Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm - Kader

@begibooks

Gözlerimi açtığımda artık bana tanıdık gelen bir koku geldi burnuma. Başımı hafifçe omzundan yukarıya kaldırıp, yüzüne baktım. Şafağın griliği yüzüne yansıyordu. Arabada olduğumuzu anlamam zaman aldı. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak, olduğum yerde doğrulmaya çalıştım ama bacaklarım neredeyse hissizdi, başaramadım.
"Az kaldı, biraz daha uyu," diye fısıldadı, Aslan, saçlarımın arasından. Sesini duymak güven tazeleyiciydi. Halbuki bir kaç hafta öncesine kadar sadece yabancıydı benim için.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
Elini, yanağıma koyup başımı omzuna bastırdı. "Eve gidiyoruz."
"Kimin evi?" Gözlerimi kapattım, zaman zaman başım dönmeye devam ediyordu.
"Kabul edersen, artık bizim evimiz."
Midemde bir hareketlilik oldu. Bulantı gibi değildi. Heyecanlanmış mıydım? Beni öptüğünde de böyle hissetmiştim. Kendi kendime gülümsedim ama cevap veremedim. Ait olduğum hiç bir yer yoktu. Aslan ise bana ait olabileceğim bir evden söz ediyordu. Kinaye de etmiş olabilirdi. Kalbim kırıldı.
"Leyla," derken, Aysema'nın sesini hemen tanıdım. Ön koltuktan arkaya doğru, titreyen elime uzandı ve elimi avucunun içine aldı. "Her şey yoluna girecek, biliyorsun değil mi?"
Alacakaranlığın içinde güzel yüzüne bakabilmeyi denedim. Sersemlemiştim ama o ışıldayan tenini görebiliyordum. Aslında bir gölgeydi sadece. Ama o Aysema'ydı işte. Bugün hayatımı önce ona borçluydum.
"Tüm olanları anlatacağız ama önce eve gidip, biraz dinlenmeliyiz." Aysema, elimi bırakıp, tekrar önüne döndü.
"Teşekkür ederim, Aysema," derken, sesim kırıldı. Gözlerimin dolduğunu henüz fark etmemiştim. "Sana, daha doğrusu size çok şey borçlyum," diye mırıldandım. Daha fazla dayanamayıp, yüzümü Aslan'ın omzuna gördüm. Aslan'ın soğuk elleri saçlarımın arasında gezindi. Hemen ardından saçlarımı öptü. Kimse beni saçlarımdan öpmemişti. İçim ısınırken, gülümsedim. Ama bu gözyaşlarımı daha da arttırdı. Hıçkırıklarımın arasından kesik kesik nefes almayı denedim. Biraz daha ağladıktan sonra durdum. Gözyaşlarımla birlikte araba da durdu. Sahi, Aysema ön koltukta, Aslan yanımda ise arabayı kim kullanıyordu?
"Geldik çocuklar." Sesin sahibi, Aslan'ın babasıydı.
Arabadan inerken bile çok zorlandım. Bedenimin dokunulabilir her yeri ağrıyordu. Yorgundum, acı çekiyordum ve korkuyordum. Aslan yanımda olsa da sürekli bir gerilim filminin içindeymişim gibi hırpalanmış hissediyordum. Aslan, beni kolunun altına alıp, göğsüne doğru çekti. Başımı omzuna yasladım. Görüşüm hala bulanıktı. Şafak neredeyse sökmek üzereydi ama her yanım karanlık içindeydi.
Sokak kapısının önüne geldiğimizde, kapıyı Gül açtı. Doğru ya Gül bizimle değil miydi?
"Hoşgeldiniz, hadi hemen girin." Gül, telaşla bizi içeriye davet ettikten sonra sokak kapısını kapatıp, salona, yanımıza geldi. Odada bulunan aydınlatmaların bazıları açıktı. En azından her yer gözle görülür haldeydi. Aslan, beni omuzlarımdan tutup, üçlü koltuğa oturttu. Daha sonra da kendi yanıma oturdu. Sırtıma doğru bir yastık yerleştirdi. Rahat olduğumdan emin olmak istiyordu. Yorgunca gülümsedim.
Aysema, çaprazımdaki berjere oturdu. En az benim kadar yorgundu. Her anlamda. "Sonunda evimizdeyiz," dedi, arkasına yaslanırken. Yorgunluğuna rağmen yüzünde rahatlamış bir ifade vardı.
