Yeni Üyelik
34.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 31

@buzlarkralicesi

-31-

İçki bardağını kavrayan parmakları karıncalanıyor gibiydi. Hafif bir ısınma ve mayışıklık hissediyordu. Mutsuzdu ama huzurluydu. Belki de hayatında ilk defa doğru bir şey yapmıştı, bundandı huzuru. Sadece daha önce hiç kimseye hissetmediği bir duygunun etkisine kapılmış olmak onu çaresiz kılıyor ve de yoruyordu. Aslında bir yanı tüm bu hislerin bir gün karanlığa gömüleceğini düşünerek umuda kapılırken, diğer yanı hiç bitmeyecek kasvetlere esir düşeceğinin farkındaydı ve bunun ezikliğini yaşıyordu. Bir kadına, dahası sevdiği kadına silah çekmişti. Bunun pişmanlığını üzerinden atması mümkün değildi. Asmin'in kendisine iğrenir gibi bakışlarını asla unutamazdı. Ve daha da kötüsü, artık onun yüzüne bakamazdı.

Berk her geçen gün daha da iyiye gidiyordu. Gözle görülür iyileşmeler için daha fazla zamana ihtiyaç vardı, Galip bunun farkındaydı. Ama artık eskisi kadar umutsuz ve karamsar değildi, iyileşmek için çabalıyor ve iyileşeceğine de inanıyordu. Bunların hepsi Asmin sayesinde olmuştu, inkâr edemezdi. Ama karşılığında o ne yapmıştı? Can borcunu ödemek için ona silah çekmiş, kanını akıtmaya yeltenmişti. Bunun yükünü üzerinden nasıl atabilirdi? Ne yazık ki başa çıkmanın bir yolu yoktu. Koyu kahverengi gözleri öfkeden karardı, elindeki bardağı sıktı. Kızgınlığı da nefreti de kendineydi. Buna bir son vermek istese de artık çok geçti. Bir mengeneye sıkışıp kalmış gibiydi; ne hareket edecek boşluğu vardı ne de mücadele edecek gücü kalmıştı.

Kapının usulca aralanmasıyla elindeki içki bardağını masanın altına koydu. İçeri giren yeğeni "Saklama, gördüm." dediğinde yay gibi gerildi. "Gördüysen gördün."

Elleri ceplerinde içeri girdi genç adam. İlk defa dayısını bu kadar düşünceli görüyordu. Her ne düşünüyorsa, işin içinden çıkamıyor gibiydi. Aslında neyi düşündüğünü de çok iyi biliyordu ya, neyse. Ona içkiler içiren, efkâra boğan tek bir isim vardı; Asmin. Bunun farkında olup da hiçbir şey yapamamak üzüyordu Caner'i. Ama kalp böyle bir şey değildi ki, istemediği birini zorla kabul ettiremezdi. Onun gönlü tek bir kişi için atıyordu, onunla da kavuşmalarının mümkünatı yoktu. Öte yandan Asmin de hayatı güllük gülistanlık yaşamıyordu, Azad'ın acısıyla yanıp kavruluyordu. Aklı ve kalbi ezeli düşman gibi sürekli kapışıyordu. Bir kazanan yoktu, kaybedense yalnızca Asmin'di. Olan bitenden haberi olduğu için genç kadının neler hissettiğini anlayabiliyordu. Bu durum her iki taraf için de zor ve karmaşıktı. Tabi dayısı için de... "Ne düşündüğünü biliyorum."

Rahatça koltuğuna yayılarak "Ne düşünüyormuşum?" diye sordu Galip. Sesinde alaycı ve meraklı bir ton hâkimdi. Onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini Caner'in anlaması mümkün müydü? O hiç iki ateş arasında kalmış mıydı da şimdi karşısına geçip bilgiçlik taslayabiliyordu? El bebek gül bebek yetiştirmişti onu, her derdinde yanına koşmuştu. Bir şeyi kazanmak için hiç mücadele etmemişti ki, gerçek hayatın tadına varmamıştı. Şimdi neyi anlıyordu?

