@aytengul
|
Umarım yazdıklarımı beğenirsin düzenleme baya hoşuma giti Umarım sizde beğenirsiniz
Zamanın en büyük ilaç olduğunu söylerler, ama bazı anlar vardır ki, zaman yerinde sayar. O dakikalar geçmek bilmez, sanki sonsuz bir döngüye hapsolmuş gibi hissettirir. Saniyeler saatlere dönüşür, acılar ağır bir yük gibi insanın omuzlarına biner. Herkes zamanın her şeyin ilacı olduğunu söyler, ancak bazen zaman yalnızca daha fazla acı getirir. Hele ki o anlarda, insanın canından çok ruhunu yakan şeyler vardır; tıpkı benim babama, "Baba, yapma nolursun!" diye haykırdığım o anlar gibi. Ama o haykırışlar, babam için birer boş sestir, duvara çarpıp geri dönen yankılardan ibarettir.
O odada, zaman duruyordu. Havanın yoğunluğu üzerime bir yük gibi biniyordu. Odanın her köşesi, bir hapsin soğuk ve acımasız duvarları gibiydi. Gölgeler, loş ışık altında dans ederken, odanın karanlığı daha da derinleşiyordu. Pencere kenarındaki ağır perdeler, sanki ışığı içeride tutmak istemezmiş gibi kapalı duruyordu. Hava soğuktu, ama asıl soğuk olan babamın kalbiydi. İçimde bir üşüme vardı, bu üşüme tenimde değil, ruhumdaydı.
Odanın ortasında, tahta zemin her adımda hafifçe gıcırdardı, ama babamın adımları sertti, güçlüydü. Yere her bastığında, sanki dünya benim için biraz daha ağırlaşıyordu. Babam bana yaklaştı, gözlerinde bir damla merhamet yoktu. Odanın solgun sarı ışığı, yüzündeki çizgileri daha belirgin hale getiriyor, onu daha ürkütücü kılıyordu. O gözlerde, bir babanın kızına karşı taşıması gereken sevgi yoktu. Tam tersine, bir düşmana duyulan nefret vardı.
"Baba, yapma," dedim, sesim titriyordu. Yalvarıyordum. Ama o durmadı. "Vurma," dedim, her kelimemle daha da küçülerek. Fakat o beni duymuyordu. Haykırışlarım sadece sessiz birer çığlıktı onun dünyasında. Elini kaldırdı ve yeniden vurdu. Sert bir tokat sol yanağımı yaktı, gözlerim karardı. Odaya hâkim olan ağır hava daha da yoğunlaştı.
"Baba, nolur vurma!" dedim, sesim artık hıçkırıklarla kesiliyordu. Gözlerimden akan yaşlar sıcak bir nehir gibi yanaklarımı yakarken, babamdan bir damla merhamet dileniyordum. Ancak onun yüzünde acıma yoktu. Daha fazla vurdu. Sanki her darbesi, sadece bedenime değil, ruhuma da iniyordu. O anda babam, karşısındaki kızını değil, sanki bu dünyadaki en büyük düşmanını dövüyordu. Her yumruğunda, nefretini daha da derinleştiriyor, beni yok ediyordu.
"O ne derse o olur!" diye bağırıyordu. Sesi, odanın duvarlarında yankılandı. "Bu evde benim sözüm kanundur!" Nefret dolu kelimeleri, üzerime birer taş gibi düşüyordu. Bu tokatlar, bu yumruklar, sadece fiziksel acı değildi. Babamın her hareketi, bana kim olduğumu ve bu evde ne kadar değersiz olduğumu hatırlatıyordu.
Kaburgalarımın kırıldığını zannettim. Her nefes alışımda derin bir acı hissediyordum, ama asıl acı bedenimde değil, içimdeydi. O an ölmek istedim. Bu acıya daha fazla dayanamayacakmışım gibi hissettim. Ama babam beni öldürmeyecekti. Hayır, o bana daha fazla acı çektirmek istiyordu. Çünkü o ne isterse o olurdu. Bu evde, onun sözünden başka bir söz yoktu. Ve ben kimdim ki ona karşı geleyim?
