@buzlarkralicesi
|
-25- Dudaklarının arasından adını duyduğu o tanıdık kişinin sesi, ayaklarının bağını çözmüştü adeta. Halâ yürüyordu. Hangi güçle, ne cesaretle yapıyordu bilmiyordu ama yürüyordu. Genç adam kuzeninin kızına elini uzattı. "Ya elimi tut, ya da koşma Asmin. Koşarsan terlersin, sonra da hasta olursun. Annen de baban da çok üzülür sonra." Haşim, elini tutmayan kızın yavaşlamasıyla amcasına döndü. "Çocukları buraya getirmek iyi bir fikir miydi, bilemiyorum." "Azad onların babası, bu yüzden çocuklar hakkında ne derse o olur." Onaylarcasına başını salladı Haşim. "Ve sanırım Bilal Ağanın durumunu pek parlak görmüyor. Torunlarını son kez vedalaşmaları için getirdiğine göre..." "Bunları konuşmak için erken Haşim." Duyduğu diyaloglarla rahatladı ve tuttuğu nefesini rahatça bıraktı kadın. Diğer yandan, sevdiği adamın kızına onun ismini vermiş olmasının şokunu atlatabilmiş değildi. O hiçbir zaman Azad'a layık olamamıştı ki. Aşkının, sevgisinin gereğini yerine getirememişti. Bu his onun içine çöreklenmiş, rahat bırakmıyordu. Önüne çıkan ilk koridora saptı ve arkasındaki akbabalara izini kaybettirdi. Akbabaydılar, çünkü henüz ölmemiş olan Bilal Ağanın arkasından böyle rahatça konuşabiliyorlardı. Onların rahatlığına ve vurdumduymazlığına inanamıyordu. Bir diğer sorunsa hayatının tam ortasındaydı ve bir türlü peşini bırakmıyordu. Görünmez bir el boğazını sıkıyor gibiydi, gizemli şantajcısı sürekli onu huzursuz etmenin bir yolunu buluyordu. Gerçi, bu şantajcıya gizemli demek ne kadar doğruydu, tartışılırdı. Her şeyi bilen ve onu tehdit edebilecek potansiyele sahip tek bir kişi geliyordu aklına; Halim! Evet, evet bu Halim'den başkası olamazdı. Doymamıştı paraya, sürekli isteyeceğini tahmin etmişti zaten. Bu şaşırtıcı bir sonuç değildi Asmin için. Başını iki yana sallayarak bu aptal düşünceleri kafasından silmeye karar verdi. Hemşireden Bilal Ağanın durumuyla ilgili son malumatları aldıktan sonra birkaç saatliğine hastaneden çıktı. Aracına bindiğinde neden her şeyin üzerine gelme konusunda ısrarcı olduğunu anlayabilmiş değildi. Kanının son damlasına kadar dayanmaya çalışıyor olması bu durumdan hiç etkilenmediği anlamına gelmiyordu. Bir yandan deşifre olma korkusu, diğer yandan Azad'ın güvenini kaybetmiş olmanın verdiği üzüntü yeterince sinir bozucuyken bir de şu ney düğü belirsiz şantajcı vardı. Yolda bankaya uğrayıp çekebildiği kadar nakit para çekti. Aracını Halim'in oturduğu apartman dairesinin önünde durdurdu. Öncesinde köhne bir gecekonduda yaşayan Halim Bey, biti kanlanınca güzel bir apartman dairesine yerleşmişti anlaşılan. Şaşırmadı Asmin, daha çok para koparacaktı kendisinden. Bir defa yüz bulmuştu ya, sonuna kadar kapıları zorlayacaktı. Elinde öyle korkunç bir koz vardı ki, ömrünün sonuna kadar ondan para koparabilirdi. Fakat elbette genç kadının da kendine göre hesapları vardı. Her saniye ensesine üfleyen ölüm korkusuyla yaşamak yeterince korkunçtu, bir de onun şantajlarına boyun eğecek değildi. Şimdi içeri girecek ve onunla etkileyici bir konuşma yapacaktı. Son kez parasını verip bu hesabı