"Dayı, üzülme. Bugünler de geçecek. Hem içince her şey düzeliyor mu sanki?"

Umursamaz bir ifadeyle "Düzelip düzelmediği umurumda bile değil." dedi. Kaşlarını boş vermiş bir edayla kaldırarak içkisinden bir yudum daha aldı. "Sen işine bak tamam mı dayıcım, git her zamanki gibi en eğlenceli gece kulüplerinde götü başı dağıt. Benimle uğraşma."

"Dayı-"

"Yalnız bırak beni Caner." Kararlı bakışlarını yeğenine dikerek "Lütfen." diye ekledi. Onunla uğraşacak hali yoktu. Nefes almak bile bir yük gibi gelirken kimseye anlatamazdı kendini. Sessizce odayı terk eden yeğeninin arkasından bakakaldı. Onun gerçek dünyadan haberi bile yoktu, şimdi geçmiş karşısına kendisine nasihat veriyordu. İçindeki acıların zerresini anlayamazdı. Yalnızca o değil, kimse tahmin edemezdi. Yapmaya mecbur olduğu şeyle doğru olan şey aynı değildi. Başından beri çelişkiye düşmesi yetmiyormuş gibi bir de duygular girmişti işin içine. Hislerinin önüne geçemiyordu ve bunun sonunu getireceğinin farkındaydı. Bilmediği tek şey, buna nasıl engel olabileceğiydi. Tehlikeyi bile bile ona doğru adım adım yürüyordu.

●●●

14 yıldır hayattan hiç mutlu bir an çalmamıştı Asmin. Sevdiği yanında değilken mutlu olmayı hakkı olarak görmüyordu çünkü. Mutluluğun lezzetini unutmuş durumdaydı uzun süredir. Ama bugün, burada sevdiği adamla daha dün ayrılmak istediği sahil kenarında çıplak ayaklarla yürüyordu. Elleri âşık olduğu adamın ellerinde, huzurlu ve mutluydu. Yaşadığı bu an bile ona ait değildi aslında. Her ne kadar hak etmişse bile çalıyordu şuan kaderinden. Ona bir parça mutluluğu çok gören hayattan söke söke alıyordu hak ettiği mutluluğu. Bunun bedeli ağır mı olacaktı? Olsun, dedi kendi kendine. Yeter ki Azad yanımda olsun. İç sesi ona istediği cevapları veriyordu. Peki ya Azad'ın hayatından çaldıkları, onlar ne olacaktı? Tüm bunları düşünmeden geçirmek istiyordu günlerini. En azından Azad'layken bunları bir kenara bırakıp mutlu olmalıydı. Nedenini nasılını düşünmeden, geçmiş için üzülüp gelecek için kaygılanmadan mutlu olmak istiyordu. Sadece mutlu olmak... Bu mutluluk oyunu ne kadar sürerdi bilmiyordu, ama sürükleyebildiği kadar sürükleyecekti işte.

Korkusuz, kaygısız bir biçimde başını sevdiği adamın omzuna yaslayıp İstanbul sokaklarında dolaştı bütün gün. Sokak şarkıcılarının müzikleriyle coştu, eğlendi, dans etti. Mutluluğuyla Azad'ı da neşeye sürükledi. Onların yaşadığı duyguyu yalnızca aşk diye tanımlamak büyük yanılgı olurdu. Onlar doğdukları andan itibaren kaderleri birbirine yazılmış nadide insanlardandı. Çocuklukları birlikte geçmişti. Birbirileri için hem en iyi arkadaş, sırdaş, âşık olmuş, hem de zamanla birbirilerine oksijen kadar, su kadar ihtiyaç duyar hale gelmişlerdi. Birbirilerinden başka hiç kimseyle bir hayat düşünemez olmuşlardı.

