Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@cerkul

13. Bölüm


Okuldan koşarak çıktıktan sonra Ayaz’ı durmadan telefonla aradım fakat hiçbir şekilde ona ulaşamadım.


Sonra köşke gittim. Selma ablaya Ayaz’ı sordum. Nerede olduğunu kimsenin bilmediğini söyledi.


Onu nasıl bulacağımı düşünürken aklıma Emre geldi. Emre’yi evimi yenilerken bir kez Ayaz’ın yanında görmüştüm. Ayaz onu evime kadar getirdiğine göre onunla samimi olmalıydı.


“Emre’yi tanıyor musun Selma abla.”


“Bizim Emre mi?” Dedi.


Bilemedim.


“Tanıyorum tabii, Ayaz’la kardeş gibiler onlar. Bak o kesin biliyordur yerini.”


“Emre’yi nerede bulabilirim?” Diye sordum.


“Bende numarası var.” Dedi Selma abla, işte o an bir umut ışığı gördüm.


“Efendim.” Diyerek telefonu nihayet açtı Emre.


“Emre, benim Gece.” Dedim hızlıca.


“Yenge, sen misin?” dedi Emre.


Ortamda kısa süreliğine bir sessizlik oluştu.


“Evet benim.” Dedim. “Ayaz’a ulaşamıyorum kaç gündür, sen nerede olduğunu biliyor musun?”


“Yenge valla-“ dedi Emre tereddüt ederek. “Yani telefonu kapalıysa ki, bende aradım bugün bütün gün kapalıydı, yalnız kalmak istiyordur, bu yüzden sana geri dönmesini beklemeni tavsiye ederim.”


“Onu bulmam lazım Emre. Yerini biliyorsan söyle.”


“Biliyorum ama söyleyemem yenge.” Dedi Emre. “Söylersem beni kesin öldürür.”


“Söylemezsen de kendi kendini yiyip bitirecek.” Dedim hemen. “Çok kötü bir şey yaşadık. Bana ihtiyacı var.”


“Bana acilen yerini söylemen lazım.’ Dedim hızlıca. “Biz çok kötü tartıştık.”


“Aranızda bir sorun olduğunu tahmin etmiştim.” Dedi Emre. “Ayaz şu anda Muğla’daki çiftlik evinde. Seni oraya götürürüm.” Diye de ekledi.


Yaklaşık on saat sonra Muğla’daydık. Hava kararmış saatler akşam üzeri dokuzu gösteriyordu.


Akdeniz’in en güzel adalarına ev sahipliği yapan, yanıklar köyü sahilinde yer alan, sık ağaçların olduğu çiftlik evinin yakınlarında durduk.


“Burası.” Dedi Emre. Işıkları kapalı olan çiftlik evini işaret ediyordu.


“Teşekkür ederim Emre.” Dedim. “Merak etme Ayaz’a yerini senden öğrendiğimi söylemeyeceğim.”


Arabadan inip çiftlik evine doğru yürüdüm. Ağır adımlarla çiftlik evinin ahşap merdivenlerini çıkarken Emre arabayla oradan uzaklaşıyordu.


Kapının önünde biraz durdum.


Elim tereddüt ederek tokmağa gittiğinde kapının sağ tarafında olan pencerenin ışığı açıldı. Ayaz kapıya çok yakın bir yerde olmalıydı. Kalbim heyecanla atmaya başladı. Gerginlikten ölürken tokmağı kaldırıp iki kere vurdum.


Tokmağın çıkardığı ses kulaklarımda yankılandı ve Ayaz çok geçmeden kapıyı açtı.


Uzayan kirli sakalları, giymekten hiç vazgeçmediği siyah pantolon ve tişörtüyle karşımda duruyordu.


Onu uzun yıllardır görmemişim gibi hissediyorum.


Ayaz gözlerime kitlenen bakışlarını ayırıp stresle nefes aldı. Konuşmak için dudaklarını araladığında ayak parmaklarımın üzerine yükselip boynuna sarıldım.


“Özür dilerim.” Diye fısıldadım gözümden bir damla yaş akarken.


Elleri hiçbir şekilde beni bulmadı.


