Yeni Üyelik
43.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 38

@buzlarkralicesi

-38-

Kahvaltı masasındaki eksiklikleri kontrol ederken oldukça düşünceli ve dalgındı. Peşinden kovalarcasına geçip giden günleri hep yalnız geçiyordu. Onun yalnızlık tanımı, Azad'sız kalmaktı. Gerçi o her zaman varken bile yok gibiydi ya, neyse... Onun suskunluğu, Asmin'e kızgınlığı yüzünden değildi. Aslında kendine kızmıştı kadın. Bunu yapması gerekiyor muydu? Ta oraya kadar gidip Asmin'le konuşmak zorunda mıydı? Anlık bir korkuya kapılıp yapmıştı ve sonunda Azad'ın öfkesinden başka bir şey kazanamamıştı. Bu onu üzüyordu artık. Kocasıyla arasındaki mesafeye çitler örmek, o mesafeyi genişletmiş olmak yoruyordu. Bir karar vermişti. Çok düşündü, bu çıkmaz sokağın bir çıkış yönü olduğuna inanmıştı hep. Bir gün Azad kafasını toparlar, ölü bir kadının yasını tutmaktan vazgeçer sanmıştı. Ama olmamıştı... O bir ölüyken bile başaramamıştı ki, şimdi yaşarken nasıl Azad'ın kadını olacaktı? Bu hayalden başka bir şey değildi. Ve yorulmuştu artık, bitkin düşmüştü. Kayınvalidesi Dilşên Hanımın şüpheci bakışları ve "Neyin var kızım?" sorusu üzerine toparlanma ihtiyacı duydu. "İyiyim ana, çocuklara bir bakayım." Üzerine sinmiş umutsuz bir sükûnetle yaşlı kadının yanından ayrılıp çocuklarının odasına doğru yürüdü. Onları kahvaltıya çağırdıktan sonra yatak odasına girdi. Bir süre pencerenin önünde duraksayıp dışarıyı izleyerek düşündü. Uzun uzun baktı bu topraklara. Bu toprakların ona verdiği en güzel armağandı Azad. Sonra çocukları... Güzel, mutlu bir yuva için didinmişti hep. Ama Azad'ı 14 yıl boyunca bir kez bile mutlu edememişti. Çocukları doğduğunda bile buruk bir tebessüm vardı dudaklarında. Hiçbir zaman gerçek anlamda mutluluğu tatmamıştı Zühre'nin yanında, biliyordu. Hep bir eksiklik, yoksunluk... O bir kadındı ve hissedebiliyordu. Bu acı vericiydi. Son gelişinde kendisine bakışlarını ve söylediği sözleri hatırladı kadın.

"Beni büyük hayal kırıklığına uğrattın Zühre. Sen böyle biri değildin. En azından ben seni böyle tanımamıştım."

Eskiden Azad ona yalnızca çocuklarının annesi olduğu için saygı duyardı. Şimdiyse onun için büyük bir hayal kırıklığı olduğunun farkındaydı. Verdiği karar ani verilmiş bir karar değildi, uzun uzun düşünüp tartarak verdiği bir karardı. Bunu uygulamaksa öyle zordu ki... Benliğiyle Azad'a olan aşkı çatışıyordu. Azad için savaşmayacaktı, bu anlamsızdı. Kazananı belli olan bir savaş, gerçek bir savaş mıydı?

Telefonu eline aldığında bu sorunun cevabını iyi düşündü. O hiçbir zaman Asmin'e rakip olmamıştı ki! Esasında Azad'a hiç hayat arkadaşı da olmamıştı. Yalnızca çocuklarının annesiydi, bu konağınsa gelini... Hepsi buydu işte, bu kadardı. Daha fazlasını beklemek, düşlemek ona haramdı. Hattın diğer ucunda kocasının soğuk sesini duyduğunda ürperdi. Önce ne söyleyeceğini unutur gibi oldu. Dili tutuldu, konuşamaz oldu.

"Alo, Zühre..."

"Azad, merhaba. Müsait misin?"

"Evet. Bir sorun mu var?"

