
Gecenin bir körü çalan telefonla açıldı gözlerim. İnanç telefonu açarken doğrulup Can'a baktım. Üstünü açmıştı yine ama derin uyuyordu. Artık geceleri öyle bayılana kadar ağlamıyordu ama yorgun düşene kadar ağlıyordu. Günler böyle geçip gidiyordu bizde. İnanç koltuktan kalkıp yanıma geldi.
"İstanbul'dan."
"Kim?"
"Nilsu hastanedeymiş beş gündür."
"Neden?"
"Bıçaklanmış."
"Ne?" Sesim çok çıktı diye ağzımı kapattım eş zamanlı.
"Ben gidip bakacağım durumuna, gelmek isterse alır gelirim."
"Tamam, ne zaman gideceksin?"
"Bilet bulursam çıkarım hemen."
İnanç bilet bakarken bir yandan dolaba gitti. Onun için dolabı açtım.
"Söyle ben çıkarırım."
"Siyah pantolon" dediğimde pantolon rafından, siyah pantolonlardan birinin çıkardım. "Tişört fark etmez" dediğinde tişörtlerin arasından beyaz çıkardım. Ona beyaz çok yakışıyor. Kendi kara bir oğlan ama gözleri mavi ya, tatlı oluyor. "Bir gömlek" deyince koyu tonlarda rengi olan gömleklerinden birinin çıkardım. Bir çorap alıp dolabı kapattım. O bilet bulmuştu.
"İki saat sonraya uçak var. Hemen çıkarım."
Üstünü çıkarırken arkamı dönüp yeğenimin başına gittim. Dağınık saçlarını okşadım. Az kaldı canım, gelecek annen.
İnanç'ı yolcu ettim.
><
İnanç İstanbul'a gelir gelmez hiç durmadan bir taksiye atlayıp hastaneye geçti. Gün yeni doğuyordu. Danışmaya kimliğini gösterdi.
"Nilsu Çelik için geldim."
"İkinci kat, 101 numaralı oda."
"Teşekkür ederim." Merdivenlerden çıktı iki kat. Oda numaralarına bakarak geçti koridoru. Odayı bulduğunda kapıyı vurarak içeriye girdi. Hemşire vardı başında.
"Nilsu!"
"Sen! Beni nasıl buldun?"
"Ben bulurum. İyi misin?"
"İyiyim. Can'ı getirdin mi?"
"Hayır tabi ki." Başını salladı. Hemşire odadan çıktığında koltuğa oturdu. "Nasıl oldu bu?"
"Uzun hikaye."
"Vaktimiz var. Dört saat sonra Trabzon'a gidiyoruz değil mi Nilsu? Çocuğunu özledin bence."
İnanç böyle söyleyince ağlamaya başladı.
"Ben mecbur kaldım."
"Mecbur kaldıysan bu iyi. Çünkü bile isteye çocuğunu bırakmanı ben anlamam. Anlat hadi. Karım haber bekliyor."
Nilsu olanı biteni anlatmaya başladığında pes dedirten şeyler duydu. Ece'nin uğruna hasta olduğu ikizi torbacıymış meğer. Elbette Ece de biliyordu bunları ama iş işten geçtikten sonra öğrenmenin kime ne faydası vardı? Olanlar olmuş zaten. Bir de bütün bunların temelinde Emre'nin baba yarası vardı. Bazı babalar çocuğunu kötü yola düşürüyordu. İnanç hayatının en virajlı yıllarında askerliğe gitti. Lisede başladı buna ve bu yolu kendi seçti. Kimsenin payı yoktu, payım var diyeni döverdi yani.
"Gidiyor muyuz Nilsu?"
"Peşimi bırakmazlarsa? Emre'yi orda buldular."
"Emre kimseden yardım istememiş olmalı, çünkü kolluk kuvvetlerinin bundan haberi olsaydı Emre hayatta olurdu. Seni bulamazlar, bulsalar yanına yaklaşamazlar. Ben askerim Nilsu, emniyette tanıdığım çok iyi bir narkotik amiri var. Nilsu sana söz veririm güvende olacağına ama benimle gelmeyi kabul etmen gerekiyor. Can hiç durmuyor, annesini istiyor. "
" Gelirim, gelmez miyim hiç. Ben oğlumu korumak için bıraktım. Çok kızdı Ece biliyorum ama söyleyemezdim."
"Geçti neyse ki. Tamam biletleri alıyorum. Birkaç yeri de arayacağım. Yiyecek içecek bir şey ister misin?"
"Yok, teşekkür ederim."