O an odayı çevreleyen duvarlar, sanki üzerime doğru yaklaşıyormuş gibi hissettim. Odanın içindeki her şey bana karşıydı. Pencerenin önündeki eski, ağır perdeler, tozla kaplı raflar, köşedeki masanın üzerindeki bozuk abajur... Her şey, tıpkı babam gibi sessiz ve acımasızdı. Odaya dolan gün ışığı bile, karanlığı delip geçmeyi başaramıyordu.
Babam sonunda durduğunda, nefes almakta zorlanıyordum. Yere yığılmıştım, titreyen bedenim acıyla kıvranıyordu. Ama o, sanki hiçbir şey olmamış gibi, bana yukarıdan baktı.
"Sen bundan sonra Kenan'la evleneceksin," dedi soğuk ve tiksindirici bir sesle. Bu kelimeler, yüreğime bir hançer gibi saplandı. Kenan… Onun adını duyduğumda bile içim ürperiyordu. O, buranın en acımasız adamıydı. Ve babam beni ona vermişti.
Babamın yüzünde en ufak bir pişmanlık ya da merhamet emaresi yoktu. O benim hayatımı çoktan karartmıştı. Beni Kenan’a vermekle, sadece bedenimi değil, ruhumu da satmıştı. Ve ben, artık bu evde, bu dünyada bir hiçtim.
**Ne! Ne! Neden ben diğerleri gibi değer göremiyordum?** İçimde yankılanan bu soru, her seferinde daha büyük bir öfkeyle geri dönüyordu. Neden ben de diğer kızlar gibi okula gidip hayallerimin peşinden koşamıyordum? **Ben okumak istiyordum, okumak!** Kendi ayakları üzerinde duran, güçlü bir kadın olmak istiyordum. Peki, çok mu şey istemiştim? Basit bir istek değil miydi bu? Ama bu topraklar, bu köhne düzen, her şeyimi elimden alıyordu. İnsanın sadece hayallerini değil, ruhunu da boğan bu kısır döngü içinde sıkışmıştım.
Babamın o acımasız bakışları ve ellerindeki o gaddarlık, gözümde silinmez izler bırakmıştı. Canımı acıtan yalnızca yumrukları değil, hayallerime vurduğu her darbeydi. **Peki, ben burada bu savaşa boyun mu eğecektim?** Tabii ki hayır! Bu savaş burada bitmeyecekti. Beni ezmeye çalıştıkları o bataklıktan ayağa kalkacaktım. Zayıf ve güçsüz Semra, o gece öldü. Şimdi, içimde kabaran öfke, beni yeni bir insan yapıyordu. **Babam bana o gün bir ömürlük ders vermişti:** Asla, ama asla kimseye boyun eğmeyecektim.
Eğer onların gözünde bir hiçsem, ben de onların gözünde bir canavar olacaktım. Babam, o gün bana vurdukça, sadece bedenime değil, ruhuma da darbe indiriyordu. Ama o farkında değildi ki her darbede beni biraz daha güçlendiriyordu. Onların ellerinde ezilen, küçülen kızdan hiçbir şey kalmamıştı. Odaya hâkim olan o karanlık, yerini içimde doğan alevlere bırakıyordu. İçimde büyüyen öfke, beni yeniden doğuruyordu. **Ben, o gece küllerimden yeniden doğdum.**
**Benim güneşim, en güzel ışıltılarla parlayacaktı.** En parlak, en ihtişamlı haliyle doğacaktı. Artık eski ben yoktu. Eski Semra, o karanlık odada dövülen, çaresiz bir kız olarak kalmıştı. Ama o gece, o karanlığın içinde yeniden doğdum. Kendimi, kendi ellerimle yarattım. Bu dünyaya ne kadar acı çeksem de, ne kadar ezilsem de boyun eğmeyecektim. Bu topraklar bana ne kadar acı çektirirse çektirsin, ben ayağa kalkacaktım.
**Babam dövmeyi bırakmıştı.** Zaman geçmişti, saatler geçmişti, belki de sadece birkaç dakika. Ama odaya hâkim olan o kasvet, bana bir ömür gibi gelmişti. Artık eski benden hiçbir şey kalmamıştı. O kız, babasının emirlerine boyun eğen, hayallerini bir köşeye atan o zavallı kız, çoktan ölmüştü.
