Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bilinmez 1. Bölüm

@cagla_ozkatar

Bilinmemeye ant içmiştik bu üniformayı ilk giydiğimiz gün, bazen sırdık, bazen de en büyük ses. Bilmeyen çoktu bizi, ama bir o kadarda bilen vardı. Burası vatandı biz de o vatanın evlatları, üstünde yaşamak nasip değilse altında yatmak nasip olsun diyen nice evlatlar.

 

Üzerimde olmayan bir üniforma vardı ama ruhumda taşıdığım o üniforma bir gün şehit olsam bile çıkmayacaktı. Ben Gökçe Göktürk, kıdemli üsteğmen Gökçe Göktürk. Şu an da üzerimde ahı gitmiş vahı kalmış kumaş parçaları vardı.

 

Şekilden şekle girmek bizim için kolay olandı, bende bukalemun gibi renkten renge girerek görevimi layığıyla yerine getiriyordum, son vuruş günüydü bugün.

Son defa yalandan destekleyecektim onları ve son defa gülecektim yüzlerine, ama yapmam gerekeni yapacak son darbeyi vuracaktım onlara.

 

Önümde duran yemeklerin olduğu sofraya uzanmamıştım bile, kim ne yaparsa yapsın gözlemci taraf olmak çoğu zaman beni kurtarıyordu. Bozmam gereken her plana bu kadar hakim olan tek kişi ben olabilirdim.

 

Yanımda oturan piçin elini omzuma atarak kendine doğru çekmesiyle daldığım düşüncelerin tehlikesini iliklerime kadar hissetmiştim. Rahatsızca yerimde kıpırdanmam onu memnun etmiş gibi güldü.

 

Gülmeden önce daha çekilirdi sanki sarı dişleri ve ağzındaki iğrenç koku direk gözlerimin önündeydi. Şimdi şuraya bayılacağım, tutun beni. Ama tabi ki bayılmadan çok şükür ayakta durmaya devam ettim, son defa planlarının üzerinden geçerlerken silah sesleri bastırdı seslerini.

 

Az önce dalga geçtikleri beş şehidin intikamı için sıkılıyordu her kurşun, biz nasıl ki bugün birilerinin intikamı için yaşıyorsak bir gün de birileri bizin intikamımız için yaşayacaktı. Bu bizden aldıkları beş yiğit can içindi, az önce gülerek dalga geçtiği her bir isim için yüzlerce kurşun sıkıldı, taaruz ateşi altında kaldı her biri.

 

Sol bileğimde duran bıçağı biraz oynatarak kavradım ve arka tarafta yatalak vaziyette olan sözde liderlerinin bulunduğu odaya doğru ilerledim, her biri kendi canını kurtarma derdindeyken beni gören olsa bile bir şey yapmamıştı. Ki yapacak sadakatleri de yoktu.

 

Odaya girdiğimde korkmuş gözlerle kapıya bakan bir adam vardı, ama baktığı yerde ben değil başka biri vardı. Bu adamın kim olduğunu anlamam çok zor olmamıştı, operasyondan günler önce saatlerce araştırdığım dosyalarda sürekli gördüğüm yüzdü.

 

Gözünün biri yoktu, o yüzden örgüt arasında Deccal kod adlı asıl adı Ebul-Kasım olan bir itti kendisi, benim odaya girdiğimi görmesiyle gülerek yatakta yatan sözde lidere ilerledi ve benim bir şey yapmama gerek kalmadan adamın kalbine bıçağı sapladı. Öldüğünü belirten monitör düz çizgi halinde ilerlerken pis pis gülerek yanımdan çıkmak için hareketlendi.

 

"Ebul-Kasım, namı diğer Deccal." Seslenme biçimim onu hazırlıksız yakalamış gibi olduğu yerde kala kaldı, ardından da hışımla bana dönerek boğazıma yapıştı, parmaklarının izi çıktığına yemin edebilirdim, hoş geldin yeniden hayatıma kapatıcı ve morluk kremleri.

