@ben1deniz
|
Yeniden yansın tüm ışıklar, karınlığın inadına....
Kan kokuyordu bu topraklar. Masum kanı, kadın kanı, bebek kanı...
Kan kokuyordu, ama bu sefer toprak değildi kokan, bir çift elin kokusuydu bu. Hüznün kedere devrildiği yeisten oluşan bu mecruh yara artık kabuk tutamayacak kadar derindi.
"Kadere inanır mısın Dewran?" Düşünceler insanı boğmak istercesine boğaza yapışınca nereye gitmek gerekirdi?
Kader.
Madem kaderde olanı yaşıyorduk cehennem neden vardı?
Madem kaderde olanı yaşıyorduk neden dua etmemiz gerekirdi?
"Yuân fên." Ağırlaşmış bakışlarımı kaldırıp karşıma sabitledim. "Ne demek biliyor musun?" Cevabını vermek için tekrar konuştu. Kendi sorusuna cevap veren tek insandı. "Karşılaşacakları kader tarafından belirlenmiş iki insanı bir araya getiren güç." Garipsedim. Sihir dünyasında mı yaşıyorduk sanki, neydi bu güç? Nasıl bir şeydi bu güç?
"Kaderde yalnızca iki şey değişmezmiş." Artık meraklı bir tavırla dinliyordum. "Bir, öleceğin gün," elinde okuduğu kitabı usulca kapattı ve gülümsedi. "Bir de evleneceğin insan." Devam etti.
"O kadar kusursuz bir yaratılış ki bu, seni bir kadere mahkum eder, ama ardından dua ile kaderini değiştirebileceğini söyler." Kaşlarım havalandı. "Düşünsene, çok kötü bir şey başına gelecek. Ama dua ediyorsun ve o artık olmaktan vazgeçer." Gözleri parladı. "Mucizenin böylesi, tabii bunu sen bilemezsin. Sen gül hayal edersin, o sana çiçek bahçesi sunar."
Parmakları arasında tuttuğu ince kitabı bir kenara bırakarak gözlerime döndü. Hafif şişik yanakları ile gülümserken devam etti. "Devran." Ilımlı çıkan ses tonu kalbime işliyordu. "Konuşmamakta ısrarcı mısın?" Bakışlarımı kaçırdım. Elini elimde hissettiğimde sıkıca tuttu ve yüzümü kendisine çevirdi. "Bana bak, biraz çaba ve gayret göstersen ne olur? Hem bu senin için en iyisi olan değil mi? Dedenin hali hal değil, yakında hakka kavuştuğunda, Saraçoğlu aşiretinin başına sen geçeceksin. Kim dilsiz birine ağam der ki?"
Huzursuzca elimi elinden çektim ve ayağa kalkarak başında durdum. "Ben," kendimi işeret ettim. Ve ardından dedemin hasta olmadan önce her zaman oturduğu çardağı gösterdim. "Oraya," ardından beden dilimi kullandım. "Hiçbir zaman oturmayacağım!" Halam sakinlikle yutkundu. "Ben ağa falan olmayacağım! Bu kör zihniyetin başına geçmeyeceğim!" Gözleri hüzün doldu. Benim gibi ayaklandığında başını 'peki' der gibi salladı. "Tamam, sen Bilirsin." Gömleğimin üstünden omzumu öptü. "Güzel oğlum benim, sen bilirsin." Dedi, ama aslında buna sen değil töre karar verir der gibi vurgulu konuşuyordu. "Neyse," omzuma yumuşak hareketlerle iki defa vurdu. "Akşam için hazırlanmaya gideyim ben," bana sırtını döndü ve odasına doğru yol aldı. Biraz gittikten sonra durup, tekrar bana döndü. "E hadi, sende gitsene kuzeninin yanına. Sağdıçsın, yanında olman gerek." Gitmek istemiyordum. Sağdıçlık nedir bilmiyordum bile ama çoktan benim yerime karar verilmişti. Kuzenimin düğününde sağdıç olacaktım. Ayaklarım gitmek istemeye istemeye odama yöneldiğinde güneşin aydınlattığı odaya girdim ve kapıyı kapattım. Halamın önceden çıkarıp yatağımın üzerine indirdiği takım elbisemi gördüm. Küçük bir çocuk muamelesi görmekten bıkmıştım. Kendi kendime hiçbir şey halledemeyecek mişim gibi gösterilmesinden de sıkılmıştım. Onun indirdiği takımı es geçip siyah bir takım çıkardım dolaptan. Aynanın karşısında gömleğimi çıkarırken açığa çıkan tenimde ki yaraları izledim.