Tek düze cevaplar veriyordu adam. Kendisiyle konuşmak istemese de mecburdu. Her seferinde bunu hatırlatır gibiydi ses tonu. Bu yüzden konuyu uzatmamaya karar verdi. "Ben... Seninle çok önemli bir şey konuşmak zorundayım. İnan bana, çok önemli. Buraya ne zaman gelebilirsin?"

"Çocuklara bir şey mi oldu?"

"Hayır, hayır iyiler. Bir sorun yok. Aslında konu onlarla alakalı değil. Daha çok bizimle-"

"Anladım. Bugün Aydın'la iş için geleceğiz, konağa uğrarım. Akşam geri döneceğim, kalmayacağım."

Geleceğini öğrendiği an gözleri parlayan kadın, döneceğini duyunca susuz kalan çiçek misali solmuştu. "Peki." dedi yalnızca. Telefonu kapattığında içindeki umudun onu bir aptal gibi göstermesine kızdı. Verdiği karara rağmen halâ ona deli divaneydi, gözünün içine bakıyordu. Bu mecburiyetten bir sevgi, bir itaat, bir boyun eğme miydi? Bu da cevabını bilmediği sorular arasındaydı.

●●●

Alnındaki bandaja dokundu ve Merve'ye "Kan var mı?" diye sordu usulca. Onun başını iki yana sallamasıyla rahatladı. "Sabah aceleyle çıkarken kapıya çarptım, tekrar açıldı yara." Arkadaşı konuşmamak için büyük çaba sarf ediyordu ama daha fazla dayanamayacaktı. Onu çok iyi tanıdığı için "Bak ne diyeceğim, ağzındaki baklayı çıkarmaya ne dersin? 1 haftadır dilin şişmiş olmalı." deyiverdi birden. Duyacağı o uzun cümleler, öznelerle yüklemlerin savaşı, Merve'nin suçlayıcı bakışları... Bunları dinlemek için adeta sabırsızlanıyordu.

"Sana söyleyecek bir şey kaldı mı acaba? Adam sana dışarı çıkma demiş, çıkma! Niye çıkıyorsun? Canına mı susuyorsun? Ya sen kendini ne sanıyorsun Asmin, ölümsüz falan mı? Hangi cesaretle kendini ölümlere atabiliyorsun? Hadi kendini düşünmüyorsun, onu anladık. Azad'ı da mı düşünmüyorsun? Aynı şeyleri yaşarsa kafayı oynatmaz mı adam?"

"Merve, bunları biliyorum. Ama eğer ben bir fare gibi sinip köşeye saklansaydım onlar kazanacaktı anlıyor musun? Bunun ne demek olduğunu iyi anlamanı istiyorum."

"Ya bırak, bir kere de hayatta kalmak için kaybet! Bir defasında da sevdiklerin için korkağı oyna, ne çıkar? Bu adam senin için karısını, ailesi bıraktı, akrabalarını karşısına aldı. Sırf senin için... Sen yaşa diye savaşıyor hepsiyle. Ama sen... Sen... Sen ucuz kahramanlık yapıyorsun. Yapma!"

Başını önüne eğip düşünmeye başladı. Küçük, yaramaz bir kız çocuğu gibi parmaklarıyla oynarken "Haklısın," dedi. "Belki de saçmalıyorum. Ama Azad beni böyle sevdi, cesaretime hayran oldu. Korunmaya muhtaçmışım gibi düşünmesini istemiyorum."

"İncilerin dökülür çünkü öyle sanırsa. Bırak sansın kızım, erkekler sever koruyup kollamayı. Bilirsin işte, narin ve korunmaya muhtaç kadınlar daha caziptir onlar için." Gülümseyerek "Ha bu arada, Azad nerelerde şimdi?" diye sordu.

"Az önce konuştuk. İş için Mardin'e gidiyormuş. Akşam geri dönecek." Kapının önündeki seslerle meraka kapıldı kadın, ayağa kalktı. "Uğur'un sesi değil mi o?" Arkadaşına dönerek "Sen otur, ben bir bakıp geleyim. İkimize kahve söylemiştim." dedi ve kapıya yürüdü. Girişte Uğur ve Caner laf dalaşı ediyordu. Caner'in burada ne işi olduğundan çok niçin laf dalaşı ettiklerine şaşırdı Asmin. "Ne oluyor?"