2 hafta sonra yine bugün, güzel ve güneşli bir sabaha uyanmışlardı. Nisanın ilkbahar havası onlara bir armağan gibi gelmişti. Her günü saniyesine kadar dolu dolu geçirmiş, birbirilerini mutluluğun başkenti bellemişlerdi. Sanki dünyada onlardan başka kimse yokmuş gibi yaşamışlardı. O sabah güzel bir kahvaltıdan sonra bisiklet kiralayıp bütün gün şehirden uzak, sakin yerlerde günün keyfini çıkarmışlardı. Sonra ikisi de acıktığında şehrin kalabalığına dönüp bisikletleri bırakmış, bir şeyler yiyebilmek için güzel bir yer arayışına çıkmışlardı.

Sağ elini adamın eline kenetleyen kadın, başını huzurla o güvenli omza yasladı. "Kurt gibi açım, seni bile yiyebilirim."

İşaret parmağıyla kadının burnuna dokunup "Bak sen..." dedi. Gözlerindeki gülümsemenin sebebine baktı uzun uzun. "Akşam harika bir yerde rezervasyon yaptırdım. Sana sürprizlerim var."

"Ne? Ne sürprizi?"

"Akşam görürsün."

"Ama bu adil değil!" Merakla kollarını adamın beline sardı ve biraz tüyo alabilmek için sırnaştı. "Beni merakta bırakmazsın sen, kıyamazsın bana."

"Hiç boşuna uğraşma derim ben. Ne kadar kararlı biri olduğumu bilirsin. Akşam öğrenirsin sürprizlerimi." Sahildeki seyyar nohut pilavcılardan birinin önünde durdu. "Abi bize iki nohut pilav, yanına da ayran."

Pilavları hazırlamaya başlayan yaşlı adamın coşkulu bir biçimde "Hemen geliyor!" diye çığırmasıyla Azad ve Asmin birbirilerine bakarak güldüler ve küçük masalardan birine oturdular.

Genç kadın rüzgârda dağılmış saçlarını kulak arkasına iliştirirken "Nasıl da hatırladın nohut pilava bayıldığımı." dedi neşeyle. Eskiden kendisi bayılıyor diye bolca yapardı annesi. Ne çok yerdi, yedikçe nasıl da canı çekerdi. Yedikçe lezzeti artar, lezzeti arttıkça da yerdi. Sıcak yuvasının eski samimiyetini özlemişti Asmin. Şimdiyse oranın soğuk duvarlardan ibaret olduğunu biliyordu. Sevdiği adamın "Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmam ben. Sen unutsan bile..." sözüyle gülümsedi. Sağ elini adamın yanağında gezdirirken Azad avuç içini dudaklarına götürüp öptü. O anın hiç bitmemesini diledi Allah'tan. Bir gün biteceğini biliyordu, ama çaresizce dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Yemekten sonra neredeyse akşam oluyordu. Asmin "Madem akşama sürprizin var, ben de ona uygun giyineyim." diyerek bir mağazaya sürükledi adamı. Nasıl bir yere gittiklerini bilmediği için her giydiğini ona göstererek fikir alıyordu. Sonunda su yeşili, uzun sade bir elbise seçti. Kendisini o kıyafetle gördüğü ilk dakikada Azad'ın ne kadar hayran olduğunu gözlerinde görmüştü. Altına krem rengi kemerleri olan topuklu bir ayakkabı seçtikten sonra bu akşam için alışverişi bitmişti. Öte yandan Azad'ın sürprizinin ne olduğunu da düşünmeden edemiyordu.

Akşam yemeğinde çok lüks bir restoranın teras katında yer ayırtmıştı adam. Mekâna gelip masalarına oturduklarında her şey çok güzeldi. Teras manzarasına hayranlıkla bakarken ancak "Burası harika bir yer Azad..." diyebildi Asmin. Biraz daha etrafı seyrettikten sonra "Çok güzel." diye de ekledi.

Hayranlık dolu bakışlarla "Senden daha güzel değil." cevabını verdi Azad. Çocukluğundan beri her saniyesini onu düşünerek geçirmişti. Onunla kuracağı yuvanın hayaliyle yaşamıştı. Onu kaybettiğinde bile, bir gün ahirette de olsa ona kavuşacağını düşünerek hayatta kalmıştı. Ve şimdi o, sevdiği kadın karşısında oturuyordu. Gayet sağlıklı ve mutluydu üstelik. Birtakım kaygıları vardı, gözlerinde görebiliyordu bunu. Ama her şeye ve herkese rağmen onun yanındaydı, gerisi önemsiz detaylardan başka bir şey değildi.