Omzumun sağ üst köşesi bıçak kesiği ile yaralanmıştı.
Sol göğsümün altında derin bir yara izi vardı ama ne ile darbe almıştı tam olarak hatırlamıyordum.
Karnımdan, andonislerime doğru inen morluklar, sağlam bir yumruktan geçmişti. Gömleğimi bedenimden sıyırdım.
Acı mı? Acı yoktu. Sadece öfkemin sonuçlarıydı.
Dıbene kû, insanêk dılêxâ dêşêyê sê êrdû êzmân, bêrâ dınâlê. Cânê insên, dîxâşê. Dîbê aw u dîhêlê. Agîrêk dîkêvê vê mâlêvê, jêrdâ, hêttâ sêrî dîşêvtê.
(Derler ki bir insanın gönlü ağrırsa yer ve gök onunla inler. İnsanın canı yanar, su olur erir. O eve ateş düşer, yerden en üste kadar yanar...)
Dêrî dê gîrtîn. Hêdî kês vi nâpırsê, hêttâ zêmânekî..
(Kapı kapanır, artık onu kimse sormaz, bir zamana kadar...)
Ew zêmânâ çî zêmânê ki çetîne kû, insên fexîdâ dîgrê...
(O zaman öyle çetin bir zamandır ki, insanı kapanda tutar-kısar-)
Artık kapanın kapısını açıp kuşları içine tıkmanın vaktiydi.
Yere dökülen kanın hesabını sormanın vaktiydi.
Yere dökenin elini kesme vaktiydi. Bugüne kadar kapanan kapıları kırarak açmanın vaktiydi.
Şimdiye kadar sormayana, sordurtma vaktiydi.
Üzerime giydiğim siyah takımı, giydiğim siyah ayakkabılarla tamamlamıştım.
Aynadaki aksime baktım. Şuan yapmak istediğim ile yaptığım birbirine çok zıttı. Ömrüm boyunca hiçbir düğüne gitmezken bugün kuzenimin düğününde kendisine sağdıç olacaktım.
Biraz yadırgadım. Ben bu değildim.
Her zaman ki gibi üçe vurduğum saçlarımı tarakla hafif düzelttikten sonra odamdan ayrıldım ve merdivenlerden konağın avlusuna indim.
Büyük süs havuzunun ortasında duran yapay kuğunun ağzından akan suyu biraz inceledim. Büyük süs havuzunun ortasında duran yapay kuğunun ağzından akan suyu izlemek, gerçekten huzur vericiydi. Kuğu, zarif ve asil duruşuyla havuzun tam merkezinde yer alıyordu. Ağzından akan su, ince bir çağlayan gibi süzülüyor ve havuzun yüzeyinde küçük dalgacıklar oluşturuyordu. Bu su akışı, çevredeki doğanın sessizliğine melodik bir eşlik sağlıyor, insanı adeta meditasyon haline sokuyordu. Yapay olsa da, kuğunun bu zarif performansı, doğanın ve sanatın mükemmel bir uyumunu yansıtıyordu. Her bir su damlasının düşüşü, yaşamın sakin ritmini hatırlatırken, izleyenlere huzur ve dinginlik sunuyordu.
"Vaylo Wa, birazi min bibîne. Çiqas jî xweşik bûye!" En küçük amcam arkamdan seslenirken kendisine döndüm. (Yeğenime bak be, ne kadar yakışıklı olmuş!)
