@benrapu
|
"Onu istiyorum," dedi genç kadın, ağlayan gözlerle annesine bakarak, "Yalvarırım anne." Annesi, kızının isteklerini her zaman önceliği yapmış, ne isterse alabileceğini, bu toplum içinde ailesi yüzünden ezilmeden, dışlanmadan yaşayabilmesi için hayatından, geçmişinden vazgeçmişti. Biricik güzeller güzeli kızıysa bir erkek uğruna ölümü göze alabilecek duruma gelmişti. "O adama yardım etmeyeceğim," dedi kadın, kızının yakarışlarını duymazdan gelerek, "Bu köyde kimse ona yardım etmeyecek." Kızının ağlaması şiddetlenmişti. "Sana yardım etmeye çalışıyorum. O adam senin gerçekte kim olduğunu bilse..." Genç kadının annesi duraksadı, derin bir iç çekti, boğazındaki yumruyu yutmaya çalıştı. "...seni kendi eliyle ateşe verir." "Marcus öyle bir adam değil" diye mırıldandım. ***** "Üşüyorum," diye inledim uykulu sesimle. Bedenimi saran sıcak yorgan beni terk etmek zorunda bırakılmıştı. "Saatin farkında mısın sen?" dedi annem, beni yorganımdan ayırdığı yetmezmiş gibi uykumdan da edecekti. "İki yıl yatmak yetmedi mi?" Yetmemişti, yetmeyecekti. Bu sabahın köründe kalkma işini kim bulduysa, öteki tarafta bizzat hesap soracağım, iki yakası bir araya gelmeyecek hale getireceğim. "Beren, kalk artık," diye bir de azar yedim iyi mi? "Sabaha kadar ne yapıyorsunuz siz uyumayıp bilmiyorum ki ben." "Kitap okudum ben," dedim bir yandan esnerken, bir yandan konuşmaya çalışarak. Bir anda dank etti, doğru ya, kitap okuyordum ben. En son ne ara uyuyakalmışım? Annem, "Koca bilgisayarı görmeyecek kadar kör müyüm ben?" diyene kadar yatağın diğer ucundaki bilgisayarı fark etmemiştim bile. Nasıl ya? Ben dün tüm gece kitap okudum, bilgisayar nereden çıktı geldi yatağa? "Kitabım nerede?" dedim, yataktan bir çırpıda kalkarak, yatağın her yerine baktım. Yatakta bulamayınca yatağın başucunda duran komidinin içini dışını karıştırdım, odayı taradım ama kitabım yoktu. Ben odanın içinde dört dönerek kitap ararken, annem de odanın perdelerini açmış bana bakıyordu. "Yok işte kitap, mitap," dedi. "Dün elimde kitapla eve geldim ben, Ayşen'e verdim kitabı odaya çıkarsın diye. Doğru, Ayşen biliyordur," diye bağırarak mutfağa koştum. "Bismillah," dedi sağ elinin baş parmağını damağına koyup kafasını hafif yukarı kaldırıp korkuyla. "Ay, noldu?" "Kitap nerede?" dedim bir çırpıda. "Dün aldığım kitap yok nerede?" "İlahi Beren Hanım, tüm bu tantana bir kitap için mi?" dedi derin bir iç çekerek. "Dün sana verdim ya, odaya çıkardın. Nerede o kitap, bulamıyorum?" dedim tek nefeste. "Tövbe Beren Hanım," dedi şaşkın bir ifadeyle. "Siz bana kitap vermediniz." "Ayşen, şakanın sırası değil," dedim sinirle iç çekerek. Ayşen bana karşı her zaman dürüst olmuş, her daim bana ve benim olanlara sahip çıkmıştı. Şimdi ya bana şaka yapıyordu ya da sabrımı sınamak gibi bir hataya düşmek üzereydi. Sakince bir nefes aldım ve dün yaşadıklarımızı Ayşen'e kısa bir özet geçtim. "Dün eve gelince elimdeki poşeti aldın, odaya çıkarayım dedin, ben de tamam dedim ya Ayşenciğim, hatırlamıyor musun?" "Bana verdiğiniz poşetin içinde kitap yoktu ki," dedi anneme bir bakış atıp tekrar bana döndükten sonra sesini alçaltarak. "İç çamaşırı vardı, dantelli." Ne iç çamaşırı ne danteli ya, ne saçmalıyordu bu kız? "Ben sabaha kadar kitap okudum, kitap!" dedim öfkeyle. "Sen bana çamaşırmış, dantelmiş ne anlatıyorsun?" Ayşen neye uğradığını şaşırmıştı, ona bağırdığım için olsa gerek gözleri dolmuştu. "Beren Hanım, vallahi kitap yoktu sizde," dedi