Yeni Üyelik
37.
Bölüm

Bölüm 37

@birbulutkalemi

Herkese merhaba, yeni bölüm sizlerle.

Lütfen özellikle satır aralarına yorum yapıp, oy vererek destek olmayı unutmayalım ki kitlemiz büyüyebilsin.

Gelecek bölümlerden alıntılar, fotoğraflar ve duyurular için Instagram ve Tiktok'ta "birbulutkalemi" kalemi olarak sayfamızı bulabilirsiniz.

Kapanan telefonla gerçek dünyaya döndüm, her ne kadar gitmemi söylemiş de olsa gidemem, burada bana o kadar ihtiyacı olan insan varken gidemem. Timur'u dinlemeden o kargaşaya attım kendimi sonumun ne olacağını umursamadan...

Hızla koşarak yardıma gitmek için biraz daha yaklaştım alana ama önümü ne ara geldiğini anlamadığım polis kesti, "Hanımefendi, durun geçemezsiniz! Çok tehlikeli!" dedi telaşla meraklı kalabalığı dağıtmaya çalışıp.

"Askeri doktorum ben, yaralılara yardım için geldim. Can kaybı daha da artmasın! İzin verin geçeyim, eğitimim var bu durumlar için, ne yapmam gerektiğini biliyorum!" Telaşla kurduğum cümlelere ikna olması içinde bu hengâmede boynuma astığım için kaybolmayan çantamdan hemen askeri kimliğimi çıkarıp gösterdim.

"Bir dakika yine de yalnız gönderemem sizi!"

Beni bekletip, sesini duyurabilmek için önce boynuna astığı düdüğü çalıp, az ilerimizdeki polislerden birisini yanımıza çağırdı. "Buyurun Başkomiserim!" yanımıza gelen adamın etraftaki kargaşadan dolayı kulağına eğilip durumu açıklayınca bana dönüp, "Bu arkadaşımızın adı Çağrı, size o eşlik edecek lütfen yanından ayrılmadan müdahale edin olur mu? Ortalık çok karışık sizin de başınıza bir şey gelmesin." Dedi.

"Tabii ki ayrılmam, vakit kaybetmeyelim." Dedim ve sarı şeritlerin altından geçip olay yerine vardım. İlk birkaç saniye şöyle bir durup ne yapmam gerektiğini düşündüm.

Yanımda benimle birlikte bekleyen polise döndüm, gözüme az ilerideki tuhafiye dükkânı çarpınca "O dükkâna gidip sarı, kırmızı ve siyah renklerde kurdele alabilir misiniz? Böyle olmaz kategori yapmamız lazım bolca alın lütfen epeyce lazım olacak."

"Hemen getiriyorum." Dedi ve hızla uzaklaştı yanımdan. Benden başka bazı polislerin de ilk yardım yaptığını gördüğüm için dikkat çekmek adına hepsine seslendim.

"Arkadaşlar! Ben Doktor Asya Yıldız, biliyorum durum çok acil ama burası bu şekilde kargaşa halindeyken kimseye bir yararınız yok! Beni dinleyin, birlikte hareket edelim ki daha fazla can kaybının önüne geçelim. Sadece iki dakika yanıma gelin hareket planımızı dinleyin."

Çoğu yanıma gelince onlarla birlikte gelen Çağrı'yla kurdeleleri ondan alıp önce sarı olanı havaya kaldırdım. "Bu kurdele durumu iyi olan ve ayakta tedavi edilebilecek olanların koluna bağansın, onlarla en son ilgilenilecek. Bir köşede bekletin!"

Bu sefer kırmızı renkli olanı alıp yine görmeleri için havaya kaldırdım, "Bu durumu daha kurtarılabilir olanlara, acil müdahale gerektirenlere bağlansın ki ambulanslar gelince kime öncelik tanıyacakları belli olsun."

