@buzlarkralicesi
|
-39- Tehlikedeydim. Üstelik tek bir tehlike de değildi içinde bulunduğum. Düşündükçe nefesim daralıyordu. Bebeğimi doğurup büyütmek için başka bir ülkeye, başka bir dünyaya kaçmak istesem, Esteban gibi güçlü bir adam beni eliyle koymuş gibi bulurdu. Öyle bir durumdu ki bu, karnımdaki babasının bile istemediği bir bebekti. Hem babasından saklamalıydım hem de onun getirdiği tehlikelerden. Kaçamadığım gibi bana sunulan tek teklif de o ailenin burnunun dibine girmekten geçiyordu. Mariano. Daha düne kadar tanımadığım adama nasıl güvenebilirdim ki? Hem de benim gibi en güvenmesi gereken kişilerden kazık yiyen biri bunu nasıl yapabilirdi? Düşündükçe çıkış yolu bulamıyordum. O gece yatağıma uzanıp dinlendiğimde düşündüğüm şeyler bunlardan ibaretti. Onlara karşı ben ve bebeğim tektik. O henüz hayata gözlerini açabilecek kadar bile büyümediği için ikimizi de ben korumak zorundaydım. Onlara karşı tektim. Belki de verdiğim yanlış bir karardı. Sırf ben istediğim için babasının istemediği bu bebeği dünyaya getirmek, onu bu tehlikenin içine çırılçıplak atmak korkunç bir fikirdi. Ama ben biyolojik annem gibi olmak istemiyordum. Kendi bebeğimin hayatına son veren kişi olmak istemiyordum. Tek isteğim onun yaşam hakkına sahip çıkmaktı. Belki de yanlız kalmaktan korktuğum içindi onu dünyaya getirme kararım. Yine bencilceydi belki. Hiç bilmiyordum. Bildiğim tek şey onu istediğimdi. Yerimde duramayacak kadar sıkkın bir hâldeyken yataktan kalkıp hava almak istedim. Camı açtığımda onu gördüm. Evin karşısındaki ağaca yaslanmış buraya bakıyordu. Kaşlarım çatıldı. Burada ne işi vardı? Hem de gecenin bir yarısı. Konuşulacak her şeyi konuştuğumuzu düşünüyordum. Onunla bağlarımı kopardığımı sanıyordum. Belki de bu benim yanılsamamdan ibaretti. Koptu deyince kopamayacaktı bağlarımız ama tüm söylediklerine rağmen burada olmasına bir anlam veremiyordum. Sessizce aşağı indiğimde ortalıkta kimse yoktu. Herkes uyumuş görünüyordu. Anahtarlıktan anahtarı aldıktan sonra parmak uçlarımda evden çıktım. Acele adımlarım Carlo'nun durduğu ağaca doğru ilerledi. Yanına varmaya sabredemeden "Senin ne işin var burada?" diye söylendim. Sessizce yüzüme baktı Carlo. Hiçbir şey söylemiyordu. Sadece dalgın bakışları yüzümü ezberliyor gibiydi. Burada bir açıklama yapması gerekiyordu. Ne yaptığının farkında mıydı? Hem beni ve bebeği istemediğini söylüyor, hem de buraya kamp kuruyordu. Beni Dalia'ya benzediğim için kullandığını, bebeği istemediğini söylememiş miydi? Şimdi burada ne işi vardı? Bir gün söylediklerini ertesi gün inkâr ediyordu. Doğum günü gecemde gelip de bana neden kolye hediye etmişti? Neden kafamı karıştırmaya çalışıyordu? Ne sağlayacaktı bu durumdan? "Sana söylüyorum Carlo, ne işin var burada? Seninle aramızdaki tüm bağlar kopmadı mı?" Kaşları havalanan Carlo doğrularcasına "Koptu mu?" diye sordu. Ne söylediğine anlam veremedim. Kararlılıkla "Koptu." yanıtını verdim. Sabrım taşmış bir