kapatacaktı. Eğer çok ısrarcı olursa onu da korkutmanın yöntemleri vardı elbet. Aracından indiğinde kapının önünde duran polis arabalarının farkına vardı. Para çantasını eliyle kavradı ve tam içeri girecekken polis memurunun kendisini durdurmasıyla sendeleyerek olduğu yerde kaldı. "Bayan, bir sorun mu var?" "Bunu size benim sormam gerekiyor. Kuzenimi ziyarete geldim ben, sakıncası yoktur umarım." "Maalesef, buradan öteye kimsenin geçmesine izin vermiyoruz. İçeride bir cinayet soruşturması başlatılmış durumda. Zaten tüm apartman boşaltıldı, kuzeninizin burada olduğunu sanmıyorum." Bir an boş bulunup çaresizce etrafına bakındı ve "Hay ben şansıma..." diye söylendi. "Ama benim Halim'i görmem lazımdı." Kendi kendine konuşan kadının bahsettiği isimle şaşırmıştı polis memuru. "Halim mi dediniz?" "Evet." Şüpheci bakışlarla gözlerini kıstı ve "Bir şey mi oldu memur bey?" diye sordu. Yine başını belaya mı sokmuştu bu serseri? "Halim Soyyürek mi?" Şaşkın ve meraklı bakışlarla "Evet." cevabını verdi. Ses tonundan ne denli hayrete düştüğü belli oluyordu. "Maalesef içerideki ceset kuzeninize ait..." Bu esnada elinde telsizle gelen amirinin kulağına bir şeyler söylemesiyle genç kadına geri döndü. "Bizimle emniyete kadar gelmeniz gerekiyor." Bu vakitsiz ölüme yeterince şaşırmıştı. Az önce kuzenine serseri dediği için de kendini suçlu hissediyordu. Öte yandan bu cinayetten suçlanıyormuş gibi hissetmesine sebep olan polise döndü. "Neden?" "Kuzeniniz öldü, farkında mısınız? Şuan tek tanıdığı siz görünüyorsunuz. Olaya kim veya kimlerin sebep olduğuna dair ifadenize başvurmamız gerekiyor." Aldık başımıza belayı, dercesine baktıktan sonra zorluk çıkarmamasının onun için daha iyi olacağını düşündü ve aracına binip eskort araçla birlikte emniyete doğru yol aldı. Bu ölümün ardındaki sır perdesinde kendi davasının yansımasını görüyordu. Belli ki birileri her şeyden haberdardı ve kendisine gözdağı veriyordu. Bu durumda gizemli şantajcı Halim olmayabilirdi. Belki de o sadece bir piyondu. Neticede üç kuruşa susturulabilecek bir kukla gibiydi. Bunu bir süre bekledikten sonra daha iyi tecrübe edecekti. Eğer ölümünün ardından bu tehdit mesajları kesilirse, bunu yapanın Halim olduğunu düşünecekti. Şayet kesilmezse, başı ciddi anlamda belada demekti. Kendini bir anda "Ne olur o şantajcı sen çık Halim." diye yalvarırken buldu. Çaresizlik dedikleri bu olsa gerekti. ●●● Yataktan doğruldu yaşlı adam. Oğlunun şaşkınlıktan irileşmiş gözlerine baktı. Anlattıklarından zerre pişmanlık duymuyordu. Azad'ın da olanları duymaya hakkı vardı, buna inanıyordu. "Sen burada yokken Asmin her cepheden savaşmak zorunda kaldı. Ona arkanı dönüyorsun ya, bunları da bil." Kırılmakta, öfkelenmekte haklıydı ama olup bitenleri bilmeden davranınca ileri gitmekten çekinmiyordu. "Başından belalar eksik olmadı. En sonunda da bu kimliği belirsiz şantajcı çıktı başımıza." Ayağa kalkıp odanın içinde gezinmeye başladı Azad. Sağ elini ensesindeki saçlarda gezdirdi. "Peki, neden bana bunu daha önce anlatmadınız?" Asmin'in başında ciddi bir bela vardı anlaşılan. Bu