Salonun kapısından içeriye Aslan'ın babası girdi. Uygar Demirkan, tam karşımda duruyordu. Bakışarı üzerimde gezindi. Neredeyse bana acıyarak baktığına yemin edebilirdim. Haksız değildi. Acınacak haldeydim.
"Baba, gidip bir duş al bence," dedi, Aysema.
Uygar Bey, iki elini pantolonun ceplerine sokup, kapının pervazına yaslandı. Yeşil gözleri solmuştu. O da en az bizim kadar yorgundu. "Ne geceydi ama..." diye başladı sözlerine. Gülümsüyordu bize bakarken. "Uzun zamandır bu kadar genç hissetmemiştim."
Aslan, öne doğru eğilip, dirseklerini dizlerine yaslayıp, bakışlarını babasının üzerine doğru çevirdi. Omuzları gergindi ve çene çizgisinden dişlerini sıktığını görebiliyordum. "Bunca olayın içinde tüm düşüncen bu mu gerçekten baba?" Bunu inanamayarak sormuştu.
Babası gülümsemeye devam etti. "Yıllardır, birilerine karşı gelmem gerekiyordu. O gün bugüne kısmetmiş demek ki." Karşımızda duran ikili koltuğa oturup, arkasına yaslandı. Daha sonra gömleğinin iki düğmesini açtı. Yorgunca nefes alıp verdikten sonra duruşunu dikleştirdi ve yüzümüze bakmaya devam etti.
"Leyla, biraz dinlensin. Bizde o sırada biraz konuşalım," dedi, Aslan. Omzunun üzerinden yüzüme doğru baktı. Solgun şafağa rağmen bakışları ışıl ışıldı.
Başımı iki yana salladım. "Burada kalıp, herşeyi anlamak ve herşeyi anlatmak istiyorum," dedim. Yığılıp kalmamak içinde içimden dua ettim.
"Sözümü dinlemeyeceksin değil mi?" Aslan, gülümsedi. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim.
"Bu defa hayır," dedim, yavaşça.
"Bunca şeyin arasında flört edebiliyor olmanız ne kadar tatlı," dedi, Aysema. Bir elini çenesine dayamış, hayran hayran bize bakıyordu.
Yanaklarım ısınmaya başlayınca bakışlarımı önüme çevirdim. Uygar Bey ile de aynı odada olduğumuzu unutmuştum kısa süreliğine de olsa. Uygar Demirkan'a hayatımı borçluydum.
Aslan'ın telefon sesi salondaki sessizliği böldü. İrkildim. Saat daha yedi bile değildi belki. Bu saatte kim arıyor olabilirdi? Gerildim.
Aslan, telefonun ekranına bakmadan çağrıyı yanıtladı. "Geldin mi?"
Karşı taraf çok kısa konuştu ve Aslan telefonu kapatıp, ayaklandı. Bir dakika dolmadan içeriye, yanında başka biri ile girdi.
Neredeyse Aslan boylarında, iri bir adamdı. Yine aynı şekilde Aslan'ın yaşlarındaydı. Giyimi, Aslan'a göre daha dağınık daha özensizdi ama en az Aslan kadar da varlıklı olduğu belliydi. Boynunda gümüş rengi bir kolye parlıyordu. Kolyenin ucunda uzunlamasına bir simge sallanıyordu.
"Herkese günaydınlar, sevgili ailem," derken kollarını iki yana açıp, gülümsüyordu. Aslan, içeriye giren bu fazla neşeli adamın yanından ayrılıp, tekrar yanıma oturdu.
Aysema, olduğu yerden neredeyse görülmeyecek hızla kalkıp, bu yabancının boynuna atladı. Birbirlerine öyle hasretle sarıldılar ki aralarındaki özlem neredeyse elle tutulacak kadar gözle görülürdü.
"İki yıl oldu! Seni görmeyeli, sesini duymayalı iki yıl oldu Bora!"
"Bende seni özledim," dedi, adının Bora olduğunu öğrendiğim adamın. Aysema, kollarının arasında küçücük kalmıştı.
Aslan'ın babası, omzunun üzerinden Bora'ya bakıyordu. Yüzündeki gülümseme daha da genişlemişti. "Benim hazır evladım gelmiş!" Bora'nın bakışları koltukta oturan Uygar Bey'e doğru döndü. Aysema, geri çekildikten sonra Bora, Uygar Bey'e doğru yürüyüp yanına oturdu. Boynuna sarıldıktan sonra arkasına yaslandı. Elindeki telefonu sehpanın üzerine bıraktı.