biçimde nefes verdim. "Ne işin var burada Carlo? Ne istiyorsun benden?" "Sadece seni merak ettim." "Neden?" Bana karşı söylediği tüm kırıcı şeylerin yalan olduğunu söylemesine mi inanmalıydım yoksa beni istemediğinin gerçekliğini kabul mü etmeliydim bilmiyordum. Bildiğim tek şey Carlo'yu aklımdan da kalbimden de çıkarmaya çalıştığımdı. Ve karşımdaki adam buna izin vermiyordu. Hem beni neden merak ettiğine karşı cevap veremiyordu hem de burada böyle bekleyip duruyordu. Dengesiz tutumu kaldığı yerden devam ediyordu. Böyle bir adamın söylediği hangi şeye güvenip inanabilirdiniz ki? Ben inanamazdım. Bana verecek bir cevabı olmadığını anladığımda net bir şekilde tavrımı koydum. "Git buradan Carlo. Bir daha da gelme." Bakışları boynumda geziniyordu. "Git diyorsun ama hediyem olan kolyeyi takıyorsun." Bu kez soru soran taraf o gibiydi. Bakışları sakin ve sorgulayıcıydı. Gözünün önünde kolyeyi çıkardım ve avcumun içine hapsettim. "Buna bir anlam yüklemene gerek yok. Git artık." Arkamı dönüp eve doğru yürüdüm. O sırada evin önüne Kerim'in taksisi park etti. Kaşları çatılmış adam bana bakarken "Bu saatte dışarıda ne işin var?" diye sorduğunda üzerimdeki ince penyeye baktı. "Hava soğuk, üstüne de bir şey almamışsın." Yanıt vermeme fırsat kalmadan gözleri etrafı taradı ve hemen ağacın oradaki Carlo'yu gördü. "Bu dallamanın ne işi var lan burada?" Tam oraya doğru yürüyecekken kolundan tutup durdurdum Kerim'i. "Kavgaya gerek yok. Gider birazdan." "Neden gelmiş?" "Bilmiyorum." "Ulan deli mi bu? Hem sizi istemiyor, hem de evin önüne mi geliyor? Kafasında sorunlar mı var bunun?" Ben de bilmiyordum. En azından bu sorunun cevabı bende yoktu. Ama durduk yere tartışma çıksın istemiyordum, o yüzden kolundan tuttuğum adamı kendimle birlikte eve doğru sürükledim. "Boş ver onu, gider şimdi." Kapıyı anahtarla açtım ve içeri girdim. Odama çıkacakken "Gelsene sen bir." diyen Kerim beni durdurdu. Sessiz adımları mutfağa girdi. Işığı açtı ve masaya oturdu. "Bu manyak senden ne istiyor? Rahatsız mı ediyor seni?" "Yok öyle bir şey." "Kötü bir laf mı etti?" "Hayır, doğru düzgün konuşmadık bile." Gözlerimi devirdim. "Abartmanı gerektirecek bir şey yok. Bak, buraya neden geldiğini ben de bilmiyorum ama ondan bir zarar gelmez." Herkesten zarar görmüş biri olarak gözünü kırpmadan katil olduğunu söyleyen birine nasıl bu kadar basitçe kefil olabilirdim bilmiyordum ama içimden bir ses bunu söylüyordu. Ondan zarar gelmeyeceğini. Zarar verecek olsaydı beni kurtarmazdı. Zarar verecek olsaydı onunla o evde saklanırken verirdi. Defalarca fırsatı vardı. Hakkında emin olduğum tek şey belki de buydu. Genç bir kızı öldürmüş katil bana neden merhamet ediyordu onu da anlayamamıştım doğrusu. Isıttığım çaydanlıktan ikimize de birer çay koydum ve masada Kerim'in karşısına oturdum. O söylemeden hiçbir şey söylemedim. Carlo'yu sokağın başında ilk gördüğü andan beri aksi olan adam şimdi biraz yatışmışa benziyordu. Aklı düşüncelerle doluyken çayı işaret ederek "Sağ ol." dedi. Dalgın bir biçimde etrafına bakındıktan sonra yeniden bana döndü. "Hâlâ seviyor musun onu?" Beni ayıplayacaktı. Belki de ne yüzsüz kız diyecekti. Haklıydı da. Yüzsüzdüm. Beni sevmediği hâlde birini sevmeye devam ediyordum. Ben bile kendime yakıştıramıyordum. Kerim'in beni yargılamasına karşı yapabileceğim bir savunma yoktu. Bir an yalan söylemek istedim ama yapamadım. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ettim. Başımı yana çevirip Kerim'e bakmadan "Bunun bir önemi yok artık." yanıtını verdim. "Her şey bitti." Dudakları öfkeden düz bir çizgi alan adam "Ah ulan ah, nereden bulursunuz böyle adi herifleri bilmem. Böyle şerefsiz insanlar çiçek gibi kızları üzüyor. Allah'ın cezası köpekler." diye söylendi. Sanki ben orada yokmuşum gibi kendi kendine bir hayıflanmada bulunuyordu. Kerim güzel kalpli bir çocuktu aslında. Hayatında biri var mıydı bilmiyordum ama bir gün birini severse ya da seviyorsa o kızı güzel seveceğine kuşkum yoktu. "Carlo bebeği bilmiyor. Tamam mı?" "Tamam, anladık. Biliyoruz." Ricacı olur gibi baktım. "Ben birazdan yatmaya gideceğim. Onunla dalaşma olur mu?" "Ne dalaşacağım elin adamıyla? Seni bir rahatsız etsin o zaman gösteririm ona dünya kaç bucakmış." İlk defa gerçek bir ailem olduğunu hissettiren bu adama müteşekkirdim. Hem de onu uzun yıllar tanımamama rağmen beni bağrına basması... Tüm bunları düşünürken burnumun direği sızladığında yerimden kalktım. "Ben yatsam iyi olacak. Sen de geç kalma, bütün gece direksiyon salladın." Bardağımı yıkayıp mutfaktan çıkarken "Tamam, iyi geceler." diyen Kerim'i geride bıraktım. Merdivenleri çıkarken yanaklarıma hücum eden gözyaşlarına engel olamadım. Odaya çıktığımda soluğu pencerenin önünde aldığım için kendimden nefret ettim. Hâlâ oradaydı. Buraya bakıyordu. Sanki bana, gözlerime bakıyordu. Perdeyi örttüm hışımla. Hiç uykum olmamasına rağmen yatağa uzanıp uyumaya çalıştım. Asla uyuyamayacağımı bilsem de gözlerimi kapayıp kendimi kandırmaya gayret ettim. Bunu aşmam gerekiyordu. Geride bırakmalıydım. Bırakmalıydım ki hayatıma devam edebileyim. Kendime, bebeğime yeni bir hayat inşa edebileyim. ❝Carlo❞ Sokağın başındaki ağacın altında sessizce yanımdan gidip eve giren kızı seyrettim. Bir süre sonra odasının ışığı yandı ve kısa sürede yeniden söndü. Uyuyor olmalıydı. İç geçirerek kollarımı kavuşturup bir süre daha o odanın camını izlerken gecenin sessizliğinde bir kapinin açılma sesi yankılandı sokakta. Az önce Ece'yle içeri giren adamdı kapıdan çıkan. Ece'yi kaldığımız eve getiren adamın sıradan bir taksi şoförü olduğunu sanıyordum ama değildi. Hafif uzamış siyah saçları arkaya doğru taranan adam karanlığın ardından bile belli olan öfkeli bakışlarıyla bana doğru yürüdü. Kısa bir an Ece'nin odasına bakış attıktan sonra sessizce "Ne arıyorsun lan sen burada?" dedi dişlerinin arasından. Öfkesini anlayabiliyordum. Henüz tam anlamıyla tanımasam da Ece'nin