Islık çalarak beni boydan boya süzdü. "Ki zânê," (kim bilir.) sözüne Türkçe devam etti. "Belki de bu düğünde kız tarafından birine gönlün kayar, seninde başını bağlarız,he." Başımı sakinlikle sağa sola salladım. Evlenmek aklımın ucundan dahi geçmezdi. Teessüf eder gibi baktı. "Allah'ın işine karışılmaz, yeğenim." Omzuma iki defa vurdu ve yengemin seslenmesiyle yanımdan uzaklaştı. "Kaderde ne varsa o!" Arkasından öylece baktım.
Artık gitmemiz gerekiyordu. Kuzenim heyecanla konağın tozlu merdivenlerinden inmeye başladı. Üzerinde siyah bir damatlık ve yüzünde vatan gülüşü vardı.
"Hadi gidelim!" Heyecanı sesine yansımıştı. Başımı salladım sadece. Arkamı dönüp kapıdan çıkacaktım ki kolumdan tuttu. "yakışıklı olmuş muyum lan. Takım yakışmış mı?" Tekrar kendisine döndüm ve parmaklarımı birleştirerek mis gibi hareketi yaptım. İnanmak ister gibi kendini tekrar düzeltti. "Çok heyecanlıyım!" Kapıdan çıktığında arkasındaydım. Neyin heyecanıydı bu bilmiyordum. Arabaya bindik. Cebinden parfüm gibi bir şey çıkardığında öylece onu izliyordum. Kapağını açıp ağzına sıktığını gördüğümde şaşırmadan edememiştim. "Bakma öyle, Devo! Öpücem, sarılacağım. Kokmamam gerek!" Gözlerimi devirerek önüme döndüm.
Sanki bir yıla kalmaz soğan kokan ağzıyla öpüşmeyeceklermiş gibi arabamı sürmeye başladım. Sabah erkenden yola çıktık. Düğün günü gelmişti ve ben, sağdıç olarak kuzenimle birlikte her aşamada yanında olacaktım. Kuaförden gelini alacağımızı biliyordum, ama o an bu görevin ne kadar sıradan ve basit olduğunu sanıyordum. Dışarıdan her şey tam da beklediğim gibiydi; kuzenim telaşlıydı, sürekli bir şeylerle uğraşıyordu. Kravatını düzeltiyor, saçını sürekli aynada kontrol ediyordu. Ben ise her zamanki gibi sessizdim.
"Devran, heyecanlı mısın? Bugün büyük gün!" dedi, gözleri parlayarak. Ona sadece başımı sallayıp onay verdim sanki ben evleniyordum.. İçimden bir şeyler söylemek, konuşmak geçse de, boğazıma yapışan sessizlik buna izin vermiyordu. Söyleyecek bir şeyim yoktu aslında, ya da vardı ama hiçbir zaman kelimelere dökülmeyecekti.
Kuaför salonuna vardığımızda, içerideki kalabalık beni şaşırttı. Herkes bir telaş içerisindeydi; gelini süslüyorlardı, etrafında bir sürü insan dönüp duruyordu. Arabadan indik ve damadın gelini alması için işaret verdim. Başımı kaldırıp içeri baktığımda gözüm birden kalabalığın içinde birine takıldı. Onu ilk kez görüyordum. Kolunda ki kırmızı kurdeleye bakılırsa gelinin sağdıcıydı... Bir an için tüm sesler, tüm kargaşa durdu sanki. Gözlerim bir noktada kilitlendi. O anda dünyanın geri kalanı, sesler, gürültü, hiçbir şey önemli değildi.
Beyaz bir elbise giymişti, uzun saçları omuzlarına dökülmüştü. İnce zarif elleriyle gelinin duvağını düzeltiyordu. Yüzü… Bilmiyorum, sadece o yüzü izlerken kendimi başka bir dünyada buldum. Belki de öyle bir an yaşadım ki, kim olduğumu, nerede olduğumu unuttum. Sanki hayatımda ilk defa gerçek bir şey görüyordum. Ve onu sadece uzaktan izliyordum. Yaklaşmak, yanına gitmek gibi bir düşünce bile aklıma gelmedi. Konuşamazdım ki... Ne söyleyebilirdim? Zaten söylesem bile, sesim ona ulaşmazdı.
