@b_anemoia
|
BÖLÜM KAN VE VAHŞET İÇERMEKTEDİR!!!
Herkese merhabalar, bölümü beklettiğim için hepinizden özür dilerim fakat böyle gerektiğini de belirtmek isterim. Gündem malum ve bu bölüm bir yıl öncesinden farklı platformda zaten yayınlanmıştı. Kurgunun gidişatı buydu. Bu bölümde yaşananlar, bizlerin dışarı çıkmaya korkar hale gelmemize neden olan her şey sadece kitaplarda olsaydı keşke. Etkilenecekler lütfen okumasın. Herkesin güvende olacağı günler dilerim. Yazacak çok şey var, benim büyük bir kitlem henüz yok ve fakat bir probleminiz olduğunda sesiniz olmaktan çekinmem ve size yardımım dokunması için her şeyi yaparım. Bana aşağıdaki sosyal medya hesaplarımdan ulaşabilirsiniz. Umarım hiçbir zaman gerek kalmaz fakat olur da birilerinin kötülüğüyle karşılaşırsanız bana ulaşmaktan çekinmeyin lütfen. instagram: b_anemoia_ Twitter: b_anemoia
🤍🤍🤍
İnsanlara kolay güvenen bir yapım yoktu. Genellikle şüpheci yaklaşırdım, kolaylıkla dostluk kuramazdım ancak bazı meslek grubundan insanlara güvenirdim. Bana göre özel ve kutsal mesleklerdi. Askerler, polisler, doktorlar ve öğretmenler. Bu mesleklerden birine sahip olan kişilerin özel olması, örnek insanlar olması gerekirdi, zaten çoğu öyleydi ancak her yerde olduğunu gibi onların içinde de çürükler vardı. Ben şu an o çürüklerden birinin esiriydim. Tarık...
Kesinlikle herkesten şüphelenmiştim ama o aklımın ucundan dahi geçmemişti. Görevi insanların hayatını kurtarmak olan birinin, hayatımı mahveden kişi olması beklenmedik bir şeydi. Lojmana gideceğiz sanırken arabası farklı bir yola girince “Oradan gidilmiyor,” demiştim, başıma geleceklerden habersiz. O an yüzündeki masumiyet maskesini çıkarmıştı. “Evine gitmiyoruz, o kadar salaksınız ki,” hemen ardından boynuma bir sızı hissetmiştim, sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geleli yaklaşık beş dakika oluyordu, burada değildi, kıyafetlerimin üzerimde olduğunu görmek rahatlatmıştı, ellerimi yatağa kelepçelemiş, ayaklarımı bir iple bağlanmıştı. Eski rutubet kokan bir gece kondudaydım. Odada bir yatak, yatağın kenarlarında komodinler, küçük bir masa, iki sandalye ve soba dışında hiçbir şey yoktu. Korkuyordum ama umudumu kaybetmeme nedenim Dinçer’di. Yokluğumu fark etmiş olduğuna emindim, ne yapar eder beni bulurdu. Umarım bulduğunda bazı şeyler için geç kalmamış olurdu. Bunun için zaman kazanmanın bir yolunu bulmak zorundaydım. Tarık şu an burada olmasa da, dışarıdan gelen seslerden odun kırdığını anlıyordum. Her an gelebilirdi.
Yaklaşık on dakika sonra kucağında odunlarla içeri girdiğinde bana bir bakış atıp sobayla uğraşmaya başladı. “Kendine gelmişsin, daha uzun sürer diye düşünmüştüm.”