Odadan çıkıp koridor bankına oturdu.
><
Telefonumun titremesiyle açtım. "İnanç?"
"Buldum, iyi şimdi. Bir sonra ki uçakla geliyoruz."
"Gelecek ama değil mi?"
"Evet. Başında bir bela varmış meğer, çocuğunu korumak için bırakmış."
"Nasıl bir bela?"
"Bunu gelince konuşuruz olur mu? Birkaç arama yapacağım."
"Tamam. Uçağa binerken haber ver bana."
"Tamam."
Yüreğim serinlediğinde telefonu bırakıp yanıma aldığım Can'a sarılarak yattım. Bu iyiydi, bu çok iyi.
Kalkınca duşlarımızı aldık, kahvaltımızı yaptık, hava güzel diye attık kendimiz çarşıya. Annesini beklerken gezelim, eğlenelim dedim. Çocuk parkına götürdüm can parçamı. Çok heyecanlanıyordu ama kendi başına adım atmayınca onu bırakamıyordum. Ellerini tutuyor, onunla kaydırağa çıkıyordum. Birlikte kayıyorduk. Elimi hiç bırakmıyor ama gideceği yere de gidiyordu. Elimi öyle sıkı tutuyordu ki, ilk adımların korkulu bir şey olduğunu daha iyi anlatıyordu bana.
Salıncağa bindirip salladım biraz. Sıkılınca çıktık parktan. Onun adımlarına uyum sağlıyor, pes edip asla kucağıma alamıyordum. Yürüyecek ya, bir buçuk yaşında. Çarşıda esnaf arkadaşlar eline bir şeyler tutuşturuyordu. Biri balon veriyor, bir şeker veriyor, biri sakız veriyor, biri çikolata derken hepsini tek elinde toplayamayınca durup elimi bıraktı. Böyle iki ayağının üstünde duruyordu.
"Ih" dedi birini bana verirken. Ellerini rahatlattığımda yine elimi tuttu.
"Bak bak küçük aslan" dedi Burdan. Elinde futbol topu vardı. "Gel." Gidecek ama benimle. "Bırak yav, ne olacak burada çocuğa?"
"Ondan değil, tek başına yürümüyor."
"Anaa! Niye?"
"Bilmiyorum. Cesareti yok herhalde."
"Tamam" deyip insanları kenara çekerek önümüz açtı. Topu yere koyarak çöktü. "Can, gel bana" deyip kollarını açtı. Can gidiyordu ama elimi de bırakmıyordu.
"'Can elimi bırak hadi."
"I ıh" dedi başını sallayarak.
"Korkma oğlum, ben yanındayım."
"Top oynayalım gel" dediler diğerleri. İki tarafımızı sardıklarında usulca bıraktı elimi balonu tutan eliyle diğerini kavuşturdu. Onları izliyor gülüyordu. Atakan Üsteğmen gördü bizi.
"Aa! Ne oluyor ya?"
"Yürütmeye çalıyoruz komutanım."
"Yürümüyor mu?" Başımı iki yana salladım. "Adı ne?"
"Can."
"Can, niye korkuyorsun oğlum sen?" dedi yanında eğilerek. "Hadi yürüyelim birlikte." Tüm çarşı seferber olmuştu. Can bana bakıyordu, gülüyordum. Onlara bakıyor utanıyordu. "Hadi bak çok kolay."
Hadi hadi diyorlar, onu yüreklendirmeye çalışıyorlardı. Çalan telefonu açtım.
"Efendim."
"Nerdesin?"
"Çarşıdayız."
"Ne o sesler?"
"Can'ı yürütmeye çalışıyoruz bütün çarşı."
"Valla, yürüdü mü?"
"Hayır. Duruyor öyle. Geldiniz mi?"
"Geldik. Birazdan oradayız."
"Ay hadi. Belki annesini görünce yürür."
"İnşallah." Telefonu kapattım. Can birinin elini tutmuş gidiyordu. Onunla sanki büyük insanmış gibi konuşuyorlardı. Top oynuyorlardı. Kenarda durdum onları izliyordum.
Bir hayli zaman top oynadılar. Artık yorulunca durdu. Topu bir poşete koyup verdi Burhan.
"Ne kadar?"
"Sus be! Hediye ettim."
"Çok teşekkür ederim."
Can yere oturduğunda önüne çöktüm.
"Kucağıma gel canım."
Ayaklarının üstüne kaldırdığımda boynuma sarıldı. Tam o anda gördüm İnanç'ı ve yanında Nilsu' yu. Bize doğru gelirlerken elimle durmasını işaret ettim.