O gece, sadece babamın karşısında ezilen kız değil, ona boyun eğmeyen bir kadın olarak yeniden doğdum. Bu savaş burada bitmeyecekti. **Babam ve bu düzen bana ne yaptıysa, bedelini ödeyeceklerdi.** Hem de bir ömür boyunca! Onlar farkında olmadan, kendi yarattıkları canavarla karşılaşacaklardı. Bundan sonra, kimse benim üzerimde hüküm süremeyecekti. **Ben, kendimi yeniden yaratacaktım ve bu savaşı kazanacaktım.**
O gece kararımı verdim: Ben artık asla boyun eğmeyecektim.
Çıkıp gitmiştim bu evden, kaçmaya çalışıyordum ama birden yüzüme çarpan o soğuk su darbesiyle ne olduğunu anlayamamıştım. O an nefesim kesilmişti; suyun ağırlığı değil, babamın hiddetle üzerime çökmesi beni darmadağın etmişti. **Babam saçlarımdan tutup beni kaldırdı, o zalim elleriyle beni yere çivilermişçesine sertti.** Gözlerimden yaşlar süzülürken yüzüme haykırmaya başladı:
“**Zırlamayı bırak!**” diye kükredi. Her kelimesi hançer gibi canıma batıyordu. “Bana bak, eğer orada onlara karşı bir yanlış yaparsan, seni gebertirim, anladın mı? **Anladın mı diye soruyorum sana!**” Sesi, odada yankılanıyor, duvarlar bile bu şiddete dayanamıyormuş gibi titreşiyordu.
Titrek bir sesle, zorla ağzımdan çıkan tek kelimeydi: "**Tamam.**"
Ama yetmiyordu ona. Öfkesinin dindiği yoktu. **“Bana bak, hele bir kulağıma laf gelsin, seni bulur gebertirim,”** dedi gözlerimin içine bakarak. "Şimdi misafirler geldi. Aşağıya in ve onlara kahve yap." Sözlerinin ardında öyle bir tehdit vardı ki, soğuk suyun şokunu çoktan unutmuştum. “**Herhangi bir yanlışını görürsem seni yaşatmam.**”
Saçlarımı bir kenara savurdu, ben de sertçe yere kapaklandım. Yere düştüğümde vücudumda yankılanan acı, babamın zalimliğinin yanında hiçbir şeydi. **Elimi ağzıma getirip acıyı bastırmaya çalıştım, içimdeki düğümü yutkundum.** Ağlayamıyordum bile; gözyaşlarım sanki içime akıyordu. **Banyoya gittim, aynada kendime baktım, o an yüzümü tanıyamadım.** Elimi yüzüme götürüp yıkamaya başladım ama ne yüzümdeki izleri ne de ruhumdaki yaraları silebiliyordum.
Annem sessizce banyoya girdi. Sanki olanları görmüyormuş, bilmiyormuş gibi. Bana sarıldığında, ağlamak için son bir şansım vardı. **"Annem," dedim, sesim çatlak bir fısıltıya dönmüş, "Beni babam niye hiç sevmedi? Çok mu çirkinim? Niye anne, niye?”** Gözyaşlarım durdurulamaz bir nehir gibi akıyordu, ama annem benim çaresizliğimi, babamın acımasızlığını bir an olsun düşünmedi.
Sadece soğuk bir tonda, **“Baban sana kimi uygun görmüşse ona varacaksın,”** dedi. **Bu sözlerle bir kere daha yıkıldım.** İçimdeki son umut kırıntısını da o cümleyle yok etmişti. **“Bu sözün üzerine hiç konuşma,”** diye ekledi, sanki ben zaten bir varlık değilmişim gibi.
Yanağımda hala babamın tokat izleri varken, annem fondöten uygulamaya başladı. **Her dokunuşu canımı daha çok acıtıyordu, ama bu acıya alışmam gerektiğini biliyordum.** İçimdeki tüm kırılmış parçalarla mücadele ederken, dışarıdan korna sesleri duyuluyordu. Onlar gelmişti. Babamın "uygun gördüğü" cehennem kapımdaydı.
Annem kolumdan tutup beni giysi odasına götürdü. **Uzun kollu bordo bir elbise giydirdi.** Bordo, babamın zalimce seçtiği rengin ağırlığı, kan kırmızısının hatırlattığı acıyla boğuluyordu. **Bu elbise, sadece bedenimi değil, tüm yaralarımı da gizliyordu.** Ama kimse içimdeki karanlığı göremeyecekti.