Kuzenim o sırada gelini arabaya doğru yönlendirmeye başladı. "Devran, hadi gelinle arabaya geçelim," dediğinde, irkildim. Onun yanına gitmek zorundaydım, ama aklım hala o kızdaydı. Bir an için göz göze geldik mi, emin değilim. Ama sanki gözleri bana bakıp geçti. İçimden bir yerlerde bir kıpırtı hissettim, ama hemen uzaklaştı. Ben sadece arka plandaydım. Her şey devam etti, herkes gibi ben de o salonda bir yerlerde var oldum. Ama ona yaklaşamadım.
Arabaya bindiğimizde kuzenim gülüyordu. Heyecanını kelimelerle dışa vuruyordu. "Düğün başlıyor sağdıç! Bu geceyi unutmayacağız!" dedi bana. Ama ben çoktan unutulmaz bir anı yaşamış gibiydim. Kendi içimde sessiz bir dünya kurmuştum. Arabada giderken, kafamda sürekli onun görüntüsü dönüp durdu. Kuzenim konuşmaya devam ediyordu, ama benim aklım orada kalmıştı, kuaförde gördüğüm o kızda.
Düğün salonuna vardığımızda, yine gözlerim onu aradı. Herkesle beraber salonun içine girdik, insanlar bizi tebrik ediyor, gülücükler saçıyordu. Ama benim gözlerim, sürekli onu arıyordu. Birkaç dakika içinde tekrar gördüm onu. Bu sefer daha yakındaydım, ama yine aramızda sessizliğin kalın bir duvarı vardı. Yanına gitmek, bir kelime bile edebilmek... Bunlar imkansızdı. O yüzden sadece uzaktan bakmaya devam ettim.
Gözlerimiz bu sefer gerçekten buluştu. Kalbim hızlandı. O an için, belki de sadece birkaç saniyeliğine dünyada ikimiz vardık. Ama sonra o an bitti. Yüzünde bir şey var mıydı, bilmiyorum. Belki sadece bir merak, belki de hiçbir şey. Ama benim için o an, çok şey ifade ediyordu.
Kuzenim damat masasına oturduğunda, bana bir kez daha takıldı. "Devran, iyi misin? Biraz dalgın görünüyorsun." Yüzüme bir gülümseme kondurdum, ama aklım yine ondaydı. İçimde taşıdığım bu sessiz yük, beni her geçen dakika daha da ağırlaştırıyordu. Ona yaklaşmak imkansızdı. Belki de böyle olması gerekiyordu.
Gözlerim sürekli onun üzerindeydi. Her hareketini, her bakışını takip ettim. Ve bütün gece boyunca, tek bir kelime etmeden onu izledim. Yaklaşmadan, dokunmadan, sadece orada olduğumu bilerek.
Belki bu kadar sessizlik, bazen en büyük gerçekliği barındırıyordu. Ve o gerçeklik, kelimelere ihtiyaç duymuyordu.