şantajcının kim olduğuna dair bir bilgiye ulaşmadıkça da başı beladan kurtulacak değildi. Onun dışında kim biliyordu ki Asmin'in yaşadığını? Kızgınlıkla "Kendi başınıza iş yapmaya alışmışsınız!" diye söylendi. "Asmin bunu kimseye söylemek istemedi. Kendisi bu şantajcının Halim olduğunu düşünüyor." "Halim mi?" Olumlu bir biçimde salladı başını. "Evet. Asmin'in amca oğlu. Ne zamandır tehdit ediyor kızı." Burnundan soluyarak "Derdi neymiş peki, canıyla zoru mu varmış?" diye sordu Azad. Ne hakla kızı tehdit ederdi? Ona gününü gösterecekti, ama önce Asmin'i aramalıydı. Hızla numaraları çevirdi ve kendisine şaşkınca bakarak "Oğlum, ne yapıyorsun?" sorusuna "Asmin'i arıyorum tabi ki." cevabını verdi. Onu halâ tam olarak affedebilmiş değildi. Aradan zaman geçtiğinde bunu başarabilir miydi, onu da bilmiyordu. Ama ne pahasına olursa olsun onu koruyacaktı. Çünkü ne yaparsa yapsın halâ deli gibi seviyordu Asmin'i. Yaptığı tüm o saçma hatalara, yalanlarına rağmen... Onsuz bir hayat düşünemiyordu. Fakat bunu söylemek için kendini hazır hissetmediğinin de farkındaydı. Asmin'in yaptığı şey, hemen unutulup üzerine sünger çekilecek basit bir hata değildi. Onun seçimi, her iki tarafın da dünyasını karartan cinstendi. Kendisini üzmek istemediğini biliyordu, bunun yalnızca bir hata olduğunu da. Ama kalp bir defa kırıldı mı, parçaları her yana dağılır, telafisiz bir ağrı yaratırdı. Azad da tam olarak böyle hissediyordu işte. İlk zamanlara göre daha az kızgın, ama halâ çok kırgın... Telefondan yanıt alamayınca iyice endişelenmeye başlamıştı. İkinci arayışında da aynısı tekrarlandı. "Cevap yok. Başına bir şey gelmiş olabilir mi?" "Korkutma beni oğul." "Tamam, sen sakin ol. Ben ona ulaşacağım." Alelacele odadan çıkıp Mesut'a Asmin'i arama görevini verince biraz olsun rahatlamıştı. Birkaç saat içinde neler olup bittiğini öğrenecekti. Koridorda bir o yana bir bu yana yürürken "Yine başını hangi belaya soktun Asmin..." diye söylenmeden de edemedi. ●●● Sorgu odasının loş ışığında oturmuş, kendisine sorulan soruları mantıklı bir biçimde cevaplamaya çalışıyordu kadın. Bu pek kolay değildi. Çünkü hem kendini baskı altında hissediyordu, hem de halâ olayın şokunu yaşıyordu. Duyduğu andan itibaren Halim'in öldüğüne inanamıyordu. Ancak onun cansız bedenini görünce inanmak zorunda kalmıştı. Kafası çok karışıktı. Çözülmemiş o kadar çok belirsizlik vardı ki... Hepsi de çıktığında onu bekliyor olacaktı. Kendisi çözmezse başka kimse başa çıkamazdı bu muallaklarla. Elindeki kâğıda baktı adam. "Asmin Aldinç." Bu işte bir ilginçlik yok muydu gerçekten? Boşuna şüpheleniyor olamazdı herhalde. "Evet." "Maktulün soyadı Soyyürek. Nasıl oluyor bu iş?" "Ben, uzun zaman önce mahkeme kararıyla soyadımı değiştirdim. Bu da bir suç değildir herhâlde." İşte korktuğu şey başına geliyordu. Polisler hayatını didik didik edecekti. Bu cinayette suçlu değildi, ama bu sorgu yüzünden her şeyi anlatmak zorunda olma hissi onu geriyordu. Yıllarca en yakınlarıyla bile konuşamadığı konuları polise anlatmak... Bu fikre hiç sıcak bakmamıştı. "Tabi ki bir suç değil. Ama