Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm

@benorenda

Aynanın yanındaki kapıdan girince kendisini pek çok kıyafet karşılamıştı. Bir aya yakındır aynı giysilerle gezdiğini dolaptaki renk renk giysileri görünce fark etmişti. Bu kendisi için sorun olmamıştı çünkü kedini dahi unuttuğu bir ay geçirmişti. Şimdi ise rahat olacağına inandığı bir eşofman ve tişörtü hızla giymişti: Acele ediyordu çünkü duşta uyuya kalmıştı ve neredeyse akşam olmuştu. En azından akşam yemeğinde onlara katılmak istiyordu. Gerçi saati bilmiyordu, yemekhanenin yerini de... En azından İris'i bulabileceği yeri biliyordu, onunla gidebilirdi! Odasına bir buçuk aydır giydiği kıyafetlerden kurtulmuş ve aklında bir planla girdiğinde yatağını üzerindeki paket ilk defa gözüne takıldı. Odasıda artık bıraktığı kadar karanlık değildi. Duvarların dibinden ve baş ucundaki mumlardan aydınlık yükseliyor, tüm odayı kaplıyordu. Beyaz rengin hakim olduğu odada turuncu kutu parlak rengi sayesinde göze çarpıyordu. Duştan çıktığında burada olmadığına emindi. Paketin üstündeki kağıdı eline aldı. Avcıdan geldiğini yazılan notun el yazısından anlamıştı. Saçlarının nemini havluyla almadan önce notu okudu.

Bugün önemli bir ritüel olacak. Bunları giymen ritüel için uygun olur, yine de tercih etmezsen diğerlerinden yardım isteyebilirsin.

Paketi açtığında içinden lacivert bir elbise çıktı. İpek olan elbisenin altında özenle katlanmış kadife bir pelerin vardı. Elbiseyi bir kenara koydu ve düz pelerini havaya kaldırdı. Pelerinin içindeki parlak siyah kumaşına çeşitli hayvanlar ve bitkiler gümüş iple işlenmişti, bilmediği birçok figür vardı. Efsanelerde gördüğü ejderha, grifon ve tek boynuzlu at işlenenler arasında tanıdık olanlardı. Hepsi sanki bir hikayenin basamakları gibi ayrı yerlerde işlenmişti. Yine de bu bağımsızlıkta bütün duruyorlardı. Bu hayvanlar belki de kutsal sayıldığı için buradaydılar? Dena tam olarak anlamasa da en iyi tahmini buydu. Pelerini oldukça ağırdı ve iç kısmına işlenen bu hikayeler parlak ipleri sayesinde ışıl ışıldı: Bunu mum ışığında parlamasından anlamıştı. Diğer yüzünde ise yıldız şekli tam ortaya işlenmişti. Büyüyle aydınlanan mekan pelerindeki tüm ayrıntıları ortaya koyuyordu: Büyünün bu kadar aydınlatabileceğini hiç düşünmezdi.

Üzerindeki kıyafetleri çıkardı, ritüel besbelli gece olacaktı aksi halde notta bugün yazması anlamsızdı. Elbise arkasında küçük bir kuyruğu olacak kadar uzundu, dirseklerine kadar gelen kumaş rahatsızlık vermiyordu ve bedenine tam oturmuştu. Giysi odasına gidip ayakkabı baktı, dağlarda gördüğü kardan yola çıkarak gri bir bot giydi. Bot zaten elbisenin uzunluğundan adım atmadığı sürece gözükmüyordu ve anlaşılan o ki çok önemli bir rolü de yoktu. En azından kendisine hiçbir şey söylenmemesinden ve sadece kıyafet yollanmasından bu sonucu çıkarmıştı. Ayakkabılarını giymiş şekilde yatağının üzerindeki pelerini almaya gitti. Ağır kumaşı omuzlarına yerleştirdi ve nemli saçlarını pelerinin üzerine attı. Pelerin rahatça omuzlarında dursa da boyun hizasındaki gümüş ipi bağlayarak kurdele yaptı. Kapısı çaldığında pelerinini yerleştirmeye çabalıyordu, omuzlarında rahat dursa da bir şeyler rahatsız hissettirmişti. Pelerine kendince çeki düzen verdi. Elbiseyle aynı uzunlukta kuyruğu yatağa düşmüştü.

"Evet?"

Pelerinin kapüşonunu kafasına geçirince çehresinin yok olmasını aynada izledi ve güldü. Kapıdan tarafa baktığında İris ve Samuel ile göz göze geldi.

"Vay! Ne kadar güzel olmuşsun Dena!"

İris Dena'ya yaklaşıp omuzlarındaki pelerini ufak dokunuşlarla düzeltirken gülümsedi. Pelerininin iki yanından tutarak eğilen Dena revans yaptı.