"Hocam, Caner Bey kahvelerin içini aramaya kalktı! Sizi zehirlemekle suçluyor beni!"

"Hayır Asmin, onu suçlamıyorum. Sadece birileri bu geri zekâlı fark etmeden içine bir şeyler katmış olabilir."

"Caner Bey lütfen doğru konuşun, ben geri zekâlı değilim. Asmin Hanımı en az sizin kadar düşünüyorum, o benim hocam."

Bezmiş bir biçimde "Tamam, kesin!" diye bağırdı kadın. 1 haftadır yaşıyordu bunu. Yeni olmadığı için şaşkın sayılmazdı ama bunalmıştı. "Caner saçmalama, bu hastanede öyle şeyler olmaz. Ayrıca senin işin yok mu?"

"Doğru, geçen hafta bu hastanedeyken kaçırılmamıştın çünkü değil mi?"

"Caner yeter ya, vallahi bak. Beni düşündüğün için sonsuz teşekkürler, ama sence de biraz abartmıyor musun?" Kapının ardından Merve'nin keyifli kıkırdamalarını duyunca sinirden kendi de gülmeye başlamıştı. Üstelik Caner'in karizmatik bir gülüşle "Seni düşünmem hoşuna gidiyor, itiraf et." demesi üzerine başını iki yana sallayarak gülmeye başladı. "Asistanımı rahat bırak Caner, o sadece işini yapıyor. Ondan bana zarar gelmez merak etme."

Uğur bozulmuş bir yüz ifadesiyle adama bakarak "Sizce de şu koruma konusunu biraz fazla abartmadınız mı Caner Bey?" diye sordu.

Onların bu halini gördükçe derdi tasası kalmıyordu Asmin'in. Etrafında onu seven, koruyan, kollayan insanların olması çok hoştu. Ama bu trajikomik olayın yalnızca komik tarafıydı. Geçen hafta yaşadığı trajedinin tekrarının gelmeyeceğine dair bir garanti yoktu. Her an tekrar aynı kâbusun içine düşebilirdi. Dışarıda onu koruyan adamların varlığı onu rahatlatmalıydı ancak olmuyordu işte. On araba dolusu adam da yığsalar buraya, Abdülhan Ağa'nın amacını geciktirmenin dışında bir şey yapamayacaklardı.

●●●

Uzaklara gitmek istiyordu, çok uzaklara... Kimsenin onu tanımadığı, bilmediği bir yerde küçük bir kulübede sessiz sedasız yaşamak istiyordu. Kimseyle konuşmadan, kimseye dert anlatmadan ve kimseye borçlu yaşamadan... 21 yıl önce, tam 16 yaşında bir delikanlıyken hayatı sebebini anlayamadığı bir biçimde aniden değişmişti. Ablası gayri meşru bir çocuk dünyaya getirdiği için hakkında ölüm emri verilmişti. Tüm bunlarla başa çıkmak içinse henüz yeteri kadar büyük sayılmazdı. Kaçmıştı, direnmişti. Ablasını ve yeğenini korumak istemişti, Abdülhan Ağa da yardımcı olmuştu ya da öyle görünmek daha çok işine gelmişti. Ama bunu hayır olsun diye değil, bir karşılık gözeterek yapmıştı. O yaştayken bunların ayrımında olamayan Galip'in düşündüğü tek şeyse ablası ve yeğenini bu cehennem hayatından kurtarabilmekti. Bunun için her türlü yükün altına girmeye hazırdı, nitekim girmişti de. Fakat ne yazık ki ablasını kurtaramamıştı. Belki töre fiilen kıymamıştı canına, ama hayatta yaşamayı en çok hak eden insanlardan biri daha toplum baskısı yüzünden canına kıymıştı. Görünürde ablasını kurtaran Abdülhan Ağa, törenin psikolojik baskısıyla ablasını öldürmeyi başarmıştı. İçten içe, sinsice... Şimdi, burada bunu daha iyi anlıyordu. Nedenini anlayamadığı bir biçimde artık ona karşı borçlu hissetmiyordu kendini. Hissettiği tek şey iğrenmeydi. Bu bir anda olmamıştı, Abdülhan Ağa genç adamın ablasına yaptıklarını Asmin'in üzerinde tekrarlamaya başladığında tüm bu olanların bir hata olmadığının ayrımına varmıştı. Tam 1 hafta önce Asmin hırpalanmış bir biçimde kapıya dayandığında bunu daha iyi anlamıştı. Şimdiyse yeğenini kurtardığına şükretmekten başka çaresi yoktu. Çünkü Asmin'e yaklaşamıyordu, hakkı yoktu buna. Her şey kendisi yüzünden olmuşken karşısına çıkıp ne diyecekti ki, "Özür dilerim" mi? Bu öyle basit bir şey değildi, olamazdı. Zaten Caner de öğrendiklerinden sonra nefretle bakıyordu kendisine, bir türlü sindirip affedemiyordu. Böyle bir şeyi bekleyemezdi ondan, farkındaydı. Ama canı yanıyordu işte. Sevdiği tüm insanların canını yakmak, kendi hataları yüzünden onları kaybetmek kötü hissettiriyordu. Ablasını da aynı sebeplerden kaybetmenin acısını ve üzüntüsünü halâ ilk günkü gibi en derinlerinde hissediyordu.