Ayaz, hareketsizce dururken yüzümü boynunun girintisine gömdüm. Keskin okyanus kokusunu içime çektim.


Bir süre hareketsiz kaldı ardından elleri belimi buldu. Sarılacak diye beklerken beni yavaşça kendinden kopardı.


Canım yandı.


Buğulu gözlerim buz gibi bakan gözleriyle buluştu.


“Neden geldin?” Diye sordu Ayaz.


“Seni merak ettim.” Dedim.


“Yerimi nasıl öğrendin?” Mesafeli davranıyordu.


“Öğrendim işte.” Diyerek sahte bir enerjiyle evin içine daldım. Beni kapıdan geri çevirmesinden korkuyordum.


“Evin güzelmiş.” Dedim gözlerimle içeriyi süzerken.


Ev eskime eşyalarla dekore edilmişti. Evin içinde büyük bir merdiven bulunuyordu.


“Ne yapıyorsun?” Diye sordu Ayaz, arkamda bir yerlerde dururken.


Yavaşça ona doğru döndüm.


“Evi çok beğendim. Yukarıda ne var, yukarıya çok merak ediyorum.” Deyince;


“Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sordu.


İç geçirerek yanına gittim.


“Tamam, itiraf ediyorum başta beni eve almamandan korktuğum için eve daldım. Şimdide yine beni kovmaman için saçmalıyorum.”


Bir şey demedi.


Yaklaşıp elini tuttum.


“Seni özledim, sen beni hiç özlemedin mi?”


“Özlemiş olsaydım yanında olurdum, senin gelmene gerek kalmazdı.” Diyerek elini çekti.


Kalbim kırıldı.


“Haklısın.” Dedim. “Ama içinde bana dair en ufak bir sevgi kırıntısı kaldıysa eğer-“


“Sana dair içimde hiçbir şey kalmadı.” Dedi, sözleri içimi acıtıyordu.


“Yalancı.” Diye fısıldadım buğulaşan gözlerim yere bakarken. “Bana o kadar aşıkken-“


“Aşk mı?” dedi cüretkar bir sırıtışla. “Aşık olanı sikerler Gece. “


Kafamı kaldırıp buzdan yüzüne baktım.


“Benimkisi sadece bir hoşlantıydı, şimdi sende herkes gibisin.” Dedi, sıkıntı içinde nefes aldı. “Buraya gelmemeliydin.”


“Biliyorum.” Dedim.


“Biliyorsan, neden geldin o halde?”


“Bilmiyorum.” Dedim.


“Ne diyorsun Gece?”


“Buraya gelmemem gerektiğini biliyordum ama neden geldiğimi bilmiyorum.” Dedim. “Ama şimdi geri gidiyorum, rahatsız ettiğim için özür dilerim.”


“Kendine iyi bak.” Dedim moralsiz bir şekilde.


“Sen sadece kendin için endişelen.” Dedi.


Onu ardımda bırakıp kapıya doğru yürürken;


“Geç oldu, bu gece burada kal.” Dedi.


O an yüzümde bir gülümseme belirdi.


“Yarın erkenden gidersin.” Diye de ekledi.


Ona doğru döndüm.


“Yerinde kim olsa aynısını yapardım. Bu yüzden yanlış düşüncelere kapılma.”


“Tamam.” Dedim. “Yanlış şeyler düşünmem.”


“Üst kattaki odaların birinde uyuyabilirsin.” Diyerek dış kapıya doğru yürüdü.


“Nereye?” diye sordum.


“İşim var.” Dedi bana dönmeden.


“Beni bu evde yalnız mı bırakacaksın?” Hızlı adımlarla gidip karşısında durdum.


“Ev güvenli, merak etme.” Dedi.


“Olmaz, tek başıma burada kalamam Ayaz.” Dışarıya baktım. “Lütfen bu gece gitme.”


Ortamda kısa süreliğine bir sessizlik oluştu.


“Teyzem burada, beni bekliyor, gitmem lazım.” Dedi.


“Bende seninle geleyim o zaman.”


“Olmaz.”


“Tek başıma burada kalamam Ayaz, beni yanında götürmezsen seni takip ederim. Daha önce yaptım biliyorsun. Yine yaparım.”