 

Bozuk Türkçesi ile "Kemsin sen!" diyerek yüzüme bağıra bağıra konuştu, bağır kardeşim ona amenna da niye tüm salyanı yüzüme bıraktın kuduruk köpek. "Benim kim olduğum ne önemli ki, ama senin ne olacağın önemli." Bana bakışında var olan şaşkınlık, vücudunun hareketlerine de yansımıştı.

 

Anlık şokla boğazıma sıkı sıkı yapışmış eli gevşemişti, sol bileğimde öne doğru kaydırdığım bıçağı kavrayarak bir kere daha düşünmeden önümdeki adamın yüzüne sapladım, derin bir iz bırakacağım kesindi ama ben daha ikinci hamlemi yapamadan beni hışımla kenara itmişti, sarsılsam da dengemi koruyarak ona baktım, ama o çoktan geldiği gibi kaybolmuştu

 

"Siktir, nerde bokluk orada ben varım." Öldüğüne emin olduğum adamı yine de kontrol etmek için şah damarına işaret ve orta parmağımı bastırdım, tek bir ses veya titreşim duymamam öldüğüne emin olmamı sağlıyordu. "Diriniz kalleş, ölünüz leş. Yükten başka bir şey değilsiniz." Sinirle ölü adamla konuşuyordum, deliriyordum sanırım.

 

Duyduğum adım sesleri beni olduğum hali hatırlatmak için yaklaşıyordu sanki, hızlı bir hareketle görünmeyeceğim ama her şeyi görüp duyacağım bir yere gizlenerek içeri gelenleri gözlemeye başladım. Az önce bana yaklaşan adamla sürekli dibinde gezen köpeği odaya girdi.

 

Yatakta kanlar içinde yatan adamla yardımcısı dizleri üzerine çöktü, yüzünün ne denli hızlı bir biçimde beyaza kestiğini görmesem de tahmin ediyordum. Diğeri ise inanmazcasına ilerledi lider bildiği adama inanmak istemiyormuş gibi nabzını kontrol etti. Ama sonuç onun için acıydı.

 

Yüzümde bir gülümseme yer edindi, beter olmaları gereken itler elbet bir gün boşluğa düşecekti. Gülümsememi silmeden kendimi açığa çıkardım, beni ilk fark eden o itten bir farkı olmayan yardımcısı idi. Bir farkla buradaki herkese göre daha iyi olan Türkçesi ile "Sen, sen öldürdün" başımı yeniden sağa sola salladım.

 

Ellerimi dizlerime koyarak öne doğru eğildim ve fısıltıyla "Keşke, ama o şans elimden alındı." dedim. Bana dehşetle bakarken daha fazla bir şey demesine fırsat vermeden yatağın başında duran adama doğru adımladım. Onu arkamda bırakmam riskti ama daha küçüktü, çocuktu. Az önce Deccal kod adlı itin kanını akıttığım bıçağı sıkıca kavradım yeniden.

 

"Çok istiyorsan seni yollayayım yanına." Kulağına fısıldamamla hızla bana döndü, daha bir şey demesine fırsat vermeden elimdeki bıçağı tam şah damarına artarda üç defa batırıp çıkardım, eli hızla oraya gitse de bana karşı koyacak güç bırakmamıştım. Bir kez daha elimdeki bıçağı döndürüp daha fazla düşünmeden kalbine denk gelecek şekilde sapladım.

 

Gözümün önünde dizlerinin üzerine çöktü ve ayaklarımın dibinde son nefesini verdi, içim acımadı. İnsan değildi bunlar insan olsaydı üzülürdüm ama insan olmayan hatta kansız olan bu itlere üzülmek hiçbir askerin kitabında yazmadı, tıpkı benim kitabımda yazmadığı gibi.

 

O çocuğu da kolundan tuttum ve kaldırdım, benimle beraber sürükleyerek çıkardım odadan. Bu çocuk bunlardan değildi ne kadar az önce leş olan o itin yanında olsa da o piçlere benzemiyordu o çocuk. Kan değişmezdi, nerede olursan ol içindeki kan ve fıtrat aynıydı. Bu çocuğun fıtratında da köpek olmak yoktu.