En son siyahı aldım, "Üzülerek belirtiyorum ki durumu ağır olup kurtarılamayacağını düşündüklerinize ise siyahı bağlayın ama bağlamadan önce beni mutlaka çağırın yine de kontrol edeyim."

Hepsi başını sallayıp Çağrı'dan kurdeleleri alıp hızla yerlerine döndüler. Dediklerimi yapıp durumu iyi olanları polisler tarafından güvenli alan ilan edilen bir yere gönderip, nispeten onlara göre daha ağır olanlara bakmaya çalışıyor hepsi.

"Doktor hanım acil buraya bakmanız lazım!" sesin nereden geldiğini anlamak için çevreme bakarken Çağrı koluma dokunup "Bu tarafta." Dedi ve önden ilerledi. Hızla onu takip ederken polis araçlarında bulunan ilk yardım çantalarından birini yolda gördüğüm bir polisten aldım.

Beni çağırdıkları yere gidince bir adamın bacağının tekinin koptuğunu görüp donsam da hızla kendime gelip, "Biriniz bana kemerini versin hadi çabuk çabuk!" diye bağırıp çantadan temiz eldiven alıp taktım ellerime. "Biriniz de su getirsin bana hemen!"

Hızla yanına çöküp kanamanın durumunu kontrol ettim, getirilen suyla yarayı temizleyip gazlı bezle üzerini kapattım, normalde turnike yapılması doğru olmasa da kanaması çok fazla olduğu için kemer yardımıyla yavaşlatacak kadar kemerle turnike yaptım. Duyduğum ambulans sesi ile sesimi duyurmak için bağırdım, "Bu tarafa yönlendirin ilk bu hasta gidecek!" yanıma gelen ambulans görevlilerine durumu belirtip diğerlerine yardım için koştum.

Oradan oraya koştururken ilk yardım bilenlere kısaca talimatlar verip, durumu daha ağır olanlara bakmaya çalışıyordum ben. Üzerimdeki beyaz elbisemin rengi artık kanlardan kırmızı oldu öyle bir vahşet var burada. Ambulansların gelmesiyle biraz rahatlayıp, daha sağlıklı düşünebilecek kıvama gelsem de hala patlamadan kalan kulak çınlamamla belki birine daha yardımım olur diye yaralıların birini bırakıp diğerine geçemeye devam ettim.

"Asya!" birinin adımı bağırması kulaklarıma dolsa da şuan önümde patlamanın şiddetiyle karnına saplanan camı çıkardığı için çok kan kaybeden bir hasta olduğu için önemsemeden işime devam ettim.

"Asya! Neredesin?"

"Biraz daha gazlı bez verin!" hala adımı bağırsalar da işime odaklanıp titizlikle çalıştım.

"Komutanım burada!"

Arkamda neler oluyor bilmesem de üzerimdeki gölgelerden önümdeki yarayı görmekte zorlanınca sinirle bağırdım, "Çekilin arkamdan ışığı kapatıyorsunuz!" zaten etraftaki duman ve tozlar işimi yapmama çokça engel oluyor bir de böyle yapılması iyice sinirlendirdi beni.

"Çekilin, etrafın güvenliğini sağlayın! Tüm binaları, arabaları, dükkânları her yeri kontrol edin! Sivilleri dağıtın, sadece görevli personel kalacak!" Timur'un bağıran sesini duyunca saniyelik duraklasam da sesinin bile verdiği güvenle daha da kendimden emin olarak yaptım işimi.

Yarayı biraz kapatıp kanamayı az da olsa durdurunca vakit kaybetmemek adına, "Sedye! Sedye getirin! Acil hastaneye gitmesi lazım kanamayı azaltmayı başardım, çabuk olun!" gelen sedyeye yaralıyı güvenle yerleştirip gönderince omuzlarım yorgunlukla çöktü. Kulak çınlamam, kan kokusu ve uğultulara daha fazla dayanamayan midemin bulanmasıyla kendimi bir ağacın yanına atıp midemde ne var ne yoksa çıkardım.