“Nasıl? Sen bir doktorsun, nasıl böyle iğrenç biri olabilirsin?” yüzünde beliren iğrenç gülümsemeyle yanıma oturdu. “Benimle düzgün konuşmanı öneririm,” yüzüne tükürdüm ancak bu onu rahatsız etmemiş aksine hoşuna gitmişti. Dudaklarını yaladı “İlk yolladığın bebek beni öldürmek isteyen biri olduğunu düşündürmüştü. Sonra ne değişti de gözün bu kadar döndü?” sakinliğimi korumaya çalışarak onu oyalamak için konuşturmaya çalışıyordum, “Çünkü başlarda tek istediğim kanlar içerisindeki bedenini saatlerce izlemekti ama sonra sürekli kanlar içerisinde seni hayal ederken neden bir seferlik olsun ki diye düşündüm. O düğünde bembeyaz tenine bulaşan kan, içimde anlatması zor bir açlık uyandırdı. Önceden de hastalarımın kanını görmek bana zevk veriyordu ama senin kanın, bir vampirin kana susaması gibi beni senin kanına susatmıştı. Önceleri sadece kanına duyduğum arzu bedenine karşı da oluşmaya başladı.” Duyduklarım karşısında midem bulanmıştı, “O kız, onu nereden buldun? Onun suçu neydi ki?” sesim ağlamaklı çıkmıştı, o masum kızı hatırlamak kalbimin kasılmasına neden oluyordu.
“Tamamen tesadüf,” dedikten sonra cebinden bir bıçak çıkardı, önce yaklaşıp boynuma burnunu yaslayarak derin bir nefes aldı. Geri çekildim ama kaçacak pek bir yerim yoktu. Kolumda hissettiğim keskin acıyla bir çığlık attım. Sol kolumda derin bir kesik açmıştı, akan kanı izlerken büyülenmiş gibi bakıyordu. “O aptal herifler, o üsteğmen ve Civan denen heriften bahsediyorum, ben o kadar yakınındayken bile hiç fark etmediler. O kadar aptalsınız ki, o zarfı hastanede arabanıza bıraktığım halde tüm köydeki erkeklerden şüphelendiniz ama ben hiçbirinizin aklına gelmedim.” Gelmemişti çünkü o da düğündeydi ve oradan ayrılıp nöbete gelmişti. O yüzden ondan DNA örneği almamışlardı. Ben kolumun acısıyla dişlerimi sıkarken bacağıma yeni bir kesik açtı. Ne söylersem söyleyeyim durmayacağını bildiğimden elimden çığlık atmak dışında bir şey gelmiyordu. Her şeye rağmen şu an taciz etmesindense açtığı kesikleri tercih ederdim. Başımı kaldırarak bacağıma baktığımda kasığımın biraz altından, dizime kadar kestiğini gördüm, ancak bu kolumdaki kadar derin değildi. “Merak etme, açtığım yaraları kendim saracağım ölmeyeceksin.” Ona tiksinerek baktım. “Sarmak mı? Yenilerini açmak için mi, Allah’ın cezası!” kahkaha atarak başını aşağı yukarı salladı “Zeki kız,” diyerek bu kez sol bacağıma dizimden bileğime doğru bir kesik açtı, dayanılmaz bir acı çekiyordum, gözlerimden süzülen yaşların arasından kimi zaman küfür ediyor, kimi zaman durması için yalvarıyordum fakat beni duymuyordu bile, büyük bir zevkle kanlar içinde kalan bedenimi izliyordu. Başım dönmeye ve burnuma dolan kan kokusuyla midem bulanmaya başlamıştı. “Yüzün hariç her yere imzamı atacağım,” diyerek sadistçe güldü. Bıçağı şah damarımın hemen yanına dayayarak yüzüme doğru eğildi, “Bir santim kaydırsam bana görsel şölen hazırlayacak bir kanama başlayacak ama bu diğer günlere engel olacağı için yapmayacağım,” diyerek bıçağı boynumdan gerdanıma doğru kaydırıp köprücük kemiğin altından göğüs arama doğru bir kesik daha açtı, artık gözlerim kararmaya başlamıştı, “Di-Dinçer beni bulacak,’’ sonrası ise tamamen karanlığa gömülmüştü.