insan durduk yere de soyadını değiştirmez, değil mi ama?" "Durduk yere değil, ama bu konu benim özelim. Yani cinayet soruşturmasıyla bir ilgisi yok, bu yüzden paylaşmak istemiyorum." "Bakın küçük hanım, bir adam öldürüldü. Ve bu adam sizin kuzeniniz. Bu yüzden siz sorularımızı yanıtlayın, neyin soruşturmayla alakalı olduğuna biz karar veririz." Derin bir nefes aldı, bu sırada ciğerlerinin sıkıştığını hissedebiliyordu. Kapalı ve basık alanlarda uzun süre kalamıyordu ve daha şimdiden üzerindeki baskının arttığını hissedebiliyordu. "Ailemden kaçtım, oldu mu?" "Neden?" "Çünkü, istemediğim biriyle evlendireceklerdi. Üstelik eğitimimi tamamlamam gerekiyordu, buna da izin vermediler. Ben de..." "Siz de kaçtınız." Başını olumlu anlamda salladı adam. "Yani şuan sizin hayatta olduğunuzdan haberdar değiller." "Evet, değiller. Olmasalar daha iyi olur." "Kuzeniniz sabah saat 05.30-06.00 sularında öldürülmüş. O saatlerde neredeydiniz?" "Evimdeydim." "Uyuyor muydunuz?" "Yatağımda uzanmış kitap okuyordum. Bir ara içim geçmiş, gece pek uyuyamadım." "Neden?" "Kişisel sebeplerden. Bugün benim için çok değerli birinin ameliyatı vardı. Onu düşünmekten uyuyamadım." Bu saçma ve irdeleyici sorulardan bunalmış bir biçimde nefes alıp verdi. "Saat kaç sularında yiyip içtiğimi, tuvalete gittiğimi de soracak mısınız?" "Gerekirse evet." "Harika!" Komiserin "Para dolu çantayı neden kuzeninize getiriyordunuz?" sorusuyla afallasa da gayet sakin bir biçimde yanıtlamayı başardı. "İhtiyacı varmış." "Ne için?" "Paraya sıkışmıştı. Benden rica etti, durumumun iyi olduğunu biliyordu. Ben de yardımcı oldum. Daha doğrusu, olacaktım." "Durumunuz o kadar iyi mi sahiden?" Gözlerini kısarak "Mesleğiniz neydi?" diye sordu merakla. "Beyin cerrahıyım." Kendisini şüpheli bakışlarla süzen adama meydan okurcasına baktı. Ondan korktuğunu düşünmesini istemiyordu. "Pek afiliymiş." Durdu ve birden aklına gelmiş gibi "Baksanıza," diyerek söze girdi. Masaya eğilerek "Sakın kuzeniniz sizinle ilgili bu gerçeği öğrenip sizden para sızdırmaya çalışmış olmasın?" diye sorunca karşısındaki kadının yüz kaslarını büyük bir dikkatle takip ediyordu. İfadesiz bir biçimde duruyor, buz gibi bakışlarla bakıyordu Asmin Aldinç. Onun doğru söyleyip söylemediğini anlamaksa göründüğü kadar kolay olmayacaktı belli ki. "Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Beni neyle itham ettiğinizin farkında mısınız? Avukatım gelmeden daha fazla konuşmak istemiyorum." "Avukatınızı çağırmamı mı istiyorsunuz?" "İyi olur. En azından acımasızca suçlandığımda yanımda beni savunan biri olur." Alay dolu bir ses tonuyla "Acımasızca suçlanmak mı?" derken dişlerini sıkarak sinirden gülüyordu komiser. "Elinizde para çantasıyla birkaç saat önce öldürülmüş kuzeninize geliyorsunuz ve bu durumu normal karşılamamızı bekliyorsunuz öyle mi?" "Bir de şöyle düşünün, eğer kuzenimi öldürmüş olsam elimde para çantasıyla gelip tüm okları kendime çevirmezdim değil mi? Bu kadar aptal olmamı beklemiyorsunuz herhalde." "Kuzenin seninle ilgili gerçeği öğrenmişti ve seni ailene ihbar etmekle tehdit