordu. Küçük Kurt’a bulaşan tehlikeli enerji, vampirlerin yaklaştığının en büyük işaretiydi ve Arzela ile Küçük Kurt'un bu durumda kalması her şeyin seyrini değiştirebilirdi.
Arzela ise Küçük Kurt’un başını okşarken zihninde bir plan yapmaya çalışıyordu. Vampirler gerçekten buraya saldıracaksa, onun bu işin bir parçası olduğunu, Küçük Kurt'un vampirlerin bir hedefi haline geldiğini anlamıştı. Şimdi Tuvana'nın rektöre haber vermesi gerekiyordu, ama Arzela da boş duramazdı. Bir şeyler yapmalıydı, Küçük Kurt’u korumalı ve bu tehdidin kaynağını bulmalıydı. Tuvana derin bir nefes aldı, elleri hafifçe titriyordu. Rektör Edisin’in odasının önünde dururken yıllar sonra ilk kez onunla yalnız konuşacak olmanın ağırlığı omuzlarına çökmüştü. Bir zamanlar karı koca olarak geçirdikleri yıllar, şimdiki durumlarıyla kıyaslanamayacak kadar farklıydı. Aralarındaki ilişki yıllar önce sona ermişti, ama bugünkü mesele kişisel anlaşmazlıkların ötesindeydi. Şimdi, vampir saldırısı gibi hayati bir tehditle karşı karşıyaydılar.
Tuvana, kapıyı çalarken içinde bir huzursuzluk hissetti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve kapının açılmasıyla odanın içine adım attı. Edisin, masasının arkasında oturuyordu. Yüzündeki ciddi ifade, Tuvana’nın gelişini beklediğini belli ediyordu, ama bir gerginlik de vardı. Yıllar sonra eski eşiyle ilk kez yalnız kalıyordu ve ikisi de bunun kolay olmayacağını biliyordu.
Tuvana, kendini toparlayarak konuşmaya başladı. "Edisin," dedi, sesi güçlü ama temkinliydi. "Seni rahatsız ettiğim için özür dilerim, ama şu an büyük bir tehlike yaklaşıyor. Vampirler akademiye doğru ilerliyorlar ve Küçük Kurt'ta bulaşıcı bir iz buldum. Bu, onların yaklaşmakta olduğunun kesin bir işareti."
Edisin bir an için sessiz kaldı, Tuvana’yı dikkatle dinledi. Gözlerinde bir şaşkınlık vardı, ama ardından o her zamanki kontrollü ifadesine geri döndü. Yıllarca başında olduğu akademiyi böyle bir tehlike altında düşünmek bile onu tedirgin ediyordu. Tuvana'nın gözlerine bakarak, ciddiyetini kavradı.
"Vampirler mi?" diye sordu, sesi hem merak hem de hafif bir kuşkuyla doluydu. "Bu nasıl mümkün olabilir? Akademi yıllardır korunuyor, nasıl bu kadar yaklaşabildiler?"
Tuvana kaşlarını çattı, sabırsızlığını bastırmaya çalıştı. "Bunu ben de bilmiyorum, ama Küçük Kurt'ta bulduğum enerji, onların varlığına işaret ediyor. Çok zamanımız yok, hemen tüm girişleri kapatmalıyız. Eğer gecikirsek, hepimiz tehlikede olacağız."
Edisin masanın kenarına yaslanıp derin bir nefes aldı. Geçmişin ağırlığıyla bu anı karıştırmamalıydı; Tuvana’nın sözlerine güvenmek zorundaydı. Geçmişteki her şey bir yana, akademinin güvenliği her şeyden önemliydi. Ancak hala geçmişin izleri, konuşmalarındaki küçük duraksamalarda bile kendini hissettiriyordu.
Bir süre daha sessizlik hâkim oldu, ardından Edisin kararlı bir şekilde başını salladı. "Peki," dedi sonunda. "Dediğin gibi yapacağız. Giriş çıkışlar kapatılacak. Ama seninle daha sonra detayları konuşmamız gerekecek."
