@buzlarkralicesi
|
-25/2- Sabahın erken zamanlarıydı. Usulca gözlerini araladığında genç adamın bakışlarını üzerinde buldu. Tebessüm ederken "Ne zaman uyandın sen?" sorusunu yöneltti. O bakışların üzerinde gezinişiyle huzur bulduğunu hissetti. Dirseğiyle yükselmiş, kadına tepeden bakan Yağız ise "Pek uyuyabildiğim söylenemez." demekle yetindi. Bütün gece Nağme'nin gidişi aklında dönüp durmuştu. Çok kalmayacağını umuyor olsa da ondan bir saat bile ayrı kalmanın huzursuzluğunu yaşayacağını iyi biliyordu. Özlem duygusu daha şimdiden tüm kalbinde hâkimiyet kurmuş, sevimsizce baş göstermişti. "Bir derdin olduğunu biliyordum." "Benim senden başka derdim yok." Tebessüm eden kadının meraklı yüz ifadesi yumuşadı. "Çok kalmamaya çalışacağım, merak etme." "Merak etmiyorum, çünkü çok fazla kalırsan ve seni dayanılmaz bir şekilde özlersem oraya gelir, seni arabaya atar ve kaçırırım. Hiçbir şey umurumda olmaz." İlk zamanlar tanıdığı o huysuz, acımasız, sert, sevimsiz adam nasıl oluyordu da şimdi gözüne bu kadar çocuksu bir âşık gibi görünebiliyordu? Anlamıyordu doğrusu Nağme. Ama bu hâlinden son derece memnundu. Öte yandan "Tek derdinin bu olmadığını biliyorum Yağız." diyerek itiraf etmesini bekledi usulca. Gözleri güven veren bir ifadeyle adama bakıyordu. Adamsa birkaç saniyelik sessizliğin üzerine "Hadi, kahvaltıya inelim. Melda Hanım çok güzel şeyler hazırlamıştır şimdi." dedi Yağız. Kadının gidişindeki burukluğu muhteşem kahvaltıda geçirecekleri zamanın mutluluğunda gizlemeye çalışıyordu. Yağız'ın konuyu görmezden gelişiyle gözü arkada kalacak olsa bile üstelemedi Nağme. Onu burada bilmediği derdiyle baş başa bırakmak hiç içine sinmiyordu ama yapılacak bir şey de yoktu. Kahvaltıya indiklerinde bir kuş sütü eksikti. Oturdular ve sessizce sadece çatal bıçak seslerinin konuştuğu bir kahvaltı başladı. Öte yandan her ikisinin de masadaki güzelliklerin farkına varacak hâli yoktu. Pek iştahlı sayılmazlardı. Nağme Yağız'ın derdini bilememekten, Yağız ise Aylin'in dün gece söylediklerinden ötürü huzursuzdu. Her ikisinin de ortak derdi bir süreliğine de olsa birbirlerinden ayrı kalacak olmalarıydı. Genç adam Nağme'nin iştahsızlığının farkındaydı. Bazı şeyleri kafasına takmış olduğunun da. "Hadi, kahvaltını et." Yalandan da olsa çatal bıçaklarla tabakta şekil çizer gibi oynatırken "Yiyorum." dedi Nağme. Oysa ağzına tek bir lokma atacak kadar bile iştahı yoktu. Sessizliğin hâkim olduğu kahvaltı masasında her ikisi de bin bir türlü düşüncenin kollarındaydı. Ayrılık vakti yaklaştıkça Yağız da Nağme de huzursuzlanıyordu. Kahvaltı sonrası giyinip hazırlanan Nağme, hazırladığı küçük çantayla aşağı indiğinde Yağız elleri ceplerinde evin geniş holünde aşağı yukarı aylakça volta atıyordu. Merdivenlerden inen Nağme'yi gördüğünde isteksiz bir ifadeyle duraksayıp kadına baktı. "Vakit geldi ha." Nağme ise yalnızca başını sallamakla yetindi. En az adam kadar o da bu kısa ayrılığın etkisindeydi. "Hadi çıkalım o zaman." "Sen de mi geliyorsun?" "E