"Anlatın bakalım, neler oluyor?" diye, sordu merakla.
"Geldiğin için teşekkür ederim," dedi Aslan.
"İlk defa bana gel demişsin, nasıl hayır derim?" Bora'nın sesi samimiyet doluydu.
Aslan, yine aynı şekilde öne doğru eğildi. Yorgun bakışları önce yerde, sonra benim yüzümde gezindi. Ardından yeniden Bora'ya doğru baktı. "Halletmem gereken bir çok konu var, Bora ve bu odanın içerisindeki herkesin korunmaya ihtiyacı var. Sen ve ben hariç."
Bora'nın bakışları, hepimizin üzerinde gezindikten sonra kaşlarını çattı. Düşünceliydi ama soru sormadı. Kısa bir süre geçtikten sonra; "Aysema'ya, Uygar amcama ve henüz tanışmadığımız bu hanımefendiye birinin dokunabilme ihtimali yok." Sesi, az öncekinin aksine buz kesmişti. Konuşmaya başlaması ile odanın tüm havası değişti, gerilim arttı.
Aslan, başıyla onayladı. Daha sonra elimi tuttu ve kendine doğru çekip, elinin altına aldı. Bora, Aslan'ın hareketlerini takip ettikten sonra başını hafifçe anlayarak salladı. Daha sonra Uygar Bey'e baktı. Uygar Bey'in gözleri bir benim bir Aysema'nın üzerinde geziniyordu.
"Mutfaktan kahve alacağım, sizde ister misiniz?"
"Viski alalım biz Aysema," dedi, Aslan sakince.
"Bende viski alayım," dedi, Uygar Bey.
"Sana yardım edeyim," diyerek ayağa kalkmayı denedim. Aslan, elimi daha çok kendine doğru çekti. "Otur lütfen, ne istiyorsan söyle. Ben getiririm."
Minnetle yüzüne baktım. İçim sızladı. Yorgunluktan solan teninde gezdirdim bakışlarımı. Gerilmekten dudaklarımı üst üste bastırdım. Mahcubiyetim katlandıkça katlanıyordu.
"Leyla, sana da kahve getiriyorum. Biraz rahatlarsın. Uyumadan önce de birlikte bitki çayı içeriz." Aysema, odadan çıkıp, mutfağa geçti.
Aysema, mutfaktan döndükten sonra bana kahve fincanımı uzattı. Daha ilk yudumda damağım şenlendi. O sırada Aysema, berjere yayıldı. Hepimiz çok yorgunduk. Bora, televizyonun yanındaki küçük bar masasından bir viski şişesi açtı. Önce Uygar Bey'e, Aslan'a ve en son kendine birer kadeh servis edip, yerine oturdu. Pantolonun cebinden sigara paketini çıkardı. Paketten kendine almadan Aslan'a uzattı. Aslan ikiletmeden, uzatılan sigarayı aldı, cebinden bir çakmak çıkarıp yaktı. Aslan'ın sigara içtiğini bilmiyordum. Bora da sigarasını yaktıktan sonra sehpanın üzerinde dumanların dans etmesini seyrettim. Gün iyice aydınlamıştı. Oda aydınlandıkça hepimizin yüzündeki yorgunluk ve bıkkınlık gün yüzüne çıkmıştı.Koltukta dizlerimi kendime doğru çekip, fincanı iki elimle sardım. Yine her yerim ağrıyordu ama bu ev bana iyi gelmişti. Güvende hissediyordum. En önemlisi ise Aslan yanımdaydı. Aslan, koltuğun yan tarafında sarkan ince battaniyeyi alıp, bacaklarımın üzerine doğru örttü. Sessizce teşekkür ettim. Daha sonra Aysema'nın oturduğu berjerin yan tarafında sarkan diğer ince battaniyeyi de Aysema'nın bacaklarının üzerine örttü. Daha sonra onu saçlarından öpüp, tekrar yanıma oturdu. Aysema'nın Aslan'a bakışlarında kısa bir an yok oldum. Gözleri huzur ve güvenle ışıldıyordu. Aysema çok şanslıydı. Belki artık bende şanslıydım, bilemiyordum. İçim burkulurken, burnum sızlamaya başladı. Duygusal çöküntüye girmeden dikkatimi dağıtıp, Aslan ve Bora'yı dinlemeye koyuldum.
"... Daha sonra da Londra'ya geçmiştim. O sırada da sen aradın," diyordu Bora.