Sıkılarak nefes verdi ve bir şey söylemek için birkaç kez dudaklarını aralayıp sinirle geri kapattı.


“Tamam.” Dedi. “Gel başımın belası.”


Gülümsedim.


Çiftlik evinden çıkıp yürümeye başladık.


“Teyzen burada mı yaşıyor?”


Cevap vermeden yanımda yürümeye devam etti.


“Burası çok güzelmiş. Buraya gelirken birkaç güzel mekan görmüştüm. İçeride canlı müzik vardı.”


Benimle konuşmamak için ant içmiş gibiydi. Dikkatini üzerime çekmek için yalandan ayağımı burkmuş gibi yapıp ses çıkardım.


“Ah! Bileğim.” Diyerek kendimi yere attım.


Durup bakmadı bile.


“Ayaz, dur canım acıyor!” Diye arkasından bağırdığım sırada sert adımları bir anda kesildi ve dönüp bana doğru yürümeye başladı.


Sanırım dikkatini çekmeyi başarmıştım.


“Kalk.” Dedi başımda dikilirken.


Kaldırıp beni sırtına falan alması gerekmiyor muydu? Filmlerde böyle olurdu hep.


“Nasıl kalkayım Ayaz, görmüyor musun bileğimi burktum.” Yüzümü ekşittim. “Canım çok yanıyor.”


“Canının yandığı falan yok!” Dedi. “Canın gerçekten yansaydı bunu bilirdim.” Diye de ekledi.


“Ne?” Dedim afallayarak. Bir şey demedi ve yürümeye devam etti.


Cidden !


Hızla ayağa kalkıp peşinden koştum. Önünü kestim ve gözlerine baktım.


“Canım gerçekten yanıyordu.” Dedim. “Ağrıyan bileğim değildi belki ama canım gerçekten yanıyordu ve sen bunu bilmiyorsun.” Gözleri gözlerimdeydi. “Senin hiçbir bok bildiğin yok.” Omuzuna sertçe çarpıp yanından havalı bir şekilde geçip gittim.


“Nereye?” diye bağırdı arkamdan Ayaz. Dönüp ona baktım ve geri geri giderken “Cehennemin dibine!” diye bağırdım.


“Oradan değil, buradan.” Dedi o an anladım geldiğimiz yolu geri dönüyor olduğumu.


Kendimi koca bir aptal gibi hissettim ve koşarak gidip Ayaz’a yetiştim.


Ağaçların sık olduğu yolu bitirip sahil yakınlarında bir yere geldik. Burası kocaman bir park alanıydı. Çimlerin üzerinde aralıklarla masa ve sandalyeler vardı ve geç saat olmasına rağmen hepsi neredeyse doluydu.


Sohbet sesleri kulaklarımı doldururken Ayaz dört kişinin oturduğu o masaya doğru yürüdü. Peşinden gittim.


Ayaz’ın teyzesi Arzu abla kumral bir kadındı. Çocuklarıyla birlikte Amerika’da yaşayan, bir doktormuş. Buraya, çocuklarıyla bir haftalığına tatile gelmişti ve üç gündür de burada Ayaz’la birliktelermiş.


Arzu abla ve yaklaşık 15 yaşlarındaki oğlu Efe çok sıcak, samimi, sevecen insanlardı fakat aynı şeyi geldiğimden beri beni göz hapsine alan Asya için söyleyemeyecektim.


Asya, annesi gibi kumral bir kızdı. Amerika’da özel bir lise de sağlık bölümü okuyormuş. Son senesiymiş ve çok bilindik bir tıp üniversitesine hazırlık yapıyormuş.


Ayaz beni onlara tesadüfen burada karşılaştığı eski bir arkadaşı olarak tanıtmıştı.


“Biz bir şeyler atıştırdık, siz kendinize bir şeyler söyleyin isterseniz.”


“Teşekkür ederim ama ben aç değilim.” Dedim, günlerdir doğru düzgün yemek bile yememiştim.


Uzun boylu, esmer genç bir çocuk masamıza yaklaştı. Arzu ablayla samimi bir şekilde selamlaşıp ayak üstü sohbet ettiler.


“Tanıştırayım, kız kardeşimin oğlu Ayaz ve onun arkadaşı Gece, benimkileri tanıyorsun zaten.”