 

Kendimle beraber dışarı çıkardım, kolunu sıkıca kavradığım çocuğu kendimle beraber dışarı çekip çıkardım, salon ölüleriyle doluydu itlerin, dışarıda ise bildiğim ve bir zamanlar beraber çalıştığım bir tim vardı. Yanımdaki çocuğu kendimle beraber dışarı sürükledim.

 

Benim dışarı çıkmamla bana üç silahında bana doğrultulması eş zamanlıydı "Vurmayacaksanız geleyim komutanım." güldü kime hitap ettiğim açıktı ama bana silah doğrultan üç kişide silahlarını indirmek yerine bir bana bir de komutanlarına bakıyordu.

 

"Gel gel, vurmayacağım Asena." İnanmış gibi kendimle kolunu sıkıca tuttuğum çocuğu da sürükleyerek komutanımın önünde hazır ol vaziyetini aldım. Bana rahat komutuna geçmem için eliyle işaret ettiğinde rahat komutunu alarak time baktım.

 

"İzninizle sarılmak isterim ben komutanım." Daha ne tim komutanların ya da ben bir şey diyemeden kolları beni sarmıştı, biraz daha sıkarsa kemiklerim kırılacaktı. Kan olmayan elimi hızla kaldırarak beyaz kamuflajı üzerinden iki defa sırtına vurdum. "Beni öldürmeye çalışıyorsan daha acısız yolları var Ali."

 

"Affedersiniz komutanım." Güldüm gerginlikle harmanlanmış yüzüne, benim gülüşümle gerginliği artmış olmalı ki sol elini saçlarına daldırdı, ensesi olmuştu elinin son durağı. "Ali biraz bize de mi izin versen, bir daha ne zaman görürüz Allah bilir."

 

"Erdem komutanım, sizi bir beni özlemiş gördüm." Bıkkınlıkla verdi nefesini "Ne özledim ne özledim, Asena komutan. Sen gittin başımı ağrıtan kimse kalmadı, operasyon operasyon diye." sonlarda sesini inceltip benim taklidimi yapması, dik dik yüzüne bakmama sebep olmuştu. "Rütbeden çıkabilir miyim?" Başını sağa sola sallarken "Ana avrat söveceğin için hayır Asena." dedi.

 

"Ama bu haksızlık komutanım, neyse bende Sevim yengeyi arar ona şikayet ederim sizi." bu defa gerginleşen ve rahat pozisyonunu bozan o olmuştu, "Beni öldürmek mi istiyorsun Asena?" içten bir gülümse yer edindi dudaklarımda "Ne de olsa kuzenim komutanım, ben vardım siz yokken. Ayrıca şu an evliyseniz benim sayemde."

 

"Allah senden razı olsun Asena." Başımı aşağı yukarı salladım sadece. Timde bulunan ve beraber çalıştığım kim varsa benimle içten bir şekilde sarılmışlardı. Çünkü bizim işimizde ölüm şah damarımızdan bile yakındı bize, ve bu yüzden birimiz birimize asla küs kalmazdık, çünkü pişman olmak istemezdik.

 

Bana doğrultulan tabancayı memnuniyetle kabul ettim ama "Bu pek benlik be komutanım." demeyi ihmal etmedim bana iflah olmazsın anlamında bakarken bir kere daha kahkaha atmıştım, bugünlük gülme kotamı doldurduğuma dair inancım tamdı, hatta sadece bugünün değil bence bu ayın gülme kotası dolmuştu.

 

Üç ay, bu itlerle beraber geçirdiğim, hayatımdan çalınan üç ay. Kendi derimi kazımak isteyeceğim bir pislik içinde geçen üç ay. Timimden ve karargahımdan haber alamadığım üç ay. Onlarca yiğit, vatana kurban gidenlerin olduğu üç ay. Nice hilaller batmıştı, ama ben acılarına ortak olmaya bırak engelleyememiştim bile.