Bir de Haşim meselesi vardı tabi. Azad'a olan nefreti yüzünden Asmin'e karşı geliştirdiği takıntısı... Yıllar önce ne olmuştu bilmiyordu. Önceleri de Azad'dan nefret ediyor muydu yoksa bu durum yalnızca Asmin ve ağalık meselesi yüzünden mi bu hale gelmişti hiçbir fikri yoktu. Ama her ikisi de Azad ve Haşim gibi iki amca oğlunun birbirine girmesi, kin ve nefret beslemesi için geçerli bir sebepti. Ve işin ucunda Asmin varsa, kan asla durmayacaktı. Bunu çok iyi biliyordu.

Bildiği bir şey daha vardı ki, bir daha gerekmedikçe Asmin'in karşısına çıkmayacaktı. Onun kendisinden iğrendiğini biliyordu, daha çok nefret ettirmeyecekti kendinden. Uzaktan hissedecekti varlığını. İyi olduğunu bilmek yetecekti ona. Yetmeliydi.

●●●

Öğle saatlerinde Mardin'e ayak bastığında uğradığı ilk yer şirket olmuştu. Gerekli dosyaları imzalayıp bazı görevleri Aydın'a devrettikten sonra işleri biraz daha kolaylamıştı. Katılması gereken iki toplantıya katıldı, verilmesi gereken kararlarla ilgilendi ve vakit kaybetmeden konağa geçti. Çünkü Zühre'yle konuştuğundan beri aklında soru işaretleri dönüp duruyordu. Daha önce onu hiç bu kadar ciddi bir ses tonuyla karşılamamıştı Zühre. Şimdi neler olduğunu sorgulaması doğal olmalıydı. Avluda kız kardeşi Dorsin ve annesini otururken bulunca yukarı çıkmasının gecikeceğini anladı. Annesine yaklaştı, eğilip elini öptü.

"Hoş geldin oğlum! Neden geleceğini söylemedin aslanım, sevdiğin yemekleri yapardık."

"Hoş bulduk, sağ ol anacığım. Fazla kalmayacağım, akşam döneceğim. Çok işlerim var."

"Oğlum nedir bu kadar çalıştığın? Sen ayrı, baban ayrı! Yüzünüzü göremez olduk valla! Atasız kaldık buralarda."