etti. Tabi bir sürü de para istedi. Ama sen susmayacağını, hep para istemeye devam edeceğini biliyordun ve bunun bir yoluna bakman gerektiğini düşündün. Sonunda onu ortadan kaldırmaya karar verdin. Biz şüphelenmeyelim diye de sabah hiçbir şeyden habersizmiş gibi kapının önünde bittin." Hafifçe eğilip kendisine korkusuzca laf yetiştiren kadının gözlerine tepeden baktı. Gözlerini kısarak "Sen sandığımdan da kurnazsın." dedi. "Benimle sen diye konuşmayın! Polis olmanız, suçluluğu kanıtlanmamış birine saygısızlık yapabileceğiniz anlamına gelmiyor. Bu söylediklerinizi kanıtlayamazsınız, çünkü böyle bir şey yapmadım." İçeri polis memurlarından biri girip komiserinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam biraz düşündükten sonra polis memuruna "Tamam, gelsin." dedi. Polis memuru çıkıp gittikten sonra genç kadına döndü. "Müjdeler olsun, avukatın gelmiş. Hem de çağırmadan! Bunu nasıl açıklıyorsun?" "Avukatım mı?" Şaşırmıştı genç kadın. Halim'i ziyaret edeceğinden kimsenin haberi yoktu ki, nasıl olmuştu bu? Kurtulacak olmasına sevinemiyordu bile. Kendisine gıcık olmuş bu komiserin kişisel anlamda şüphesini kazanmıştı. Umurunda mıydı? Elbette değildi. Adamın kendisiyle olan kişisel sorunlarını umursayacak değildi. Bir an önce buradan çıkmalı ve babası kadar çok sevdiği ihtiyar adamın yanında olmalıydı. Ameliyattan önce ona moral vermesi gerekiyordu. İfadesini imzalayıp avukatıyla birlikte emniyet müdürlüğünden çıktığında kapıda Mesut'la karşılaştı. "Anlamalıydım." dedi. "Nereden anlayacaktınız ki Asmin Hanımım?" Genç kadın "Her dakika kıçımda bitmenden." diye tersledikten sonra adamın omzuna dokundu ve "Neyse ki bu defa iyi iş çıkardın." dedi. Bazen canını emanet ettiği bu adamları yüreklendirmesi gerektiğini öğrenmişti. Onlar, hiçbir mecburiyetleri yokken o yatağında rahat uyusun diye sabahlara kadar uykusuz kalıyordu. En azından bir teşekkürü hak ediyorlardı. Gözlerini yorgun bir biçimde kapatarak "Teşekkür ederim." dedi. "Ne demek Asmin Hanımım, görevimiz." Dönüp avukatla da el sıkıştı. "Size de teşekkür ederim Kerim Bey. Sizi de buraya kadar yorduk. Şimdi ne olacak, beni bir daha arayacaklar mı?" "Sanmıyorum. Ama siz yine de soruşturma sonuçlanana kadar şehir dışına çıkmazsanız iyi olur. Yeni delillerle tekrar ifadenize başvurmaları da olası bir durum. Ayrıca o gün evinizde olduğunuza dair bir şahit ifade verirse o saatlerde maktulle bir ilişiğiniz olmadığını kanıtlamış oluruz." Kadın başını olumlu anlamda sallarken Mesut atılıverdi. "Ben ifade veririm. O saatlerde Asmin Hanımın kapısının önünde nöbet tutuyordum." "Çok iyi olur Mesut Bey." Gülerek "İlk defa dibimde bitmen bir işe yaradı, görüyor musun?" dedi Asmin. "Tabi Asmin Hanım. Babaannem hep derdi ki; kısmetse gelir Hint'ten, Yemen'den. Kısmet değilse ne gelir elden? Ben sizi dinleyip o gece gitseydim şimdi ifade verecek birileri olmazdı." Adamın omzuna dokunarak "Babaannen çok doğru söylemiş." dedi. Bir saat kadar Mesut'un ifade vermesini bekledikten sonra avukat gitti. Mesut'sa arabanın arka kapısını açıp genç kadını içeri buyur etti. Sabahtan