"Eee sürprizin ne, söylemeyecek misin?"

"Ha, evet." Hafif öksürerek boğazını temizledi. Etkili bir konuşma için kendini hazır hissettiğinde ceketinin iç cebini yokladı. "Süslü sözler söylemek için fazla âşığım, bu yüzden aklıma senden daha güzel şeyler söylemek gelmiyor. Gönül isterdi ki her şey normal, hayatın akışına uygun olsun. Ama olmadı, kısmet böyleymiş. Seninleyim ya, artık hiçbir şeye isyan etmem ben. Asmin... Seni çok seviyorum, bunu sen de çok iyi biliyorsun. Birtakım engeller var, kabul ama birlikte aşabiliriz. Her şeyin çok karışık olduğunu inkâr edemem, lakin bunca kaosun içinde tek bir şeyden eminim. O da sana olan aşkım... Bu kafamda ve kalbimde net olan tek şey. Senin de beni sevdiğini biliyorum, bu bana savaşma gücü veriyor. Biz çalınan hayatlarımızı geri almaya çalışan iki savaşçı, iki âşık, iki yaralı yüreğiz. Ve ne olursa olsun sonunda hak ettiğimiz hayatı katillerimizin elinden alacağız, inan bana."

Gülümseyerek sağ elini adamın elinin üzerine koydu Asmin. Bunlar çok güzel sözlerdi ama nereye varacağını düşünmeden de edemiyordu doğrusu. "Azad... Bu sözlerin çok güzel, güç veriyor bana. Ama eğer düşündüğüm şeyi yapacaksan-"

"Asmin..." İç cebindeki siyah kadife kutuyu açarak genç kadına uzattı ve "Benimle evlenir misin?" diye sordu. Bunu kendi içinde çok düşünmüştü. Evliyken başka biriyle evlenmek... Bu kulağa saçma ve mantıksız geliyordu, doğru ama Asmin'den başkasıyla bir yaşam düşünemüyordu. Bu nedenle hayatını da ona göre planlayıp yoluna koyacaktı. Bazı değişiklikler için yalnızca zamana ihtiyacı vardı.

Bunun olacağını dakikalar öncesinde anlamıştı fakat engel olamamanın üzüntüsünü yaşıyordu. "Ama... Sen zaten evlisin Azad." Gerçekleri bir kez daha sevdiği adamın yüzüne vurmak istememişti ama her şey ortadaydı işte. Şimdi söylemeseydi, ileride sevdiği adam umut edip başaramadığı için daha büyük bir yıkım yaşayacaktı. Boşanmasının imkânsız olduğunu bilmek onu da üzse de gerçek buydu. Bu mutluluk oyununu devam ettirebilirdi ama gerçeklerden kaçamazdı.

Yüreğine bir hançer saplanmış gibi acıyla gözlerini kapadı adam. "Biliyorum..." diye mırıldandı. Aralarında uzun bir sessizlik oldu, ölüm sessizliği gibiydi. Gerginlik had safhadaydı. Son bir çareye tutunur gibi söze girdi adam. "Zühre çok iyi biri, anlayışlı bir kadın. Boşanmak istediğimi söylersem kabul edecektir. Bu onunla aramızda kalır. Ve biz seninle-"

"Bunu kabul edemem Azad. Sen istesen de, Zühre kabul etse de yapamam bunu. O çocukların gözyaşları üzerine kuramam yuvamı."

"Asmin, yapma. Bunun böyle olmayacağını ikimiz de biliyoruz. Öyle olmak zorunda değil! Çocuklarımla eskisi gibi vakit geçiririm, zaten onlar olmadan da yaşayamam. Onlar benim bir parçam. Beni tanımıyormuş gibi konuşma ne olur."

"Bak, istediğin kadar iyimser düşün. Sonuçta sen o çocukların annesini boşayıp başka bir kadınla evlenmiş olacaksın. Çocukların sana da bana da nefret besleyecek."