"İnan her şey öyle hızlı gelişti ki..." Aslan, sigaradan son bir nefes çekip, kültablasında söndürdü. Şekilli dudaklarından çıkan dumanı seyrettim. Duman, yanaklarının üzerinden dağılıp gitti. Midemde aynı şeyi hissettim. Fakat şu anda bunun sırası değildi.
"Şimdi bana her şeyi baştan anlatır mısınız?" Bora, sigarasını söndürür söndürmez yenisini yaktı. Daha sonra paketi Aslan'ın önüne doğru bıraktı.
Aslan, derin bir nefes aldı. Neredeyse bıkkındı. "Neresinden başlasam bilemiyorum ama önce şunu söylemek istiyorum. Başımıza bir bela açtım ve şimdi temizlemem gerekiyor. Ancak bunu yaparken kimsenin zarar görmemesini sağlamak zorundayım." Yine gerilmişti.
"Güvenliği sağlamak en kolayı. Sen bana nereden başlamak istediğini söyle yeterli." Bora, kendinden çok emindi.
"Gürsoy'lardan kurtulmak, zarar görmemek çok zor," dedim birden. Sesim korku doluydu. Zihnimde canlanan anıları bir kenara ittim. Bora ile göz gözeydik.
"Murat Gürsoy'dan mı söz ediyoruz, Leyla?" Adımı söylemiş miydim? Belki de Aslan söylemişti, bilmiyordum. Önemsemedim.
"Evet," derken boğazıma bir yumru oturdu.
"Onun yediği bir çok naneden haberim oldu kısa bir süre önce. Ama seni bende bilmiyordum, herkes gibi," derken bakışları kısa bir an Aysema'nın üzerinden gezindi.
Aysema, bakışlarını yere eğdi, dudaklarını büzdü. Üzülmüştü.
"Aslında her şey dedemin beni Leyla ile evlendirmek istemesi ile başladı," diye girdi söze, Aslan. "Leyla ile beni emri vaki ile tanıştırdılar. Babam dahil herkes bu durumu onaylar durumdaydı."
Uygar Bey, çenesi kasılarak bir bana bir Aslan'a kısa bir bakış attı. Ardından sessizce viskisini yudumlamaya devam etti. Odada sadece seyirci gibiydi şu anda.
"Bu zamanda böyle şeyler hala oluyor demek," dedi Bora alayla. "Daha sonra sen bu durumu reddettin tabii," diye tahminde bulundu. "Hemen ardından da Leyla'nın ölüm haberini aldın."
Şok olmuş bir ifade ile Bora'ya baktım. Nereden biliyordu tüm bunları? Aslan, Bora'nın anlattıklarına şaşırmadan, dinleyerek viskisini yudumlamaya devam ediyordu.
"Daha sonra Uygar amca beni aradı. Ben Leyla'yı buldum. Uygar amca Leyla'yı sana getirdi. Daha sonra kaçtınız. Daha doğrusu Leyla'yı kaçırdınız. Tabii bu hikayede eksiklikler de var. Mesela Leyla'yı herkes Murat Gürsoy'un kızı olarak biliyor. Halbuki Leyla, o evde çalışan Aynur Hanım'ın kızıymış. Aynur Hanım yıllar önce ölmüş. Murat denen kertenkele ise bu kızı farklı amaçlar için büyütüp, bugünlere getirmiş. Leyla, aslında sadece vitrine konulan bir manken konumuna sokulmuş."
"Benzetmelerine dikkat et," diye sözünü kesti birden Aslan, Bora'nın. Bora tepki vermedi. Bakışlarında anlayış seyretti.
"Hikayeyi özetliyorum, öyle demek istemedim. Kusura bakma."
Aslan, yanıt vermedi. Bir sigara daha yaktı. İlk nefesi verdikten sonra arkasına yaslandı ve viskisinden bir yudum daha aldı. "Ofisime, geçenlerde Bahar geldi."
Bora, tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Şu sana evlenmeliyiz diyen yılan değil mi?" Bora'nın sesinde alay da vardı.
"Murat Gürsoy, aslında bir fuhuş yuvası kurmuş. Nadiren şüphe ediyordum ama üstünde durmamıştım hiç. Bunun dışında silah kaçakçılığı ve uyuşturucu ayağı da var tabii."
Bora, "Haberim var," dedi ve sonra Aslan'ı dinlemeye devam etti. "Ailesinden biri olduğu için tüm pis işlerinin girdilerini, çıktılarını biliyor. Yalnızca kendisinin elinin uzanamayacağı yerler olduğundan konuya dahil olamıyor. Bu nedenle benimle evlenerek güçlerimizi birleştirmek istiyor. Babasını da yakınen tanıyorum."