hızlıca atıştıran karlar asfaltta ince beyaz bir tabaka oluşturmuştu bile. Araca bindiklerinde Mesut dosdoğru hastaneye sürmeye başladı. Yorgun başını cama yaslarken "Kendin mi akıl ettin beni takip etmeyi?" diye sordu Asmin. "Yok, bu defa takip etmedim. Azad Ağam sizi aramış, ulaşamamış. Meraktan delirdi, sizi bulayım diye yolladı beni. Ben de nerede olduğunuzu araştırıp buldum." "Aferin Sherlock Holmes." Bir yandan kıkırdarken kızarmış burnunu çekti. Hafiften kuru kuru öksürüyordu da. Belli ki şifayı kapmak üzereydi. Cebinde her daim bulundurduğu eldivenlerini çıkardı ve soğuktan kızarmış ellerine giydi. İki elini de ovuşturarak sıcaklık oluşturmaya çalışıyordu. Yanakları pespembe, burnuysa kızarmıştı. "Siz üşüyorsunuz hanımım, klimayı biraz daha açayım mı?" "Yok, sağ ol. Geçer şimdi." O halâ Mesut'un fark etmeden ağzından kaçırdığı küçük sözünde kalmıştı. Azad Ağam meraktan delirdi, demişti. Dayanamayıp soracaktı. "Mesut." "Efendim hanımım." "Sana bir soru soracağım ama aramızda kalacak." "Tabi, sorun." "Azad... Gerçekten benden haber alamayınca delirdi mi?" "Hem de nasıl... Bunu söylediğimi duymasın zaten, paralar beni. Ama başınıza bir şey geldiğini sanıp çok korktu valla. Zaten Bilal Ağam da Asmin gelmeden ameliyat olmam diye tutturdu." İç rahatlığıyla arkasına yaslandı. Gülümseyerek camdan dışarısına baktı. Azad... Büyük aşkı, her şeyi... Fark ettiremese de onsuz yaşayamayacağı tek gerçeği... Halâ sevildiğini bilmek hoştu, güzeldi. Ama bu sevgiyi hak etmediği gerçeği her saniye ensesinde bitiyordu. Ve artık onun bir ailesi vardı. Ona gerçekten emek ve değer vermiş bir eşi, çocukları vardı. Elleriyle üşüyen kollarını sıvazlayarak dışarıdaki beyazlığı izlemeye devam etti. Geçtikleri yoldaki yeşilliklerin üzeri beyaz, ince bir örtüyle örtülmüştü adeta. Dikiz aynasından kadına bakan Mesut'sa gülümsedi. Hep Azad'ı sevdiğini biliyordu, onların asla bitmeyecek bir sevgiye sahip olduklarını da. Ama tam Asmin'in yüzü solduğunda adam da aynı şeyi düşünmüştü. Azad'ın sürekli yanında olması, sahip çıkması gereken bir ailesi vardı. Bu yadsınamayacak bir gerçekti. Hele ki Mardin gibi geleneksel bir şehirde büyüyen insanlar için aile kavramı çok daha önemliydi. Lakin bir gerçek daha vardı ki, bu da Asmin veya Azad'ın gözlerine baktığında kendini unutturamayacak kadar eşsiz ve sonsuzdu. Aşk. Onlar birbirinin kaderine öyle bir kalemle yazılmıştı ki, hiçbir silginin tesiri yetmezdi ayırmaya. Sedyeyle ameliyathaneye götürülürken bir elini Azad, diğer elini Asmin tutmuştu. Bu ameliyattan sağ çıkamayabilirdi, bunun bilincindeydi yaşlı adam. Sol yanındaki oğlunun elini, sağ yanında öz kızı gibi sevdiği Asmin'in elinin üzerine koydu. "Bana bir şey olursa... Size vasiyetimdir, hiç ayrılmayın. Siz hiç ayrılmayın..." Şaşkın bakışlarla Azad'a baktı kız. Bilal Ağanın kenetlediği ellerde gezindi gözleri. Adam da en az onun kadar şaşkındı fakat halinden şikâyetçi gibi de durmuyordu. Onun gururu yüzünden yapamadığını babası yapmıştı. Yaşlı adamın bu veda eder gibi konuşmalarına dayanamayan kadının gözleri dolmuştu. "Bilal