sesi titreyerek. Evi aramaya başladım. Annem ve Ayşen orada öyle durmuşlar, benim evi alt üst etmemi izliyorlardı. Evin her köşesine bakmıştım, mutfaktaki buzdolabından tut çöp kovalarına kadar her yeri aramıştım ama kitaptan tek bir iz yoktu. Sanki bir anda buhar olmuştu. En sonunda pes edip koltuğa oturdum ve dün yaşadıklarımızı düşünmeye başladım. Savcı, hastane, Açelya, kitapçı ve son durak, ev. Başka bir yere uğramamıştım. Annem yanıma gelip oturdu, bir elini dizime koyarak, "Kızım, ben alırım sana, kitap buluruz yine. Tek o kitap yok ya yavrum," dedi. "Kitapçıya gideceğim," dedim bir anda. Kitapçı biliyor kitabı aldığımı, adam bizzat kendisi verdi kitabı. Hiçbir ücret almadan önüne gelene bedava kitap vermiyorsa beni hatırlayacaktır. "Gideriz beraber," dedi annem elini saçımda gezdirerek. "Hadi hazırlan sen." Annemle kitapçıya geldiğimizde hemen içeri girdim. Tezgahta bu sefer genç bir kadın oturuyordu. Herhalde dünkü adamın kızı diye düşündüm. Genç kadının siyah saçları siyah gözleriyle uyum içindeydi. Yüzü o kadar pürüzsüz duruyordu ki, başka zaman olsa kıskanırdım. Kadını süzmeyi bitirince hemen kadının yanına gittim. "Kolay gelsin. Ben dün burada olan amcaya bakmıştım da, ne zaman gelir acaba?" dedim yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirerek. Kadın yüzüme bir süre boş boş baktıktan sonra, "Hanımefendi, yanlış oldu galiba," dedi kadın hoş ama içi boş olan bir gülümsemeyle. "Burayı ben tek başıma işletiyorum." "Yok hayır, yanıldığınızı sanmıyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. "Siz yanlış dükkana girmişsiniz." Kadın tek kaşını kaldırıp yüzüme baktı. Tam bir şey söyleyeceği esnada annem araya girerek, "Kusura bakmayın, zor bir gün geçiyoruz," dedi beni kolumdan tutarak dışarı doğru çekmeye başladı. "Kolay gelsin hanımefendi." Yok, ben kesin kabus görüyorum ya da birileri bana kamera şakası yapıyor. Bu ne ya? Uyandığımdan beri hayatım da, bir annem, bir Ayşen, gerçek kaldı inşaallah. Tepemdeki gökyüzü, altımdaki kaldırım gerçektir. Annem bir yandan bir şeyler söylüyor, beynim bir yandan "Nasıl ya, dün buraya gelmedik mi?" ikilemi içerisinde bir döngüye sıkışıp kalmış haldeyken bir anda dün gece yine o sesi duyduğumu hatırladım. Bana yeni bir sayfa okumuştu ve yine son sözü söyleyen ben olmuştum. Dünkü hikayeyi tekrar düşünelim. Gözlerimi kapattım ve dün duyduğum sesleri düşünmeye başladım. "Yalvarırım anne." "Bu köyde kimse ona yardım etmeyecek." "Seni kendi eliyle ateşe verir." "Marcus öyle bir adam değil."
ENGİN “Yani sen dün akşam bir kadına iç çamaşırı mı aldın?” dedi Fatih gülerek. “Bak sen hele şu savcı bey’e!” Fatih’le çocukluk arkadaşıyız. Aynı mahalle, aynı apartman, aynı okul derken ben savcı olmuştum, Fatih ise arkamı kollamak için polis. Şimdi de yine aynı şehirde denk gelmiştik. Fatih, uzun boyu, sarı saçları, hafif kavruk teniyle bakanın dönüp bir daha baktığı bir adamdı. “Dalga geçme, iki dakika bir dur be oğlum!” dedim anlattığıma bin pişman ettirmişti yine beni. “Eee, sonra ne oldu?” dedi imalı sırıtışı daha da artarak, sinirlerimi yerinden oynatmaya ant içmiş resmen. “Lan!” dedim elimdeki kalemi Fatih’e fırlatarak. Herife bak ya! “Tanımadığın kadına çamaşır almaya utanmıyorsun da,” dedi anlık bir ima yüzünde gezinip yok olduktan sonra, “ben anlat deyince mi utanıyorsun abi?” "Fatih Komiserim," dedim boş dürüm paketine bakarak, "Aç karnınızı doyurduğumuza göre işinizin başına dönebilirsiniz." |
0% |