Yeni Üyelik
46.
Bölüm

Bölüm 46

@birbulutkalemi

Asya'dan

"Oğlum! Kime diyorum gel buraya o su bardaktan içilir masaya döküp içemezsin."

"Anne ama Kirli de böyle içiyor, hem de çok güzel içmek böyle sende dene!" oğlumun gözlerindeki o parıltıları soldurmak istemesem de neredeyse üç yaşına giren bir çocuk için öğretmem gereken bazı şeyler olduğu için otoritemi korumam lazım. Yoksa her an tatlılığına dayanamayıp ısırabilirim özellikle de yanlış yerde kullandığı kelimeleri ayrı bir tatlılık katarken.

Çatık kaşlarıma ona bakmama daha fazla dayanamayıp elindeki su dolu bardağa baktıktan sonra bana dönüp, "Mamam." Deyip suyu bu sefer bardaktan içti. Konuşması yaşıtlarına göre çok iyi olsa da tamam yerine mamam demeyi bir türlü bıraktıramadım. Haliyle bir yerde pes ettim elbet bir gün doğrusunu öğrenir.

"Oldu mu?" yüzündeki şirin ifadeye daha fazla dayanamayıp oturduğu yerden kaldırıp sıkıca sarılıp öptüm.

"Oldu küçük bey, aferin. Bundan sonra hep böyle yapıyoruz tamam mı?"

"Ama anne yalan söylemek kötü bir şey o yüzden mamam değil." Oyunbaza bak sen!

"Bak sen küçük beye, neden değilmiş bakalım?"

"Anne öyle içmek daha güzel çünkü bardaktan içmek kötü!" heyecanlanıp arada bazı harfleri yutsa da başı dik doğru olduğunu düşündüğü şeyi savunması belli etmesem de o kadar hoşuma gidiyor ki böyle fikirlerini açık yüreklilikle söylemesi ona bazı şeyleri doğru öğrettiğimi hissettiriyor.

"Küçük aslan yine ne için pazarlık yapıyorsun bakalım annenle?"

"Aaa Savaş gelmiş!" Allah'ım bu çocuk neden benim her dediğimin tam tersini yapmak zorunda?

"Oğlum sana kaç kere dedim Savaş dayı diyeceksin!" bana dönüp tam inatçılığını konuşturup yine savunma yapacaktı ki bu konuda net olduğumu anlaması için kaşlarımı çatmaya devam ettim. E tabi bunu görünce küçük bey hemen geri vites yapar, işin ucunda Savaş'la gideceği oyun parkına gitmemek var.

"Mamam anne ya Savaş dayı derim artık ama o bir şey demiyor ki sen adımı söyle biz seninle arkadaşız diyor bana!" bu sefer çatık kaşlarımın adresi ise kuzenim Savaş oldu.

"Bak sen şu küçük haine hemen de sattı beni!" bize yaklaşıp kollarımdan Alparslan'ı alıp hep yaptıkları gibi oynamaya ya da onların deyimi ile güreşmeye başladılar.

"Savaş, benim çıkmam lazım artık, oğlum sana emanet bir şey olursa ne yapman gerektiğini biliyorsun dikkat et olur mu?"

"Biliyorum sen işine bak, kolay gelsin."

"Teşekkür derim, sonra görüşürüz."

Onları ardımda bırakıp işe gitmek için evden çıktım. O günden sonra, onu öğrendikten sonra yani tüm hayatım değişti. Birden kendimi hiç bilmediğim bir durumda buldum ama her şeye değer, onun için değer...

Oğlum, Alparslan'ım...

O benim yaşama tutunmamdaki tek sebebim. Her ne kadar yıllar geçse de hâlâ gözüme öyle küçük geliyor ki sanki yeni doğduğu anda kalmışım. Oysa birkaç ay sonra üç yaşına girecek. Daha dün gibi kollarıma aldığım ilk an, ilk adımları, ilk kelimeleri ve sayamayacağım pek çok ilki.

Bana öyle bir zamanda geldi ki tam hayattan vazgeçmişken, aldığım nefesleri son nefesim sayarken geldi. Bundan birkaç yıl önce o deniz kenarında bir anlık delilikle ona gitmeye çalıştığım zaman bayıldığım anda öğrendim. Karnımda minik bir mucize varmış meğer. Bütün o baş dönmeleri, mide bulantıları ve en önemlisi de gecikmem üzüntüden değil onun bir parçasını içimde taşıdığımdanmış...