Aşağıya indiğimde, karşımda duran adam hemen gözüme çarptı. **Uzun, devasa bir adamdı.** **1.94 boyunda, masmavi gözleriyle** bana bakıyordu. Gözlerinin derinliklerinde boğulur gibiydim, ama bu ne hayranlık ne de ilgi dolu bir bakıştı. **Gözlerinde sessiz bir soru vardı: "Sen de mi bu evliliğe mahkumsun?"** Ama ikimiz de bunun cevabını çok iyi biliyorduk; bu evlilik bizim seçimimiz değildi. **Birbirimize çaresizce bakıyorduk, sessizlikte yankılanan acı ve kaderin bizi birleştirdiği bu lanetli yolun farkındaydık.**
Odanın her köşesi dolmuştu. **Adamın ailesi—babası, annesi, kardeşleri—hepsi** o günün gelmesini bekleyen sabırsız gözlerle oturuyorlardı. Hepsinin yüzünde sahte bir memnuniyet vardı; bu evliliğin bir pazarlık, bir anlaşma olduğunu bilen ama bunu kutluyor gibi yapan insanlar topluluğu. Onlara karşı duracak gücüm yoktu, ama içimde kaynayan öfkeyi bastırmak da imkânsızdı.
O an beni mutfağa doğru çektiler, oraya adeta sürüklenircesine gittim. **Elime bir fincan kahve tutuşturdular.** Parmaklarımın arasındaki kahve fincanı titriyordu; belki korkudan, belki de çaresizlikten. Fincanı tutarken, kahvenin sıcaklığı parmaklarıma işliyor ama odayı dolduran soğuk havadan bir an olsun uzaklaşamıyordum. **Her adımda, içimdeki boşluk büyüyordu.** İçeri girdiğimde odada herkesin gözleri üzerimdeydi. Sanki her bir bakış, bir suçun itirafını bekler gibiydi.
Kahveyi ona verdim. **Adam fincanı alırken ellerimiz bir an birbirine değdi.** O soğuk ellerin dokunuşu, aramızdaki uçurumu daha da büyütüyordu. O bir dikişte kahveyi içip bitirdi. **Bakışlarını bir an bile üzerimden çekmedi.** Bu, sadece bir evlilik teklifi değil, bir idam fermanıydı. Benim fermanım.
Sonra beklenen o an geldi. **Adamın babası, ağır bir sessizlik içinde, sesini yükselterek: "Allah'ın emri, peygamber efendimizin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz," dedi.** Sözleri odada yankılanırken, sanki zaman bir anlığına durdu. Her şey yavaş çekimde gibiydi; sesler uzaklaştı, nefes almak zorlaştı. **Başım dönüyordu ama kaçacak yer yoktu.**
**Babam, sanki bu cümleleri yıllardır hazırlıyormuş gibi, anında: "Verdem gitti," dedi.** Bir nefeste, hiçbir tereddüt göstermeden. **Sanki benim hayatım değil de, bir eşya, bir mal veriliyormuş gibi.** O an, her şey gözümün önünde karardı. Hayatım, babamın tek bir nefesiyle sona ermişti.
**O an fark ettim ki, cehenneme adım adım yaklaşıyordum.** Bu evlilik, benim sonumdu. **Kavrulacaktım, yanacaktım.** Ve hiçbir şey bu kaderden kaçmamı sağlayamayacaktı.
Kenan, uzun boylu ve geniş omuzlu bir adamdı; **sağlam yapısı, vücudunun her bir kasını belli edercesine** dikkat çekiyordu. **Sarı saçları, düzensiz ama karizmatik bir şekilde alnına düşüyor,** bazen bir rüzgar hareketi gibi dikkat çekici bir hava yaratıyordu. **Keskin ve belirgin hatlara sahip yüzü, ilk bakışta sert ve mesafeli görünebilirdi;** ama yüzündeki bu soğukluk, gözleriyle gülümsediğinde aniden yumuşar, yerine sıcak bir ifade yerleşirdi.