üvey kardeşi olduğunu öğrenmiştim. Bunun için basit bir araştırma yeterli gelmişti. Annesinin evlendiği adamın oğluydu. Ve görünüşe göre de Ece'nin iyiliğini isteyen biriydi. Aksi hâlde bana hesap soran birine karşı bu kadar kibar olmazdım. Sakin ve kavgadan uzak bir tonda "Sadece onu nerak ettim." yanıtını verdim. Sözümü keser gibi "Etme!" diye bağırdıktan sonra bakışları yine eve döndü ve sesini biraz kısarak "Etme." diye tekrarladı. Öfkesi bakışlarından bile okunuyordu, bağırmasına gerek yoktu. "Merak falan etme sen." Sessiz kaldım. Öfkesini dökmesini bekledim. Tanımadığım bu adam aslında haklıydı. Bu yüzden yakalarımı tuttuğunda bile engel olmadım ona. "Ulan bu kız ne çekiyor lan senden? Ne çekiyor? Niye rahat bırakmıyorsun onu? Yetmedi mi yaptıkların?" Yine sessiz kaldım. İçimdeki duygulara rağmen sessiz kalmak belki de en zor şeydi. Onu sevdiğimi söylemenin hiçbir şey ifade etmediğini biliyordum. Bu yaşananlardan sonra hiçbir inandırıcılığı olmadığını da. "Bana bak bir daha seni Ece'nin etrafında görmeyeceğim anladın mı? Görürsem bir güzel eskitirim seni!" Aramıza giren buz gibi kararlı bir sesle "Ona değer veriyorum." dedim. Çok net bir cümleydi bu. Karşımdaki adamdan zaten korkum yoktu ama öyle olduğunu sanmasına sebep olan sessizliğim bu cümleyle son bulmuştu. "Ece'ye değer veriyorum." diye tekrarladım daha sakin ve dürüst bir ifadeyle. "Lan madem değer veriyordun, ne diye ortalarda bıraktın şerefsiz herif? Niye sahip çıkmadın kıza, çocuğuna! Bak dellendirme beni, çek git şuradan!" "Elimde değildi!" Bir düzenin içinde, o düzene tek başına karşı çıkmanın zorluğunu karşımda her şeyden habersiz adama anlatamazdım. Kendince haklı olduğunu biliyordum. Sonuçta benim yaşadıklarımı yaşamamıştı. "Bu benim elimde olan bir şey değildi." "Kimin elindeydi lan o zaman? Kimin elindeydi?" Dişlerinin arasından hırlar gibi konuşurken yakalarımı iyice kavradı. "Seni bir daha burada görmeyeceğim anladın mı? Bir daha Ece'yi rahatsız edersen seni buraya gömerim." Sertçe yakalarımı bırakıp giden adamın arkasından baktım. Yaptığı ve söylediği hiçbir şey beni korkutamazdı. Ben daha korkunç bir dünyadan gelmiştim. Ece'yi o dünyaya çekmemek için kendimden uzak tutma çabalarım da tam anlamıyla bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Belki ben de bir ailem olsun istiyordum. Buna alışmaya istekliydim. Ama o adamın oğlu olmak ve kaçak bir katil olmak beni tüm bu haklarımdan yoksun kılıyordu. Az önce bana basit tehditler savuran bu adama gerçekleri anlatsam da anlamazdı. Tıpkı Ece'nin de anlayamayacağı gibi. Ancak bir konudan hoşnuttum. Sonunda Ece'ye tıpkı onun istediği gibi kol kanat geren birileri olmuştu. Onu seven, sahiplenen, kollayan. Üzerime saldıran adamın sahiplenişi bu yüzden bana yük olmamıştı. Tabii bu, onun söylediklerini dinleyeceğim anlamına gelmiyordu. Ece'yi görmeyi kesmeyecektim. Kesemezdim de. Her an gözlerim üstünde olacaktı. ❝Ece❞ Sabah yine bir koşturmacadan