“Memnun oldum, Kurtalp bende.” Dedi.


Elini sıktım. “Memnun oldum.” Dedim.


Ayaz, Kurtalp’e mesafeli davrandı ve sadece kafa salladı.


İnsanlarla zoru ne acaba?


“Otursana.” Dedi Arzu abla.


“Ben sizi hiç rahatsız etmeyeyim.” Dedi Kurtalp.


“Olur mu öyle şey canım, ne rahatsızı, yabancı mısın sanki, hem biz de Ayaz’la tam okey atmaya karar vermiştik. Bize katıl lütfen.”


“Tamam o halde.” Dedi Kurtalp.


“O oyundan gerçekten nefret ediyorum.” Diyerek telefonunu eline alıp ayağa kalktı Asya. “Oynamanız bitince haber verirsiniz.”


“Çok uzaklaşma.” Diyerek Asya’nın arkasından konuştu Arzu abla.


“Sende bize katılır mısın Gece?”


“Oynamayı bilmiyorum.” Dedim üzülerek. “Daha önce hiç oynamadım.”


“İstersen sana öğretebilirim..” diyerek bir sandalye çekip yanıma oturdu Kurtalp. Göz ucuyla Ayaz’a baktım, bakışları üzerimizde değildi ama dikkatinin bizim üzerimizde olduğuna adım gibi emindim.


Demek umursamıyormuş gibi yapmaya devam edeceksin Ayaz. Bakalım buna daha ne kadar devam edebileceksin.


“Olur.” Dedim tebessüm ederek.


“Harika o zaman.” Dedi Arzu abla. “Hadi başlayalım.”


“Bu isteka.” Dedi Kurtalp önüme ahşap okey tablasını itelerken. “Taşları bunun üzerine diziyoruz. Sana nasıl dizeceğini göstereceğim.” Dikkatle onu dinlerken Ayaz’ın gözleri üzerimizdeydi.


Kurtalp’in söylediği gibi taşları istekaya dizmeye başladım.


Kurtalp, oyun öncesi bana oyunun nasıl oynandığını anlatsa da oyun boyunca sürekli yapacağım hamleleri ve alacağım taşları gösterip durdu. Bu oynamak sayılır mıydı bilmiyorum ama ben inanılmaz eğleniyordum.


Oyunun ilerleyen dakikalarında kulağıma eğilerek sessizce konuştu Kurtalp;


“Şimdi bir taş atacağım, onu al ve on iki numaralı taşın önüne koy.” Söylediği gibi yaptım.


“Şimdi beşi at.” Dedi, attım. “Bir dahaki turda bir taş daha atacağım, sen o taşı alacaksın ve oyunu kazanacaksın.” Dedi.


“Gerçekten mi?” dedim.


Oyunu anlamasam da kazanıyordum. Tabii Kurtalp sayesinde.


“Sıra bize geldiğinde sen kazanacaksın.” Dedi, sıra Ayaz’daydı.


Heyecanla beklerken Ayaz’la göz göze geldik.


Ayaz, kapalı olarak aldığı taşı istekaya koydu ve başka bir taşı alıp attı. Sıra Kurtalp’e geldiğinde Ayaz istekasını bize doğru çevirdi ve arkasına yaslanıp;


“Bitti.” Dedi.


“Nasıl ya, bu kadar çabuk mu?” Dedim şaşırarak. “Ama senin sıran geçmişti. Kazandığını yeni mi fark ettin.” Diye eklediğimde Arzu abla ve Kurtalp kıkırdadı.


Ayaz, bunu bilerek yaptı. Sıra bana geldiğinde benim kazanacağımı bilerek son ana kadar beklemişti, buna adım gibi emindim.


“Bitti mi oyununuz?” diyerek masaya geldi Asya. “Ayaz’la gidebilir miyiz biz artık?”


“Bende sizinle geleceğim.” Diyerek elindeki tableti kenara bıraktı Efe.


“Olmaz, sen gelemezsin. Senin için saat çok geç oldu.” Dedi Asya.


“Aramızda sadece iki yaş var abla, sence de biraz abartmıyor musun?”