"Çok teşekkür ederim İris."

Samuel'de İris gibi Dena'nın yakınına geldi, kapüşonunu kafasından çıkartıp düzeltti.

"Dolabındaki kıyafetleri nasıl buldun? Geleceğini öğrenince sana birçok kıyafet aldık, gerçi odana ilk gelişin. Bir fikrinde olmayabilir. "

İris ise Samuel'e katılır şekilde kafasıyla onayladı.

"Kitaplığını kendin doldur diye boş bıraktık. Bir ara beraber kaleye inip tüccar kitapçılara bakalım. Yeni yazılan güzel kitaplar olabiliyor, bazen bazı kitaplarda renkli fotoğraflar bile oluyor!"

Dena ise bu durum karşısında tatlı bir hoşnutluk duydu. Gerçekten onun adına bir şeyler düşünüp yapmaları onu mutlu ediyordu, gülümserken kızardı.

"Beni düşündüğünüz için çok teşekkür ederim. Fazlasıyla kıyafet var zaten, tüccarlara da seninle bakmak çok isterim İris. Elimde hiç para yok, yine de bu sorun değil çünkü devasa bir kütüphane zaten var."

İris geniş bir gülümsemeyle ona baktı.

"Merak etme bütçe belirleme işi eğitmenlerimize aittir. Avcı yakında gelip seni bilgilendirir zaten."

Açık kapıdan içeri odaya gelenlerden birinin heyecanlı sesi yükseldi.

"Bugün Dena'nın ruh hayvanını öğreneceğiz ve siz ikiniz saçma sapan şeyler hakkında mı konuşuyorsunuz?"

Pekin ikilinin arasından kafasını uzatırken Dena'ya baktı, ilk defa heyecanlı duruyordu. Erendiz ise onun arkasından odaya girerken heyecanlı heyecanlı konuşuyordu.

"Seni kim seçmiş çok merak ediyorum. Benim teorime göre-"

Müren Erendiz'in arkasından uzanıp onun ağzını kapatırken güldü.

"Onun aklını karıştırmamalısın. Evet bahis oynadık ama Dena'ya hayvan adı vererek sadece Dena'yı manipüle edersin. Bu da ritüeli uzatır ve tehlikeli hale getirir."

Erendiz zorla ondan kurtuldu ve üstündeki tozu temizliyormuş gibi omuzlarını silkeledi.

"Aman be."

Dena ise bu ritüelin kendisi için düzenlendiğini öğrendiği için şaşkındı. Şaşkınlıkla onları dinlerken belindeki baltasını düzelten Pekin'le hepsinin, kendisinin aksine, ne kadar savaşçı durduklarını fark etti. Dena bunu görünce garipsedi, ritüel sandığı kadar masum olmayabilirdi belkide? Ya da tedbir amaçlı böyle giyindiler belki? Ansızın, kendini çok savunmasız hissetti ve elleri kemerini, hançerlerini aradı.

Yine de hepsi gece doğabilecek kötü bir ihtimale karşın böyle giyinmişlerdi. Hepsi en iyi takılarını ve silahlarını kuşanmışlardı: Gecenin önemi büyüktü ve bunu uzun süre merakla beklenmişlerdi. Herkesin beklentisi verilecek kurban kadar saf bir yaratığın ortaya çıkması yönündeydi. Dena'nın güç uyanışına hepsi şahit olmuştu ve annesini sadece bebekken gören birinin onu mükemmel şekilde taklit etmesi... Bu oldukça güçlü bir ruha işaret ediyordu. Kişinin ruh ne kadar güçlüyse, o kadar güçlü ve nadide bir ruh hayvan ortaya çıkarırdı. En azından yapılan tüm ritüellerde bu böyle olmuştu.

Hepsi kalınca kıyafetler giymişlerdi, kimlerin varisleri oldukları takılarından belli oluyordu.

Karakteristik özelliklerini belli eden kıyafetleri rahat hareket etmeleri için bedenlerine tam oturmuştu. Her biri hayvanlarının bedenlerine işlediği izi ortada bırakacak şekilde giyinmişti: Normalde bunu gizlemeye özen gösterirlerdi ama bu gece Yargıç ve İyeler orada olacaktı, atalarını onurlandırmak istiyorlardı. İris herkes gibi kumaş bir pantolon giyinmişti. Belindeki kemer kalın ve birçok deri torbaya taşıyıcılık yapıyordu. Belinde kılıç ona ait hissettirmiyordu. Bacağını saran deri çantaların kahverengi derisi hafif yıpranmıştı. Üzerinde sade bir gömlek vardı. Küpelerinin kızıllığı ve kolyesindeki kuş simgesi, gömlekten hafif belli olan dövmeyi destekler nitelikteydi. Dena onun sırtındaki dövmenin tamamını merak etse de halen şaşkınca her birini süzüyordu.