"İyi de, biz Zühre'yle zaten-"

"Bunu çocuklara anlatamazsın Azad. Onlar evliliğin ne demek olduğunu biliyorlar mı ki normalliğini sorgulasın? Sen bu çocukların annesiyle evli misin? Evlisin. Onlar için önemli olan bu. Üstelik Zühre'ye de haksızlık yapacaksın. Ben yokken her düştüğünde ayağa kaldırmaya çalışan, sana emek veren bir kadını yüzüstü bırakamazsın. Yapma bunu bize ne olur. Beni daha fazla ümitlendirme." Hıçkırıkları boğazını düğümlemese, daha çok şey söylerdi ama sustu. Bu kadarı kâfiydi yüreğindekileri anlatmaya. Yanına gelip sarılan adamda buldu derdinin devasını. Derdi de devası da oydu işte, bu kaçınılmaz bir gerçekti.

Yemek bittiğinde Azad'ın çiftlik evine geçtiler. Yolda tek kelime etmemişlerdi. İkisi de yalnızca düşündü; içinde bulundukları durumu, bu mutluluk oyununun sona ereceği gerçeğini... Genç adam, Asmin kadar umutsuz bakmıyordu duruma. Çözümler üretmeye çalışıyordu. Ama bu derdin ne devası vardı, ne de içinde bulunduğu bu karanlık tünelden alternatif bir çıkış yolu... Hiçbiri yoktu.

Azad, hiçbir şey söylemeden tebessüm etmeye çalışarak merdivenlerden yukarı çıkan kadının arkasından bakakaldı. Onu ne kadar üzdüğünü gördükçe kendine kızıyordu. Şart mıydı bu güzel günü mahvetmesi? Keşke yapmasaydım, dedi kendi kendine. Her şeyi berbat etmenin pişmanlığını en derinlerinde yaşıyordu. Olmayacak duaya âmin demekti onunkisi.

Yarım saat sonra üzerini değiştirip aynada akan makyajını temizlerken gözlerindeki hafif tuzlu yaşlara baktı kadın. Yanakları ıslaktı ve akan rimeller aslında ona gerçekleri hatırlatıyordu. Bu işin olamayacağını... Tüm bunlar yaşanmamış gibi davranmayı tercih etti. Böylesi daha az acı verecekti. Aşağıya indiğinde elindeki kahvelerle mutfaktan çıkan Azad'la karşılaştı. Hafif tebessüm ederek salona gitti, şöminenin önündeki minderlerden birine kuruldu. Nisan ayında oldukları için geceleri fazla soğuk olmuyordu artık. Bu yüzden bir battaniyeye sarınarak idare ettiler. Hiçbir şey konuşmadan kendisine kahve bardağını uzatan adama gülümsedi ve kahveden bir yudum aldı. Bu ilişkinin en güzel yönüydü konuşmadan da anlaşabilmek. Başını güven duyduğu büyük aşkının göğsüne yasladığında her şeyi unutmayı diledi. Kim olduklarını, nereden geldiklerini, peşlerindeki belaları... Her şeyi. Bilmek ve hatırlamak istediği tek şey Azad'a olan aşkıydı.

Sahi, aşk neydi? Büyük bir çelişki olduğu ve tehlikeden beslendiği kesindi. Bir keresinde yine Merve'yle sohbet ederken aşkın varlığını ve nasıl bir şey olduğunu tartışmışlardı, ona aşkla ilgili söylediği sözler geldi aklına. Merve'nin aşkı basit bir duyguymuş gibi tanımlamasına karşı çıkmıştı hatta. Derin bir nefes alıp "Aşk nedir biliyor musun? Aşk, duyguların en zavallısı ve en çaresizidir. Kör ve sağırdır ama acıdan çığlık çığlığa bağırtır insanı aşk." demişti ona. Doğruydu. Aşk insanı ağlatır, acıdan bağırtır, eli kolu bağlı çaresiz bırakırdı. Ve bunu yaparken insanın gözünün yaşına bakmazdı.

...

Loading...
0%