Baba, böyle söyleme. Sana hiçbir şey olmayacak. Lütfen, buna inan. Çünkü biz de buna inanacağız." Ameliyathaneye giren adamın arkasından bakakaldılar. Güya ameliyata girip neler olup bittiğini kontrol edecekti. Yapamadı. Şuan ağlamaklı bir durumdayken bunu yapamazdı. Dayanamayıp ağlamaya başladı. Onu kollarıyla saran adamın göğsüne yasladı başını. "Şşşt... Tamam. Babamın ne kadar dirençli biri olduğunu biliyorsun. Lütfen ağlama, her şey yolunda gidecek." Asmin'se güçlü kalmaya çalışarak "Umarım..." diye mırıldandı. Öte yandan onu sakinleştiren adamın kokusuna tutunmakta buldu çareyi. Azad'ın yanından ayrıldığı an yine eskisi gibi melankolik duygular zihnini esir almış gibiydi. Bilal babasına bir şey olabilme ihtimali onu deliye çeviriyordu. Yine de güçlü olmalıydı. Onun Azad'ı sakinleştirmesi gerekirdi. O bir doktordu, böyle durumlarla çok karşı karşıya kalmıştı. Tek fark, daha önce canından çok sevdiği birini ameliyat masasında görmemiş olmasıydı, hepsi bu. Hemşire misafiri olduğunu söyleyince şaşırmıştı Asmin. Bugün birini beklemiyordu. Böyle bir haldeyken kim gelmiş olabilir, diye düşünürken odasına ulaşmıştı bile. Kapıyı açtığında arkası dönük bir biçimde camdan bakan adamla karşılaştı. Kapının sesiyle arkasına döndü Galip. Bir söz vermişti ve o sözü gerçekleştirmek için buradaydı. Fakat onu karşısında görünce sözünü unutuverdi. Nasıl yapabilirdi ki bunu? Gözlerinin içine baka baka aşağılık bir adam gibi nasıl vurabilirdi onu? Oğlunun tedavisine önayak olan bir kadına bunu nasıl yapabilirdi? Şu anda iyileşmekte olan, tedavi olmak için tüm gücünü tüketen oğlunun yüzüne nasıl bakardı sonra? Bu nasıllar beynini yiyordu. Bu işi burada yapmasının akıllıca olmayacağını da biliyordu. Ama o aklıyla hareket etmeyi bırakalı çok olmuştu. "Galip Bey." Mesafeli adımlarla kendisine yaklaşan kadının gözlerine baktı. Onun sahip olduğu sarsıcı gücün çeyreğine bile razıydı. Herkes, erkeklerin kadınlardan daha güçlü olduğuna inanırdı. Onlar acı çekmeye alışmış ve bununla baş etmeyi başarmış kadınları görmemişler, dedi kendi kendine. Hâlbuki erkekler yalnızca fiziksel bir güce sahiptiler, kadınlarsa her türlü zorluğa içlerindeki inançla ve güçle göğüs gerebilirlerdi. "Merhaba Asmin." "Otursana." "Yok, ben..." "Yalnız, fazla vaktim yok. Ne söyleyeceksen söyle, benim ameliyathaneye dönmem gerekiyor." "Asmin... Ben sana çok önemli bir şey itiraf etmeliyim." Gözü kolundaki saatte, aklıysa yaşam mücadelesi veren Bilal babasındaydı. "Eğer önemliyse böyle ayaküstü konuşmayalım. Yarın müsait olduğunda gel, anlat." Adama arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Galip'se gözlerini sımsıkı kapadı, hemen bir karar vermesi gerektiğini hatırladı. Ölüm ya da yaşam... Belindeki silahı çıkartıp kadına doğrulttu. O an ablasının masum bakışları doldu hayaline. Masum bir insana kıyamayacağını biliyordu. Gözlerini kapadı; bunu yapmak zorunda olduğunu hatırladı. Kural basitti; bir can borcu ancak kanla ödenebilirdi. Genç kadının "Sen bir katilsin." mırıltısıyla olduğu yerde kalakaldı. ... * ••• SOSYAL MEDYA |
0% |