Müren, Pekin ve Samuel üzerlerine kollarının tamamını açıkta bırakan tişörtler giymişlerdi. Samuel'in boynunda tişörtünün dışında duran altın zincir sade ama sağlam duruyordu. Belindeki kılıcın kabzasını rahat bir şekilde sol eliyle kavramıştı. Çizmeleri dizine kadar geliyordu, bazı noktalarda yamaları vardı. Kolunu boydan boya kaplayan dövmesinde birçok küçük kanatlı insan vardı. Hepsinin rengi farklı farklı ve ifadeleri de aynı şekilde farklıydı: Kimileri gülümsüyor, bazısı uyuyor ve bir tanesi tepetaklak duruyordu. Bir kişinin bu kadar farklı hayvana aynı an da sahip olması normal miydi?

Erendiz'in üstündeki siyah, ceplerle dolu yeleği teniyle tezatlık yaratıyordu. Saçlarını topladığı için ensesindeki tüylü ve melek kanadına benzeyen bir çift kanat açıktaydı. Bembeyazdı ve oldukça büyüktü, kulağının arkasına kadar uzanıyor ve tüm ensesini kaplıyordu. Kulağındaki lacivert küpeleri ise toplanmış saçlarıyla ortaya çıksa da dikkat çekmek istercesine parlıyordu. Yeleğinin iç kısmındaki hançerlerle beraber onun da belinde kılıç asılıydı.

Pekin'in ise Samuel'in aksine sağ kolunu kaplayan sekiz beyaz kuyruk vardı. Bildiği uzak kıta efsanelerinde sekiz kuyruk tanıdık gelmişti. Neden dokuz olmadığını tilki efsanelerinden yola çıkarak düşündü, merak etse de çok üstelemedi. Belinde asılı olan balta ve kılıca rağmen rahat duruyordu. Kolları kaslarla sağlam duruyor ve belindekilerin süs olmadığını gösteriyordu. Saçında bir kaç tüy asılıydı, örükleri ve taşları ise her zamanki gibiydi.

Odaya en son Erendiz'e engel olarak giren Müren'i bir süre inceledi. Onun sağ elinin üstündeki kartal kafası dikkat çekmiyordu. Saten siyah bir gömlek giyinmişti, belinde herkes gibi bir kılıç taşısa da kemerinde birkaç bıçakta vardı. Kılıçlar sıradan duruyordu, Pekin ve Samuel'inki hariç. Bunu işlenen desenlerden, koyulan taşlardan ve sapına asılı duran tılsımlardan anlamıştı.

Hepsi onun sessizleştiğini görünce bu kısa dalgınlığın bitmesini beklediler.

Onları incelediğini hepsi farkındaydı. Kendilerinin aksine Dena bu dünyada büyümemişti, tılsımları ve taşları bilse de bunlardaki gücü işleyemezdi. Çok fazla yabancı olduğu şey vardı ve şu an ki gideceği ritüel onun için en büyük sınav olacaktı. İris Dena'nın donuklaşan gri hareli mavi gözlerine baktı. Lacivert gölgelerin dahi yok olması güçlerinin durgunlaştığının göstergesiydi.

"Artık çıksak iyi olur. Yapılacak çok iş var."

Dena ise İris'e ciddiyetle baktı.

"Neden benim aksime her biriniz bu kadar hazırlıklısınız?"

İris Dena'nın nemli saçlarını düzeltirken cevap verdi.

"Çünkü bizim aksimize sen Yargıç'ın huzuruna çıkacaksın. Gelecek olan hayvan başa çıkamayacağın türden olabilir, müdahale etmemiz gerekirse diye hazırlandık."

Onlar konuşurken geri kalanlar odadan çıktı. Dena derin bir nefes aldı ve kızı kafasıyla onayladı. Kafasına pelerininin kapüşolunu çekerek İris'i takip ederek kapıdan çıktı. Koridora çıktığında kendisini beyaz bir duvarın beklediğine inanmıştı. Ama tamamen cam olan uzunlamasına bir duvar onu karşıladı. Camlar o kadar büyüktü ki nerede başladığını ve bittiğini görmek çok zordu. Nefesi kesilirken camla mesafesi uzak olan korkuluklara doğru ilerlerdi, kendisini aşağı katların uçsuzluğu karşıladı. Bir uğultu kulaklarına doldu, kulede çok fazla insan yaşıyor olmalıydı. İris'in şahsi kütüphanesi bile o kadar büyükken bu kadar insanın olması garip değildir belkide. Çünkü bir medeniyet gelişip kendisini göstermesi, eğitimi ve bunun sonucu verilen ürünlere bağlıdır.