CİVAN HANOĞLU
Eylül’ün peşindeki kişiyi bulmak için tüm aşireti seferber etmiştim, adamlarım her yerde bir iz arıyordu. Bunu yaparken olayın çok duyulmaması için ekstra özen gösteriyordum. Burada herkes herkesi tanırdı, bu olayın duyulması zaten Eylül’e karşı ön yargılı olan köy halkının daha fazla tepki göstermesine neden olurdu. Aklım almıyordu, elimizde DNA’sı olduğu halde nasıl bulamıyorduk. Lojmana kadar girmişken nasıl gören kimse olmamıştı. Kafamdaki düşüncelerle Dinçer’i arayıp bir gelişme olup olmadığını sordum, geldiğinden beri bir yandan Eylül ile ilgilenirken diğer taraftan uyumadan araştırma yaptığını biliyordum. Herhangi bir gelişme olmadığını öğrenince, okula gideceğimi söylediğimde Eylül’ü eve bırakmamı rica etmişti.
Dinçer’in Eylül’den etkilendiğini net bir şekilde görebiliyordum, bunu yalnızca ben değil Dinçer’i tanıyan herkes fark etmişti. Yıllardır burada çalışıyordu ancak etrafında dolanan onlarca kızdan herhangi biriyle bir iletişim dahi kurmamıştı. Hatta yanında hiçbir zaman bir kadın gören olmamıştı. Şimdi ise Eylül’ün etrafında dönüp duran Dinçer’di.
Daha kötüsü böyle hisseden yalnızca o değildi. Eylül’ü ilk gördüğüm an fazlasıyla etkilenmiştim. Onu tanıdıkça da bu his etkilemenin ötesine geçerek beni esiri haline getirmişti. Dik başlılığı, masumiyeti, gülüşü ona ait her şey beni Eylül’e çekiyordu. Dinçer’i bu yüzden sevmiyordum, Eylül’ün etrafında olması beni rahatsız ediyor ancak bir şey yapamıyordum. Her şeye rağmen benim için önemli olan Eylül’ün hisleriydi, o kiminle olursa o adama büyük bir nefret duyacak olsam da, Eylül’ün hayatında kalmaya devam edecek kararına saygı duyacaktım. Hayatına kim girerse girsin onu benim koruduğum gibi koruyamazdı, Dinçer bile bir yere kadar yanında olabilirdi, göreve gittiğinde elinden bir şey gelemezdi.
Okula geldiğimde son derse girmişlerdi, İrfan Bey ile kütüphane hakkında son görüşmeleri yaptıktan sonra Eylül’ün sınıfının önünde beklemeye başladım. İçeriden bir ses gelmemesi dikkatimi çekince kapıyı tıklattım, yine bir ses gelmemişti. Yavaşça kapıyı açtığımda gördüğüm boş sınıfla kaşlarımı çattım, masaya doğru ilerlerken duyduğum ses ile duraksadım
“Kimsiniz?” omzumun üstünden sesin sahibine baktığımda elleri ve üzerindeki beyaz önlüğü boya içerisindeki adamı gördüm, okula girerken bahçe duvarlarına çizim yaptığını görmüştüm. “Civan ben, Eylül yok mu?” kaşlarını çatarak bir kaç saniye beni inceledi. “Erken çıktı o, sen Eylül’ü nereden tanıyorsun?” sorgulayıcı tavırları hiç hoşuma gitmemişti. “Asıl sen nereden tanıyorsun?” yüzüne kendini beğenmiş bir ifade oluştu, tam karşımda durarak “Onu hepinizden iyi tanıyan, hepinizden daha çok değer veren kişiyim, çocukluk arkadaşıyım, Koray ben,” dedi. Çenem kasılırken, kim olduğunu boş vermeyi tercih ettim “Yalnız başına mı döndü?” diye sordum. “Hayır doktor mu ne o bıraktı,” kaşlarım anında çatılırken “Hangi doktor? Doktorun burada ne işi var ki?” içimde tarifsiz bir korku oluştu. “Aşı yaptılar çocuklara, Tarık mı ne onunla gitti de sen neden telaşlandın?” sorusunu yanıtsız bırakarak Dinçer’i aradım.