Titreyen bacaklarım daha fazla dayanamamış tam olduğum yere yığılacaktım ki belime sarılan bir çift kol kendi gövdesine yasladı beni.

"Şişt sakin ol güzelim. Geldim, yanındayım korkma tamam mı buradayım ben, geçecek!"

Dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti, yaralıların çoğunun gönderilmesi ve gelen başka doktorların varlığıyla rahatlayan bedenim de o an bıraktı kendini. Timur'un kucağında hıçkıra hıçkıra nefesim kesilene kadar ağladım, "Çok korktum, Timur Çok korktum! Kadınlar, adamlar, çocuklar hatta bebekler bir sürü insan öldü! Ben, ben birinin kopan kolunu kesmek zorunda kaldım! Benim kollarımda bir bebek öldü Timur! Ben bunları nasıl unutacağım Timur. Ben bugün kaç kişinin ölümünü ilan ettim bilmiyorum."

Yönümü ona dönüp göğsünü yumruklamaya başladım, "Niye, niye, niye yapıyorlar bunu Timur? O küçücük çocukların, bebeklerin ne günahı vardı? Hiç mi vicdanları yok bunların Timur? Nasıl insanlar bunlar?"

Bağırarak ağlamam kolumda hissettiğim sızıyla sessiz iç çekişlere dönüp Timur'un kucağına yığılmamla son buldu...

Göz kapaklarımda tonlarca ağırlık varmış gibi açılmıyor sanki, nasıl bir uykuya daldıysam artık. Zorla da olsa açmayı başardığımda ise kolumda bir serum hastane odasında yattığımı fark ettim. Ben neden buradayım diye düşünememe kalmadan yaşadığım her şey zihnime doldu.

Kan, çığlıklar, insanların kopan uzuvları, kendini patlatan o iki kişi ve kollarımda son nefeslerini veren insanlar...

Odada gözlerimi gezdirip yalnız olduğumu fark edince hemşire çağırmak için olan butona bastım. Timur nerede ki? Beni yalnız bırakmaz normalde ama sanırım hala o patlama alanında.

"Hocam, sonunda uyanmışsınız. Bizi çok korkuttunuz." Dedi neşeyle Yeşim hemşire.

"Neden korktunuz? Stres ve yorgunluğun etkisiyle bayılmış olmalıyım."

"Aslında üç gündür uyuyorsunuz hocam."

"Ne? Üç gün mü?"

"Vücudunuz kendini kilitlemiş, savunma mekanizması öyle söyledi Hasret hocam."

"Anladım, şey Timur erkek arkadaşım o geldi mi?"

"Buradaydı ama bir toplantı için çağırmışlar gitmek zorunda kaldı. Siz uyanır uyanmaz haber vermemiz için rica etti. Bu arada serum bitince çıkabilirmişsiniz uyanmadığınız için mecburen serumla takviye vermek zorunda kaldık."

"Teşekkür ederim canım, gerisini ben hallederim."

"Rica ederim hocam, eşyalarınız çekmecede."

Geldiği gibi kapıyı kapatıp çıktı odadan, ben de aklımdan çıkmayan o görüntülerle baş başa kaldım. Tüm o gördüğüm şeyleri nasıl yok sayıp kalan hayatıma devem edeceğim bilmiyorum ama bir şekilde yapmam gerek sanırım. Artık gerçek hayatla yüzleşmem, ailemin benim için oluşturduğu o pembe dünyadan çıkıp daha büyük dertlerin olduğu gerçeğiyle yüzleşmem lazım.

Yavaşça aralanan kapı sesiyle gözlerimi camdan çekip gelene çevirdim. Timur elinde bir buket sarı gülle gelmişti.

"Güzelim, nasılsın?" dedi endişeli bakışlarıyla. Haklı gibi de sanki ben bugüne kadar her zaman ayakları yere sağlam basan güçlü bir kadın olduğumu düşünmüştüm ama bugün aslında güçlü olmamı gerektiren bir olayla karşılaşmadığımı fark ettim. Asıl güçlü olan tüm bunlara benden daha fazla maruz kalıp hala ayakta durup bunlarla yaşayan insanlarmış.