Dena korkuluklardan geri çekildi, camlar ne işe yarıyor merak etmişti. Bu kadar büyük bir binayı bu kadar camla nasıl gizliyorlardı? Belki de gizlerken aynı an da koruyordu veya bu kule bilinmeyen bir dönemden kalmıştır? Dena aklında ihtimaller dönerken önünde ilerleyen arkadaşlarına hızlı adımlarla katıldı. Kendisinin şıklığının aksine onların gündelik tarzı kendisini garip hissettirmişti. En arkada yürüyen İris'e yetişmeyi başardığında onların adımlarına ayak uydurdu. Koridorun sonunda beş altı kişinin beklediğini gördü. Koca cam kulenin ve gök kubbenin altında o insanlar ufacık kalıyor, arkalarında uzanan boşluk ise koridorun dönemecine geldiklerini gösteriyordu. Bahsi geçen ve şu an içinde bulundukları Mermer Kale demek böyle bir yerdi.

Sağ tarafında batmaya başlayan güneşi durup seyretmek istiyordu. Ufuk uçsuz bucaksız, yer ve gök kubbe ona doğru uzanıyordu. Mavi, beyaz ve yeşilin muhteşem bir tasfiri. Tanrılar gerçekten işlerini biliyorlardı. Dena anlık daldığı manzaradan, bulutların üstünde uçma fikrinden kendisini aldı ve yürümeye devam etti.

"Neden bu kadar geç kaldınız? Sadece Dena'yı da alıp yanımıza gelecektiniz."

Tanımadığı bir erkek sesi Pekin ile konuştuğunda Orion'un sesini duydu.

"Ona zaman vermelisiniz. Buraya alışamadı. Manzaraya nasıl baktığını görmüyor musun Akgün?"

Dena tanımadığı insanları mesafeli bir şekilde incelerken Avcı görüş açısına girip onu omuzlarından tuttu. Bu yumuşak tatlı tutuş onu ansızın çocukluğuna götürdü. Kılıç eğitimine başladıkları sırada Dena pes etmek üzereyken aynen böyle kendisini durdurmuş, aynı yumuşak tonla konuşmuştu.

"Nasılsın?"

Dena onun gözlerine baktı. Göz altı torbaları belirginleşmiş, yorgun duruyordu. Onu incelemek Dena'ya kötü hissettiriyordu. Neler olduğunu hatırlayamıyordu ama Avcı'yı kötü etkilemiş olduğu barizdi. İris bunun olabileceğini söylemiş olsa da kendisine yüklenen bu ağır bilinmezlik dayısını görmesiyle katlanmıştı. Neler oldu acaba? Onun üstünü incelediğinde herkes gibi hazırlıklı duruyordu. Beline bir kemer ve üstüne gümüş ince örme bir zırh geçirilmişti. İşlemeli tokası olan bir kemer ve kemere takılı işlemeli torbaları gün batımında parlıyordu. Kısa kollu kıyafeti ve zırhıyla tezat olan yüzükleri ellerinde daha da belli oluyordu. Sağ kolunda ise yıllardır ilk defa gördüğü bir kelebek dövmesi vardı.

"Koluna ne zaman dövme yaptırdın?"

Dena bunu şaşkınlıkla sorduğunda bir buçuk aydır onunla karşılaşmadıkları aklına geldi. Orion ise yüzüklerle dolu ellerini kızın omuzlarından ayırdı ve ona sarıldı.

"O zaten hep oradaydı. Sadece sen yeni görüyorsun çünkü buna hazır değildin. Her şey bir kenara, Dena..."

Kulağına fısıldayan sesle iki yanındaki ellerini kaldırıp dayısının beline kollarını dolarken onu dinledi.

"...bu gece zor olabilir. Sana her şeyi anlatmam gerekirdi, ama dilim varmadı. Özür dilerim ama engelleyemedim. Olacak olanlarda hiçbir suçun yok, sakın bunu unutma."

"Bu da ne demek dayı?"

"Zamanı gelince anlayacaksın."

Dayısının alnına değen dudaklarına karşın Dena duyduklarıyla kaskatı hissetti. Dayısı neye engel olamamıştı? Buraya gelmeden önce var olan huzursuzluğuyla mı alakalıydı? Kendisine neyi anlatması gerekiyordu da anlatmamıştı? Dayısı önünden çekilirken gözleri onu takip etti. O sırada Erendiz'in neşeli sesi duyuldu.

"Hadi gidelim!"

 

Loading...
0%