tabii ben de geliyorum Nağme, seni yalnız göndereceğimi düşünmedin herhâlde. Seni ben bırakacağım." Bakışlarını kızın gözleriyle buluşturdu ve ekledi. "Hem biraz daha vakit geçirmiş oluruz birlikte. Geçirdiğimiz bir saniye bile o kadar kıymetli ki." Sadece tebessüm etmekle yetindi Nağme. Bu gidişin normal bir gidiş olmadığını düşünüyordu. Öyle hissediyordu. Bilmediği bir şeyler olduğu açıktı. Asıl merak ettiği, bilmediği bu şey babasıyla ilgili olabilir miydi? Arabaya bindiklerinde aklında hâlâ bu ihtimal vardı. Babasıyla ilgili bir terslik olması mümkün müydü? Eğer olsaydı bir şekilde bunu öğrenirdi değil mi? Gerek Yağız gerekse abisi Salim veya Serra ona söylerdi. Bu işin içinde başka bir şey vardı ama ne? Aradan geçen birkaç dakika sonra adamın "Havaalanına mı, eve mi bırakayım?" sorusuyla saatine baktı Nağme. "İniş saatim olarak bildikleri zaman geçmiş, buradan direkt eve gidebiliriz. Beni iki sokak ötede bir yerde bıraksan iyi olur." Temkinli olmaları gerektiğini en az Nağme kadar biliyordu adam. Bu yüzden belli belirsiz salladı başını. Sadece semt değiştirmesine rağmen sevdiği kadını farklı bir ülkeye gönderiyormuş gibi tedirgindi Yağız. Ondan o veya bu şekilde ayrılıyordu. Gittiği yer ve sebebi ne olursa olsun bir süre istedikleri gibi görüşemeyeceklerdi. Onu her istediği an göremeyecekti. Daha baba olacağını öğreneli bu kadar kısa zaman olmuşken bunun mutluluğunu bile doya doya yaşayamadan ayrı düşüyorlardı. "Bu ayrılık çok uzun sürmesin Nağme. Ciddiyim." "Tamam Yağız, anladım. Defalarca konuşmayalım bunu. Önce gidip ne olduğunu anlamam gerek. Çok önemli bir durum yoksa zaten gereğinden fazla kalmam. İşi bahane ederek dönerim." Onaylarcasına başını sallamakla yetindi Yağız. Ona güveniyordu. Aynı şekilde onun da kendisine güvenmesini bekliyordu. Ve dönüşünü beklemekten başka çaresi yoktu. Ayrılık zamanı gelip çattığında ise usulca arabayı durdurdu ve yanında oturan kadına baktı. İç geçirerek "Gitme vakti." dedi Nağme. Direksiyonu elleriyle kavramış adamın kendisine dönüp baktığında ne denli özlem dolduğunu her zerresinde hissedebiliyordu. Kendisi de pek farklı sayılmazdı. Bu gerçek bir ayrılık değildi. Tekrar kavuşacaklardı. Belki de daha iyi şartlarda. O dönene kadar birçok şey düzelecekti belki kim bilir. Ne kadar kalacağını da bilmiyordu ki. Çok sürmeyebilirdi, henüz hiçbir şey değişmeden dönebilirdi. Ancak sonuçta bu hikâyenin sonunda bir dönüş, bir kavuşma vardı. Özlem dolu yüreklerinde çarpan hüznün tam olarak bu kavuşmayı hissetmeye ihtiyacı vardı. İkisi de sözleşmişler gibi aynı anda arabadan indiler. Uzun uzun birbirilerine baktıktan sonra sarıldılar. Yağız'ın elleri genç kızın saçlarında gezinirken kokusunu içine çekti. "Sık sık ara beni. Habersiz bırakma." Onaylarcasına başını salladı Nağme. "Seni o kadar çok arayacağım ki özlemene fırsat vermeyeceğim." "İşte o pek mümkün değil." Gitme vakti geldiği hâlde hiçbir şey söylemeden bir kez daha sarıldı kadına. Dakikalar sonra onun gidişini