@bataktacicek
|
Ben iflah olmaz bir ruh hastasıyım evet, habire yeni kurgu paylaşmama başka bir kılıf uyduramıyorum artık osodpfpgg Neyse başlama tarihlerini alabilir miyimmm? Keyifli okumalar Yorum yapmayı ve oylamayı unutmayalım ♡ ***
Hayatımıza giren hiçbir insan da sıradan değildi, hiçbir zaman etrafımdaki insanların sıradan olduğunu düşünen bir tarafta olmamıştım. Karşılıklı tanışan her insanın birbirinin hayatına belirli bir görevi ve zamanı oluyordu. O görev tamamlandığında, zaman da dolduğunda herkes birbirini terk ediyordu. Kimse sonsuza dek kimsenin yanında kalmazdı. Ya ölüm ayırırdı ya ihanet. Oturduğumuz kahvaltı masasındaki derin sessizlik yine odağı bana çevirince sol çaprazımda oturan babama bakıp değişik değişik mimiklerde yapmakta bulmuştum çareyi. Ne düşündüğümü sorması bu mimiklerimle karşı karşıya kalmasından daha kötü bir seçenek olacaktı çünkü. "Çabuk ye yemeğini" dedi babam gülerek. "Okula gideceksin daha." Bir umut, belki olur diye hafifçe gülümsedim ve aklımdan geçen soruyu sordum büyük bir çekingenlikle. "Tek mi gideceğim?" Babamın gözlerinden anlamlandıramadığım bir ifade geçti. Bu da demek oluyordu ki yine ve yeniden tek gidemeyecektim. Senelerdir içinde bulunduğumuz bu duruma alışmış gibi görünsem de bir üniversite öğrencisi olarak artık zorlamaya başlamıştı beni de her yere korumayla gitmek. Evet, babam benim sosyal hayatımı kısıtlamıyordu. Gitmek istediğim her yere gidebiliyordum ama başımda da her daim bir koruma vardı. Birinden saklanıyorduk. Birinden saklanmamızdan da ziyade, babam beni birilerinden koruyordu ama bu kişi kim, bizim hayatımızı nasıl bir tehlikeye sokuyor bunları bilmiyordum. "Gidemiyorum, anladım" dedim tüm keyfim kaçmış gibi, tüm keyfim de kaçmıştı zaten. Yirmi iki yaşında gencecik bir kızdım ama arkadaşlarımla hiç baş başa bir mekana gittiğimi bile hatırlamıyordum. Başımda hep birileri vardı. "Ada Hanım, hazırsanız çıkalım." Salona gelen kişiden duyduğum bu mesafeli cümleyle önümdeki tabağa bakmayı kesip mutsuz bir şekilde ayaklandım. "Çıkalım" demiştim dudaklarımı büzerek. "Zaten ben sen olmadan bir yere gidemiyorum, benim seni beklemem gerekiyor bence." "Ada!" diye uyarıcı bir şekilde adımı zikretti babam. Bu uyarı üzerine de umursamazca oflamıştım. "Böyle olması gerektiğini biliyorsun, mızmızlanıp durma." "Ben mızmızlanmıyorum" Salona giren kişiye baktım dik dik. "Ben her yere bununla mı gideceğim?" dememle tam yanımda takım elbiseyle duruyor olan kişinin dudakları hafifçe yukarı kıvrılınca gözlerimi büyüte büyüte ona baktım ben de. İlk defa gülümsemişti. "Rüzo alınma ama yani her yerde baş ucumda cehennem zebanileri gibi dikilmenden hiç hoşnut değilim." "Ben işimi yapıyorum" dedi yine aynı mesafeli tonla. "Biraz daha uzak durmamı isterseniz birkaç adım uzaklaşabilirim ama." Hilal kaşları kalktığında gözlerimi ondan çekmeden suratına baktım. "Rüzo da değil ayrıca, evcil hayvanınıza isim vermiyorsunuz. Kaç kez daha uyaracağımı bilmesem de Rüzgar olarak düzeltmek durumundayım." "Sen de ne kasıntı bir adam çıktın ya" "Yaklaşık yirmi dakika sonra dersiniz başlıyor." Saatine baktı erkeksi bir şekilde. "Ülkü Hanım'ı da yol üzerinde alacağız sizin talebiniz olduğu için, biraz acele etseniz iyi olur." Yavaşça çıktım salondan. Kapı kenarına attığım kol çantamı da omuzma atıp hafifçe arkama dönerek ona bakmıştım. "Oldu mu?" diye sordum alayla. "Bence artık birkaç gün için benim okulu ekmeme izin verip benimle vakit geçirebilirsin." "Babanıza bunun hesabını veremem hanımefendi." Evin kapısını açıp ilk benim geçmem için bekledi nizami bir şekilde. "Sizin güvenliğinizden ben sorumluyum, hayatınızı riske atamam." "Tam olarak neyden korunuyorum?" Senelerdir ısrarla sorduğum bu soruya yine cevap alamamıştım maalesef ki. Başıma herhangi bir elim hadise de gelmemişti aslında ama ısrarla korunuyordum işte. Başımdaki korumalar da üç kez değişmişti. Rüzgar ise en sonuncu ve en uzun sürelisiydi. Üç yıldır benimle birlikte her yere gidip geliyordu. Yaşını hâlâ daha öğrenememiş olsam da dinlediği şarkılardan anladığım kadarıyla aramızda büyük yaş farkı yoktu. Maksimum on sene aramız vardı. Altmış yaşında daha kendini koruyamayan korumalarımdan sonra buna da şükürdü işte. Arabanın kapısını da bana açtığında daha fazla boş boş konuşmayı reddederek içeriye geçtim ben de. Üç yıldır çoğunlukla yan yanaydık ama benimle gereksiz diyaloglara asla giren biri değildi. Günde elli cümlenin üzerine çıkmıyordu, günün yaklaşık on saati yanımda bulunuyor olmasına rağmen hatta evde odama yakın bir konumda kalıyor, ara sıra odamın kapısında bekliyor olmasına rağmen; bazenleri odamda nöbet tutuyor, köşede işlerini hallediyor olmasına rağmen asla konuşmuyordu. Şikayetçi de değildim aslında ama insan bazen etrafında ses istiyordu. En nihayetinde 'özgürlüğüm' ona bağlıydı ve bir tek onun yanında kendimi kontrol edilmiyormuş gibi hissediyordum, biraz arkadaş canlısı davranabilirdi. Arabaya bindiğinde direkt radyoya uzanan kemikli eline baktım dümdüz. Her gün rutinimiz buydu, birazdan her arabaya bindiğimizde başlayan o şarkı başlayacaktı. Aramızda bir konuşma olmadan yolda giderken yanımdaki adam içine içine dinlemekten ezberlediğim o şarkıyı mırıldanacaktı, sonra bana bakıp bir isteğim olup olmadığını soracaktı... Her gün böyle, her an böyle olurdu. "Niye hep bu şarkıyı dinliyorsun?" İlk kez sormuştum bu soruyu. O da ilk kez sormuş olmamın şaşkınlığıyla bana doğru dönüp kaşlarını hafifçe çatmıştı. "Severim" dedi öylesine bir şekilde. "Fakat beğenmiyorsanız ya da sıkıldıysanız istediğiniz bir şarkıyı açabiliriz." "Birine mi aşıksın?" "Patronumla bu kadar samimi olmam sizce de yanlış değil mi Ada Hanım?" Sorduğu sorudan sonra radyoyu kapatıp hafif bir baş hareketi yaptı. "Özel hayatım da bırakın bana kalsın." "Sürekli benimlesin, benden özelin mi var senin?" Birkaç tıksırtı sesi geldi yani taraftan. Bu esnada arabayı çalıştırmış ve kemerimi takmam adına benim koltuğuma vurmuştu. "Aşkın geçirilen vakitle orantılı olduğunu düşünecek kadar ufak mıydın sen?" diye sordu içine içine. Bana sormuştu ama cevap beklediği bir soru değildi muhtemelen. Kendi kendine konuşuyordu çünkü. En sonunda "Bazen sadece seversiniz Ada Hanım" demişti tok bir sesle. "Karşı tarafı her gün görseniz de görmesiniz de, konuşsanız da konuşmasanız da seversiniz." Radyoya bu sefer ben tekrar uzandım. Açtığım anda başlayan şarkıyla da cama doğru dönmüştüm. Garip bir şarkıydı ve ilk dinleyişte garip gelmiyordu aslında. Ama üç yıldır her gün dinleyince insan bambaşka şeyler düşünüyordu. Şarkı sözlerinin altından farklı bir anlam bile çıkarmak mümkündü. Seni versinler ellere, beni vursunlar Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar Bu dizelerin normal bir anlamını bulmak da zordu aslında. Melodi, tını her şey çok güzeldi ama şarkının ana fikri fazla rahatsız ediciydi. Kendimi prenses olarak tanımlayacak karakterde olmasam da bu tarz şarkılar benim neşeme fazla geliyordu işte. Depresif bir insan sayılmazdım, hatta yaşamaya zorlandığım hayat için fazla pozitif bile sayılırdım. Çok ağlamaz, ağladığım zaman ise basit şeylere ağlamazdım. Bu özelliğimi de pek sevdiğim söylenemezdi ama ağlayıp üzülmeyi de sevmiyordum. Bir noktada her şeye şükretmek gerektiğine inanıyordum çünkü şükretmeyip üzülünce sonuç değişmiyordu, insanın başına daha bile kötüsü geliyordu. "Bu tip şarkıları fazla dinleme bence, her yaptığımız hareketin hayatımıza geri dönüşü olduğunu düşünüyorum ben." "Yirmi iki yaşında pozitif bir hayalperestin yorumları benim gibi düz ve rasyonel biri için pek anlam ifade etmiyor takdir edersiniz ki." Güldü kibarca. "Ben şarkıları hayatım olsun diye dinlemem, hayatım olan şarkıları dinlerim. Arada çok fark var." "Rüzo edebiyat yapma bana, anlamıyorum ben entel dantel şeyleri." "Eymen" dedi