Bazen hayata öyle kapılıyormuşum ki gerçeklere gözlerimi yumuyormuşum, bunu acı bir şekilde fark etmek beni hırpalasa da buradan çıkınca tıpkı olduğumu düşündüğüm kadın gibi dimdik ayağa kalkıp elimden gelen ne varsa yapacağım, gerçekten güçlü bir kadın olup bu kaderi yaşayanların yanında olacağım.

"İyiyim, daha da iyi olacağım." Aslında bedenimin ben kötüyüm diye bağırdığını biliyorum ama dile getirirsem sanki kabullenip daha da kötü olurmuşum gibi geliyor.

Timur da yapmaya çalıştığım şeyi fark etmiş gibi bu konuda hiç konuşmadı, "Bak bunları sana aldım, biliyorum sen zambak seversin ama ellerinde kalmamış."

"Teşekkür ederim ama bir daha sarı gül alma olur mu Timur!" dedim endişeyle. Çiçekleri severim ve anlamlarını araştırıp hikâyelerini öğrenmeyi de severim. Sarı gülse sevgiliye verildiğinde ayrılık getirir. Bu kadar kötü bir olayın üzerine sarı gül alması beni korkutup endişelendirdi biliyorum sadece bir tesadüf ama kötü bir tesadüf.

"Neden güzelim, bak ne güzel canlı duruyorlar için açılır diye düşündüm."

"Sarı gül, sevgiliye verilince ayrılık getirir. Ben senden ayrılmayı hiç istemem bırak ayrılmayı, seni bir saniye görmesem canımdan can gider benim, bir daha sarı gül alma olur mu?"

Acıyla iç çekti. Sanırım bu olayın beni bu kadar etkilemesini beklemiyordu, bir gülden bile çıkardığım anlam şaşırtmış olsa gerek çünkü genelde batıl olan şeyleri bazen inansam da çok kafama takan ona göre yaşayan bir insan olmadım hiç.

Üzerime gelmek istememiş olacak ki, "Tamam Asya'm sen nasıl istersen öyle olsun. Demek ki bundan sonra sana çiçek almak istediğim zaman önce anlamına bakmam gerekecek."

"Teşekkür ederim anlayışın için."

"Ne teşekkürü, benim zarif sevgilim zarif olduğu kadar bilgili ve özenliymiş bu konuda da. Bak beni yine şaşırttın ve ben yeni öğrendiğim bu özelliğini de ayrı sevdim. Çiçeklere bile anlamını öğrenip ona göre davranan birisi bana nasıl özenli olur tahmin bile edemiyorum benim düşünceli sevgilim, iyi ki hayatıma girmişsin."

"Sen de Timur, sen de iyi ki hayatıma girmişsin" hızla ona sarılmam onu biraz duraksatsa da elleri bedenimde yerini buldu. Yavaşça benden çekilmesiyle gözüme biten serum çarpınca ağır hareketlerle çıkardım kolumdan, Timur yana uzanıp komodinin üzerindeki bandı aldı ve hafif kanayan koluma yapıştırdı.

"Hadi bakalım bu kadar yatmak yeter evimize gidelim. Seninle şöyle güzel bir soğan çorbası yapalım." Dedi beni de neşelendirmek ister gibi, çabası beni mutlu etse de soğan çorbası mı? Ne?

"Soğan çorbası mı?"

"Evet, soğan çorbası, merak etme tadı güzel seveceksin."

"Hiç yemedim sever miyim bilmiyorum."

"Bana güven sen." Dedi ve hazırlanama yardım edip hastaneden çıktık.

Yolda bir markette durup kısa bir alışveriş yapıp eve geçince benden yatmamı istese de yatınca daha kötü olacağımı düşündüğüm için reddettim.