Dorsin'in "Annem haklı valla." sözünden alması gereken mesajı çoktan almıştı adam. Ardından onu yanıltmayacak bir biçimde "Biz de mi İstanbul'a taşınsak?" dedi kardeşi. Zeki bir gülümsemeyle başını iki yana sallayarak "Sakın, aklından bile geçirme." cevabını vermekle yetindi Azad. Annesine dönerek durumu "Anneciğim, inan bana boş işler peşinde değiliz. Bazı sorunlar sarpa sardı. Hem sen hep demez miydin, Bilal Ağa tepemde her işime karışmasa keşke diye? Al sana fırsat işte." diyerek onu ikna ettikten sonra hal hatır sorup merdivenlerden yukarı tırmandı. Biraz çocuklarının odasında vakit geçirdi. Kızıyla sohbet edip Ferhat'la dertleşti, dersleriyle ve ev ödevleriyle ilgilendi. Ferhat'ın okul gezisi için izin kâğıdını imzaladıktan sonra nihayet yatak odasına geçebilmişti. Yatağın üzerinde oturmuş, başını önüne eğerek düşünen kadın onu görünce ayağa kalktı. "Hoş geldin ağam..." Çekinceli bir ses tonu vardı, yaptığından utanmış ve pişman olmuştu belli ki. Onun niyeti kötü değildi ve hiçbir zaman da olmamıştı, bunu zaten biliyordu Azad. Onun şaşırdığı şey, hayal kırıklığına uğradığıydı. Zühre'yi büyük bir tutkuyla sevmiyor olabilirdi, ancak onu her zaman iyi tanıdığını düşünürdü. Onun dürüst, erdemli ve itaatkâr bir eş olduğunu bilirdi. Şimdi bu yaptığıyla hakkındaki tüm yargıları kırıp geçirmişti. Azad ceketini çıkarırken "Hoş bulduk..." diye cevapladı sıradan bir ses tonuyla. Elinden ceketini alan kadına "Fazla vaktim yok, dönmeliyim biliyorsun. Sorun nedir?" diye sordu uzatmadan. Konuyu dallandırıp budaklandırmaya gerek yoktu. Sorun neyse çözülürdü, şuan daha büyük sorunlarla uğraştığı için Zühre'den duyduğu hiçbir şey onu şaşırtamazdı. Şefkatini esirgemeden "Bir derdin mi var?" sorusunu yöneltti kadına. "Neyse sorun, çözeriz."

"Bunca yıldır çözülmemiş, bundan sonra hiç iflah olmaz ağam."

Kaşlarını çatarak merakla bu işin altından ne çıkacağını beklemeye koyuldu. "Ne demek bu?"

Boğazına doğru tırmanan bir cisim varmış gibi huzursuzdu. Söyleyeceklerini yutmak istiyor ama yutamıyordu. Artık çok geçti, istemese de dilinin ucuna kadar gelmişti. Ok yaydan çıkmıştı bir kere, geri dönüşü yoktu. "Ben boşanmak istiyorum ağam."

Karısının dudaklarından duyduğu şeyi yanlış anladığına emindi. Bu yüzden kayıtsız bir ifadeyle "Anlamadım." diye mırıldandı. "Ne demek istedin, biraz açar mısın Zühre?"

"Gayet açık konuştum. Boşanmak istiyorum ben. Kimseye söylemeyiz, herkes yine evli olduğumuzu zanneder. Ben yine burada kalır çocuklarımızı büyütürüm. Sen genellikle buraya uğramayacağın için bu sorun olmaz diye düşünüyorum. Yine ananı anam, babanı babam bellerim. Tek fark, sen artık özgür olursun."

"Bunun ne demek olduğunun farkındasın değil mi Zühre?"

"Farkındayım. Azad, ben uzun zamandır her şeyin farkındayım. En başından beri... Zorla güzellik olmaz, bu saatten sonra beni sevecek değilsin. Beni sevmeyen bir adamdan sevgi dilenecek değilim. Asmin de sen de çok iyi insansınız, mutlu olmayı hak ediyorsunuz. Onunla evlenirsin, mutlu olursunuz. Kimse bilmese de siz bileceksiniz. Onu seviyorsun, o da seni seviyor..."

"Zühre, bunu yapamam. Bak, anla beni. Bunu sana yapamam. Tamam, itiraf ediyorum düşünmedim değil. Ama bu olaydan sonra ne duruma düşeceğini hiç düşündün mü?"