3 Sene Önce

Uzun zamandır fazla sık yaşadığım gibi yine gözlerimi sedyede açtım. Tek fark bu sefer başımda ailem ya da Suriye'de çalıştığım arkadaşlarım yerine İlkay var. Anlaşılan yine kavuşamadık sevgilim, yine sana gelemedim.

"Uyanmışsın." Maalesef yine uyandım evet diyemedim, boş gözlerle ona baktım sadece. Sanırım artık söylediklerinin arkasında değil, bazı şeylerin farkına o da vardı.

"Niye kurtardın beni?"

"Asya sen çıldırdın mı? Kendini boğmaya çalışmak ne demek! Bir de bana kurtardığım için hesap soruyorsun!"

"Ben zaten yaşamıyorum ki İlkay, sadece nefes alıp veriyorum. Gerçi onsuz aldığım her nefes de batıyor orası ayrı."

Yapacağını hiç beklemediğim bir şey yaptı, gelip sıkıca sarıldı bana, "Geçecek Asya, söz veriyorum zamanla daha az acıtacak. Sana onu unutacaksın diyemem ama gerçekten zamanla daha az acıtacak. Eğer öyle olmasaydı dünyada kim mutlu olabilirdi ki? Kendin için yapmıyorsan bile ailen için yap olur mu sadece biraz çabala."

Usulca başımı salladım, bir şey dememe gerek kalmadan da içeri doktor girdi.

"Geçmiş olsun, hastamız uyanmış."

"Teşekkür ederim, çıkabilir miyim?"

"Maalesef ki henüz buna izin veremem, kan sonuçlarınız çıktı. Çok dikkat etmeniz gereken bu zamanlarda değerleriniz epey düşük şu an sizi bırakırsam olur olmadık yerlerde bayılabilirsiniz ki bu da ikinizin de hayatını riske atar."

"Ne?"

"Ah sanırım bilmiyorsunuz, hamilesiniz Asya Hanım değerlere bakınca tahmini üç aylık. Normalde anne adayları bu zamana kadar fark ettiği için bilmediğini düşünemedim hiç en azından regl olmadığınız için anlamı olmanız lazım."

"Ben ülke dışındaydım çıkarken yapılan iğneler ve stres kaynaklı sandım."

"Anladım, o halde tebrik ederim sizi. Birazdan hemşireler almanız gereken takviyeleri serumla verecek, daha sonrasında ilaçları düzenli kullanmak koşuluyla taburcu edebilirim sizi, tekrar geçmiş olsun."

Hayatım boyunca yaşadığım en büyük şoku şu an yaşamış olabilirim. Bana diyor ki Timur gitti ama geriye sana bir emanet bıraktı, sizin bir bebeğiniz olacak!

Şaşkınlıkla İlkay bana ben ona bakarken bir hemşire geldi ve serumu takıp çıktı. Bizimse diyecek tek bir kelimemiz bile yok.

Aman Allah'ım ben az daha çocuğumun katili olacaktım! İdrak ettiğim şey buz kesilmeme sebep oldu. Ne tepki vereceğimi bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey varsa şu dakikadan sonra aldığım her nefes yalnızca bebeğim için olacak.

"Asya, mesaj geldi. Çıkmamız lazım burada olduğumuzu öğrenmişler. Sen serumu eline al o devam etsin bitince kendin çıkarırsın, ben de çevreyi kontrol edeyim hemen çıkıyoruz buradan."

Sonrası yine çok hızlı gelişti, şimdi geride Hatay'dan çıkış yaptığımızı belirten bir tabela var sadece. "Gitmek istediğin bir yer var mı yoksa ben seni rastgele güvenli bir yere yerleştireyim mi?" aklıma kuzenim Savaş geldi.

Türkiye'de yaşayan çoğu kişinin bilmediği bir yerde öğretmenlik yapan Savaş, Yozgat'ın küçük bir ilçesi olan Akdağmadeni. Kimse orada olduğumu düşünmez oranın varlığından bile haberdar olmadıklarına eminim.

"Bir kuzenim var, Yozgat'ın bir ilçesinde öğretmenlik yapıyor Akdağmadeni kimsenin aklına gelmez bence, uyarsa oraya gidebilir miyiz? Sen göreve dönünce yalnız kalmak istemiyorum."

Önerim aklına yatmış gibi gülümsedi, "Güzel, olur orası ben bile ilk defa duydum adını. Giderken konuşmamız gerekenler var. Orada kendi adını kullanmazsın, hatta kendi işini ile yapamazsın. MİT'in sana vereceği yeni kimliğe göre hareket etmen lazım. Hastanede seni kayıtlardan bulmuşlar, sen olduğunu belli edecek her şeyi değiştirmemiz lazım, saçın ve giyimin de buna dâhil olacak." Bu saatten sonra kabul etmeyeceğim hiçbir şey yok. Timur'dan bana kalan hediyeyi korumak için her şeyi yaparım.

"Sen ne dersen onu yapacağım tamam." Elimi karnıma attım hafifçe okşayarak, "Onu korumak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Gerekirse kendimi bile unuturum, yeter ki ona bir şey olmasın!"

Ve yeni hayatım tam da bu cümlelerden sonra başladı. Ben artık Asya Yıldız değilim!

Ben bu günden sonra Lale Aydın'ım. İzmirli bir ailenin iki çocuğundan biriyim. Eşim şehit olunca İzmir 'de yaşamaya dayanamayıp kuzenim olan Savaş'ın yanına taşınıp orada küçük bir kafe açarak çocuğuna bakmaya çalışan bir anne oldum.

Günümüz

Her yere yürüme mesafesinde on beş dakika olan bu küçük ilçede yaşamak bazen çok kolay oluyor ama bazen de fazlaca yoruyor. O eski dizilerdeki mahalleler gibi hâlâ sokaklarda oynayan çocuklar, bahçelere ya da kaldırım kenarlarına oturan kadınlar var. Sokaklarda yürürken resmen kendinizi eski zamanlarda buluyorsunuz.

Ve en önemlisi sıcakkanlı insanlar var. Buraya gelmeden çok önce Yozgat hakkında kötü çok fazla şey duysam da anlatılanlardan tek birisi doğruydu o da büyük bir yerden geliyorsan Yozgat senin için fazla küçük gelir sıkılırsın demeleri. Fakat benim için önemli olan tek şey evladımın güveliği olduğu için büyükmüş küçükmüş umurumda değil o iyi olsun yeter.

Düşüncelerim eşliğinde buradaki üniversite çevresine açtığım küçük kafeme geldim. Kafede genelde öğrenciler part time çalışırken bir tane daimi aşçımız, pasta şefimiz ve bir de ben oğlumla rahatça ilgilenebileyim diye yöneticim var. Bense kafama estikçe veya evrak imza işi tarzı şeyler oldukça geliyorum. Burası sadece gelir kapısı olarak gördüğüm bir yer. Doktorluğu ise bir daha yapabilir miyim bilmiyorum. Hâlâ çalışıp makaleler okuyorum, araştırmalar yapıp dönem dönem konferanslara katılıyorum unutmak istemiyorum ama peşimdekiler beni araştırmayı ne zaman bırakırsa ancak o zaman dönebilirmişim mesleğime. Ara ara Kurt'tan haber alıyorum ama istedikleri bilgiye hâlâ ulaşamadıkları için peşimde olan o adam maalesef ki hâlâ dışarıda elini kolunu sallayarak gezebiliyor.

"Hoş geldin abla, nasılsın?" kafeden içeri girdiğimde beni part time çalışan öğrencilerden olan Elif karşıladı. Kendisi Çocuk Gelişimi okuyan, okurken de ailesine yük olmadan kendi başına bir şeyler başarmak isteyen birisi. Yolumuz bu kafe için mekân bakarken kesişirken bana burasını öneren de o olmuştu, o günden beri de burayı idare ederken bana yardımcı oluyor.

"İyiyim canım, var mı bir sıkıntı?"

"Yok abla her şey yolunda." Dedi gülümseyerek. O çok iyi yürekli bir kız, hayatında ne olursa olsun her şeyi gülümseyerek karşılayıp asla çevresindeki insanlara karşı asık suratlı olmaz.

"E beni neden çağırdılar o zaman?" genelde belirli şeyler dışında gelmediğim için beni çağırdıklarından kötü bir durum var sanmıştım.

"Abla benim bildiğim bir şey yok ama Mert Bey şurada istersen ona bir sor sen."

"Tamam canım, ben bir bakayım ona ha unutmadan sen ne yaptın geçtin mi sınavdan ilk yardıma takılıyorum diyordun?"

"Sayende geçtim abla, keşke bizim derslere de sen girsen çok daha güzel anlatıyorsun." Yıllarca eğitimini alıp çalıştığımdandır o güzelim.

"Benim işim belli, sen takıldığın yer olunca sorabilirsin ilk yardım ya da anne çocuk sağlığı hiç fark etmez yardım ederim tamam mı bu sene o okul birinciliği senin olacak! İnanıyorum ben sana, yapabilirsin sen."

"Sağ ol Lale abla sen olmasan ne yapardım inan hiç bilmiyorum."

"Ben olmasam da yapardın, ben sadece işlerini kolaylaştırmak istiyorum ama inan sen ona bile müsaade etmiyorsun. Sen çok güçlü bir kızsın aynen devam et, bir gün emeklerinin karşılığını elbet alacaksın."

"Pardon! Bir bakabilir misiniz?" arkadaki bir masadan seslenilmesi konuşmamızı böldü, "Hadi sen bak ben de bir Mert'le görüşeyim bakalım ne için çağırmış beni."

"Tamam abla görüşürüz, Alp'i öp benim yerime."

"Öperim." Dedim gülerek. Çevredeki herkes Alparslan ismini uzun bulup kısaltıp Alp dese de bir tek ben tam adını söylüyorum sanırım.

İlerideki masada oturup evrak işleriyle ilgilenen Mert'in hemen karşısına oturdum. Artık ne kadar daldıysa hâlâ beni fark etmeden önündeki kâğıtları okuyor.

"Karadeniz'de gemilerin mi battı bu ne dalgınlık?"

"Ah geldin mi? Kusura bakma gelir gider oranlarını kontrol ediyordum ona dalmışım."

"Bir sorun mu var beni ondan mı çağırdın?"

"Yok ondan değil, şu karşıda oturan çift evleneceklermiş buranın bahçesi de büyük ya yeşilliği falan hoşlarına gitmiş kiralayabilir miyiz diye sormaya gelmişler. Ben normalde bu tarz etkinlikleri yapmadığımızı söyledim elemanlar çok yorulduğu için ama fazla ısrar edip sizinle görüşmek istediler."

"Mert gerçekten kimseye laf anlatmak istemiyorum. Şey yapalım en iyisi sen bizim elemanlarla bir konuş anlat durumu, onlar kabul ederlerse sen de uygun görüp bu işin altından kalkabiliriz dersen yapın, ha yok kabul etmezler ama sen uygun görürsen de ilan ver tek günlük iş için ücreti de biraz yüksek tutarsın o şekilde halledersiniz. Biliyorsun ben pek sevmiyorum bu işleri sırf oğluma rahatça bakmak için elimdeki tüm birikmişi buraya harcayıp açtım burayı."

"Tamam o zaman ben hallederim, senden habersiz iş yapmak istemedim biliyorum bu konudaki tutumunu."

"Teşekkür ederim, benimle başka bir işin yoksa ben kalkayım oğlumu özledim."

"Yok patron, öp bizim için küçük patronu." Dedi.

Oğlumda öyle bir şeytan tüyü var ki herkese kendini çok sevdiriyor. Bu huyu iyi mi yoksa kötü mü hiç karar veremiyorum ama en nihayetinde herkesin ilgi odağı olmak istemesi beni sadece üzüyor. Herkeste baba şefkati araması, bazen ona yetemediğimi düşündürüyor.

Her ne olursa olsun her şeye rağmen yalnızca senin için savaşacağım oğlum. Şu başımızdaki beladan bir kurtulalım seni önce babana sonra da babaannene, dedene ve halana götüreceğim. Şimdi ailemle bile zar zor görüştüğüm için akrabalarımızdan sadece Savaş'ı birebir tanısa da kalan herkesi fotoğraflarından gösterdim. Birebir görmese de elbet seni öğrenecekler ve yan yana geleceğiz o zaman yabancılık çekmemen için her şeyi yapacağım.

Babaannen ve halanlar acısına dayanmayıp taşınmış olsalar da bulacağım onları. Senin müjdeni vermek için gittiğim ev boş olsa da sen asla yalnız olmayacaksın! Eminim senden haberleri olsa çok mutlu olurlardı, keşke numaraları değişmeden seni öğrenmiş olsaydım ama sorun değil onları da anlıyorum. Benimle iletişimde kalsalardı onlara hep kaybettikleri şeyi hatırlatacaktım.

Suriye – Irak Sınırı

"Duydun mu heval Kurt yine buralardaymış, valla götü kollamak gerek adam attığını ıskalamıyor onu göreni bir daha kimse görmüyor."

Acaba bu salak karşısında bizzat Kurt'un durduğunu bilse ne yapar? Alayla güldüm sözlerine ama bunlar neye güldüğümü bile anlamadı.

"Sen onu yanlış kişiye diyorsun Başkan'ının Heja'yı kamptan çıkardığı mı var? O ona başka işlerde yardımcı oluyor anlarsınız ya!" aptal sen de anca bir kadının yalnız cinsellik için kullanılacağını düşünecek kadar beyin olduğu için öne senin gibileri atıp ölmeni dert etmemesi çok normal bence.

"Bunları hep senden daha iyi bomba yaptığım için yediremediğinden söylemiyorsan ben de Heja değilim!" dedim onlara uyarak istediklerini verdim.

Dağda bir kadın olarak yalnız iki şekilde barınabilirsin. Ya tıpkı onların istediği gibi ayak işlerine bakıp yatakta onları mutlu ederek ya da aklını kullanıp onlardan daha iyi olarak, tıpkı benim yaptığım gibi bu salaklar iki kabloyu birbirine bağlayıp bomba bile yapmazken sırf askerimiz daha fazla ölmesin diye her seferinde saat ayarlı bomba yapıp onlara veriyorum. Gidecekleri güzergâha göre zamanı ayarlayıp gitmek istedikleri yere varamadan bomba kendi ellerinde patlıyor ve onlar bunu asla anlamadı. Hep suçu birbirlerine atıp erken patlattıklarını düşündüler.

Hepsi sözlerime gülüp onunla dalga geçerken yanımıza onlardan birisi geldi. Peşinde olduğum Kasap’ın deneklerinden biri sandığı ama bize çalışan şerefli bir Türk askeri.

"Heja Başkan seni çağırıyor, Kasap yeni görev vermiş." Geldiği gibi aynı şekilde yoluna devam edip gitti. Sıfır duygu kırıntısı, gözünü kırpmasa bir robot olduğunu bile düşündürebilir herkese.

Radgo Miladiç bilinen takma adı ile Kasap, henüz kimlere yaptırdığını bilmediğimiz bir grup bilim adamına insanları robotlaştıran bir ilaç yaptırıyor. Çevresindeki kimseye güveni olmadığı için insanları kendine anca ilaçla bağlayan bir psikopattan başkası değil. Şimdilik sadece yüz kişiye verdiği bu ilacı çoğaltıp kendine özel bir ordu kurma peşinde olduğu bilgisini aldım.

İlaç beyindeki Limbik Sistem'i körelterek amigdala ve talamusun yönettiği duyu ve hafıza mekanizmasını etkileyerek bir nevi insanları hipnotize ediyor. Bu şekilde de ilacı alan kişiler aynı robot gibi sadece söyleneni yapıyor öyle ki yaralansalar dahi acı hissetmiyorlar.

İlacı alan elli kişiyi kendi yanında gezdirirken kalan elli kişiyi de yine ilacı alan bir kişi tarafından onu hiç görmeden eğitip bu tarz kamplara yollayıp tüm haberleşme sürecini onlar üzerinden yürütüyor. Böylece yakalanma ihtimali sıfıra iniyor çünkü onun yüzünü görüp de yakalanan herkes anında kendini öldürüyor.

Şimdilik tek amacımız bu askerle birlikte Kasap'ın kim olduğunu ortaya çıkarmak. Bunun için de o, ilacı almış gibi bir izlenip verip aralarına sızdı. Ondan sonra her verilen ilacı da bir şekilde almadan alanları gözlemleyip aynı onlar gibi davranarak Kasap'a sadık olduğunu düşündürdü ve şimdi de buradayız. Görevin sonuna gelmemize çok az kaldı, sonrasında bu Asya'nın peşinde olan sözde Başkan'larını tek kurşun ile öteki tarafa yollamaktan büyük keyif alacağım. Şerefsiz kızı takıntı haline getirdi, peşini de bırakmıyor. Olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ her yerde onu arıyor.

Ben de ismi kamptakiler tarafından bilinmeyen Kasap'ın askeri olarak anılan silah arkadaşımın ardından Başkan'ın kaldığı mağaraya girdim.

"Gel Heja, seninle konuşmam gereken önemli şeyler var."

"Buyur Başkan ne emredersen." Dedim suyuna gitmek için, bunlar sadece saygı görüp benim sözüm dinlensin isteyen asalaklar. Bunlara kendini büyük birisi gibi hissettirdiğin zaman yapamayacakları şey yok, yalnızca gazla çalışıyorlar.

"Kasap'a yeni adamlar lazımmış, bizzat kendisi eğitecekmiş. Her alanda birilerini eğitip onları da ordusunda hizmet etmeleri için kullanacak, ben de senin bomba konusunda ne kadar uzman olduğundan bahsettim kendisine. Bir hafta sonra seni Al Bawdah'dan alıp yanına götürecekler. Şimdi bu ilacı içmen gerek. Sonra Kasap'ın askeri seni eğitecek.

Bu son beş senedir duyduğum en iyi haber olabilir. Sonunda aradığım fırsat elime geçti. Yıllardır o adamın peşinde gezmediğim dağ kalmadı, ben bu uğurda nişanlım tarafından aldatıldım bile şimdiyse hayat resmen aradığım fırsatı önüme sürdü.

Göz ucuyla tam arkasında ayakta duran adama baktım. Uzun zamandır duygularını gizlediği gözlerinde bu sefer tek bir şey var o da kurtuluş. Bu hamle sayesinde hem aradığımız adamı bulacağız hem de sonunda yıllar sonra ailemize, vatanımıza ve üniformamıza kavuşacağız. Sadece biraz daha dişimizi sıkmamız gerek, biraz daha sabır.

Gözlerini açıp kapatarak bana güven vermek istedi, bende Başkan'a dönüp, "Elbette Başkan! Davamız için ne gerekiyorsa gözüm kapalı yaparım bilirsin, sonunda Türkleri yok etmek varsa ben her şeye varım." Dedim ve masanın üzerine bıraktığı ilacı alıp gözleri önünde ağzıma atıp masada duran sudan içtim. İlacı dilimin altına saklayıp içtim izlenimi verdim.

Daha önce ilaç hakkında konuşmalarımızda etki süresinin beş dakika olduğunu anlattığı için aynı onun gibi olabilmek adına bir Başkan'ın benimle konuştuğu süre oyunca geçen her dakikada biraz daha dikleşip bakışlarımdaki ifadeyi sildim. Geçen son saniyelerden sonra ise aynı onun gibi bende adeta bir robot oldum. Bakışlarımdan farkı anlayan Başkan, "Takip et beni!" dediği anda öyle bir hızla kalktım ki masadan üzerine oturduğum sandalye büyük bir gürültü ile yere düştü. Bun beklemeyen Başkan ise olduğu yerde sıçradığı zaman gülmemek için kendimi çok zor tuttum.

Dışarı çıktığımız anda belindeki silahı çıkarıp bana uzattı, "Vur birini!" dedi emir vererek. İşte aradığım fırsat ayağıma geldi, daha az önce kadın olduğum için beni aşağılayan pisliği ortadan kaldırmak için artık bir sebebim var. Elimi kaldırıp, bir kez bile tereddüt etmeden ve elim titretmeden tıpkı bir Türk askerine yaraşır şekilde o adamı tam alnının ortasından vurdum.

Kampta karışıklık çıkıp herkes bağrışırken Başkan yüksek perdeden bir kahkaha atıp, "Güzel!" dedi keyifle. Daha sonra Kasap'ın askerine dönüp, "Gerisi sende, sen nasıl eğiteceğini bilirmişsin!" dedi ve içeri girdi. Geriye bize kalan tek şeyse keyifle güzel bir antrenman yapmak oldu tıpkı eski eğitim günlerindeki gibi bundan daha çok sevineceğimiz tek şey ancak o adamı tespit ettiğimiz an olabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%