**Gözleri mavi, derin ve etkileyici bir renkteydi;** bakışları, karanlık bir geceyi aydınlatan yıldızlar gibi güven vericiydi. **Gözlerinin içine bakıldığında, içindeki derinlikler ve yaşanmışlıklar net bir şekilde hissedilebiliyordu.** Giyim tarzı sadeydi ama şıktı; **genellikle koyu renklerde, vücut hatlarını belirginleştiren klasik kesim kıyafetler tercih ediyordu.** Üzerinde tam oturan koyu renk bir ceket ve siyah bir pantolon giymişti.
**Kenan’ın duruşu, kendinden emin ve güçlüydü.** Adeta çevresine hakim bir hava yayıyordu. **Bir odaya girdiğinde, odaya giren kişinin Kim olduğuna dair herhangi bir şüphe bırakmayan bir etki yaratıyordu.** Her hareketi, her bakışı, çevresindeki insanlara onun kim olduğunu anlatıyordu; bir lider, bir koruyucu ve belki de bir düşman.
**Kenan’ın her hareketi, gerilimli bir atmosfer yaratıyordu.** Özellikle çevresindeki insanlar üzerinde sürekli bir etki bırakıyor, en küçük bir hareketi bile büyük bir yankı uyandırıyordu. Her şeyin tam yerinde olduğunu hissettiren bu adam, her durumda kendini ve çevresini kontrol altında tutan biri olarak tanınıyordu. **Ancak, bu güçlü ve sakin dış görünüşün arkasında derin, karmaşık duyguların gizli olduğunu bilmek, Kenan'ı çok daha ilginç ve gerilimli bir karakter yapıyordu.**
Kenan’ın sadeliği, onun **doğal çekiciliğini** artırıyordu. **Kıyafetleri, fiziksel gücünü ve karizmasını vurgularken, aynı zamanda onun içsel karmaşasını ve saklı duygularını da gizliyordu.** Odaya ilk girdiğinde, sessizlikle karşılanması, herkesin nefesini tutmasına neden oluyordu; çünkü Kenan’ın varlığı, bir tehdit, bir fırsat veya bir kurtuluş işareti olarak algılanıyordu. **Onun gelişi, adeta bir fırtınanın habercisiydi;** ne zaman ve nasıl bir etki yaratacağı belirsizdi, ancak kesin olan bir şey vardı: Kenan, her an her şeyin kontrolünü elinde tutma yeteneğine sahipti.
Yengem beni zorla evlendirileceğim adamın yanına itekledi. **Düğün töreninin resmi ve soğuk atmosferi içinde, bu adamın yanında kendimi küçücük ve çaresiz hissettim.** Boyum 1.60 civarındaydı; çok kısa olmasam da, bu adam benden oldukça uzundu. **Her yönüyle güçlü ve baskın görünüyordu, adeta bir dev gibi**. İçimden, evlendikten sonra bana ne kadar azap çektireceğini, babamdan daha beter bir hale getireceğini düşündüm.
**Yüzükler takıldığında, bu adamın gözlerindeki soğuk ve mesafeli ifadeyi net bir şekilde fark ettim.** Gözleri, her şeyi kontrol etme arzusu ve soğuk bir güç gösterisiyle doluydu. O an, çevremdeki herkesin huzurunu bozmuş gibi hissediyordum. İçimden, belki de evlendikten sonra, bana yönelik acımasızlıkların babamdan çok daha kötü olacağını düşündüm.
**Adamın sesini duyduğumda irkildim.** Gözlerimi ondan ayıramadan, “Banyo ne tarafta?” diye sordu. **Sesi, keskin ve talepkâr bir tonla yankılandı; bir emir gibi, daha fazla tereddüt etme hakkı bırakmıyordu.** Babam, aniden araya girerek, “Semra gösterir,” dedi. **Bu yanıt, benim için şok edici bir açıklamaydı.** Babamın kaşlarının yukarı kalkması ve gözlerinin titremesi, bu adamın sabrının tükenmek üzere olduğunu gösteriyordu. Anladığım kadarıyla, biraz daha gecikirsem, sonuç benim için hiç iyi olmayacaktı.
**Adım adım ilerlemeye başladım, adam da arkamdan dikkatlice takip ediyordu.** İçimden, bu yürüyüşün, gelecekteki acıların sadece başlangıcı olduğunu düşündüm. **Adamın soğuk bakışları sırtımda bir ağırlık gibi hissettirdi.** Birden, arkamdan gelen ses, “Hey ufaklık, niye yüzünden düşen bin parça? Evlenmek istemiyor musun?” dedi. Sesi, acımasız bir keyif arayışı taşıyordu; sanki benim acım, onun eğlencesiydi.