Tuvana, bu onayın ardından rahatlamış olsa da, aralarındaki bu sessiz çekişmenin bitmediğini biliyordu. Ama şimdilik, vampir tehdidine odaklanmak zorundaydılar. Tuvana, kısa bir baş selamı verdi ve hızla odadan çıktı. İşler daha da karmaşık hale gelmeden önce gereken hazırlıkların yapılması için zamanlayarışıyorlardı. "Hemen!" dedi Tuvana, odadan çıkarken hızla akademinin içindeki öğrencilere ve görevlilere seslendi. "Çocuklar, sizler sığınaklara gitmeyin! Onlarla savaşmamız gerekiyor, ama sizin yardıma koşmanız şu an mümkün değil. Sizi tehlikeye atamam!"
Arzela ve diğer öğrenciler şaşkınlıkla Tuvana’ya bakarken, onun yüzündeki kararlılık herkese derin bir etki bırakıyordu. Tuvana’nın sesi sert ve otoriterdi, çünkü tehlikenin ne kadar büyük olduğunun farkındaydı. Vampirlerle başa çıkmak, sadece cesaret değil, bilgi ve hazırlık gerektiriyordu. Çocukların bu savaşa katılmalarını istemek, onların hayatlarını feda etmekle aynı anlama gelebilirdi.
"Siz bu savaşa hazır değilsiniz," diye ekledi Tuvana, gözleri kalabalığın üzerindeydi. "Bu savaşı biz üstlenmek zorundayız. Siz akademide kalacaksınız ve güvende olacaksınız. Sığınaklar bu nedenle var, ve ben sizi korumak için elimden geleni yapacağım."
Arzela, Küçük Kurt’un yanında dururken Tuvana’nın bu kadar sert ve korumacı tavrını gördüğünde içini bir huzursuzluk sardı. O da yardım etmek istiyordu, ama Tuvana’nın dediği gibi bu savaş onların kapasitesinin çok ötesindeydi. Ancak içinde, Küçük Kurt’u ve akademiyi savunma isteği gitgide büyüyordu.
Tuvana, birkaç yetişkin ve akademinin savaşçılarıyla birlikte ilerlerken, Arzela gözlerini ona dikti. "Ama biz de bir şeyler yapmalıyız," diye mırıldandı kendi kendine. Bu, sadece bir savunma değil, bir varoluş mücadelesiydi ve Arzela’nın içinde, kendi rolünü bulmak için bir istek uyanıyordu. Vampir tarafında işler daha derindi ve karanlıkla örülüydü. Dicle ve Boran, kurt adamlarla yıllardır süregelen düşmanlıklarının son perdesine hazırlanıyordu. Onların tek amacı, kurt adamları tamamen yok etmekti. Bunun için ihtiyaç duydukları tek şey kurt kalbiydi ve bu kalp, Arzela'nın içindeydi. Arzela, bu gücün farkında olmasa da, onun varlığı vampirler için hayati derecede önemliydi.
Dicle, gözlerini karanlık ormana dikmiş, sessizce düşünüyordu. "Arzela'yı bulmalıyız," dedi, sesi soğuk ve sinsi bir tınıyla. "Kurt kalbi onda saklı ve onu ele geçirdiğimizde kurt adamların direnişi sona erecek. Bu savaşı sonsuza dek kazanacağız."
Boran, yanında yürüyen Dicle’ye göz ucuyla bakarak başını salladı. O da aynı amaca saplanmıştı. "Plan basit. Arzela'yı bulacağız ve kurt kalbini alacağız. Kurt adamlar onsuz zayıf düşecekler. Bu, onların sonu demek."