“Alo,”
“Ben okuldayım ama Eylül erken çıkmış bugün, doktor Tarık bırakmış eve,” uzun süre herhangi bir cevap alamayınca “Orada mısın?” diye sordum. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından söyledikleriyle sarsıldım.
“Civan, Eylül’ün sapığı o, Tarık.” Sonrası yok, telefonu kapatmıştı. Birkaç saniye duyduklarımı sindirmeye çalıştım, Koray bir şeyler söyledi ancak elimle bir dakika işareti yaparak onu durdurup Celil’i aradım. “Celil, tüm adamları topluyorsun, 15 dakika içerisinde okulun önünde toplanmış olacaksınız, hazırlıklı gelin!” diyerek telefonu kapattım, silahımı kontrol ettim, “Silah mı? Neler oluyor? Eylül’e mi bir şey oldu?” öfkeyle ona dönerek “Evet, muhtemelen şu an sapığı tarafından kaçırıldı! Madem çocukluk arkadaşın onu elin adamıyla göndermek yerine neden sen evine bırakmadın?” duydukları karşısında şoka girmişti, birkaç saniye boş gözlerle baktıktan sonra “Sapığı mı?” dedi.
“Evet, sana durumu anlatmakla zaman kaybedemem,” diyerek okuldan çıktım, Celil ve diğerlerinin gelmesini bekleyecek kadar zamanım bile yoktu, hemen bir şeyler yapmak zorundaydım. Arabayı çalıştırmak üzereydim ki Koray yolcu koltuğuna oturdu. “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye öfkeyle bağırmamı umursamadı, “Eylül söz konusuyken öylece duracak değilim, ne yapılacaksa beni de götür.” Gözlerimi kapatarak derin nefesler alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. “Ne taraftan gittiklerini biliyor musun?” beni onaylayarak gittikleri yönü gösterdi, Celil’e o yoldan gelmelerini söyledikten sonra yola çıktık. “Yolu dikkatle incele, dikkat çeken bir şey görebiliriz belki.” Dediğimde Koray’ın zaten bunu yaptığını görmüştüm, varlığı rahatsız ediyordu ancak çocukluk arkadaşı diye bir şey söyleyemiyordum, biraz ilerdikten sonra “Dur!” dediğinde aniden frene bastım. “Ne oldu?”
“Eylül’ün çantası,” arabadan indim, yol ayrımında köşeye fırlatılmış çantayı alıp içini kontrol ettiğimde gerçekten Eylül’e ait olduğunu çantayı açar açmaz gördüğüm parfümle anlamıştım, bu parfümü kullandığını gördükten sonra aynısından aldığımı kimse bilmiyordu. Kokusu güzel olsa da Eylül’ün teninde durduğu gibi durmuyordu. Etrafa baktığımda Celal ve diğerleri de gelmişti, “Bu yol iki yere çıkıyor, Celal diğer ekibin başında sen dur, yanına 10 kişiyi al, kalanlar da beni takip etsin! O doktor Tarık’ı bulun bana, o iti ölmekten beter edeceğim.”
DİNÇER ERYİĞİT
Sevdiklerini kaybeden insanlar hayatına yeni biri girdiğinde kaybetmemek, onu korumak için her yolu deneyebilirdi. Civan ile olan telefon konuşmamızın ardından hemen Nihat’ı aramış takip etmesini istediğim konumu bana yollamasını istemiştim. Önceki gece Eylül’e hediye ettiğim kalp şeklindeki bilekliğin içine konumunu gösteren bir cihaz yerleştirmiştim. Özel bir bileklikti, sağlamdı ve bendeki anahtar şeklindeki bileklik dışında bileğinden çıkarılması neredeyse imkansızdı. Beni kabul etmeseydi bile bu bilekliği bir şekilde takmasını sağlayacaktım. Peşindeki şerefsiz o video kaydını bıraktıktan sonra hazırlatmıştım. Nihat konumu bana gönderinceye kadar Rıza Albay’ı aramış, aradığımız kişinin Tarık olduğunu, Eylül’ün şu an elinde olduğunu söylemiştim. Hızla eve giderek kamuflajlarımı giymiş, silahımı da alarak, ekibe katılmıştım, Albay operasyonu başlatmıştı. Rıza Albay genelde görevlere katılmazdı fakat şu an manevi kızı söz konusuyken o da bizimleydi. Neyse ki Eylül’ün konumu sabitti, bileklik konusunda Rıza Albay bana teşekkür etse de sonradan hesap soracağını ve nedenini sorgulayacağını biliyordum. Bu kesinlikle umurumda değildi, şu an tek önemli olan; Eylül’e bir şey olmadan onu kurtarmaktı. Köye uzak bir konumu gösteriyordu, bize yaklaşık 45 dakika uzaklıktaki yere vardığımızda küçük, yıkık dökük bir gecekondu ile karşılaştık ancak bizi asıl şaşırtan, bizimle aynı anda gelenlerdi. Civan, Koray ve Civan’ın adamları da buradaydı. Biz araçtan indiğimizde Rıza Albay kaşlarını çatarak onlara baktı. “Koray, senin burada ne işin var? Asıl soru sizin burada ne işiniz var!” dediğinde Koray denen bu herifi onun da tanıması sinirimi bozmuştu.
“Eylül’ü arıyorduk Rıza amca,” diyen Koray’ın sözünü keserek Civan araya girdi “Eylül konusunu öğrenince adamlarımla aramaya çıktık, okulun ilerisindeki yol ayrımında çantasını bulunca bir kısmını diğer yoldan gönderdik, bu evde olabilir diye de durduk.” Rıza Albay çenesini kaldırarak. “Sağ olun ama siz bu işe bulaşmayacaksınız, kızım içeride ve biz onu alıp çıkacağız.” Diye emrini verdikten sonra bize döndü. “Hızlı olun, kızıma bir zarar veremeden alın o kansızı.” Hepimiz emri alarak eve doğru ilerledik, ben Nihat ile kapının önünde beklerken, Zeki ve Hikmet pencereden içeriyi kontrol etti, her ne gördülerse bir an yüzlerinde dehşete düşmüş bir ifade belirdi ama Hikmet başını salladığında içeride olduklarını anlamıştım. “Çıkıyor,” Zeki’nin uyarısıyla beraber Nihat ile kapının kenarlarına geçtik, Turan, Rıza Albay ve Mikail kapının karşısında silahlarını doğrultuyordu. Kapı açıldığı an dizine tekme vurarak, yere düşürdüğümde daha ne olduğunu anlayamadan Hikmet sırtına bastırarak kelepçelemişti, kahkaha atmaya başladığında saçlarından tutarak başını kaldırdım. “Eğer Eylül’ün kılına zarar verdiysen ölsen bile benden kurtulamazsın!” yüzündeki ifade bozulmadı, “Ondan alacağımı aldım, bugünden sonra istese de eskisi gibi olamaz, bana yapacaklarınız umurumda değil.” Yüzünü sertçe zemine vurduğumda kırılan kemiklerinin sesi beni tatmin etmemişti, bir kez daha vurdum ama Rıza Albay’ın sesi beni durdurdu. “Kızım! Mikail hemen buraya gel.” Mikail yaralandığımız zamanlarda ilk yardımı yapardı, Eylül yaralı mıydı? Korkarak içeri girdim. Girer girmez adımlarım bıçak gibi kesildi. “Eylül,” diye fısıldadım, hayatımda ilk defa sesim titremiş ve kekelemiştim. Kıyafetleri parçalanmış, vücudunun her yeri kanlar içerisindeydi, ayak tabanları bile... O güzel yüzünde kan yoktu ama zaten beyaz olan teni daha da soluktu. Civan ve Koray Eylül’ün yanına giderken ben dışarı çıktım. Silahımı doğrultup araca götürdükleri Tarık’a sıkmak üzereydim ki Rıza Albay beni durdurdu.