 

Benden alınan çoktu, ettiğim yeminler çoktu, ama hangisini yerine getirmeye ömrüm yeterdi bilinmez. Ben Gökçe Göktürk, Kıdemli Üsteğmen Gökçe Göktürk. Bir evin en küçüğü babasının en kıymetlisi, askeriyenin Asena'sı başım dimdik görev uğruna arkamı döndüğüm vatan topraklarına geri dönüyorum.

 

Yarım kalan hikayelerimiz çoktu bizim, ama ben bir kere daha hikayemi devam ettirmek için dönecek gücü bulmuştum, daha zamanım gelmemişti. Kaderimde daha kaç intikam vardı bilmiyorum ama ömrüm yettikçe hiçbir şehidin kanını yerde koymayacaktım, tıpkı bu üniformayı benimle beraber taşıyan herkes gibi.

 

                                                            ~~~~~

 

Gittiğim gibi karargahta bana ait olan odaya geçip kendimi temizlemiştim, normal duşlarımdan daha uzun olduğuna emindim, kendimi aylar sonra ilk defa temizlenmiş hissetmek bana huzur vermişti. Üzerime yeniden üniformamı giymek ise huzurumu arttırmıştı.

 

Açık olan yakamın son düğmesini vurarak iyice kapadım yakamı, sağ ve sol omzumdaki rütbeme duyduğum özlemse ayrı bir boyuttu, iki yıldızı da sevgiyle okşadım apoletlerimi bile özlemişim, siyah saçlarımı at kuyruğu biçiminde topladıktan sonra ensemde bir topuz yapmıştım.

 

Başıma taktığım bordo bereyi sağa doğru yatık taktıktan sonra sağ kolumdaki bayrağa dokundum ayların izini taşıyan ellerimle. Aylardır soluk olan mavi gözlerim bugün yeniden aydınlanmıştı ama yüzümde okunan ifade ise Asena komutandı, olması gerektiği gibi.

 

Odanın kapısını açıp dışarı çıktığımda postallarımın yeri döverken çıkardığı tok ses kulağıma ninni gibi geliyordu. Koridor boyunca sadece düşük rütbeli askerler vardı, onlarında çoğu yeni nöbet teslimi yapmıştı. Albayın odasında duvar dibine konulmuş masada oturan emir eri beni görünce hazır ola geçerek tekmil verdikten sonra "Komutanım sizi bekliyor, komutanım."

 

"Biraz fazla komutanım demedin mi?" Güldü hafifçe ama benim rütbemin daha yüksek olduğunu hatırlayınca hızla yeniden ciddileşti ve "Biraz fazla komutanım dedim, komutanım." bu haline gülmek istesem de başımı çevirip albayın kapısına doğru döndüm. İki defa tıklattım kapıyı içeriden gel emrinin duyulmasıyla, emin ve başı dik bir şekilde içeri girdim.

 

"Kıdemli Üsteğmen Gökçe Göktürk, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." Rahat pozisyonuna geçmemi bir baş hareketiyle bana bildirmesi beni hazırlıksız yakaladı anlık ama hızla toparlanarak rahat komutuna uydum. "Asena, Asena bir insan hiç mi değişmez? Otur biraz uzun konuşacağız seninle."

 

Ne yaptığımı bilmediğim için yutkundum, gerginliğin beni ele geçirmesine izin vermeden albayın işaret ettiği koltuğa oturdum, bir yandan da ne gibi bir şey yaptığımı sorguluyordum. Ne yaptım lan ben, acaba o it yuvasını yaktığım için, ya da Deccal itine yüzümü gösterdiğim için, kafayı yememe ramak kaldı.

 

Kim olduğumu unuttuğum dakikaların içindeydim, ben bu stresi en son üç yıl önce yaşamıştım, o da bir hata yüzündendi ve ben şimdi yeniden bir hata yaptığım algısıyla, ki yapmadığıma da emindim, albayın karşısında tekli koltukta oturuyordum.