"Azad ben yıllardır yalnızım zaten. Bunu bir evlilik cüzdanı veya bir kâğıt parçası değiştirecek değil." Göz kapaklarını güven veren yorgun bir edayla kapayıp açarak "Git ve onunla mutlu ol Azad, ikiniz de bunu hak ettiniz. Hadi..." diye mırıldandı. "Avukatından boşanma kâğıdını bekleyeceğim. Senden bir şey talep etmeyeceğim, çünkü beni de çocukları da mağdur bırakmayacağını biliyorum. İstediğim tek şey, bunun aramızda kalması. Sadece bunu istiyorum, o da senin iyiliğin için... Boşandığımızı öğrenirlerse işin ardını eşeleyip Asmin'in yaşadığını da öğrenirler. Ve sana yemin ediyorum Asmin'le alakalı tek bir kelime bile çıkmayacak ağzımdan. Gönlün rahat git."

Adamsa "Zühre..." diye fısıldadı şaşkınlıkla. Duyduklarına inanamıyordu. Bir rüyada mıydı şuan? "Tabi ki seni mağdur bırakmam, sen benim çocuklarımın annesisin."

"Biliyorum, sadece buyum işte. Bunu bilmek acıtıyor."

Yaklaşıp teselli amaçlı kadının sağ omzuna dokundu. "Biliyorum, en az benim kadar senin de canın yandı. Sen de yoruldun, yıprandın. Ama yuvanı yıkmamak için sabrettin, sustun. Ama elimde değildi Zühre... Ben onsuz yaşayamıyordum, nefes bile alamıyordum. Sanki suyun altında nefessiz çırpınıyormuşum gibi geçti 14 yıl, sen çok iyi biliyorsun bunu. Belki ben Azad olmasaydım, başkası olsaydım seni sevebilirdim. Ama ben Azad'ım, Asmin'in Azad'ıyım... Bunu hiçbir şey değiştiremez."

"Biliyorum. Yolun açık olsun Azad. Ben hakkımı sana helal ettim, sen de helal et. Bundan sonra çocuklar dışında pek görüşmeyiz. Asmin'e de söyle, sadece mutlu olsun. Yıllardır sensiz kalarak o da hak etti bunu."

"Üzerinde hakkım yok belki, ama helal olsun Zühre. Seni hiçbir zaman mağdur bırakmayacağım, hem maddi hem manevi... Emin ol..."

Konaktan ayrıldığında içinde tarifsiz bir huzur vardı. Aracın arka koltuğunda otururken camı açıp güneşli günü seyretti ve bahar kokusunu içine çekti. Hiçbir zaman bunu yapan kişi olmak istememişti. Ve sonunda kalbinden geçenler gerçek olmuş, Zühre amansız savaşı bırakmıştı. Artık canı eskisi gibi yanmayacaktı, sürekli kapalı kapılar ardında, pencere başında kendisini bekleyerek ömrünü heba etmeyecekti. Hayatında bir başka erkek olmayacaktı belki ama tamamen çocuklarına adayacaktı kendini. İşin aslı, hiçbir yere varmayan boş umutlar insanın içini çürütüyordu ve Zühre bugün itibariyle o virüsten kurtulmuştu.

Havaalanında çıkışa doğru yürürken kapının önünde Mesut'u gördü. Onun burada ne işi olduğunu hemen anlamıştı. Onu karşılamaya ya babası ya da Asmin gelmiş olmalıydı. Kapıdan çıktığında yanılmadığını anladı. Genç kadına sorgusuz sualsiz sarıldı ve başını onun çikolata kahvesi saçlarına gömdü. Hiçbir şey söylemedi, sadece uzunca sarıldılar. Arabaya bindiklerinde ne kendisi ne de Asmin hiç konuşmadılar. Bir yanı güzel haberleri ona vermek için sabırsızlanırken diğer yanı erken davranmamasını öğütlüyordu. Henüz boşanma gerçekleşmemişken onu umutlandırmamalıydı. Başında yeterince dert varken Asmin bir hayal kırıklığı daha yaşamamalıydı. Elini kadının elinin üzerine koydu ve "Seni seviyorum..." diye mırıldandı. Başını onun omzuna yasladı.

Başını Azad'ın başına yasladığında huzurla soludu. "Ben de seni seviyorum..."

Merkezi sokaklardan birinde giderken güneşin batmakta olduğunun farkına vardı. Bir kuyumcunun önünden geçerlerken Mesut'a alelacele durmasını söyledi.