ibaretti. Kalan ilânları yapıştırdım. Bir iki kişi dışında kimse aramadı. Onlar da düşünüp döneceklerini söylediler. Yine hiçbir şey elde edemeden eve döndüm. Bana türlü yemekler hazırlayıp yedirmeye çalışan annemse "Üzülme kızım, her şey hallolur. Hem senden para isteyen mi oldu?" gibi sözlerle beni teselli etmeye çalışsa da geleceğim hakkında kaygı duymama engel olmuyordu onun bu tutumu. Birkaç lokma bir şey yiyip odama çekildiğimde telefonum çaldı. Arayan yabancı numaraydı. Gönül isterdi ki beni de herkes gibi internet firmaları ya da bankalar arıyor olsun ama benim gibi birinin hayatında yabancı numara demek tehlike demekti. Başta açmak istemesem de ısrarcıydı. Yanıtlamak zorunda kaldım. İlk duyduğum ses çok tanıdıktı. "Söylediklerimin hiçbirini dinlememişsin." Esteban'ın aradığını anlamam uzun sürmemişti. "Senin oğlumdan daha akıllı bir kız olduğunu düşünmüştüm. Neler yapabileceğimi tahmin ettiğini sanmıştım. Sana zarar vermem, bunu düşünme bile. Benim derdim bebek. Ama mecbur kalırsam... Kimin zarar göreceğini de umursamam biliyor musun? Senin ve sevdiklerinin hayatı tehlikeye girsin istemem. Kimliği belirsiz saldırganlar tarafından yolda darp edilmeni, evine ateş açılmasını, üvey abinin bir müşterisi tarafından kendi taksisinde öldürülmesini hiç istemem." Kanım dondu. Nefesim benden bağımsız bir biçimde kesildi. "Bunlar hayatın olağan akışında olabilecek şeyler." Kendime gelmeye çalıştığım sırada dişlerimin arasından "İğrenç bir pisliksin." dedim nefes almaya gayret ederek. "Nasıl adlandırmak istersen." Beni aileme zarar vermekle, onları yok etmekle tehdit ediyordu. Bunu gizlemeden yapabiliyordu. O kadar güçlüydü. Kendine güveniyordu. Burnumu çektim. "Ne istiyorsun?" "Bence sen gayet iyi biliyorsun." Sakin bir nefesten sonra devam etti. "24 saatin var. O şeyden kurtul." Telefon kapandı. Yatağıma yetişemeden dizlerimin bağı çözüldü ve yere çöküp kaldım. Kesik kesik nefes alırken köşeye sıkıştığımı hissediyordum. Mariano haklıydı. Onu hiç tanımamama rağmen söyledikleri bir bir çıkıyordu. Babasının beni köşeye sıkıştıracağı konusunda uyarmıştı. Hepsi gerçekti. Babasının kana susamış bir canavar olduğunu bilen adama karşı hiçbir şeyden haberi olmayan ben. Neyime güvenmiştim acaba? Beynim allak bullaktı. Sağlıklı düşünemiyordum. Bir ikilemin pençesindeydim. Bu bebeği doğurmak istiyordum. Ama sadece benim doğurmak istediğim, babasının asla istemediği ve doğduğunda da tüm bu tehlikelerle uğraşmak zorunda kalacak bir bebeği doğurmam ne kadar doğruydu? Belki doğup büyüdüğünde onu doğurduğum için bana lânet edecekti. Belki de o kadar bile vakti olmadan dedesi tarafından yok edilecekti. Tüm gece bunları düşünmekten uyuyamadım. Ailemden birilerine zarar gelme tehlikesini hissederken akıl sağlığımı kaybetmek üzereydim. En doğrusunun bu olduğuna karar verdim ve hiç kimseye haber vermeden evden çıktım. Yolda en yakın kliniği arayıp randevu istediğimde hâlâ yaptığım şeyin gerçekliğini idrak edebilmiş değildim. Her şey bir hayal perdesinin ardında yaşanıyordu sanki. Kendimi bulanık bir suyun içinde kurtulmak için çırpınıyormuş gibi hissediyordum. Ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bile bilmiyordum. Benden bağımsız hareket ediyordu sanki. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum. Adımlarım geri geri gitse de kliniğin önüne kadar gelebilmiştim. Telefonuma gelen bir mesaj. Gönderen oydu. Her saniye beni köşeye sıkıştırıyordu. Bunun peşini bırakmayacağını biliyordum. Ne kadar kararlı ve ne kadar acımasız olduğunu da. Her şey o kadar ani gelişmişti ki... Neye ne tepki vereceğimi şaşırmış durumdaydım. İçeri girip girmeme konusunda kararsız kalsam da başka çarem olmadığını hissediyordum. Mariano'nun teklifi beynimi kemirirken o adamın oğlu olduğu gerçeğini de unutamıyordum. Ya beni babasının önüne atarsa? Onu arasam, teklifini kabul etsem beni nelerin bekleyeceğini bilmiyordum. Sonuçta babası o adamdı. Üstelik Mariano'yu da tanımıyordum ki ona güveneyim. Kapının önüne kadar gelmiştim. Ama bunu yapabilecek cesaretim yoktu. Bunu yapamazdım. Bebeğimden vazgeçemezdim. Gerçeklere dönecek olursak ailemden de vazgeçemezdim. Bunun bir çıkar yolu yoktu. Her şeyi kabullenmek üzereyken hiç beklemediğim bir şey oldu. Sert bir fren sesi. Ve yolumu kesen arabası. Karşımda görmeyi beklediğim son kişiydi. Ön camı açtı ve yüzüme baktı. Gözlerinde ciddi bir bakış varken "Arabaya bin." dedi yalnızca. Herhangi bir ricadan, tekliften ya da iknadan uzak bir emir gibi telaffuz etmişti. Bense tüm bu olanlar ayakta gördüğüm bir rüyanın parçası olup olmadığını sorguluyordum. Carlo arabasıyla karşımdaydı ve arabaya binmemi söylüyordu. Burada ne işi olduğunu sorgulamak bir kenara, beni neden takip ettiğini düşünüyordum. Başka şeyler de düşünüyordum ama söylemekten sakındım. Bir adım gerilediğimi gören adam hışımla arabadan inip beni kolumdan tuttu. "Arabaya bin, dedim Ece." Beni zorla arabaya bindiren adama karşı çıkıp "Ne yapıyorsun sen be? Bırak kolumu!" desem de beni pek ciddiye aldığı söylenemezdi. "Ne işin var burada, ne istiyorsun benden?" Sorularımın hiçbirine cevap vermeksizin arabaya bindi ve kapıları kilitledi. Sessizce ve hızlı bir biçimde arabayı sürmeye başladı. Deli gibi kullanıyordu. Carlo gibi değildi. Onun ölüm sessizliği yoktu gözlerinde. Başka birine dönüşmüştü. Beni nasıl bulmuş ya da neden takip ettirmişti? Burada ne arıyordu? Benden ne istiyordu? Bilmiyordum. Hiçbirini bilmiyordum. Beni oradan oraya taşıyabileceği bir biblo sanan adamın yüzüne bağırdım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen? Beni zorla nereye götürdüğünü sanıyorsun?" Hiçbir şey söylemiyor, sadece arabayı kullanıyordu. Beni duymuyor, umursamıyor gibiydi. Bu tavrı sinirlerimi bozdu. "Durdur arabayı." Başta ciddiye almasada bu kez bağırarak tekrarladım. "Durdur arabayı dedim!" Hâlâ sözlerimi duymazdan gelmesi beni zıvanadan çıkardı. Hışımla