 

Utanmasam stresten ağlardım, ama utanıyordum hem üzerimde üniforma vardı, ağlamak pek yakışmazdı. Hatta pek değil hiç yakışmazdı. "Bir hatam mı oldu komutanım?" Oturduğu yerde hafif öne eğildi albay ve "Hangisinden başlayayım Göktürk, ben seçemiyorum da?" kısık sesi ve dingin tonu beni olduğum yere çivilemeye yetmişti, sessiz kaldığımı görünce konuşmaya devam etti albay.

 

"Ben sıralayayım hatalarını 1-Neden evi yaktın Göktürk, böyle bir emir yoktu. 2-Deccal kod adlı ite nasıl yüzünü gösterirsin ve son olarak yani 3- Aferin Göktürk, zor olanı başardın hele ki o olaydan sonra." Konuşmanın başında yaşadığım gerginliği anlatmama gerek yoktu sanırım, dokuz doğurdum oturduğum yerde. "Teşekkür ederim komutanım."

 

"Dosyayı sunduktan sonra timinin yanına gidebilirsin." Zaten yanımda taşıdığım sarı kapaklı dosyaya bir kere daha göz atmadan iki elimle albaya uzattım, yüzünde var olan saniyelik memnuniyet ifadesi benden kaçmamıştı ama çaktırmamış gibi yapacaktım. Bana eliyle çık işareti yaptığında son defa selam vererek odadan çıkmak için kapıya doğru ilerledim.

 

Elim tam kapının kolundayken "Göktürk." bana seslenmesiyle hızla arkamı döndüm ve hazır ol pozisyonunda "Emredersiniz komutanım?" dedim. Bana baktı birkaç saniye "Timinin yanına gidince öğrenirsin, hadi çık Göktürk." kaşlarım çatılsa da bir şey deme hakkım olmadığı için sadece "Emredersiniz komutanım." diyerek odadan çıktım.

 

Bu adam niye böyle konuştu şimdi, aklımda deli sorular vardı ama cevap alacağım kimse yoktu. Allah'ım sen yüzümü kara çıkarma, odaya yaklaştığımda az önce bedenimi saran endişe sanki beni terk etmiş gibi bir özgüvenle odaya girdim, ama girmemle maziye gömülmüş birinin bana bakmasıyla olduğum yere takılı kaldım.

 

Boynumdaki künyesi dışarıdaydı, tam göğsünün üstünde sallanıyordu, boğazıma oturan yumru ile konuşamadım, biz birbirimizin yıkımını görmüştük ve o yıkıma bizzat biz sebep olmuştuk. "Gökçe..." Nr kadar olmuştu sahi ismimi ondan duymayalı? Kaç yıl olmuştu, 7 mi 8 mi saymayı bırakalı çok olmuştu artık.

 

"Nasılsın?" Derin bir nefes aldım ve odaya girdim, "Seni görene kadar gayet iyiydim." başını sağa sola sallayarak baş parmağı ile üst dudağını kaşıdı. "Senin bu dobralılığını özlemişim ama üstün olduğunu hatırlatırım." Güldüm ama samimi bir gülüş değildi.

 

"Time atanan yeni komutan olduğunu söyle me, sana tahammülüm yokken komutanım olduğunu söyleme!" Korkuyla kurduğum cümle onu memnun etmiş gibi bir sırıtma yerleşti yüzüne.

 

Ben cevabımı almıştım elimi anlıma koyarak tepkimi verdim "Nefret ettiğin birinden emir alacaksın Gökçe kusura bakma." yüzüme yer edinmiş kaybediş gülümsemesiyle kendimi kahve deri koltuğa bıraktım, "Nefret büyük duygu, senden nefret bile etmiyorum. Sana karşı tek bir duygum yok, rastgele kapının önünden geçen bir askerden hiçbir farkın yok benim için." sözlerim onu kırmış olmalı ki bir şey demedi L koltuğun diğer ucuna oturdu.

 

"Madem tekrar karşılaştık, yarım kalan her şeyi tamamlarız, bana verdiğin saati geri vereceğim. Sende annemin yüzüğünü bana geri vereceksin, bilirsin manevi değeri var." Kafamı kaldırarak ona baktım, boş gözlerle bana bakıyordu "Veremem!" kafamdan aşağı dökülen kaynar suyu iliklerime kadar hissettim.