"Kadiroğlu aşiretinin en küçük kızı." Duyduğum sesle daldığım karanlıktan çıktım. Halam yavaş adımlarla yanıma otururken az önce baktığım yere kendisi bakmaya başladı. "Vera Feris'di sanırsam ismi. okumuş, psikolog ve dil terapistiymiş." Başını olumluca sallarken bana döndü ağır bakışları. "Çok baktın, beğendin mi bari." Boğazımda bir şey kalmış gibi öksürmeye başladığımda yüzüne bir gülüş pedah oldu. "Helal oğlum, helal." Sırtıma pat pat vurmaya başladığında öksürüğüm durmuştu ama kulaklarımda hâlâ, halamın sözleri dönüyordu. "Yeni gelmiş gurbetten, hemen de iş yeri açmış kendine. Bütün Mardin onu konuşuyor, hem çok güzel hem de çok asiymiş." Kaşlarım istem dışı havalandı. Nedendir bilemedim halamın anlattıklarını can kulağıyla dinliyordum, ve garip olanı o da bunun farkındaydı. "Ne diyorsun, iş çıkar mı sizden." Büyüyen gözlerle kendisine bakarken başımı hemen sağa sola salladım. "Ne diyorsun sen hala, ben evlenmem! İş falan da ayıp oluyor!" Parmaklarımı hırsla konuştururken kendisini bir gülme tuttu. "Kızı gördüğünden beri aklın burada bile değil! Gözlerini ondan alamıyorsun!" Kimse bizi duyuyormu diye etrafıma bakmadan edememiştim. "Sus hala, duyan olacak, gören olacak. Kan davası çıkarma şimdi akşam akşam." Parmaklarımı tutup başını salladı. "Akılsız oğlum benim." Ayağa kalktı. "Serdar'ın yanına git hadi, sağdıçsın sen. Damadın yanında olman lazım." Onu dinleyip ayağa kalktım ama serdar çoktan halay başı olmuştu bile. "Git hadi, gir koluna. Alem halay nasıl çekilirmiş görsün," dediğinde gözleri kısa bir an kıza değdi. Kendimi ona fark ettirmemi istiyordu. "Hayır, halay çekemem." Yüzüme sinirle baktı. "O neden miş, koca Saraçoğlu vârisi halay çekmeyecek mi kuzeninin düğününde, xûdêyô bîrâ kêvîr bîbârê!" ( Allah'ım, lütfen taş yağsın!)
Gözlerim ister istemez kapanıp açılırken halam beni kolumdan ittirmeye başladı. Diretmeye çalışsamda çoktan kalabalığın içinden halay çekenlerin yanına gelmiştik. Gülümseyerek yüzüme alay edercesine bakarken kuzenim elindeki mendili elime tutuşturdu ve beni halaya çekti. Büyük bir heyecanla başta ritmi tutturamadığım için içten içe utanmıştım.
Ah, hala ah! Bunun hesabını kendisine soracaktım!
Sonunda tutturduğum ritimle omuzlarım halay şarkısına uyum sağlarken kendimden hiç beklemediğim bir perfonmasla oynamaya başladım.
"Yavaş yavaş ape heyran! Ara sokaktasın!" Serdarın beni tamamen dalgaya alması, halamın elinde telefon beni çekmesi, arada baktığım kızın bana hiç bakmaması, düğünün gereksiz yere uzaması ve daha nicesi artık öfkelenmeme neden oluyordu. Ben bu değildim!
Ve sonunda düğün takı töreniyle son bulmuştu. Gelin ve serdar tamamen altın ve paraların kilolarca ağırlığıyla masalarına geçerken misafirleri uğurlamaya gitmiştim. Bitmeyen kalabalık artık baş döndürücü olmuştu. Gözlerim başka birini arıyordu, ama sadece arıyordu. Ve aramakla yetindi. Onu bir daha göremedim. Gelinin yanında da değildi. Düğün salonu boşaldı ve artık onun burada olmadığına emin oldum. Gitmişti.
Serdar ve gelin arabaya binerken onları eve bırakma görevi de bana aitti. Halam ve bir kaç yaşlı gurubu başka arabaya binerken bize eşlik edeceklerdi. Yengemler ve amcamlar çoktan konağa geçmişti düğün salonunda tek bir insan kalmamıştı.
Umudu kırık bir şekilde arabaya bindim ve damat ve gelini kontrol ederek sürmeye başladım. "Çok yoruldum!" Dedi serdar. Tabii ki sorusunun muhattabı ben değildim. "Bende öyle, ayaklarıma kara sular indi!"
Bir telefon çalmaya başladığında Rojin çantasından çıkardı. "Efendim bebeğim." Bu nasıl bir telefon açmaydı?
"Hemen çıkmak zorunda kaldığım için özür dilerim." Gelen ses kadın sesiydi. Nedendi bilmiyordum ama telefonu haparlöre almıştı, ve sesi bende duyuyordum. Duymak zorunda kalıyordum daha doğrusu.