Onun bu heyecanını ve acelesini anlayamayan Asmin'se "Ne oluyor?" diye sordu yalnızca. Hafif bir tebessüm ederek onun çocuksu heyecanına ortak oldu. Elinden tutarak onu hızla kuyumcuya sokan adamın peşinden giderken düşündüğü tek şey, hep böyle mutlu olmak istedikleriydi. Azad da, kendisi de sonsuza dek böyle mutlu kalmak istiyordu. Ama hiçbir mutluluğun sonu yoktu, bunu bilmek yorucuydu. Mutluluğun aslında hayata direnirken çekilen acıların tedavisinde kullanılan küçük dozda bir ilaç olduğunu düşünüyordu; ne yaşatıyordu ne de öldürüyordu, arafta bırakmasıyla meşhurdu.

Dikkatle kolyelere bakarken geçen gün gözüne çarpan parçayı aramaya başladı. Asmin'in boynunda hayal ettiği o harika kolye... İşte! İşte bulmuştu! Ortasında duran su damlası pırlantayla ve ince zinciriyle genç kadının narin boynunda ne de güzel dururdu kim bilir... "Geçen gün buradan geçerken gördüm." Kuyumcunun çıkarttığı kolyeyi alıp sevdiği kadının boynuna taktı. Ensesini öptü ve "Bir ömür taşı ve beni hatırla..." diye mırıldandı.

"Seni unutmayacağım ki hatırlayayım. Hep yanımda olacaksın..."

Başıyla onaylayarak "Evet, benden kurtuluşun yok." dedi ve güldü. Bugün en mutlu günlerinden biriydi. Bir de şu başlarındaki belayı bertaraf edebilseydi sonsuza dek mutlu olacaklardı ama bu o kadar kolay değildi. Zühre kadar iyi niyetli insanlar yoktu karşılarında. Ama o tüm gücüyle savaşmaya da hazırdı. Kana kan, diye geçirdi içinden. Onun canını yakanın canına okuyacaktı.

Eve geldiklerinde kadın halâ sağ eliyle boynundaki kolyeyi seviyordu. Azad'ın gülerek "İstersen kolyeyle evlen." diye alay etmesiyle gülümsedi. "Sanırım kolyenin sahibi daha cazip."

"Bak sen..." Asmin'i belinden yakalayıp kendine doğru çektiğinde alev alev yanıyor gibiydi. Onu kadının dudaklarına çeken bir şey vardı, bu çekimin adına aşk diyorlardı. "Çok yakında sana bir sürprizim olacak." Dayanamamıştı işte, o anın büyüsüyle ağzından kaçırmıştı. Nasıl olduğunu anlayamadan söyleyivermişti işte. Öyle heyecanlıydı ki, içinde tutamamıştı.

"Ne sürprizi?"

"Sakın ısrar etme, zamanı gelince öğreneceksin."

"Ama bu haksızlık. Önce ortaya bir laf atıyorsun, sonra da kaçıyorsun." Adamın boynuna sokularak "Olmuyor böyle..." diye fısıldadı.

"Bence boşuna sırnaşma, ağzımdan tek kelime alamayacaksın. Hem ağzımdan kaçırmasaydım bu kadarını bile öğrenemezdin ya, neyse. Şimdi uslu uslu sürpriz zamanının gelmesini bekle." Asmin dudaklarını âdemelmasında gezdirirken boynu keyifle gerildi ve gülmeye başladı. "Uslu dur dememin ardından kaç saniye geçti?"

"Uslu durmamı istediğinden emin değilim." Dudakları adamın dudaklarıyla buluştuğunda yeni bir tat keşfetmişçesine bu anın keyfini çıkardı. Sırtındaki fermuarı indiren sevgilisinin dudaklarına gömüldü. Kendini onun güven dolu kollarına bıraktı. Azad'ın kendisini kucaklamasıyla parlayan gözleri adamın yeşilliklerinde gezindi. Ellerini sevdiği adamın boynuna doladı ve çıplak omuzlarında gezinen aşk dolu dudakların tadına vardı.

...

Loading...
0%