"Yani kendi yanmamak için seni yakacak. Güzel oyun sevdim bunu. Evlen sen bu yılanla. Sonra kurtarırız seni, mesele değil." Kahkaha attı. Ben ise buz kesmiştim. Kalbim gümbürdedi kısa bir anlığına.
"Onunla evlenmezsin!" diye çıkıştım, kendimi tutamayarak.
"Bu mesele seni aşar maalesef, Leyla," dedi Bora.
İnanamayarak bir ona bir Aslan'a baktım. Aralarında kısa bir bakışma geçti. Gözleri ile iki saniyede anlaştılar.
"Bora haklı," diye onayladı, Aslan. "Özellikle sen bu konudan uzak kalacaksın."
"Buna sen karar veremezsin!"
"Benim kiminle evleneceğime de sen karar veremezsin," derken, omzunun üzerinden bana çapkın bir gülüş attı. Bunca sorunun içinde keyiflenmiş miydi gerçekten?
"Aslan'ı en kısa sürede boşatacağıma söz veriyorum. Ama izin verirsen önce şu işimizi halledelim."
"Bahar çok tehlikeli bir kadın, Bora. İnan bu işin şakası yok." Korkuyordum. Bu korku kendim için değil Aslan, içindi. Aslan, kendini koruyabilirdi. Ancak tırnağına zarar gelirse vicdan azabından bu defa gerçekten ölürdüm.
"Murat'ın iş yaptığı yerleri biliyorsundur. Ama şimdi asıl mesela dedemin olduğu kısım elbette." Odadaki hava birden ağırlaştı. Uygar Bey, gerildi ama duruşunu bozmadı. Sanki kıyamete beş dakika kalmıştı da o son dakikaları bu şekilde geçirmek istiyordu. Bakışları elindeki viski bardağının üzerinde dolanıyordu. Aysema'ya baktım. Donuk bakışlarla, konuşmaları dinliyordu. Hissizleşmişti.
"Hazırsanız, o kısımları ben anlatayım," dedi Bora, ciddileşerek. Bir kadeh daha viski doldurdu. Aslan da Bora da daha da gerilmişti.
"Anlat bakalım," dedi Aslan. Bir sigara daha yaktığında diğer sigarasının bittiğini anladım. O da kendisine bir kadeh daha viski doldurdu.
"Deden maalesef bu işin en kirli yüzü. Murat'la bir tek fuhuş kısmında ortak değiller. Kalan diğer tüm işlerde ortaklıkları var. En kötüsü de deden tüm bu işlerin asıl kurucusu. Hatta bunu duymaya gücünüz var ise en büyük sırrını size anlatayım."
"Bana daha önce söz etmediğin bir şeyden mi bahsedeceksin?"
Bora başı ile onayladı. Yine aralarında kısa bir bakışma geçti. Anlamlandıramadığım bu konuşmanın aylar sonra karşıma lanetim olarak geleceğini bilmiyordum tabii.
"O kısım da yine bu işlerle bağlantılı. Özetle kurucusu deden." Konuyu değiştirdi. Bundan emindim.
"Her ne söyleyeceksen saklamana gerek yok." Çok net ifade etmiştim kendimi. Bora'nın mimiği bile oynamadı.
Aslan, "Saklanılan bir durum yok," diyerek elimi tuttu.
"Her şeyi bilmeye benim de hakkım var!" diye yükseldim. Yüzüm alev alev yanıyordu. "Benden her ne gizliyorsanız bunu bana şu anda anlatmak zorundasınız!"
Bora, elindeki viski bardağına bakıyordu. Aysema, şaşkın bir ifade ile beni izliyordu. Uygar Bey de gerilmişti. Omuzları dikleşmiş, yüzü ciddileşmişti. "Bence saklamamalısınız," dedi, Uygar Bey, yüzündeki ciddiyeti koruyarak.
"Baba!"
"Annenin katili de benim babammış," dedi, Uygar Bey.
Uygar Bey'in yüzüne bakakaldım. Aslan, büyük bir yenilgiye uğramışcasına omuzlarını düşürdü, bakışlarını sehpanın üzerine duran küllüğe sabitledi. Bora ise elindeki bardağa bakmaya devam ediyordu. Çenesi gerilmişti. Aysema'nın gözleri dolu doluydu. Dokunsalar ağlayacaktı ama ona bile gücü yoktu. Aysema da en az benim kadar tükenmişti.