“Ya anne bir şey söyler misin şuna, dün konuşmuştuk, Ayaz’la ben gideceğiz sadece.”


“Saat çok geç oldu Efe’cim.” Dedi Arzu abla. “Sen başka zaman onlarla gezersin.”


“Duydun.” Dedi ve Ayaz’ın koluna girip onu ayağa kaldırdı Asya. “Hadi gidelim biz.”


Arkalarından bakarken Arzu abla Efe’yle konuşuyordu.


“İstemiyorum anne.” Diyerek tavırla masadan kalktı Efe.


“Nereye?” diye sordu Arzu abla.


“Çiftliğe anne, istediğiniz gibi yatıp uyuyacağım.” Dedi ve gitti Efe.


“Beni bekle.” Diyerek kalkmak için bizden müsaade istedi Arzu abla.


“Sabah çiftliğime kahvaltıya bekliyorum.” Dedi. “İtiraz istemiyorum, sabah görüşürüz.” Diye ekledi ve hızlı adımlarla Efe’nin peşinden gitti.


Kurtalp’le yanlız kaldık.


Benim aklım hâlâ bana hiçbir şey demeden giden Ayaz’daydı.


Öylece beni bırakıp gittiğine inanamıyorum.


“Biraz yürüyelim mi?” diye sordu Kurtalp. Daldığım düşüncelerden çıktım ve ona baktım.


“Olur.” Dedim.


Ayaz, gelene kadar çiftliğe dönemeyeceğime göre gezip zaman geçirmek mantıklı olacaktı.


Kurtalp, Arzu ablayla yedi yıl önce Amerika’da bir seminerde tanışmış. O zamanlar Kurtalp, lise son sınıf öğrencisiymiş. Gazetecilik mezunuymuş. Şu anda İstanbul’da bir haber ajansında araştırmacı gazeteci olarak görev yapıyormuş. Buraya da ailesini görmeye gelmiş.


Kurtalp’le, sahil kenarında oturmuş sohbet ederken telefonum çaldı.


“Neredesin?” hattın diğer ucundaki sesin sahibi Ayaz’dı.


“Dışarıdayım,” dedim. “Kurtalp’le beraber.”


“Kiminle olduğunu sormadım Gece, neredesin diye sordum?” Ses tonundan anlaşıldığı üzere yine sinirleri üzerindeydi.


Kafamı çevirip Kurtalp’e baktım.


“Neredeyiz biz?”


“Karaot Beach plajında.” Dedi Kurtalp.


“Duydun.” Dedim Ayaz’a.


“Üçten sonra eve gelirsen kapıyı açmayacağım.” Dediğinde telefonu kulağımdan çekip hızlıca saate baktım. Üçe sadece bir kaç dakika vardı.


“Bir dakika geç kalırsan geceyi kapıda, gerçek kurtlarla geçirirsin.” Dedi ve telefonu kapattı.


Cidden, derdi ne şimdi bunun !


“Bir sorun mu var?”


“Benim çiftliğe dönmem gerek.” Dedim.


“Seni bırakayım.” Dedi Kurtalp. “Önemli bir şey yok değil mi?”


“Yok, önemli bir şey değil.”


Birkaç dakika sonra çiftlik evinin önündeydik.


“Teşekkür ederim.” Dedim Kurtalp’e dönerek.


“Sabah görüşürüz.”


“Yarın sabah İstanbul’a dönüyorum.” Dedim ifadesizce. “Size katılabileceğimi sanmıyorum.”


“Neden erken dönüyorsun?” Dedi kaşları havaya kalkarken. “Hafta sonunu burada geçirmeyecek misin? Hem Arzu abla bizi kesin kahvaltıya bekliyor.”


“Biliyorum.” Dedim üzülerek. “Ama kalamam. Yani ben aslında buraya tatil yapmak için gelmemiştim.” Birkaç saniye duraksadım. “Biraz karışık bir durum benimkisi...”


“Şuanda bizi izliyor.” Dedi Kurtalp.


“Ne?”


“Ayaz.” Dedi Kurtalp. “Perdenin arkasında bizi izliyor.” Diye eklediğinde dönüp bakacaktım ki kolumdan tutup beni durdurdu.