"Can, bak" dediğimde bana baktı. Parmağımla annesini işaret ettim. Kafasını çevirdiğinde gördüğü yüzü hemen tanıdı. İnsan annesini tanımaz mı?
"Anne!" dedi birden. Anne diyordu o. Ağlamaya başladı yine kendine parçalar gibi.
"Hadi canım bir adım, gerisi çok kolay."
Annesini özlemiş bir çocuğun annesiyle arasında olan mesafeye kızarak adım atmaya başladığı o anda bütün çarşı izliyorduk. Can elleri havada giderken dizlerinin üstüne çöktü Nilsu. Onun da bebeğini ne kadar özlediğini anlıyordum. Can'ın bir adım arkasında onunla birlikte yürürken becerebilse koşacak gibi gidiyordu.
Adımlar bir yük gibi gelince çığlık attı kızarak. Yine de pes etmedi ve küçük adımlarla gitti gitti, annesine vardı. Öyle hırçın seviyordu ki annesini gözyaşları sel olsaydı şu an çarşı sular alıp götürürdü.
Bilmiyordu insan kimin ne zorluğu olduğunu, nelerle mücadele ettiğini. Hepsi için demiyorum ama bazı anneler içi yana yana bırakırmış evladını. Kavuşmak o annelere nasip olsun ama kısacık bir zaman içinde.
"Özür dilerim oğlum, çok özür dilerim." Can annesine vuruyor, yine de sarılıyordu. "Geldim yavrum. Bir daha gitmeyeceğim söz veriyorum."
Bu söz bana da yetti. Şimdi onarmak için bu muhteşem bir andı...
*
Can yürüyordu artık. Nilsu yaralı olduğu için onu misafir odasına yatırdık. Annesinin evde olduğunu biliyor, her fırsatta merdivenlere gidiyor, tutunarak çıkamayınca emekleyerek çıkıyordu. Elimde tepsiyle onu takip ediyordum. Çok mutlu ya, sesleri bile değişti.
"Baka baka baka" diye kızıyor, bağırıyordu.
"Baka be, baka." Merdivenleri çıkınca ayağa kalktı. Ellerini kavuşturdu yine. Önümden giderken oyun oynadığını belli eden tepkiler veriyordu. Kapıyı açtığımda annesine gitti azıcık bir hızla.
"Annem."
Kollarını annesine uzattığında tepsiyi komodinin üstüne koyup kaldırdım annesinin yanına. Tepsiyi alarak oturdum yanına.
"İyi misin?"
"Ağrım var biraz."
"İğneni yapacağım birazdan. Bir şeyler ye şimdi."
"Bana kızgın mısın Ece?"
"Geçti gitti boş ver."
"Çok utanıyorum inan."
"Önemli değil." Yakasına peçeteyi taktım. "Üzme kendini. Buradasın, gerisi önemli değil. Şimdi seninle bundan sonra ne yapacağız onu konuşalım. Ne istediğini söyle, bende ne yapabilirim bunu düşüneceğim."
Tepsiyi kucağına koydum. Can annesinin diğer yanına yatmış, elinde ki küçük arabasıyla oynuyordu.
" Korkuyorum. "
" Korkma. İnanç güvenliğin için uğraşıyor. Hem burası Karadeniz güzelim, burda herkes Ali kıran baş kesen. "
" Emre burada öldü ama. "
" Kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu çünkü. Benim bile yoktu. Peşinde ki adamlardan, bulaştığı işlerden. Bana anlatmış olsaydı onun içinde yapılacak bir dünya şey vardı. Yapmadı Nilsu, hiçbir şey söylemedi. Başım belada demedi. Ben bunu o söylemezse nasıl bilebilirdim? "
" Çocuğumu korumak için size getirdim. "Başımı salladım.
" Sen en doğrusunu yaptın ama keşke başım belada da deseydin, Can bu kadar ayrı kalmasaydı senden. "
" Bilemedim işte. "
" Üzülme artık. Burada güvendesin. "
Çorbasını içerken ağlıyordu bir yandan. Onun da kimsesi yokmuş. Yani aslında bütün ailesi hayattaymış ama sahip çıkanı olmamış. Ne diyeyim ki, ne diyebilirim? Hepimiz aynı dertten muzdariptik.
"Geleyim mi?" diye seslendi annem.
"Gel anne." Elini katlı bir şeylerle geldi.
"Hiç giyilmemiş kıyafetler vardı, olur da kızlarım gelir diye almıştım. Bir yıkayıp ütüledim, bunlar senin Nilsu" dedi onları dolaba koyarken.