izlerken sağ elini saçlarının arasından geçirdi usulca. Bu ayrılığın ne kadar süreceğini bilmemek daha çok yoruyordu. Belirsizlik dünyanın en zor şeyi olabilirdi. ●●● Sabahın erken saatlerinden beri uyku tutmamıştı Canan Hanım'ı. Bu kez üzüntüden veya endişeden değil, sevinçten uyuyamamıştı. Gün boyunca inanılmaz özenli bir hazırlık sürüyordu evde. Kimsenin bilmediği tatlı bir karmaşa, bir telaş vardı. Evden içeri ilk girdiği andan beri Aylin bunun farkındaydı. "Anne, bir misafirimiz mi var?" "Misafir demek çok doğru olmaz." Annesinin yüzündeki coşku, heyecan yadsınamayacak kadar cıvıltılı ve belirgindi. Bu Aylin'in daha da meraklanmasına sebep oluyordu. "Kim geliyor anne, söyleyecek misin artık?" "Tuna geri dönüyor Aylin! Çok bekledim, uzun sürmesin diye dualar ettim ve sonunda oğlum geri dönüyor!" Şaşkınlıkla sevinç iç içe geçmişti genç kadında. Kardeşinin zamansız geri dönüşüne elbette çok seviniyordu. Ancak bu kadar erken dönmesini beklemiyordu doğrusu. Ayrıldığı sevgilisinin ruhunda açtığı yaralar görmezden gelinemeyecek kadar hayatını etkilemeye başlamıştı. Gözlerindeki ışıltının sönmesine sebep olmuştu. Bu kadar çabuk toparlandığına şaşırmıştı daha çok. "Anne bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" "Kızım, dün aradım açmadın! Açsaydın söyleyecektim!" "Babam biliyor mu?" "Evet." Yüzünü buruşturdu Canan Hanım. "Akşam yemeğine Sonia'yı da çağıracakmış. Ne gerek varsa!" Omuz silkti boş vermiş bir biçimde. "Biricik oğlum için görmezden geleceğim onu. Sebebini anlayamadığım bir şekilde yakınlık duyuyor Sonia'ya. Oysa Tuna ve Sonia'nın yakın iki kardeş gibi olması için hiçbir sebep yok. Her neyse. Yıllardır süregelen bir şeyi şimdi gündeme getirmenin bir manası yok." Yıllardır Tuna ve Sonia arasındaki yakınlığa tek bir anlam yükleyebilmişti Canan Hanım, bir tanecik oğlu Tuna çok vicdanlı bir çocuktu ve Sonia'yı da yaşadığı babasızlık ve diğer kötü olaylardan ötürü acınası bulup ona destek olmayı seçmişti. Vicdan yapmıştı ve bu da zamanla iki kardeş gibi yakınlaşmalarına sebep olmuştu. Her ne kadar engel olmaya çalıştıysa da başaramamıştı Canan Hanım. Bu yüzden mecburen oğlu için zaman zaman Sonia denen o kıza katlanmak zorunda kalıyordu. Her gülün bir dikeni vardı sonuçta. ●●● Evinin önündeydi Nağme. Avlu gibi küçük bahçelerinden içeri girdiğinde sanki yıllar sonra ilk kez geliyormuş gibi yabancılaşmıştı. Bir misafir gibiydi adımları. Oysa çocukluğu, gençliği burada geçmişti. Tüm güzel ve kötü anılarıyla buraya aitti. Ancak yıllar geçmese de uzun zaman olmuştu işte. İlknur ablası anlatırdı da inanmazdı, evlenip bu evden gittiğinde her şeyin değişmesini bunun normal şartlarda olmayan bir ayrılık oluşuna bağlardı hep. Belki de haklıydı. Kendi ayrılığı da pek normal şartlarda olmamıştı en nihayetinde. Yağız'la olan anlaşmaları, bu evden türlü yalanlarla çekip gidişi... Hepsi bir bir aklına geldiğinde ateş basıyordu. Onca yalanı söyledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi nasıl