Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left2.
Bölüm
@bir.yazar
Çevremdeki olup bitenleri duyordum ama Bedenimin güçsüzlüğünden ne gözümü açabiliyordum ne de tepki gösterebiliyordum. Kara gölgeli çocuk öyle telaşlı bir şekilde taşıyordu ki beni,  gerçi kim olsa telaşlanır Adamın gözünün önünde yere yıkılmıştım, mutlu olmasını bekleyemezdim. Sürekli benimle konuşmaya çalışıyordu sanki baygın olmadığımı anlıyor gibiydi.

Telaşlı ve nefes nefese bana bişeyler anlatıyordu: "duyuyormusun beni?" Tepki vermeyince daha da hızlandırıyordu adımlarını.

Mahirin Anlatımı:

Ne kadar hızlansamda sanki yol daha çok uzuyordu. Hava bayağı kararmış, yağmur damlaları kendini belli ederken sonunda varmıştık hastaneye. Acil serviste hiç kimse yoktu, ne bir hasta ne bir Hemşire sadece biz vardık, Adını bile bilmediğim Kız ve Ben. Yüksek sesle: "Kimse yok mu!" Seslenişime bir İki hemşire sedyeyle koştu. Kızı sedyeye yatırırken boynundan saçlarına doğru düşen yapboz Kolyesi  gözüme çarpmıştı, sanki benim Kolyemin parçasıydı. Ben Kolyeye takılmışken Hemşirelerin sorularını yanıtlayamamıştım. "Efendim?"  "Ne oldu?" Kekeleyerek yanıt verdim "bilmiyorum çarpıştık biz birden burnu kanadı bayıldı"  "Nesi oluyorsunuz?"  "Tanımıyorum"

Hemşireler Kızı revire götürüp damar yolu açarken doktor gelir gelmez Kızı tanımıştı sanki, yüzünde ben demiştim ifadesi vardı. Hemen yanına gidip nabzını ölçtü, sürekli Hemşirelere sinirli bir sesle talimatlar veriyordu. Kızın kanayan burnuna müdahale ettikten sonra herkes dağıldı. Ben ise öylece kaldım elimde dökülmüş Dondurma kutusuyla.

Hasretin Anlatımı:

Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm tepemdeki serum oldu, o an anlamıştım yine bir yerde yığılıp kaldığımı, ve Doktorun diline düşmüştüm. Doğrulmak isterken Gözüm kapıda elinde Dondurma kutusuyla bekleyen birine çarptı. Sanırım bu çarpıştığım o Kara gölgeli çocuktu, ben ona bakarken o başını yerden kaldırıp bana baktığında ben öylece kala kalmıştım, O ise benden sanki müsade bekliyordu.
"Merhaba"  "iyimisin?" Endişeli bir ses ile Sorusunu sorarak içeri girmişti. "İyiyim sen nasılsın" Sen nasılsın mı? Ne dediğimin farkındamıydım ben? Çocuk bile şaşırdı, Elini ensesine götürerek tebessüm etti: "teşekkür ederim ben de iyiyim" bir de neler yaptın diye sorsam tam olacak askerlik arkadaşı gibi. Birden gülümseyerek: "sanırım biraz sert çarpıştık, kafan karışmış olabilir sorun değil" şu an yerin yarılıp benim de içine girmem gerekiyor. Rezilik! Utanarak gülümsedim.

Birden elindeki dondurma kutusunu masa başıma koydu. Nasıl yani o kutuyu buraya kadar benimle beraber taşımışmıydı? Şaşkınlıkla ona baktığımı farkedince açıklama gereği duymuştu: "çarpışırken düşürmüşsün yerde bırakmak istemedim" sanırım çekiniyordu, sürekli eli ensesindeydi. Gülümseyerek yanıt verdim utanarak: "kusura bakma seninde başına bela oldum" anlık ciddileşerek yanıtladı "yok yok ne alakası var, düşünme öyle. Asıl ben önüme bakmadan yürüdüğüm için özür dilerim böyle olsun istemedim"  Sanırım bu hale çarpışma yüzünden geldiğimi sanıyordu. "Seninle bir al..." sözümü tamamlayacakken içeri giren Doktor lafıma karıştı: "Siz nesi oluyorsunuz? Lütfen artık çıkar mısınız Hastanın enfeksiyon kapmaması gerekiyor" Çocuk birden kaşlarını çatarak yanıt verecekken ben araya girdim: "Benim Misafirim!" Doktor birden bana döndü: "bu yaptığın sorumsuzluğun bedelini durumunu kötüleştirerek ödüyorsun farkında mısın"  

Haklıydı, ama haklı olması kararımı değiştirmeye yetmiyordu. Kendimi bir odaya kapatıp hayat ile bağımı koparıp iyileşmeyi yada Ölmeyi bekleyemem ki, dışarda Hayat akarken bir odaya sığamam.

"Bundan sonra benim kurallarım uygulanacak" Doktor sert bir tonla talimat vermişti adeta, ben ise hala uygulamamamakta Kararlıydım, yanıt verecekken Doktor yine o çocuğa sataştı: "giderseniz iyi olur" Çocuk Doktorla muhatap olmadı soğuk bir ifadeyle bana döndü : "geçmiş olsun. İyi bak kendine". Cevabımı beklemeden çıkıp gitmişti. Doktor ise sanki zafer kazanmış gibi tavır sergiliyordu. "Hasretciğim seni izolasyon odasına aldıracağım, yirmi dört saat orda ilaçlara devam edelim olası bir enfeksiyon riskine karşı" hiç tepki göstermedim.

En sonunda Girmemek için mücadele ettiğim tek kişilik izolasyon odasına girecektim, bunun Hapise girmekten bir farkı yoktu benim için, sanki tek kişilik aydınlık bir hücreye girecektim. Ne gelinir ne de gidilir bir yer düşünün orası burasıydı... 

İçeri girer girmez ilaçlarımı aldıktan sonra uzandım yatağıma, neyseki karşımda koskocaman  bir Pencere vardı. Bu odada yaşadığım hisler bana Sabahattin Ali'nin şiiri hatırlatmıştı:
"burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor"

Günler bir şekilde geçmek zorundaydı, gerçi yirmi dört saat için bu kadar dram yaratılır mı bilmem ama zaman geçmiyordu. Duvarlar Ben ve Pencer...
modal aç
modal aç
modal aç