"Çok teşekkür ederim. Zahmet etmeyin benim için bu kadar lütfen."
"Ne zahmeti yavrum. Sen bir ihtiyacın varsa söyle, hallederiz."
"Ne kadar iyisiniz" deyip ona da ağlamaya başladı.
"Meleğimiz bizim. Hepimize çok iyi bakıyor annemiz."
"Aman ne yapıyorum sanki sende" dedi bir mütevazılık ederek. Kapının sesini duyduk. "Ben bakarım."
"Mende!" diyerek kalktı Can. Kendini yataktan indirirken annem onu da alıp çıktı. Babam gelmiş olabilirdi, Can pek bir sevdi onun gelişlerini. Nilsu yemeğini yedikten sonra iğnesini yapıp onu dinlenmesi için bırakıp tepsiyi alarak çıktım. Babam gelmiş. Can ona bir şeyler anlatıyordu, o da hayretler içinde tepkiler vererek dinliyordu. Salon görüş açıma girdiğinde kendi babamı gördüm. Tepsiyi mutfağa bırakıp salona geçtim.
"Hoş geldiniz."
"Hoş gördük kızım" dedi İsmail babam. "Baban seninle konuşmak istiyor."
"Dinliyorum" diyerek elimi koltuğun başına koydum. Hiç oturup canımı otururken sıkmasına gerek yok.
"Ben oğlanla kızı alıp bize götüreyim" dediği an zaten tahmin ettiğim yerden konuştuğu için hiç parlamadım.
"Hayır. Burada, yanımda kalacaklar."
"Hiç olur mu öyle şey? Sen kendin gelinsin!"
İnanç girdi kapıdan. Esniyordu bir yandan. Uykusuz garibim gecenin köründen beri ayakta.
"Selamünaleyküm" deyip elinde ki gömleği omzuma koydu. "Hoş geldiniz" dedi babama oldukça mesafeli bir sesle. Bunu bende beklemezdim. "Ne oluyor gelin hanım?" dediğinde tebessüm ettim.
"Nilsu'yla Can'ı götürecekmiş."
"Durabilirler burada bize bir yük oldukları yok."
"İsmail!"
"Valla hanımım bilir" diyerek anneme pasladı.
"Hiçbir yere gitmiyorlar Sedat Bey."
"Yapmayın Allah aşkına, olur mu öyle şey?"
"Senin evinin kalabalığı sana yeter Sedat Bey. Bizim kalabalıktan yana rahatsızlığımız yok. Torununu istediğin zaman gel gör ama burada kalacaklar. Kusura bakma ben senin hanıma güvenemem. Hasta kızcağız, eh oğlanda küçük, göz ister üstünde. Ben bakarım hepsine. Yük olurlar deme biz seve seve misafir ederiz, hiç kuşkun olmasın. "
Babam daha öne sürecek bir şey bulamadığı gibi mahçup bir bakışla baktı yüzüme giderken. Son sözlerimizi söyledik. Şimdi üzülmenin hiçbir faydası yok.
Eh ona yuvanı yık diyemem. Babam eşiyle bizim aramızda köprü olup dengeyi kuramadı. Olan en sonunda bize oldu. Büyük sözler ettim evet, çünkü ölüyor olduğum halde o beni evine kabul etmedi.
"Anne yemek var mı?"
"Var oğlum."
"Masayı hazırlıyorum şimdi" diyerek gömleğini omzumdan alıp onun omzuna koydum. Gidecekken kolumu tutup kendine çekti beni. Diğer kolumu da tuttuğunda şaşkın ördek gibi bakakaldım.
"Hayurdur boncuğum?"
"Sağa hayurdur ula?"
"Kocan eve geldi."
"Hoş geldin mavişim."
Annem kıs kıs gülerek giderken babam da Can'ı alıp gitti peşinden.
"Üstümde bir emanetin var."
"Ver" dediğimde yanağıma bastırdı dudaklarını. Gözlerim kocaman olduğunda geri çekildi. "Deniz'in selamı var." Kollarımı bırakıp giderken elimi yanağıma koydum. Kalbim heyecanla tutuştu.
"Ee öpücük?"
"İçimden geldi" deyince kalbimin gümbürtüsü kulağıma ulaştı. Daha önce böylesi bir heyecan duyduğumu hiç hatırlamıyordum. Sağlığımda da başıma hiç gelmedi. Ellerimi göğsüme koyarak bu sesi dinledim. Aşkın kalpte yaptığı muhteşem bir şovdu bu. Şov yapıyor imansız...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.29k Okunma |
1.63k Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |