@bloodcecilion
|
Cecilion, dün gecenin verdiği yorgunlukla derin bir uykuya dalmıştı. Carmilla ise ona küçük bir sürpriz yapmak için hazırlık yapıyordu. Kan İblisi olduğundan beri ilk kez Cecilion ile Kanlı Ay'ı görecekti. Özellikle Cecilion için özel bir gece olduğunu biliyordu. Cecilion, geceyi derin bir huzur içinde uyuyarak geçirmişti. Karanlığın en derin noktalarında bile içindeki huzur, onu rahatsız etmeden sarhoş bir uykuya sürüklemişti. Ancak uyandığında, fark etti ki ortamda bir değişiklik vardı. Hava yoğun ve mistikti, sanki bir şeyler, bir güç, bir enerji yükseliyordu. Carmilla, onun uyanmasını beklemekte sabırsızlanıyordu. İçindeki gücü ve arzusunu, bu gecede onunla paylaşma isteğiyle yanıyordu. Kanlı Ay, onun için sadece bir ay değil, onun içindeki karanlığın bir yansımasıydı. Cecilion'a olan bağını daha da derinleştirecek bir gece, ruhlarının birleştiği an olacaktı. Hafifçe gülümsedi ve Cecilion'un odasına doğru ilerledi. Elinde, onun için hazırladığı özel bir elbise vardı. Gecenin atmosferine uygun, kan kırmızısı renkte bir elbise, derin kesimlerle vücudunu saracak şekilde tasarlanmıştı. Bir kan iblisi olarak, her zaman güzelliğiyle dikkat çekerdi, ancak bu gece, onun güzelliğini zirveye taşımak istiyordu. Cecilion uyandığında, Carmilla odada belirdi. Her zamankinden farklı ve büyüleyici görünüyordu. Cecilion, dudağının kenarından hafifçe gülümsedi. Sorgulayan bir ifadeyle Carmilla'ya baktı. "Ne oldu? Yine beni şımartmak mı istiyorsun?" Cecilion'un zihninde sıradan bir geceydi. Bu yüzden Carmilla'yı sorgulama gereği duymuştu. Carmilla, Cecilion'un gözlerine derin bir bakışla karşılık verdi, gülümsedi fakat bu gülümseme, sadece yüzeydeydi. İçinde bir fırtına, bir hazırlık vardı; her şey, bu geceye özel bir anlam katmak için titizlikle planlanmıştı. Gözlerini biraz daha kısarak, sessizce yanına yaklaştı. "Bu gece... biraz farklı olacak," dedi, sesinde hafif bir tını vardı. Daha sonra, elindeki elbiseyi ona doğru uzatarak devam etti, "Bu gece, senin için özel bir gece olacak, Cecilion. Kanlı Ay'ı izlerken, seninle daha derin bir bağ kurmak istiyorum." Cecilion, Carmilla'nın ciddi bakışlarını fark ettiğinde, bir an tereddüt etti. Gözlerinde başka bir şey vardı; sadece şımartma çabası değil, bir tür arzu ve gizemli bir davet. Kalp atışları hızlandı, ama yine de kendini dengelemeye çalışarak, "Öyleyse, hazırlanalım," dedi, ama içindeki merak giderek arttı. Carmilla, ona bir adım daha yaklaşarak, "Evet, hazırlanalım," diye yanıtladı, fakat onunla sadece fiziksel değil, ruhsal bir yolculuğa çıkmaya kararlıydı. Bu gece, birbirlerine daha yakın olacaklardı; gece boyunca paylaştıkları her an, onları daha güçlü kılacak, birbirlerine daha derinden bağlayacaktı. Carmilla, Cecilion'u banyoya çekerken, gözlerinde gizli bir planın parlaklığı vardı. Onun tepkisini görmeye çalışarak, elini biraz daha sıkı kavrayıp, "Önce temizlenip arınacaksın, koca adam," dedi, sesinde belirgin bir alay ve çekicilik vardı. Cecilion, şaşkın ama aynı zamanda hafifçe gülerken, "Beni neyle temizleyeceksin? Sadece bir banyo mu?" dedi, gözleri Carmilla'nın gözlerinden kaymadan. Carmilla, gülümsedi ve sessizce başını sallayarak, "Evet, sadece bir banyo," dedi ama kelimelerindeki anlam farklıydı. Ardından, Cecilion'u içeri çekip, kapıyı kapattı. "Ama banyo, sadece fiziksel bir temizlik değil. Ruhsal bir arınma da olacak." Banyoda, suyun buharı ve karanlık geceyle birleşen atmosferde, Carmilla ve Cecilion arasındaki bağ daha da derinleşmeye başlıyordu. Cecilion, sıcak suyun içinde yavaşça kayarken, bedenini rahatlatırken zihninde bir boşluk hissetmeye başladı. Su, her bir damarında hissedilen bir arınma gibi yayıldı. Gözlerini kapattı, başını yavaşça suya sokarak, derin bir nefes aldı ve her şeyin suskunluğuna daldı. Suyun altındayken, tüm dünyadan uzaklaştı. Birkaç saniye, belki de birkaç dakika boyunca nefesini tutarak karanlıkta kalmayı seçti. Hissedilen tek şey, bedenindeki sıcaklık ve suyun vücuduna sarılmasıydı. Zihninde neredeyse hiçbir düşünce kalmamıştı. O an, sadece suyun ve gecenin içinde bir kayboluştu. Ancak, Carmilla'nın varlığını, hala hissediyordu. Hissiyatı, onu yalnız bırakmamıştı. Su üzerinde yükselen buhar, aralarındaki sessiz bağın sembolü gibi havada süzüldü. Cecilion, sonunda suyun yüzeyine çıkarak nefesini derin bir şekilde aldı. Gözlerini tekrar açarken, Carmilla'nın bakışlarını hissedebileceğini bildiği için başını çevirdi. "Beni bekliyorsun, değil mi?" dedi, sesinde hem yorgunluk hem de huzur vardı. Cecilion elini suyun üzerinde gezdirirken, parmaklarının ucundan akan her damla, suyun berrak yapısını bozarak kan rengini almaya başladı. Başlangıçta sadece bir sızıntı gibi olan bu dönüşüm, hızla yayılarak tüm havuza yayıldı. Kırmızı, yoğun bir akış, suyun içindeki dalgalarla birlikte kıvrılıp şekil almaya başladı. Cecilion’un yüzü, sudaki yansımasını görmek için biraz daha yaklaştığında, kanın içindeki yansımaları sanki onun zihnine de bir başka derinlik katmış gibi hissediyordu. Suda yükselen her dalga, bedeniyle birleşen bir enerji gibi büyüyor ve onun gücünü daha da artırıyordu. Her damla, ona ait bir parça gibi hissediyordu—bir arınma, bir birleşim. İçsel gücü suya karışmış, tüm vücudunda bir yankı gibi yayıldı. Cecilion, ellerini suyun içinde gezdirerek daha da derinleşen bu kırmızı atmosferi izledi. “Kanlı Ay… Geceyi yansıtan bu kırmızı, ona daha yakın olmamızı sağlıyor.” dedi, içinden geçirdiği bir düşünceyi fark ettirmeden. Cecilion, Carmilla’nın tereddüdünü hissetmişti ama onu yumuşak, güven verici bir bakışla karşıladı. Elini sıkıca tutarak onu içine çeken kan havuzuna adım atmasına rehberlik etti. Carmilla, kendini tamamen Cecilion’a bırakıp yavaşça, güvenle kollarına sığındığında, kan onları sarmalayıp ağırlıklarıyla dalgalanıyordu. Kan, ikisinin bedenini örtercesine yükselip dönerken onları birbirine daha da yakınlaştırıyor, bağlarını sanki fiziksel bir şekilde mühürlüyordu. Havuzdaki kan, tıpkı kendi aralarındaki his gibi yoğun ve derindi. Carmilla, kanın ılık dokusunu ve Cecilion’un sıcacık tenini hissederken gözlerini kapattı. Cecilion'un güçlü kollarında, ikisi için de bu anın kutsal olduğunu biliyordu; bu, yalnızca onlara özel, yalnızca onların anladığı bir ayindi. Cecilion, Carmilla’nın yüzüne dokunarak gözlerine bakarken, alçak bir sesle fısıldadı: "Bu gece, yalnızca bizim… Kanla mühürlenmiş bir bağ bu." Carmilla, onun sözlerine karşılık hafifçe başını sallayarak onayladı, dudakları titreyerek bir gülümseme belirdi. Her ikisi de, kendilerini hem birbirlerine hem de bu sonsuz kırmızıya adarken, derin bir huzurla birbirlerine ait olduklarını biliyorlardı. (...) Swain, daha belirginleşen Ay Tutulmasını gördüğünde yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Vladimir, Swain'in arkasından sessizce yaklaşıp ellerini omuzlarına koydu." Ne asil bir manzara, değil mi?" Swain, Vladimir'in sesini duyunca hafifçe başını eğerek gözlerini gökyüzünden ayırmadan konuştu. "Bu gece, bizim gecemiz, Vladimir. Kanlı Ay tüm görkemiyle yükselirken, biz de kaderimizi yazacağız." Vladimir, Swain'in omzuna dokunan elini sıkıca kavrayarak onun yanına yaklaştı. Ay tutulmasının karanlık ve uğursuz ışığı altında, ikisinin de yüzleri gölgelerle dolmuştu, ama gözlerinde aynı hırs ve kararlılık parlıyordu. "Bu gece, karanlık güçler bizimle," dedi Vladimir, yüzünde tatmin dolu bir gülümsemeyle. "Kan akacak, eski yaralar kabuklarını kıracak." Swain, gözlerini kısarak Ay'a baktı ve dudaklarında sinsice bir tebessüm belirdi. "Bu gece yalnızca bir başlangıç. Kanlı Ay’ın altında verilen sözler yıkıcıdır, Vladimir. Bizi hiçbir şey durduramayacak." Swain ve Vladimir, Viego’nun önlerine savurduğu avları gördüğünde yüzlerinde kana susamış bir hırs belirdi. Swain, göz ucuyla Viego’ya bakarak kısık bir sesle, "Mükemmel bir ziyafet sunuyorsun," dedi. "Bu gece, hem bedenleri hem de ruhları ile bize hizmet edecekler." Vladimir, Viego’nun elinde beliren mukaddes kılıca gözlerini dikti. "O kutsal güçle onlara son bir adalet sunuyorsun, Viego," diye alayla fısıldadı. Kan büyüsü ile yüzyıllardır tanıdığı tüm güçlerin içindeki karanlık dalgalanıyordu. "Ama kan, onu hak edenlerin bedeninde akmalı." Viego, kılıcı karanlık bir hınçla sıkarak yere sapladı ve gökyüzüne yükselen Ay tutulmasına baktı. "Ölmeyi hak ettiler," diye fısıldadı, sesinde acımasız bir tınıyla. "Kanlarınızı içecek, ruhlarınızı alacağım. Bu gece, kaderi yeniden yazıyoruz." Viego, Mukaddes'in soğuk çeliğini avının sırtına sapladığında, avın gözlerindeki hayat sönmeye başladı. Tam o anda Vladimir, parmak uçlarını hafifçe oynatarak avın kanını kendine doğru çekti. Yoğun bir kırmızı nehir gibi akan kan, Vladimir'in damarlarına dolarken onun tenine canlılık, gözlerine doymak bilmez bir parıltı kattı. Kan ve ruh, birbirinden ayrılarak, Viego ve Vladimir'e güç veriyordu. Viego, soğuk bir alayla güldü, aldığı ruhun acısını ve korkusunu adeta kendi kimliğiyle harmanlayarak kurbanının suretine büründü. Onun yüzü, sesi ve en ufak detayına kadar taklit ederken, yeni görünümünün tadını çıkarıyordu. "Artık düşmanlarım arasına sızmam daha kolay olacak," diye mırıldandı, sesinde zalim bir tatminle. Swain, gölgelerden izlerken bu keyifli gösterinin her anının tadını çıkarıyordu. Onun yüzünde beliren hafif tebessüm, soğukkanlı bir zevk ifadesiydi. "Mükemmel bir oyun sahnelediniz," dedi, sesi yavaş ve sinsiydi. "Bu gece daha büyük zaferler için kan dökeceğiz." Vladimir ve Viego'nun sahnelediği ölüm ritüelinin yankıları hâlâ havada asılıyken, sessizce Swain'e doğru ilerledi. Gözlerinde doymak bilmez bir açlık ve karanlık bir sevgi parıltısı vardı. Swain'in omuzlarına yavaşça dokunarak, ellerini ağır ve ürpertici bir şekilde aşağıya kaydırdı. Ardından, avuçlarında şekillenen gümüş kadehi Swain'e uzattı ve içine bir nehir gibi akan kanı doldurdu. "Damarımda... kanımsın..." diye mırıldandı, sesi büyüleyici bir fısıltı gibiydi. Bu sözler, karanlığın ve bağlılığın karmaşık bir ifadesiydi, adeta ikisinin birbirine olan ölümcül sadakatini simgeliyordu. Kadehi, Swain'in dudaklarına doğru kaldırırken bakışları hâlâ onun üzerindeydi. Swain, kadehi eline alarak Vladimir'in bu sunumuna karşılık hafif bir tebessümle karşılık verdi. Gümüş kadehin içindeki kanı dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Kadehten akan koyu kırmızı sıvı, onun damarlarında yankı bulan bir güç ve acımasızlıkla dolaşıyordu. "Bu, sadakatin bir damgası gibi," diye fıldadı Swain, gözlerinde vahşi bir tatminle. Gece, derin bir örtü gibi üzerlerine çöküp kanın kesif kokusu etraflarında yankılanırken Vladimir gözlerini kapadı, zihninin en karanlık köşelerine doğru sürüklendi. Bir zamanlar kendine ait olan, ama o günden sonra sonsuza dek kaybolmuş olan geçmiş, ona fısıldayan hayaletler gibi geri geliyordu. Babasının ihanetini, gururunu hiçe sayarak onu şeytanların insafına bıraktığını hatırladı. Gençliğinde çektiği acıları, nefreti ve sonra bunları başkalarına ödetişini düşündü. O ağır günler zihninde bir kez daha canlanırken, bir parça hüzün tüm öfkesi ve açlığına rağmen derinlerinde titredi. Babasının ölümünü, o gün onu bir kenara bırakıp kendi yaralarını saracak güçsüzlükten nasıl kurtulmaya çalıştığını anımsadı. Gözlerinin ardında beliren kırmızı ışık, o eski öfkenin köklerini ve kederin derin izlerini taşıyordu. Şimdi olduğu canavarın ardında, o gencin çığlıkları vardı. Sessiz bir öç ve geçmişe duyulan soğuk bir özlem, kanla sulanmış bir lanet gibi damarlarında dolanıyordu. Vladimir bir an yavaşça derin bir nefes aldı, kadehindeki kanın bile eskisinden daha koyu ve kesif göründüğünü fark etti. Ne kadar güçlü olursa olsun, kayıpları ve yaraları onu daima takip ediyordu. Swain gözlerini kapadı, derin bir nefes alarak zihin sarayının tozlu koridorlarında yürümeye başladı. Her adımında zaferleri, ödediği bedelleri birer birer karşısına çıktı. Gençliğinde zaferin tadını çıkarırken kaybettiklerini, savaşın ağır bedellerini hatırladı. Kanla yazılmış tarihinin en belirgin anlarından biri, savaş meydanında kolunu ve bacağını kaybettiği o andı. Ama diz çökmedi, boyun eğmedi. Çelikten iradesi, en acımasız darbeleri bile aşacak kadar güçlüydü. Hatıraları arasında ilerlerken gözleri, kolundaki şeytani güce kaydı. Kolunun yerini alan iblisin gölgesi, savaş meydanında bile titretici bir varlık taşıyordu. Acımasız ve açgözlüydü ama Swain ipleri elinde tutmayı öğrenmişti. Bu gücü kontrol etmek, Swain'in belki de en büyük zaferiydi. İblis ona hükmetmeye çalıştığında, Swain gözlerini dikmiş, "Benim hizmetimde olacaksın" demişti. Şimdi, şeytani gücün karanlığıyla yoğrulmuş bir bedende, kazandığı her zaferin tadını çıkarıyordu. Her ne kadar bedeller ağır olsa da Swain asla pişmanlık duymadı. Kaybettiklerini geri alırken ve gücünü pekiştirirken öğrendiği en önemli ders, savaşı kazanmanın sadece fiziksel değil, zihinsel bir meydan okuma olduğuydu. Gözlerini tekrar açtığında, dudaklarının köşesinde sinsi bir gülümseme belirdi. "Düşmanlarım beni yenemez, çünkü ben kendi iblisimi bile dize getirdim," diye düşündü. Gözlerini kapayan Viego, gençliğinin o karanlık anlarına geri döndü; her şeyin hızla yıkıldığı, yitip gittiği o ana… Tahta oturduğu gün gözlerinin önüne geldi; üç dişli tacı başında, elinde Mukaddes, ama yüreği sorumluluğun ağırlığı altında titreyen genç bir kraldı. Güç ve onur sembolü olan o tahta oturmak, yalnızca tahtın görkemiyle değil, üzerine çöken koca bir krallığın yüküyle gelmişti. Onun yanında sadece ablası gibi sevdiği, benimsediği yeğeni Kalista vardı. Kalista, hep onun yanındaydı, ona güvenle yol gösteren bir rehberdi, tecrübelerle yoğrulmuş bir bilge gibi... Ve sonra… Isolde. Onu dünyaya bağlayan, varlığını anlamlandıran o eşsiz kadın… Herkesin gözünde yalnızca basit bir terziydi, mütevazı, halktan biri. Ancak Viego için bir sevgiliden çok daha fazlasıydı; onun nefesi, kalp atışı, dünyayı görme biçimiydi. Isolde’nin yanında olunca, içinde büyüdüğü soğuk ve sevgisiz aile geçmişini geride bırakmış hissederdi. Isolde, hayatında eksik olan o sıcaklık ve sevgi dolu ailenin karşılığıydı. Ancak kader, sevdiği kadını bir anlık hataya kurban etti. Isolde’nin hastalığı yavaşça bedenini ele geçirip onu Viego’nun kollarından alırken, Viego’nun içinde tarifsiz bir boşluk, derin bir hüzün oluştu. Elleri arasından kayıp gidişini seyretmek… Onun gitmesine engel olamamak… Bu yitirişle birlikte, Viego’nun içinde karanlık bir ateş doğdu; her şeyini kaybetmiş bir adamın ölümcül öfkesi… İşte o an, Viego yalnızca bir kral değil, dünyaya lanet getiren bir varlığa dönüştü. Karanlık bir ihtirasla, Isolde’yi geri getirmek için her şeyi yapmayı göze aldı. (...) Cecilion, yeraltı odasına adım attığında gözleri etrafı süzerek duvarlardaki kan dolu şişelere takıldı. Ortadaki kan havuzu, yıllar önce terk edilmiş bir ritüelin izlerini taşıyor gibiydi. Loş kırmızı ışık, Carmilla’nın soluk yüzüne vururken, Cecilion’un koyu mavi gözleri daha da derin bir hale bürünüyordu. Havuzun başına geldiğinde yavaşça durdu ve Carmilla’ya döndü. “Burası sıradan bir yer değil,” dedi Cecilion, sesi karanlıkta yankılanan bir fısıltı gibiydi. “Kan İblislerinin eski ayinlerini yaptığı bir mekan. Burada sadece bedenler değil, ruhlar da şekillenir.” Carmilla, bu sözlerle birlikte kalbinin daha hızlı çarptığını hissetti. Gözleri havuzdaki koyu kırmızı sıvıya kaydı. Kanın yüzeyinde aniden minik dalgalanmalar belirdi, sanki onları tanıyormuş gibi hareket ediyordu. Cecilion, Carmilla’nın tereddüdünü fark etti ve bir adım atarak onun yüzüne doğru eğildi. “Korkuyor musun?” diye sordu, sesi derin ama alaycı bir tondaydı. Carmilla derin bir nefes alıp gözlerini Cecilion’a dikti. “Korku mu?” dedi, gülümseyerek. “Hayır, Cecilion. Bu... bu sadece bir başlangıç gibi geliyor.” Cecilion, onun cesaretine hayranlıkla baktı. Elini uzatıp Carmilla’nın çenesini hafifçe kaldırdı. “O zaman başlayalım,” dedi ve avucunu yavaşça havuzun üzerine uzattı. Kan havuzu bir anda hareketlenmeye başladı. Yüzeyi hafifçe titredi ve yükselip bir sütun oluşturdu. Havadan gelen yoğun bir güç hissi Carmilla’nın tüm bedenini sardı. Sütun, Cecilion’un hareketleriyle dönüyor, etrafa hafif bir ışıltı yayıyordu. “Bu ritüel, sadece bir Kan İblisinin kendi kanıyla bağını pekiştirmesi için yapılır,” dedi Cecilion, Carmilla’ya bakarak. “Ama seninle birlikte bu bağın ötesine geçeceğiz. Kanlarımız bir olacak... ve bu gecenin anlamı hiç olmadığı kadar derinleşecek.” Carmilla, gözlerindeki korkuyu cesaretle bastırarak bir adım öne çıktı. “O zaman durma, Cecilion,” dedi. “Kanlı Ay bize rehberlik etsin.” Cecilion, Carmilla'nın pençelerinin sırtında bıraktığı izleri hissederken, bedeninde her bir darbenin ardında karanlık bir güç uyanıyordu. Kan, sıcak ve yoğun bir şekilde cildinden süzüldü, her damla onun içindeki karanlıkla birleşiyor gibiydi. Gözleri kapalı, solukları hızla ve derin şekilde almaya devam ediyordu. Her bir nefeste, ölümün, yeniden doğuşun ve yasaklanmış arzuların karışımını duyuyordu. Zihninde yankılanan büyülerin gücü, onu daha da derinlere çekiyordu. Carmilla'nın pençelerinin izlediği yol, sanki bir harita gibi, Cecilion’un bedeninde bir öykü yazıyordu. Her bir çizik, onun karanlık geçmişine, kayıplarına ve arayışına dair bir hatırlatmaydı. Kanın sıcaklığı, büyüyen bir ateşe benzer şekilde yayıldıkça, Cecilion’un bedenindeki gerilim artıyordu. Alevlerin içinde kaybolmuş gibi hissetti. O an, zamanın durduğu ve tüm dünyadan kopmuş olduğu hissine kapıldı. Gözleri açıldığında, Carmilla ona doğru eğilmişti. Gözlerinde, o karanlık ışıltı vardı; hem bir tehdit, hem de bir arzu. Cecilion, bir an için onun içindeki gücü hissetti. Her ikisinin arasında sadece kan değil, aynı zamanda karanlığın ve tutkunun birleşimi vardı. “Beni izliyor musun?” dedi Carmilla, sesi alttan alta titreyerek. Cecilion, her ikisinin de içindeki canavarı besleyen o etkileşimin farkındaydı. "Evet," diye fısıldadı, sesinde bir vahşilik vardı. "Ama beni daha çok istiyorsun, Carmilla." Carmilla, gülümsedi. Pençeleriyle Cecilion’u daha da sımsıkı sararken, kanla birleşen bu gecede ne kadar ileri gidebileceklerini merak etti. Gece karanlık, kan ise nehrin ötesine akan bir güç gibiydi. Birbirlerinin içinde kaybolacak, sonrasında ne olacağını sadece Karanlık Ay bilecekti. Cecilion, kanın gücüyle havuza doğru çekildiğinde, karanlık suyun içinde kendini kaybetti. Kan, bedeni sararken onun ruhunu da yavaşça yok ediyordu. Her bir damla, onu daha derin bir karanlığın içine sürüklüyordu. Gözleri, karanlıkta kaybolmuşken, duygular ve düşünceler bulanıklaşıyordu. Bir yanda Carmilla'nın varlığı, bir yanda da içinde yankı yapan karanlık büyüler vardı. Cecilion, kendini kaybetmiş gibi hissetti, ama aynı zamanda bir özgürlük duygusu da vardı. Karanlıkla birleşiyor, bir bütün oluyordu. Carmilla'nın bakışları, gölgelerin içine çekilen Cecilion’u takip ederken bir yıkım gibi hissediyordu. Kalbinde bir yerlerde, onun kaybolmasını istemiyordu, ama aynı zamanda bu gece, bu karanlık büyü, onu daha fazla istemeye sürüklüyordu. Ellerinin arasından kayıp giden Cecilion'a, Carmilla sadece izlemekle kalmıştı. Gözlerinde bir boşluk vardı; ne korku, ne de huzur… Sadece varoluşun sonsuz boşluğunda kaybolan bir ruh vardı. O anda gölgeler, Carmilla'nın bedenini sardı. Kendini, duvara sertçe yaslanırken buldu. Vücudu, karanlık enerjinin yıkıcı gücüyle sarılırken, her bir hareketi daha da şiddetli hale geldi. Karanlık güçler onun etrafında dönerken, bütün odadaki şişeler aniden patladı. Cam kırıkları havada süzüldü, ardından kan, havada bir bulut gibi yoğunlaşarak dağılmaya başladı. Hava, kanla ağırlaşırken, Carmilla'nın gözleri daha da koyulaştı. O an, tüm oda, sadece bir anlık bir enerji patlamasıyla yankılandı. Karanlık, bütün varlıkları içine çekiyordu. Ve Carmilla, o anın gücünden, Cecilion'un kaybolmuş olmasından daha fazlasını hissediyordu. Onunla bir olmanın, onun karanlığına batmanın çekiciliğiyle birlikte, hem korkuyu hem de arzuyu daha derin hissetti. "Sonsuza kadar kaybolmuş olabiliriz..." diye fısıldadı, ama kendi sözlerine inanıp inanmadığını bilmiyordu. Karanlıkta kaybolan her şey, sonunda bir bedel ödemek zorundaydı. Carmilla'nın bedeni, gölgelerin sıkı kavrayışıyla hareket edemediğinde, bir anlık çaresizlik içinde hapsolmuş gibi hissetti. Derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı, ama havada asılı duran kanın yavaşça havuza doğru süzüldüğünü görmek, içindeki karanlık duyguları daha da körüklüyordu. Her bir damla, havadan sıyrılırken, Carmilla'nın bedeninde bir sızı gibi yankılandı. Kanın azalması, o anın gücünün sona erdiğini mi işaret ediyordu? Yoksa karanlık büyü bir başka şekilde mi devreye giriyordu? Havuzdan gelen derin inilti, sanki Cecilion’un çığlığıydı. Bu çığlık, yalnızca acı değil, aynı zamanda büyüyle birleştirilen bir tür bağımlılıktı. Cecilion, karanlığın içinde kaybolmuştu ve Carmilla her an onu yeniden bulacak gibi hissediyordu, ama aynı zamanda karanlık da ona bir tehdit gibi yaklaşmakta, onu kuşatıyordu. Kan, havuzun içine çekilirken, odada yanıp sönen kırmızı ışık, atmosferi daha da yoğunlaştırdı. Işıklar, karanlıkla dans eder gibi etrafı aydınlatıyordu. Carmilla, acı ve arzu arasında sıkışmıştı. Gölgeler, onu daha da sıkı tutarak bedeniyle oynamaya devam ederken, kanın son damlası dahi bir ölüm işareti gibiydi. Carmilla gözlerini kapadı, ama zihninde Cecilion’un kaybolan vücudunu ve ardında bıraktığı boşluğu hissediyordu. Kanın içindeki son parıltı bir çığlıkla birleşti ve bir anda çevresindeki dünya kararmaya başladı. Her şey yavaşladı, zaman bir an için donmuş gibiydi. Sonra, bir fısıldama gibi bir ses geldi, her şeyin bitmediğini, yalnızca bir başlangıcın yaşandığını. Birden, havuzdaki kan bir anda yoğunlaştı ve suyun yüzeyi yükseldi. Carmilla'nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Sadece bir adım, sadece bir seçim... Ve her şey değişecekti. Cecilion’un bedeni, karanlık havuzun içinde sadece kandan ibaret hale gelmişti. Kan, derin bir arzu ve acıyla birleşerek onun etrafını sarıyor, ancak gerçek bedenini gösteremiyordu. Bir zamanlar dokunduğu, hissettiği, sevdiği et, kas ve kemik, şimdi yok olmuştu, yalnızca ölümle yaşam arasında bir yerde askıda kalan bir varlık vardı. Kan, her damlasıyla onun ruhunu besliyor, ancak aynı zamanda onu tüketiyordu. Cecilion, ölümle yeniden doğuş arasındaki ince çizgide kalmıştı. Vücudu, ruhuyla birlikte savaşıyor; her iki yön de onu kendine çekiyor, ama o, ne tarafta olacağına karar veremiyordu. Kan, içinde bir hayat belirtisi olmaktan çok, bir geçiş halini temsil ediyordu. Her bir damla, onu bir adım daha sona yaklaştırıyordu. Ama bu sona hangi şekilde varacağı hala belirsizdi. Bedeninin içinde bir sıcaklık ve yoğunluk hissediyordu; içindeki karanlık güç, ona acı veren, aynı zamanda çekici olan bir güce dönüşüyordu. Cecilion'un gözlerinde bir parıltı belirdi, bir seçim yapma zamanı geldiğini hissetti. Bir yanda ölüm, bir yanda yeniden doğuş. Geçmişin ve geleceğin içinde sıkışmış bir bedende, kendini bulmaya çalışıyordu. Kan, Cecilion'un etrafında bir girdap gibi dönmeye başladı. Onun ruhu, bedeni, her şeyini emiyor gibi... Karanlıkta bir çığlık yankılandı, ama bu sadece Cecilion'un içindeki karanlık ve arzu arasındaki çatışmanın yankısıydı. Ölüm, onu sarhoş ediyordu; ancak dirilişin vaat ettiği güç, onu cezbediyordu. Cecilion nihayet gözlerini açtı. Gözlerinde bir şey değişmişti—bir boşluk, ama aynı zamanda bir yoğunluk da vardı. O, artık sadece ölü bir beden değildi. Karanlığın ve kanın içinde yeniden doğmuştu. Ve her şey, sadece başlamak üzereydi. Cecilion’un bedeni, bir zamanlar yalnızca karanlık bir geçmişin ve yaralı bir ruhun sembolü iken, şimdi bir yeniliği ve kudreti taşıyan bir varlık halini almıştı. Kırmızı ışık altında vücudu adeta bir parıltı gibi parlıyordu. Sarı saçları ve kırmızı gözleri, karanlık gecenin izlerini yansıtarak onun sadece Kızıl Gece’nin Lordu değil, aynı zamanda o karanlık güçlerin vücut bulmuş hali olduğunu haykırıyordu. Kanatları, gölgeler gibi sarıp sarmalamıştı bedeni. Karanlığın içinde şekil bulan o kanatlar, her hareketiyle bir güç gösterisi yapıyor, her bir tüyüyle daha da fazla yankı uyandırıyordu. Cecilion’un gözlerinde sadece güç değil, aynı zamanda acı ve kayıp da vardı. Ama bu acı, artık onu zayıflatmıyordu. Tersine, ona hayat veriyordu. Carmilla, onun sesini duyduğunda, kalbinin atışlarını hızla hissederek derin bir nefes aldı. İçindeki heyecan ve korku birbirine karışırken, gözlerinden bir umut ışığı yansıdı. Cecilion'un, kanla olan savaşında nihayet galip geldiğini görmek, onu hem gururlandırıyor hem de korkutuyordu. Ama o, bir zamanlar tanıdığı, sevdiği ve bağlandığı Cecilion'u geri bulmuştu. Yalnızca şimdi, farklı bir formdaydı. Cecilion’un bakışları, Carmilla’yı bulduğunda, ona doğru çekici bir güç yayıyordu. Kanatları onun etrafında dönerken, her hareketiyle Carmilla'nın etrafındaki gölgeler ve atmosferin daha da yoğunlaşmasına neden oluyordu. Kızıl Lord'un gözleri, Carmilla'nın içinde en derin duyguları harekete geçirdi. Ardında bıraktığı kayıp ve karanlık, şimdi ona yalnızca bir güç, bir tehdit değil, aynı zamanda eski bir aşkın yankısı gibi geliyordu. Ancak Carmilla, dizlerinin üzerine düşerek, Cecilion’a doğru yaklaşmaya çalıştı. Gölgeler sarmayı bırakmıştı ama onun içinde hala bir soğukluk, bir gerilim vardı. Cecilion’un yeni halindeki çekim ve karanlık, içindeki aşkı ve korkuyu karıştırıyordu. Ne olursa olsun, bu geceyi geçireceklerdi. Ama bu, eskisi gibi değildi. Artık Cecilion, Kızıl Gece'nin Kızıl Lordu olarak yeniden doğmuştu ve Carmilla onun karanlıkta kaybolan geçmişini tekrar hissetmeye başlamıştı. Carmilla, Cecilion’un sesindeki değişimi hissetti. Sözleri, bir zamanlar onun için tanıdık olan o derin, karanlık ve çekici tınıdan uzak, yabancı ve soğuk bir ton taşıyordu. Gözlerinde hala onu tanıyan bir parıltı olsa da, bu yeni haliyle arasında mesafeler oluşmuş gibiydi. Cecilion’un elinin, çenesine yavaşça dokunması, sanki ona tamamen yeni bir kişi gibi hissettirdi. O eski Cecilion, ona dokunduğunda kalbinde sıcaklık ve yakınlık hissederdi. Ama şimdi, bu dokunuş, sanki bir yabancı tarafından yapılan soğuk bir eylemdi. Carmilla, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. İçindeki karanlık güç, onun kontrolünde olsa da, Cecilion'un bu değişimiyle olan ilişkisini zorlaştırıyordu. Kızıl Lord’un bakışları, ondan beklediği cevabı almak için yoğunlaşıyor gibiydi, ama Carmilla'nın içinde bir boşluk vardı. Ne kadar ona bağlanmak istese de, içindeki karanlık ve acı, bir duvar gibi yükseliyordu. "Yabancı olduğumuzu hissediyor musun?" diye fısıldadı Carmilla, kendini toparlayarak gözlerini ona kaldırdı. "Bazen… Acı, bizi birbirimizden uzaklaştırır." Cecilion’un elinin dokunuşu, Carmilla’nın kalbinde kesik kesik yankılandı. Eskiden, bu elin gücü ve sıcaklığı onu derinden etkilerdi. Ama şimdi, o sıcaklık yoktu. Sadece soğuk ve yabancı bir güç vardı. “Her şey değişti, Carmilla…” dedi Cecilion, sesinde bir boşluk, bir boşluğa düşmüşlük vardı. “Karanlık beni sardı, ama seni kaybetmeye dayanamayacağımı düşünüyorum. Ama… seni kaybetmiş gibi hissediyorum.” Carmilla, Cecilion'un sözlerine karşılık veremedi. Kendisini yavaşça geriye çekerek, "Belki de her şeyin bu kadar değişmesi gerekiyordu," diye mırıldandı. Kalbi hala onun sözlerinden etkileniyordu, ama aynı zamanda içinde yanan bir öfke vardı. Hem kendisine hem de ona dair bir öfke. Cecilion’un gözlerinde eski hallerinden bir iz kalmamıştı. Ama Carmilla hala o derin, eski bağları hissedebiliyordu; fakat bu bağ, şimdi çok daha karanlık ve karmaşıktı. "Ayağa kalk Carmilla'm pes etme!.. Ben, senin için savaşmayı bıraksam da sen bırakma! Bizim için savaş, benim savaştığım gibi..." Cecilion'un bedeni aniden kayboldu. Carmilla, bu boş odada yapayalnızdı. Karanlık Cecilion'u alıp ondan uzağa götürmüş gibiydi. Carmilla, Cecilion’un son sözlerinin yankılarını duyar gibi oldu, ama her şey bir anda sessizliğe büründü. Karanlık, odanın her köşesini yuttu, sanki tüm evren bir anlığına durmuştu. Cecilion’un kaybolan bedeni, bir hayalet gibi havada süzüldü ve ardından derin karanlık içine çekildi. Carmilla, boş odada tek başına kalakaldı, içindeki duygular arasında kaybolarak. "Benim için savaş, benim savaştığım gibi..." sözleri, şimdi ona bir yük gibi hissettiriyordu. Her ne kadar kalbinde bir umut kırıntısı taşısa da, bu yük onu yavaşça tüketiyordu. Karanlık, öylesine yoğun ve derindi ki, sanki her şey bir hayalden ibaretti. Carmilla, dizlerinin üstünde yere çökmüş, elini kalbinin üzerine koyarak derin bir nefes aldı. Kalbi, her geçen saniye biraz daha ağırlaşıyor gibiydi. Cecilion’un kayboluşu, ona bir boşluk gibi geliyordu. Savaş, savaşmak… Ama kiminle, ne için? Artık, her şey değişmişti. O eski bağlar, parçalanmış ve yerini sadece karanlık bir yalnızlık almıştı. Bir süre hiçbir şey yapmadan durdu. O karanlık boşluk içinde, zihninde tüm sorular birbirine karışırken, gözleri derin boşluğa bakıyordu. Cecilion'un sözleri hala kulaklarında çınlıyordu, ama o sözler şimdi ona hiç olmadığı kadar yabancı geliyordu. Bir zamanlar savaşan iki ruh, şimdi birbirlerinden çok uzaklaşmış gibiydi. “Ben... ben ne yapmalıyım şimdi?” diye fısıldadı, kendisine bile duyulmayacak kadar düşük bir sesle. Carmilla'nın içindeki ses, karanlıkla bütünleşti. Ama o karanlık, onun içindeki gücü ne kadar sardıysa da, o gücü kullanmak için bir yol bulmaya kararlıydı. Çünkü bu savaş, sadece Cecilion'un savaşı değil, artık onun savaşıydı da. |
0% |