"Hiç önemli değil, bu gece yanımda olduğun için sana teşekkür ederim, Feris." Ayağım birden kendini frene atınca dengemi kaybetmeden direksiyonu iki elle tutmaya başladım. "AA!" Rojin çığlık atarken Serdal arka koltuktan omzumu tuttu. "Ne oluyor kardeşim, iyi misin?" Başımı sallayarak omzumda ki eline vurdum. "Ne oldu iyi misin?" Bu onun sesiydi. Ne kadar güzel sesi vardı. Naif ve yumuşak bir tondu. İster istemez boğazımı temizlerken yoluma devam etmek zorunda kaldım.
"İyiyim canım, bir şey yok öyle anlık bir fren tutunca korktum sadece."
Rojin'in öfkeli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. "Anladım, kapatmam gerek. Size iyi geceler." Telefon kapandı. Sanki benimle konuşmuş gibi kalbim hızla atarken tekrar yutkundum. "Neyin var Devran?" Omuzlarım kalkıp indi. "Bir şey yok." Direksiyondan ayrılan parmaklarımla konuştum. "İyiyim."
"İyi olursan iyi edersin, çünkü evlendiğim ilk gününden ölmek istemiyorum." Ukala tavrıyla saçlarını savururken gözlerimi devirmekle yetindim.
Sonunda evlerine geldiğimizde kapıda duran karabalığın sardığı alanda durdum ve arabadan indim. Serdar inip gelinin kapısını açtığında kadınlar onu önden götürmeye başlarken serdar erkeklerin odağına düşmüştü. Erkekler iki taraftan Serdar'ı ortalarına aldıklarında o hazin son gerçekleşmişti ve çok kaba bir şiddetle binaya atıldı. Evet, atıldı diyorum çünkü en son biri onu binanın içine patates çuvalı gibi kaldırıp atmıştı.
Eminim ki bu gece acıdan ve ağrıdan başını yastıktan kaldıramayacaktı. Herkes kahkahalarla gülerken halam yavaş adımlarla yanıma geldi ve arabaya bindi. Onu bekletmek istemeyerek tekrar arabaya bindiğimde geç olmadan arabayı çalıştırdım.
"Çok şükür bugün de sona erdi, selametle." Başındaki şalını geriye doğru iterek eliyle kendine hava yaptı. "Klimayı açmamı ister misin?" Gözleri parmaklarımdan çekildi ve başını hayır anlamında salladı. "Camı açsam kafi," camı indirdi ve derin bir nefes çekti içine. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu çantasından küçük bir kartvizit çıkardığında bana uzattı. "Ne bu?"
"Lazım olur, koy cebine sakla." Kaşlarım havalanmış parmaklarımın arasında ki karta hayretle bakıyordum. "Bu onun kartı!" Beden dilimi şiddetle kullanırken halamı kısa bir gülme tuttu. "Psikolog & dil terapisti Vera feris Hilde" "Hala!" Omuz silkip başını cama taraf çevirdi. "Lazım olacağını düşündüm, istersen-" kartı almaya uzandı ama vermek istemeyerek hızla cebime kattım. "Seni eşek sıpası!"
İçimde farklı bir duyguyla istemsizce mutlu olurken konağa varmıştık.
Arabadan inerken halamın yanıma ulaşmasını bekledim. Koluma girerken ağzı kulaklarındaydı. "Kendine bir iyilik yap ve o kızın peşine düş." Sıkı bir nefes verirken başımı sağa sola salladım. Konağa girdiğimizde merdivenlere yöneldik. "Öylesine bir bakışmaydı hala, uzatma."
Elime vurdu ve kolumdan çıktı. "Aklını başına al, şu dilini de kalbinide çözebilecek tek kız bu! Peşine düş, yoksa!"
Lafını devam etmesi için bekliyordum.