dümdüz bir şekilde. Beni de umursamamıştı. Sanırım bugünkü arkadaş canlısı konsept süresinin sonuna gelmişti. "Sizi hâlâ rahatsız ediyor mu?" "Erkek arkadaşımla aramdaki sürtüşmelerin hesabını kişisel korumama vermek zorunda olduğumu bilmiyordum." Sesim meydan okur gibiydi ama haksız olduğumun da farkındaydım. Bunları yapmasını ona babam söylüyordu, onun işi buydu. Anlatmayarak onu da zora sokuyordum. "Biz aramızda hallederiz." "Aranızda halledeceğiniz mevzular genelde bir erkeğin size el kaldırmasına izin verebileceğiniz mevzular mıdır?" Tek eliyle manevra alırken sormuştu bu soruyu. İşte bazen koruma bundan kötü oluyordu. Bir şey anlatıp yardım istemene gerek yoktu. İyi, kötü her şeyi net bir şekilde görüyorlar senin anlatmanı bile beklemeden çıkarım yapıyorlardı. "Açık konuşmak gerekirse hiçbir arkadaşınızın tepki vermemesine de şaşırdım, hepsini gözden geçirin derim." "Burnunu hayatıma çok sokma sen Rüzo." "Benim işim hayatınıza burnumu sokmak Ada Hanım." Bu da doğruydu. Allah kahretmesin ki bu da doğruydu. Para alarak yaptığı iş benim hayatımda bilgi sahibi olmak, habire kontrol etmekti. "Arkadaşlarımı tanımıyorsun." "Paranız için yanınızda olduklarını anlayabilecek kadar insan sarraflığım var." Dikiz aynasından bana bakıp yeşil gözlerini kıstı olabildiğince. "Psikoloji mezunu olmam da işe yarıyor mu bilmiyorum fakat bazı arkadaşlıklarınıza onay vermediğimi bilmenizi isterim." "Neyse ki sana fikrini soran olmamıştı." Sinirle kurmuştum bu cümleyi. Doğruları konuşuyor olabileceği gerçeği canımı sıkmıştı. Sert hareketlerim esnasında binbir emekle uzattığım tırnağım epey derinden olacak şekilde kırılınca bir de onun acısına sinirlendim kendimce. Daha sonrasında ise kedi miyavlaması minvalinde bir ağlama sesi çıkarmıştım. Benim çıkarttığım bu sesin ardından araba yavaşça sağa çekildi. Yanımdaki adamın yeşilleri de beni bulmuştu hızlı bir şekilde. Cebinden yara bandı çıkarıp bana uzattığında bön bön ona baktım. Kırılan tırnağı yara bandı ile yapıştırma fikri yoktu umarım. "Ne oldu?" diye sordu anlamamış gibi. Kanayan ve derinden kırılmış, bir kısmı hâlâ elime yapışık olan tırnağımı yara bandı ile yapıştıracağımı düşünüyordu herhalde. "Yanlış bir şey mi yaptım, niye bakıyorsun?" Bakıyorsun.... Bakıyorsunuz değil, bakıyorsun... Muhtemelen kurduğu cümlede kendine göre olan büyük hatayı fark etmemişti. Kafasını iki yana sallayıp gözlerini iyice kıstı. "Yara bandı her yaraya iyi geliyor, deneyin derim." Bahsettiği yaranın başka olduğuna çok emin olduğumdan kaşlarımı çattım. Anlattığı şeylerin doğru olduğunu düşündüğüm için sinirlendiğimi ve o stresle de kendime zarar verdiğimi anlamıştı. "Bilerek mi yapıyorsun?" "Size üzüldüm." Arabayı ani bir manevra ile ters yöne çevirip okul yolundan iyice saptı. "Tırnağınızı yaptıralım" dedi sakince. "Siz de o esnada yara bandını hangi yaranıza yapıştıracağınıza karar verirsiniz." "Sen babamdan habersiz iş yapabiliyor muydun ya?" diye sordum alaylı bir şekilde. Okula götürmekten aniden vazgeçip beni tırnak yaptırmaya götürebiliyorsa bu meziyetlerini başka günlerde de gösterebilirdi diye düşünüyordum. "Bu meziyetlerini başka günlerde de görsek iyi olur." "Benim işim size zarar veren durumları ortadan kaldırmak." Direksiyondaki ellerini sıkı sıkı tutup yola odakladı gözlerini. "Şu an içinde bulunduğumuz durumla çok paralel bir cümle de var aslında." Ne olduğunu söylemesi için gözlerimi onun suratına diktim dümdüz bir şekilde. Ona baktığımı anlamış gibi yarım ağız bir şekilde gülümseyip ifadesini anında eski duvar ifadesine çevirmişti. Ben de göz yanılsaması görmüş olabilirdim, hiç gülümsememiş bile olabilirdi. "Tırnağınız bile kırılmasın diye uğraşıyorum" dedi dümdüz bir şekilde. "Görevim bu en nihayetinde." *** Reklam yapmak istemiyorum, birilerine önerseniz de okunsa falan sjskgkshkskdh instagram: bataktacicekk Sonraki bölümün gelme tarihi: 12 Kasım 2024
|
0% |