Vampirler için kurt kalbi, sadece bir nesne değildi. Onların güçlerini artıracak, kurt adamların soyu üzerinde tam kontrol sağlayacak bir semboldü. Arzela'nın taşıdığı bu kalp, hem vampirler hem de kurt adamlar için kadim bir güç kaynağıydı. Eğer Dicle ve Boran bu kalbi ele geçirirse, kurt adamlar bir daha toparlanamayacak şekilde yok olacaklardı.
"Arzela, şu an ne kadar değerli olduğunu bile bilmiyor," diye ekledi Boran. "Bu da bizim avantajımız. Hazırlıklı değiller. Vampirler hep gölgelerde hareket etti ve bu gece onları şaşırtacağız."
Dicle, sinsice gülümsedi. "Bu gece, akademiye saldırdığımızda her şey değişecek. Arzela’nın koruduğu kurt kalbi bizim olacak ve kurt adamların soyunu tarihten sileceğiz."
Vampirler için her şey hazırdı. Planları kesindi: Arzela'yı ele geçirip kurt kalbini alacaklar ve bu güçle kurt adamların kökünü kurutacaklardı. Gece yaklaşıyordu ve saldırı için geri sayım başlamıştı. Dicle ve Boran, akademiye doğru ilerleyen vampir ordusunun başındaydı. Arzela'nın bu savaştaki rolü ise, onun bilmediği bir kaderi şekillendirecekti. Ancak Dicle ve Boran’ın bilmediği, Arzela’nın taşıdığı gücün, sadece bir kurt kalbiyle sınırlı olmadığıydı. Arzela, aynı zamanda Algella isimli güçlü bir büyücünün torunuydu. Onun bedeninde hem bir kurt hem de bir büyücünün genleri vardı. Bu, onu sıradan bir kurt adamdan çok daha özel ve güçlü kılıyordu.
Kurt adamlar ve büyücüler, efsanelere göre asla yenilmezdi. Yüzyıllar boyunca, onları yok etme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Vampirler, kendilerini üstün görerek saldırmaya hazırlanırken, Arzela'nın gerçek potansiyelini ve içinde barındırdığı gücü göz ardı ediyorlardı.
Dicle ve Boran, kurt adamları ve büyücüleri alt etmekte kolaylık bulacaklarına inanıyorlardı. Ancak, Arzela'nın kanında taşıdığı büyü gücü ve kurtların vahşeti, bu ikilinin planlarını alt üst edebilirdi. Arzela'nın içindeki bu güç, onu sadece bir savunmacı değil, aynı zamanda büyük bir tehdit haline de getirebilirdi.
Kurt adamlar, eski dostlarının yanı sıra, düşmanlarıyla da karşılaştıklarında hayatta kalmak için birleşmişti. Arzela, hem büyücünün hem de kurt adamın özelliklerini taşıdığı için, ona yapılan saldırılara karşı daha dayanıklıydı. İçindeki enerji, onu koruyacak ve gerektiğinde savaşmasını sağlayacak bir kaynak olacaktı.
Dicle ve Boran, kendilerini güven içinde hissettikleri o anın keyfini sürüyorlardı ama asıl savaşın henüz başlamadığının farkında değildiler. Arzela, kurt kalbinin ve Algella'nın mirasının sağladığı güçle, karşılarındaki tehditleri alt etmeye hazırdı. O, hem kurt adamların hem de büyücülerin özüdür ve yenilmezlikleri üzerine efsaneler dökülmüştü.
Vampirler, Arzela'yı avlamaya çalışırken, aslında onun gerçek potansiyelini ve bir kurt adamı olarak sahip olduğu kuvveti bilmedikleri için büyük bir hata yapıyorlardı. Bu savaş, hem onların hem de Arzela’nın kaderini belirleyecek bir savaş olacaktı. Ve bu savaşı kazanmak, asla o kadar kolay olmayacaktı.
Bölüm nasıldı?? Bombayı atıp gidiyorum. Yorumlarınız bekliyor olacağım. Lütfen yorumlar yazınız o kadar emek harcayıp yazıyorum sizden ricam bu şekilde ..
|
0% |