@benrapu
|
Engin, kapının dışında durmuş, sanki az önce gitmemiş de misafirliğe yeni gelmiş gibi otuz iki diş sırıtarak bana bakıyordu. "Naber?" dedi, merdiven çıkmış gibi soluk soluğa. Oturduğum sitenin evlerinin ayrı bahçeleri vardı, tek ortak alan otoparktı. Yani bu adam merdiven çıkmadıysa otoparktan geri koşarak gelmişti. "İçeri almayacak mısın beni?" diye sorduğunda kendime geldim. Engin'in içeri girmesi için kapının önünden çekilip kenara geçtim. "Bir sorun mu var?" diye sordum, o eve girerken. "Kahvaltı için geri geldim," dedi, hala otuz iki diş birden sırıtmaya devam ediyordu. Bu gülüşünde sinirimi bozan bir şey vardı, altından bir şey çıkacak ama dur bakalım. Tek kaşımı kaldırıp şüpheyle yüzüne baktım. "Koşarak?" dedim. Elini benim elimin üstüne koyarak, elimi aşağı indirdiğinde elimde olduğunu tamamen unuttuğum bıçağı ona doğru salladığımı fark ettim. "Kahvaltıda beni yemeyeceksin herhalde," dedi, yüzündeki o otuz iki diş olan gülüşü yerini muzip bir gülüşe bırakmıştı. "Biraz baharatla lezzetli olursun," dedim, elimdeki bıçağı ona doğru hafifçe salladım. Engin eliyle bıçağı aramızdan çekerken bir şeyler mırıldandı. "Baharata gerek, ben zaten lezzetli bir adamım," bana göz kırparak, "Sende çok iyi biliyorsun," dedi. "Niye seni daha önce kesip yedim mi?" dedim. Engin bu lafıma koca bir kahkaha ile karşılık verdi. O lafıma gülerken benim de aklım başıma gelmişti. Aklımın gelmesiyle de tüm vücudum utançtan alev almıştı bir anda. Bu manyak adam neyden bahsediyordu? Hani aramızda kitap dışında başka bir şey olmamıştı? O zaman ne zaman yedim ben bunu? "Kesmedin," dedi Engin, kahkahasını gizleme zahmetine bile girmiyordu. Utanmasa yerlere de yatacaktı, hayvan herif. "Çekil önümden." Engini arkamda bırakıp mutfağa doğru yöneldim. O da arkamdan geliyordu, kahkahası durmuştu ama hala o sinir bozucu gülümsemesi yüzündeydi. "Yalancısın," dedim arkamı bir anda dönerek. "Hani sadece kitap üzerine çalışmıştık." Engin bir anda arkamı dönmemle elimdeki bıçaktan korunmak için bir kaç adım geri gitti. "Bir hafta boyunca kitap üzerine çalıştık," dedi, bakışları elimdeki bıçağı takip ediyordu. "Yalan değil." Ona doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştım. "Her şeyi anlat, en başından," dedim ama Engin'in gözleri hala elimdeki bıçaktaydı. En sonunda dayanamayıp elimdeki bıçağı tek seferde benden aldı. "Beni gerçekten kesmeyeceksen, bıçağı bıraksan iyi olur." Engin, bıçağı arkamdaki masaya bırakmak için yaklaşınca, masayla bedeni arasında kalmıştım. Ondan gelen parfüm kokusuyla adeta büyülenmiş gibi hissediyordum. Engin bıçağı masanın üzerine bırakıp geri çekilmek üzereyken, bir anda ceketinin yakasını tutup onu kendime doğru çektim. Hareket etmek istemiyordum, gün boyu böyle kalmak istiyordum. Bu adamda garip bir şey vardı, durmadan beni ona çeken bir güç. Engel olamadığım, ne zaman yakın olsak hemen bedenimin kontrolünü kaybetmemi sağlayan bir gücü vardı. Engin'den gelen hoş kokuyla gözlerim kararmaya başlamıştı, sanki başka bir aleme çekiliyordum. "Yalın'ın şarkılarını herkes sever, bir tek sen sevmiyorsun savcı bey," dedim telefonda bir şarkı arıyordum. "Sevmiyorum demedim, sadece senin kadar adamı anası sevmiyordur dedim," dedi Engin, bir yandan benimle uğraşıyor bir yandan yemek yapıyordu. En sonunda aradığım şarkıyı bulmuştum, yüzümde zafer kazanmış gibi bir gülümsemeyle şarkıyı oynattım. Telefonu tezgaha bırakıp bir yandan şarkıyı söylüyordum bir yandan da Engin'in etrafında dönmeye başlamıştım. Şiddetli bir baş ağrısıyla kendime gelirken, orası benim mutfağım değildi. Kendi evimde değildim. Engin'in evi miydi? Ama ben orada ne yapıyordum? Kitap için mi gitmiştim acaba? Ya da daha önce gördüğüm rüyalardaki ses gibi miydi? Kafamda mı kurmuştum yoksa gerçek miydi diye düşünürken, başımı yavaşça Engin'e doğru çevirdim. Yüzünde tek bir mimik oynamıyordu, gözlerini karşıya sabitlemişti. O da mı böyle bir anı görmüştü, yoksa sadece ben mi görmüştüm? Engin'i itip kendimden uzaklaştırmak istedim ama ellerim beni dinlemedi. Az önce yaptığım şeyden daha da arsız bir şey yaptı bu eller; Engin'in yakasını bırakıp yavaşça kollarında gezinmeye başladı. Bir yandan da Engin'in yüzüne bakmaya devam ediyordum. Engin kaskatı kesilmiş, yüzü ve boynu kıpkırmızı olmuştu. Ellerim kollarından sırtına geçmiş, ceketinin altına usulca sızmıştı. Engin derin bir nefes alıp sertçe yutkundu. Yüzünü hafifçe bana döndüğünde nefeslerimiz birbirine karışırken göz göze geldik. Engin'in yüzünden belli belirsiz bir gölge geçti ve dudakları muzipçe yukarı doğru kıvrıldı. Bir anda dudaklarımın üzerinde Engin'in dudaklarını hissetmiştim. O mu beni öpmüştü, ben mi onu öpmüştüm farkında değildim ama ikimiz de kurak geçen bir yaz sonrası yağmura kavuşmuş gibiydik; yumuşak ama talepkardık, sanki daha fazlası için birbirimize yalvarıyorduk. Ellerim tekrardan Engin'in üzerindeki ceketinin yakalarına gitti. Önce onu kendime daha fazla çektim, sonra da ceketi üstünden çıkarmaya çalıştım ama başaramadım. Engin, dudaklarımızı örten dudaklarını milim oynatmadan ceketi çıkarıp bir köşeye fırlattı. Ellerim boynuna dolanırken belimde Engin'in ellerini hissetmemle irkildim. Engin beni belimden kavrayıp yaslandığım masanın üzerine oturttu. Dudaklarımı örten dudakları yavaşça boynuma doğru ilerledi. Engin boynumu dişleriyle işaretlerken ben de hafif bir iniltiyle kafamı geri attım. Engin bu hareketimden daha da cesaretlenmiş olmalı ki bir eli usulca tavşanlı tişörtümün altından göğsümü buldu. Bir eliyle hala beni belimden tutuyordu. "Görüyorum ki, kapıyı kapatmayı pek önemsemiyorsunuz." |
0% |