torpido gözünü açıp sert bir şeyler aradım. Beni ciddiye alması ve görmesini istiyordum. Kendini ne sanıyordu da beni karga tulumba arabaya bindirip istediği yere götürüyordu? Öfkeliydim. Torpido gözünde bulduğum el fenerini yanımdaki cama geçirip gürültüyle kırdım. Ciddiyetimin farkına varan adam ani bir frenle durunca öne doğru sarsıldım. Emniyet kemerimi çözüp hızla arabadan indim. O da indi. "Nereye gidiyorsun?" "Carlo peşimden gelme, yemin ederim sen de kafana bir şeyler yersin!" "Ece!" Hışımla arkama döndüm. "Carlo siktir git! Anlıyor musun? Siktir git!" "Tek başına gidemezsin, Ece. Seni bu dağ yolunda bırakacak hâlim yok." "Asıl şunu anlaman gerekiyor Carlo, beni oradan oraya cansız bir eşya gibi taşıyamazsın!" "Her şeyi bildiğini sanıyorsun değil mi?" Bunları söylerken gözleri kısılmıştı. "Benim hiçbir şeyi bilmeyen bir aptal olduğumu." Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım ama imalı bakışları düşündürücüydü. "Ne demek istiyorsun sen?" "Evden gitmek için neden acele ediyordun? Bebeği benden gizlemek için mi?" Bakışlarındaki kendinden emin ifade, her şeyin farkında olması ve günlerdir hiçbir şey söylememesi... Ne zamandan beri biliyordu acaba? Sessiz kalması korkutucuydu. Belki de bebeği ondan gizlediğim için öfkeliydi. Bebeği doğuracağım için. Bebekten kurtulduğumda yaşadığı pişmanlık da yalandı belki. O zaman neden beni her şeyi bitirmek üzereyken alıp buraya getirmişti? Sessizliğimin ve şaşkınlığımın farkında olan adam "Öğrenemeyeceğimi mi sandın?" diye sorduğunda gözlerinden alevler fışkırıyordu. "Beni aptal mı sandın, Ece?" Bundan kurtulabilmenin tek yolunu aradım. Bu saatten sonra Carlo'nun ne sevgisini ne de nefretini istiyordum. Benden uzak durmasını istiyordum. Başındaki belaları da alıp hayatımdan çıkmasını istiyordum. Bu yüzden son kozumu oynadım. "Tüm bunların seni ilgilendirdiğini de nereden çıkardın?" Söylediklerimden anlam çıkarmaya çalışan adamın kaşları çatıldı. "Ne demek istiyorsun sen?" Bu kez sessizlikten çıldıran kendisiydi. Ben yanıt vermedikçe çıldırıyordu. Her saniyesinde. "Neyi kast ediyorsun? Elbette beni ilgilendirir! Bu ikimizin bebeği!" "Belki de değildir." Ölüm soğukluğunda söylemiştim bunu. Sanki gerçeği kendime de unutturmak ister gibi. Karşımdaki adamın afallamış yüzünü dahi umursamadan. Öylece söylemiştim. Ölümün soğuk gerçekliği gibi. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 İşlerin kızıştığı bölümlere geldik iyi mi? Hadi bakalım, şimdi neler olacak? Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Carlo'nun bebekten haberi olduğunu tahmin ediyor muydunuz? Peki, şimdi neler olacak Ece ve Carlo arasında? Gelecek bölümlerle ilgili tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Bu arada Carlo ve Ece aklınızda nasıl canlanıyor? Fiziksel özellikleri olarak benzerlik gösteren birileri varsa buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA Bölüm : 12.12.2024 02:38 tarihinde eklendi |