"Yoksa o gaddar deden senin başına hiç olmadık bir bela getirir." Kaşlarım havalandı. "Sırf hükmü daha çok sürsün diye seni hiç tanımadığın bir kadınla evlendirir, ağa olarak başa geçersin. Ne olduğunu sen bile anlayamazsın."
nefesimi tuttum. söyledikleri aklımın bir köşesine takılmış, orada ağır ağır yer ediyordu. Konaktaki sessizlik bile daha ağır gelmeye başlamıştı. Dedemin otoritesi, onun baskın karakteri ve söz geçirme hırsı… Hepsi birer tehdit gibi üstüme çökerken, halamın sesindeki ciddiyet beni her zamankinden daha fazla etkiliyordu.
"Gerçekten bu kadar ileri gider mi sence?" diye sordum, gözlerimi halamınkilerden kaçırarak. Belki de cevabı duymak istemiyordum.
Halam durdu, yüzüme baktı. Gözlerinde gördüğüm tek şey, haklı olduğu konusunda duyduğu kesin inançtı. "O, seni bir piyona çevirmekten çekinmez. Kendi geleceğini düşünmeye başlamalısın."
Bir an duraksadım, kalbim daha hızlı atmaya başlamıştı. Eğer halamın dediği gibiyse, önümde iki seçenek vardı: Ya kendi yolumu çizecektim ya da dedemin gölgesinde bir hayat sürecektim.
Omzuma iki defa vurdu ve ardında ağır bir sessizlik bırakarak merdivenleri çıkmaya başladı.
Onun arkasından giderken odamın önünde durdum. İçimde derin bir keder işlerken kapıyı açarak odaya girdim.
Yatağa uzanırken derin bir nefes verdim. Tavanı izlerken düşüncelerim beynimde birbiriyle yarışıyordu. Halamın söyledikleri hala yankılanıyordu kulaklarımda. Dedemin baskısı, geçmişte hissettiğim o ağırlık, şimdi her zamankinden daha belirgindi. Her zaman bir yol bulurdum diye düşünürdüm ama bu sefer işler farklıydı. Bu sefer sadece bir aile meselesi değildi; bu, benim hayatımı tamamen şekillendirecek bir karardı.
Gözlerimi kapattım ve yine o gözümün önüne geldi. Onu düşündükçe içimde belirsiz bir heyecan uyanıyordu ama aynı zamanda bir korku... Belki de halam haklıydı. Belki de onu tanımaya çalışmak, kaderimi değiştirebilirdi. Ama ya yanılıyorsam? Ya dedem gerçekten dediğini yaparsa?
Bir yandan, kendi yolumu çizmenin cazibesi ağır basıyordu. Diğer yandan, dedemin otoritesi ve onun bana biçtiği rolün getirdiği ağırlık... Kendime bir iyilik yapıp risk almalı mıydım?
Yatağın kenarında doğruldum, odanın loş ışığında ellerime baktım. Risk almak... Bu düşünce, beni her zamankinden daha fazla tedirgin ediyordu. Dedemin kontrolünden kaçmak kolay olmazdı, ama kendi hayatım için savaşmam gerektiğini biliyordum.
Ayağa kalkıp pencereye yöneldim. Perdeleri aralarken dışarıda serin gece havası yüzüme çarptı. Yıldızların arasından süzülen hafif bir esinti, içimdeki karışıklığı bir an için dindirir gibi oldu. Belki de bir adım atmalıydım. Belki de her şeyi kontrol etmeye çalışmak yerine, bazı şeylerin akışına bırakmalıydım.
Kafamdaki düşünceler yerli yerine otururken, halamın söyledikleri yeniden zihnimde yankılandı: "Peşine düş, yoksa..."
Belki de bu kız sadece bir kaçış yolu değildi. Belki de gerçekten benim gibi birini çözebilecek, beni anlayabilecek tek kişiydi. Her şeyin başladığı yer belki de oydu. Adım atmanın vakti gelmişti.
Bir karar verdim. Yarın ilk iş onu bulacaktım.
Suskun dilim, kahırlı içim, Bir ateş var, yanar sessizce içim. Ne söylesem boş, ne susmak çare, Yükü ağır bu derdin, taşınmaz öyle.
.............
Yorum ya parmısınız lütfen?
|
0% |