Hem öyle ciddi bir rahatsızlığım da yok, sadece psikolojik olarak sarsıldığım için o kadar uyudum. Şimdilik yapılacak en iyi şey olayı sindirmek, hayatımın normal akışına geri dönmek.

Ben hızlıca duş alırken Timur da malzemeleri mutfağıma yerleştiriyordu. Her ne kadar bu eve geçeli biraz olsa da hiç öyle birlikte oturup zaman geçirecek, mutfakta yemek yapacak kadar vaktimiz olmadı maalesef ki eve hep ya askeriyede ya da dışarıda yiyip geldik.

Şimdi böyle birlikte yemek yapacak olmak beni heyecanlandırdı. Üzerime biraz olsun iyi hissettirir belki diye çiçekli rahat bir tulum giyip mutfağa yanına gittim.

Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle tezgaha hazırladığı malzemelere bakıyordu. Arkasından yavaşça yaklaşsam da beni duyduğunu bilmeme rağmen bozuntuya vermeden beklemesi güldürdü. Beline sarılıp ensesine küçük bir öpücük kondurduktan sonra karşısına geçtim.

"Evet şef, ne yapıyoruz şimdi?" diye sordum canlı çıkmasına dikkat ettiğim sesimle.

"Siz bu soğanları soyup doğrarken ben de kalan kısımları hallediyorum yamak!"

Küçük bir kahkaha atıp, işe koyuldum. Doğrarken bir yandan da yanan gözlerimi ellerimle yellendirmeyi ihmal etmiyorum tabi, Timur'sa tencere başında arada bana bakıp gülmelerini saymazsak un kavuruyor.

Kaşlarımı çatıp benimle eğlenen keyifli haline bakarak, "Timur ya zor işi bana verdin, bak hep gözlerim yandı!" dedim sitemle.

Bu isyanım onu daha da güldürdü, "Az laf çok iş Asya Hanım, hem siz çok mu prensessiniz acaba bugün?"

Sözlerine gülüp kalçamla hafifçe vurdum ona, "Aa aşk olsun Timur sadece bugün mü? Ben hep prensesim!" dedim.

"Tamam prenses hazretleri, hadi biraz hızlanın da artık yeni evinde yaptığımız ilk yemeğimizi yiyelim." Yaktığımı saymazsak ama tabii ki de bunu dile getirmedim!

Birbirimize takılarak yaptığımız çorba olduğunu iddia ettiği ama bana göre fırına giren bir şeyin asla çorba olamayacağını söylediğim soğan yemeğinin karşısında oturmuş nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Ben biraz yemek konusunda bildiklerimden şaşmayan bir insanım, fazla yeniliklere açık değilim. Timur ise Fransız yemeği olan bu şeyi seveceğimi iddia ediyor, haklı da olabilir çünkü soğan severim.

Korka korka aldığım bir kaşıktan sonra gözlerim büyüyerek Timur'a baktım, "Timur bu harika bir şey!" dedim.

"Seveceğini biliyordum, hadi ye bakalım afiyet olsun." Dedi.

Muhabbet ederek yemeğimizi yiyip yatmak için odama çıktık. Timur'un kendi evine gitmemesi beni mutlu etti, zira o yanımdayken her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlü hissediyorum kendimi.

Bugünü sorunsuz bitirmek günü onun göğsünde uyuyarak kapatmak her ne kadar güzel olsa da yarının ne getireceğini bilememek de bir o kadar stresli. Ama zaten hayat da bu değil mi? Ne yaşarsan yaşa bir şekilde o gün bitiyor ve sen yaşadığın şeylere biraz daha alışmış olarak yeni bir güne açıyorsun gözlerini.

Bazen yeni bir güne uyanmak sana iyi gelip geçmişin acısını azaltıp bir zaman sonra unuttururken bazen de daha ağır bir problemle karşılaştırıp o da dert miymiş be dedirtiyor.

Bakalım yeni bir gün bana neler getirecek...

 

Loading...
0%