“Kendine gel üsteğmen! Sen katil değilsin askersin. Onun cezasını mahkeme verecek.” Bakışlarımı ona çevirdim. “Komutanım bu herif yaşamayı hak etmiyor, Eylül’ün ne halde olduğunu gördünüz.” Çenesini kaldırarak karşımda durdu.
“Gördüm, kızımı benden daha mı çok düşüneceksin? Sence ben şu an ona bunu yapanı öldürmek istemiyor muyum? İkinci bir uyarı yapmayacağım, indir silahını, kızımı hastaneye yetiştirelim. Yaşıyor.” Dişlerimi sıkarak birkaç saniye bekledim ama haklıydı, istemeyerek de olsa silahımı indirdim. Rıza Albay içeri girerken ben girmeye cesaret edemiyordum. Omzumda hissettiğim el ile birlikte omzumun üzerinden elin sahibine baktım. “Albay haklı sen katil değilsin, mesleğini yakmaya değmez.” Civan’ın beni teselli etmesi rahatsız etmişti. Ancak iyice yaklaşarak fısıldadıklarını duymayı kesinlikle beklemiyordum. “Bana onu götürdükleri cezaevini söylemen yeterli.”
**
Tarık sorgu için götürülmüş, Eylül’ü ise hastaneye getirmiştik. O biyolojik atığın sorgusuna girmeyi istesem de Albay izin vermemişti, ben hastanede beklerken sorguyu Mikail ve Nihat yapacaktı. Neyse ki Nihat orada olacaktı, içim bu yüzden bir nebze de olsa rahattı çünkü sorgu esnasında onunla nasıl ilgileneceğini iyi biliyordum. Bir saat kırk yedi dakikadır doktorlar bir şey söylememiş, hâlâ Eylül ile ilgileniyordu. O haline birkaç saniye bakabilmiştim fakat gözümün önünden gitmiyordu. Ölülerden korkmazdım, parçalanmış cesetler, dağılmış kafa tasları gibi birçok ölüyü görmüştüm fakat hiçbiri beni etkilememişti, oysa Eylül’ün o hali bundan sonraki hayatımda sürekli kabuslarıma girecekti. Sevdiğiniz birinin parmağının basit bir şekilde kesilmesi bile bizi kahrederken ben sevdiğimi kanlar içerisinde bulmuştum. Nihayet doktor çıktığında hemen ayaklandım, onu bu hale bir doktor getirmişti, şimdi ise başka bir doktor onu kurtarmak için uğraşıyordu. Civan, Koray ve Rıza Albay ile birlikte hemen doktorun etrafını sarmıştık. Artık doktor görmek bile istemiyordum, kadın bize kısa bir bakış atıp sorularımızın bitmesini bekledikten sonra açıklamaya başladı. Hepimiz bir ağızdan nasıl olduğunu soruyorduk.