**Bu sözler üzerine, ne diyeceğimi bilemedim.** Sessizlik içinde, elimi kaldırarak kendimi korumaya çalıştım, ancak gözlerimden yaşların süzülmesini engelleyemedim. **Adamın etrafımda dönen tehlikeli bakışları ve kibirli tavırları, kendimi korumak için ne kadar çaresiz olduğumu gözler önüne seriyordu.**
**Gözlerim, kendime zarar vermemek için hızla etrafımı sardı,** ama adamın yaklaşan adımları ve alaycı sesi, içimdeki umudu iyice tüketmişti. Her adımda, **gelecekte karşılaşacağım zorlukların ve bu adamın bana yaşatacağı acıların** derinliği giderek daha belirgin hale geliyordu. **O an, kendi hayatımın kontrolünü tamamen kaybettiğimi ve bu adamın kapalı bir cehennem olduğunu fark ettim.** Kenan, elini omzuma atmayı planladığını söyledi. Sesi, aslında zarar vermek istemediğini öne sürse de, bu sözlerin arkasındaki belirsizlik içimi ürpertiyordu. “Ben sana zarar vermeyecektim, sadece elimi omzuna atacaktım. Amma gördüğüm kadarıyla bu kızda bir şeyler iyi gitmiyordu,” dedi. Sözleri, hem tehditkar bir alt ton taşıyor hem de yaralı bir umursamazlık sergiliyordu. “Semra’ydı adın, öyle mi? Sana şunu söyleyeyim, bundan önce ne oldu bilmiyorum ama bundan sonra sana hiç kimse kötü davranamayacak, anlaşıldı mı? Şimdi al bu telefonu, burada numaram var. Herhangi kötü bir şey olursa beni arıyorsun, anlaşıldı mı?”Kenan’ın sesi, yumuşak bir tonla yankılanıyordu, ama sözlerinin içindeki tehdit unsuru hâlâ hissediliyordu. Elime uzatılan telefon, soğuk ve sert bir metal parçası gibi hissettirdi. “Tamam,” dedim, titrek bir sesle.Kenan, başını sallayarak, “Hadi şimdi aşağıya inelim ve benden korkma, öcü değilim. Ben sana zarar vermem, kimsenin de zarar vermesine izin vermem,” dedi. Sesindeki sakinlik, sözlerinin içindeki karmaşayı örtbas ediyordu. “Hadi aşağıya inelim, ha bu arada adım Kenan, sen Kenan’ım diyebilirsin.”Bu samimi ve nazik tavır, içimdeki karmaşıklığı daha da derinleştirdi. Kenan’ın söylediklerine inanmak istesem de, bu cömertlik ve ilgi içimi tedirgin etti. Utanarak, kıpkırmızı oldum. Onun samimiyeti, içimde bir kıvılcım yaksa da, gözlerimdeki şüpheyi silemedi.Aşağıya indik ve onun yanında oturduk. Kenan, arada bir bana bakıp gülümsüyordu, bu gülüşler biraz rahatlatsa da, içimdeki huzursuzluk devam ediyordu. Bir ara, elini kaş göz arasında saçlarıma dokundu. Bu hareket, içimdeki gerilimi iyice artırdı. Kendimi ağır ve kontrollü göstermeye çalışırken, içimdeki rahatsızlık kabarmaya devam etti.1-2 saat sonra misafirler gittiler. Yorgun ve sarsılmış bir halde, odamıza çekildim. Telefonuma bir mesaj geldi. Ekranda Kenan’ın adı belirdi. Mesajı açtım ve “İyi geceler küçük, rüyanda beni gör olur mu?” yazısını okudum.Bu mesaj, hem içimi aydınlatan hem de korkutucu bir şekilde belirsizdi. Kıpkırmızı oldum, kendimi daha da küçük hissettim. Bu adamın niyeti neydi? İçimdeki korku ve belirsizlik, geceyi daha da zorlaştırıyordu.“İyi geceler,” yazdım, titreyen parmaklarımla. Bu mesajın ardından, Kenan’ın niyetleri hakkında kafamda daha fazla soru işareti belirdi. |
0% |