 

İçimde kopan fırtınaya inat gayet sakin bir şekilde "Ne demek veremem!" dedim, benden böyle bir tepki beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla yüzüme baktı "Veremem çünkü yüzük bende değil!" başıma saplanan ağrı ile gözlerimi yumdum "Annemin yüzüğü kimde?" bu defa o başını eğmişti.

 

Kapının ağzından bize bakan on çift gözle açtığım ağzımı kapadım. Dudaklarımı dişleyerek oturduğum yerden kalkarak time baktım. "Selamünaleyküm ahali" Hepsi bir ağızdan "Aleyküm selam" dedi. Gülerek omzumdan geriye baktım, sadece başını sallayarak baktı bana ama time dönüp "Komutanınız görevden dönmüş, serbestsiniz." diyerek kahve makinesine doğru ilerledi.

 

Sinan'ın içeri girip bana sarılması ile gülümsedim hafifçe "Hoş geldiniz komutanım." hareketleri sivil haldeki gibiydi ama sesi ise askeriyedeki gibi. "Yine dinlenmeden geldiniz değil mi komutanım?" Orhan abinin isyanı ile ona döndüm ve başımı sallayarak onayladım onu, beni onaylamaz şekilde başını sağa sola sallayarak bana sitemini belli etti.

 

İki elimi de havaya kaldırıp onların üzerime gelme çabalarından kaçınmak için geriye iki adım attım, üzerimdeki kaçamak bakışları hissederek omzumun üzerinden anlık geriye baksam da onun camdan dışarıyı izlediğini görmemle geri time döndüm. "Bir hafta iznim var, iki gün buradayım sonra dört günde Ordu'da olacağım bugün size merhaba demeye geldim."

 

"Ama girmişsiniz üniformanızı komutanım!" Mert'in haklı isyanı ile onu onayladım "Aylarca sende ayrı kalsaydın şu mübarekten, sende giyerdin Mert!" beni başını sallayarak onaylayarak geri çekildi. Her biri ile sarılıp ayaküstü konuştuktan sonra, arkamdaki tim komutanımıza dönüp "Tanıştığımıza memnun oldum komutanım, göreviniz hayırlı olsun."

 

Başını sallayarak beni onayladı ardından da "Bende memnun oldum üsteğmenim, iyi tatiller dilerim." başımı aşağı eğerek onayladım ve "Teşekkür ederim komutanım." diyerek odanın çıkışına doğru ilerledim.

 

Askeriye koridorunda karşılaştığım komutanlarıma selam vererek odama doğru ilerledim, bir hafta dinlenecek sonra göreve dönecektim. Kolya şeyler beklemiyordu beni hele ki o artık buradayken.

 

Yarım kalan hikayeler tamamlanmak isterdi ama bizim hikayemiz yarım kalmamıştı bizzat onun tarafından, bizim hikayemizin yazılı olduğu sayfayı defterden koparıp parçalara ayırmıştı, beni yok etmişti. Bizim yarım kalmış bir hikayemiz yoktu, parçalara ayrılmış yaralanmış bor tarafı vardı ve o taraf iyileşmek istemiyordu. Çünkü biliyordu o taraf iyileştiğinde yeniden yaramayacaktı hem de bu defa daha sert şekilde.

 

.......

Selam bu hikayenin son hali artık böyle, eski bir tanışıklık eskiden yarım kalmış anılar. Bakalım bu yolda neler yaşayacaklar.

 

Yaşanan olaylarla alakalı konuşmak istemiyorum çünkü hiç iyi değilim okulum olmasa evden çıkmam bile. Çok yoruldum ülkeden gitmek istesem atama ihanet ediyorum sanki kalsam sıradaki kişinin ben olup olmayacağı belli değil. Şans eseri yaşadığımız bu hayatta yeniden görüşmek dileği ile.

 

Adaletin bir duvar yazısı değil uygulandığı bir Türkiye de uyanmak dileği ile. Dikkat edin adalet uyuyorken kimse güvende değil.

 

 

Loading...
0%