Göğsümün tam ortasından bir kurşun delip, geçti sanki. Ben annemi hiç hatırlamıyordum. Annemi sadece elimde kalan iki fotoğrafından biliyordum. Yüzümün ona benzeyip benzemediğini, ellerimin, göz rengimin bile ona benzeyip benzemediğini öğrenememiştim. Çünkü benim kimsem yoktu. Ben kimsesizdim. Başıma bir adam getirdiler yıllar sonra ve bana "bu senin baban" dediler. Bana baba diye tanıttıkları o adamı besledim bu yaşıma kadar. Yemediğim dayağı, uğramadığım şiddeti kalmamıştı. O adam beni herkesin eline liralar karşılığı vermekten çekinmedi. O adamı insan yerine koyup, karşıma alıp milyonlarca defa konuşmayı denediğimde bana tek yaptığı mal muamelesiydi. Üzerinde oturduğu sandalye bile benden değerliydi. Murat Gürsoy'un tehditlerinin altında ezilmekten, baba diye başıma koydukları o adamın eziyetlerinden, insanların beni itip kakmasından aynaya bile bakamıyordum ki ben. Ben daha kendim bile olamamıştım bu yaşıma kadar. Ben bir kaldırım kenarında, ölüme terk edilmiş halde bulunmuştum. Bugün sokak hayvanlarına, kesilen ağaçlara gürleyen o sesler hiç benim için haykırmamıştı. Çünkü ben kimsesizdim. Çaresizliğin beden bulmuş haliydim ben.
Okul zamanlarımda bir gün yerli malı haftasıydı. Murat Gürsoy'un o zamanlar işini görür durumda olmadığımdan diğer adamın ellerindeydim. O gece annesizliğim anlaşılmasın diye kendi kendime kurabiye yapmayı denemiştim. Hem parmaklarımı yakmıştım hem de o gece bir ton dayak yemiştim. Ertesi sabah yanan parmaklarıma yara bandını bile kendim yapıştırmıştım. Öğretmenim, annem olmadığını biliyordu. Herkes, annelerinin yaptığı yiyeceklerle sıralarını doldururken, öğretmenim benim sırama gelip, yeşil bir saklama kabında bir kaç dilim kek bırakmıştı masama. Bir de kendi eliyle sıktığı portakal suyunu, pet şişeye doldurmuş, kekin bulunduğu saklama kabının yanına iliştirmişti. Hafifçe saçlarımı okşayıp, yanımdan ayrılmıştı.
Annesizliğimin farkında olunmasına mı, o gün bir anne kurabiyemin bile olmamasına mı, saçlarımın hiç annem tarafından okşanmamasına mı derken o gün hangi acıyı çektiğimi bile algılayamamıştım. Akşam eve gittiğimde, evin salonunda bulunan yer minderine oturup, baba denen o adamın eve gelmesini beklerken saatlerce ağlamış, yorgun düşüp orada uyuya kalmıştım. Ertesi sabah uyandığımda üzerim bile örtülmemiş, üşüyerek uyanmıştım.
Ben her gün bu acıyı, farklı anılarla ve en kötüsü başkalarının anıları üzerinden tatmıştım. Benim acım bile hiç kendime ait olmamıştı.
Daha nice acılarımın, çektiklerimin, bana yaşatılanların sebebi şu anda yanında oturup, elimi tutan adamın dedesi miydi gerçekten?
Bu hayat benim canımı yakmadan, yanımdan akıp gidemiyor muydu?
Bu muydu yani?
Bana hayat diye verilen bu muydu?
Bana yaşa denilen, yaşamamın reva görüleni bu muydu?
Kader böyle bir şey miydi?
Gözlerimden akan yaşların tuzu yanaklarımı yakana kadar ağlamaya devam ederken Aslan'ın ellerini saçlarımın arasında hissettim.
Gözyaşlarımın arasından gözlerine baktım.
Gözlerinde gördüğüm acıma duygusu değildi.
Gözbebekleri intikam duygusu ile alev alev yanıyor, çene kasları seyiriyordu. İlk defa Aslan'dan gerçek anlamda korktum. Gözlerine zirf karası oturmuştu. Hıçkırıklarımdan değil gözlerindeki karanlıktan boğulurken buldum kendimi. Yok oluyordum...

Devam Edecek...

İnstagram : begibooks










Loading...
0%