dönebilmişti? Abisinin yüzüne nasıl bakacaktı? Sanki yüzüne baktıkları an anlayacaklardı. Her şey bir bir açığa çıkacak, dökülüverecekti. Derin bir nefes aldı ve korkularından sıyrılmaya çalıştı. Korkunun ecele faydası olmadığını pekâlâ biliyordu. Buraya kadar gelmişti. Geri dönemezdi. Söylediği yalanlar yüzünden ailesinden uzaklaşamazdı. Er ya da geç bu kapıya gelecekti zaten. Kapının önünde durup sağ yumruğunu kaldırdığında daha çalmadan kapının açılışıyla hazırlıksız yakalanmış hissetti kendini. Kapıyı açan kız kardeşi Serra'dan başkası değildi. "Abla..." "Serra..." Onu karşısında görür görmez hiçbir şey söylemeden sarılıverdi Nağme. Öyle çok özlemişti ki kardeşini. Onu çileden çıkardığı hâlde dik başlı hâllerini bile özlemişti. Hasretle kenetlendiler birbirilerine. Ayrıldıklarında Serra kapıdan içeri buyur etti ablasını. "Geçsene içeri abla." Kapının önünde duran küçük çantaya baktı göz ucuyla. "Bu kadar mı eşyaların?" "Çok fazla kalamam. O yüzden az şey aldım yanıma." Karmaşık bakışlarla süzen kardeşine soru işaretleriyle baktı. "Ne o, hemen gitmemi ister gibisin?" "Yok... Ondan değil de..." Serra bir şeyler söyleyecek gibiyken kapıda Salim belirdi. Konuşmaları yarıda kaldığı hâlde meraktan çok uzak bir duygu içindeydi Nağme. Abisinin adını telaffuz etmesiyle tebessüm etti. "Nağme..." "Abicim..." Kısa bir sarılmanın ardından Salim kardeşinin çantasını aldı ve içeri geçtiler. Sessizliğin verdiği huzursuzlukla etrafı taradı Nağme. Burası bıraktığı gibi kalmamıştı. Yaşlı ve hasta bir adam için dizayn edilmiş o küçük evden eser yoktu. Evin içine bakınırken gözleri babasını arıyor gibiydi. Bir şeylerin yolunda gitmediğinden korkuyordu hâlâ. "Babam nerede?" "Memlekete gitti." Nağme'nin meraklı bakışları karşısında devam etti Salim. "Aslında o da seni görmeyi çok istiyordu ama giderken senin geleceğinden haberi yoktu. Tedaviden sonra doğduğu, büyüdüğü topraklara gitmenin iyileşme sürecini hızlandıracağını düşündü. Biz de uzun zamandır görüşmediği akrabalarıyla kendini daha iyi hissedeceğini düşünüp izin verdik. Doktora da danıştık tabii." "İyi bari, iyileşme sürecine olumsuz bir etkisi yoksa." Kafası cevapsız sorularla dolu olmasına rağmen daha ilk dakikadan abisine çağrılma sebebini sormadı. Önce güzel bir sofra hazırlandı, üç kardeş güzel bir yemek yediler. Sohbetler, şakalar, güzel anılar derken zaman ilerledikçe Salim'in bir şey söyleyeceği yok gibi duruyordu. Bu durum genç kızı daha da germişti. Serra çayları hazırlamak için mutfağa gittiğinde abisiyle baş başa kalan Nağme lafı fazla uzatmadan geliş sebebini öğrenme konusuna getirdi. "Abi apar topar çağırdın beni. Doğrusu merak içindeyim, biraz da endişelendim. Kabalık etmek istemem ama neden alelacele beni buraya çağırdın?" Tebessüm eden abisinin rahat tavırları gözünden kaçmıyordu. "Çok fazla kalamam. Malûm, iş." Yalan söylerken tüm yüzünün kızardığına yemin edebilirdi ama çok kalamayacağı konusunda başka bir bahane öne süremeyeceğini de biliyordu. "Ben gerçekten çok merak ettim. İşin açığı, babamı da göremeyince endişelendim. Kötü bir şey var da benden mi saklıyorsunuz?" "Hayır, merak etme Nağme. Babamız gayet iyi." Hafifçe gerinip yaslandığı kanepeden doğruldu. "Ben seni başka bir şey için çağırdım." "Nedir?" "Sen de çok iyi biliyorsun ki abin olarak her zaman mutluluğundan başka dileğim yok. Okulunu bize yaraşır bir şekilde, bize laf getirmeden, doğru ve dürüst bir şekilde bitirdin. Babam için yaptığın fedakârlıklardan bahsetmiyorum bile." Konuya hızlı bir giriş yapma kararı aldı Salim. "Demem o ki artık senin de mutlu olma zamanın geldi." "Abicim ben zaten sizlerle mutluyum. Sizin varlığınız bana paha biçilmez bir güç veriyor." "Onu demiyorum, artık mutlu bir yuva kurma zamanın geldi Nağme. Anlatmak istediğim tam olarak bu." Şaşkınlıkla kendisine bakan kız kardeşine güldü adam. "Köyden beri tanıdığım çok iyi bir aile dostumuzun oğlu sana talip olmuş. Babamın da pek içine sinen biri. Anlayacağın, seni onunla baş göz etme niyetindeyiz." O an neye uğradığını şaşıran, duyduklarına inanamayan Nağme ne diyeceğini bilememişti. Ağzını açıp tek kelime dahi edemeyecek kadar şaşkındı, şok olmuştu. Cevabı hazırdı, elbette hayır diyecekti hele ki şuan içinde bulunduğu karmaşık duruma bakılırsa bu su götürmez bir gerçekti. Ancak şaşkınlıktan öyle bir kalmıştı ki tek kelime edemeyecek durumdaydı. Kaskatı kesilmiş bir heykelden farksızdı. Yüzüne gülen abisi ailesi için yaptığı fedakârlıklardan sonra mutlu olmayı hak ettiğini düşünüyordu ve bu yüzden de onu köylerinden bir tanıdıklarıyla evlendirmeyi düşünüyordu. Oysa bilmediği şey tam olarak şuydu ki Nağme babasını kurtarmak için babasının donörüne büyük bir söz vermiş, bir anlaşma yapmıştı. Alışıla gelmemiş bir taşıyıcı annelik anlaşması. Aslında teoride adı öyle olsa da pratikte taşıyıcı annelikten çok uzak bir anlaşma. Üstelik bu da yetmezmiş gibi söz konusu adamdan, Yağız'dan hamileydi. Abisi bunları bilseydi... ... * YAZAR NOTU: Herkese merhabalar! Öncelikle buraya kesin dönüş yapmadığımı belirtmek istiyorum. Yani bölümlerin düzenli gelmeyeceğini söylemek zorundayım. Buraları çok ihmal ettim, doğrudur. Ama şunu bilin ki ben de sizleri çok özledim. Güzel yorumlarınız burnumda tütüyor. Sadece bu bir süreç ve sanırım uzun bir süreç. Bilenleriniz vardır, Ankara'ya taşındım. Ev tuttum. Çalışıyordum, işimden ayrıldım. Şimdilerde daha iyi bir iş arayışındayım, bazı seçenekler var onları değerlendiriyorum. Ama ne yazık ki bölümler düzenli gelemeyecek çünkü henüz düzenimi kuramadım pek. Çalışırken maddi sıkıntı olmasa da vakit sıkıntısı yaşıyordum, bu sebepten bölüm yazamıyordum. Şimdiyse yeni taşındığım ve henüz düzenli bir işim olmadığı için eve internet bağlatmadım, şuan bile kendi mobil paketimden yiyorum. Ama elimden geldiğince böyle ara ara bölümler getirmeye çalışacağım. Sizleri unutmadığımı ve çok sevdiğimi bilmenizi istiyorum. Kendinize iyi bakın. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 💖☁️ |
0% |