“Çok fazla kan kaybetmişti, boynundaki, ayaklarındaki ve karnındaki kesikler derin değildi, dikiş gerekmiyordu ancak diğerlerinin izi kalacaktır. Hayati tehlikesi yok ancak kan nakli olması gerekiyor.” Doktor susar susmaz Koray “Ben veririm bizim kan gurubumuz aynı,” demişti. Hemşireler onu kan almak için götürürken sormak için delirdiğim ancak cevabından korktuğum ve Albay burada olduğu için soramadığım soruyu Rıza Albay sormuştu. “Peki yaraları dışında bir şey var mı?” sesi titremişti, gözlerini kapatıp yutkunduktan sonra devam etti, “Cinsel istismar...” doktor onun için zor olduğunu fark etmiş ve sözünü kesmişti “Hayır tecavüze uğramamış,” hepimiz derin bir nefes almıştık, evet yaralanmıştı ancak neyse ki istismara uğramamıştı. Bunu kaldıramayacağını biliyordum. Benim gözümde saflığını kaybetmezdi, her an yanında olurdum fakat Eylül bununla yaşayamazdı.
“Kızımı ne zaman görebilirim?” Albay’ın sorusuyla dikkatimi tekrar doktora yönelttim.
“Kan verileceği için tedbir amaçlı bu gece yoğun bakımda tutulacak, yarına kadar göremezsiniz. Burada beklemenizin bir anlamı yok, sabah erkenden normal odaya alınacak o zaman görebilirsiniz.” Albay başını onaylayarak sallarken doktor yanımızdan ayrılmıştı. Albay’ın bakışları beni bulunca duruşumu dikleştirdim. “Ben şimdi kızıma bunu yapan piç kurusunu sorgulamaya gidiyorum, göremezsiniz dediler ama bir şey olması ihtimaline karşı bu gece burada nöbet tutacaksın asker. Yarın geldiğimde senin sorgun başlayacak.” Bakışları bile başıma geleceklerin habercisiydi. “Emredersiniz komutanım.” Birkaç saniye sert ifadesiyle beni inceledikten sonra yanımızdan ayrılınca omuzlarım çöktü. Civan’ın hâlâ burada olduğunu görünce “Sen neden buradasın hâlâ? Gitsene.” diye sordum.
“Ben senin askerin değilim üsteğmen, bana emir verme gafletinde bulunma bir kez daha. Şimdi acına veriyorum, tekrarı olmasın.”
**
Sabaha kadar bir saniye bile uyuyamamış, yoğun bakımın önünde beklemiştim. Civan ile birlikte! Koray erkenden yanımızdan ayrılmıştı. Sabah Eylül normal odaya alınırken birkaç dakikalığına da olsa görebilmiştim, teni hala soluktu ve uyuyordu, doktoru ağır ağrı kesiler verdikleri için henüz uyanmadığını söylemişti. Normal odaya aldıklarında tam içeri girecektim ki Rıza Albay seslenince durdum, Civan içeri geçerken ben beklemiştim. “İçeri girmeden önce konuşmamız lazım.”
“Emredersiniz komutanım,” karargahta olmasak bile her an onun askerleriydik. Emrine karşı gelemezdim. “Eylül, bana babasının emaneti, benim de sana emanetim, biliyorsun.” Dediğinde sesi son derece ciddiydi. “Ben sana kızımı emanet ettim üsteğmen, umarım sen emanete ihanet etmemişsindir. Kızıma karşı hissetmemen gereken duygular besliyorsan vazgeç, babasının şehit haberiyle yıkılan kızımın, eşinin şehit haberini de almasını istemiyorum.” diyerek yanımdan ayrılıp içeri geçti. Ben ise olduğum yerde öylece kala kaldım, ne içeri girebiliyordum ne de burada durabiliyordum. Kendince haklıydı belki ama insan duygularına engel olamıyordu ki? İlişkimizi öğrenmeden uyarısını yapmışken nasıl karşısına geçip Eylül’ü sevdiğimi söyleyecektim?
***
Sizce Eylül kendisini toparlayabilecek mi?
Rıza Albay haklı mı?
Dinçer bundan sonra nasıl bir yol izleyecek?
Civan'ın da Eylül'ü sevdiğini öğrendik, Civan Dinçer ve Eylül ilişkisini öğrenince ne tepki verecek?
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın şimdiden teşekkürler 💖
|
0% |