“Bakma.” Dedi tebessümle yüzüme bakarken. “Onu fark ettiğimizi anlamasın.” Kolumu bıraktı.


“Oyun oynarken de sürekli bizi izliyordu.” Diye devam etti sözlerine. “Bir ara üzerime atlayacak falan sandım.” Güldü.


“Ben-“ dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.


“Çok belli ediyor.” Dedi Kurtalp. “Sende aynı şekilde, İlişkinizi neden gizleme ihtiyacı duyduğunuzu bilmiyorum ama-“


“Biz çok kötü bir şekilde tartıştık.” Dedim daha fazla dayanamayarak “Aramızı düzeltmek için peşinden buralara kadar geldim ama anladım ki onun beni görmeye bile tahammülü yok.”


Kurtalp’le konuşunca kendimi biraz rahatlamış hissettim.


“Öyle olduğunu sanmıyorum.” Dedi Kurtalp. “Belli ki aranızdaki sorun büyük ama düzelmeyecek gibi durmuyor.”


Ortamda kısa süreliğine bir sessizlik oluştu.


“Erkekler.” Diye söze girdi Kurtalp. “Baş edemedikleri tek şey kaybetme korkusudur. Ona bu duyguyu tattırmalısın.” Kaşlarım çatıldı.


“Nasıl yani?”


“Seni kaybedeceğini düşünmesini sağlamalısın Gece, o zaman doğru düşünmeye çalışacaktır. Onu görmezden gel, ona cevapsız kal, sessizlik her erkeği harekete geçirir.”


“Ben, bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.” Dedim.


“Sana bunun için yardımcı olacağım.” Dedi Kurtalp.


Kurtalp’le yapacaklarmız hakkında konuştuktan sonra kapısı açık olan çiftlik evine girdim.


Sözde üçten sonra gelirsem beni eve almayacaktı. Saat nerdeyse dörttü ve ben eve daha yeni giriyordum.


Işıkları açık olan salonun ortasında durduğumda gözlerim evin yukarıya çıkan uzun merdivenlerindeydi.


Ayaz yukarıdaki odaların birinde olmalıydı.


Derin bir nefes alarak salondaki deri koltuğa oturup arkama yaslandım ve Kurtalp’in söylediklerini düşündüm.


“Yarın eve senin adına bir paket gelecek. Haberin yokmuş davran ve hediyemi kabul et. İçinde akşam yemeğinde giyeceğin şık bir kıyafet olacak.”


“Seni bunun için kullanıyormuşum gibi hissediyorum.”


“Öyle düşünme çünkü ben öyle düşünmüyorum. Senin gibi güzel bir kadınla sebebi ne olursa olsun randevuya çıkacağım için de ayrıca mutluyum. Hem bu fikri sana veren ben değil miyim, sen neden kendini kötü hissedesin ki?”


Kurtalp’in gülümsemesi gözümün önüne gelirken dudağımın kenarı kıvrıldı.


Kurtalp, gerçekten iyi bir insandı.


Deri koltuktan yavaşça kalkıp merdivenlere yöneldim. Basamakları ağır ağır çıktım.


Ayaz kapısı ardına kadar açık olan odada yatıyordu. Odanın ışıkları kapalı penceresi ise ardında kadar açıktı.


Üşütmesin diye pencereyi kapatmak için odaya girdim.


Rüzgardan havalanan perdeyi çekip pencereyi kapattım. Perdeyi örterken aşağıda birini gördüm. Yüzü karanlıkta belli olmuyordu ama buraya baktığını çok net görebiliyordum.


İçimi korku sararken Ayaz’ın sesiyle irkilip ona doğru döndüm.


“Ne yapıyorsun orada?” Yatakta doğrulmuş vaziyetteydi.


“Aşağıda biri var.” Dedim. “Buraya bakıyor.”


Ayaz yataktan kalktı ve yanıma gelip aşağıya baktı.


Aşağıda şu anda kimse görünmüyordu.


“Hani?” dedi Ayaz. “Kimse yok burada.”


“Az evvel orada biri duruyordu, yemin ederim.” Dedim ona bakarak.


Blöf yaptığımı düşünüyordu. Yatağa geri döndü.


“Doğruyu söylüyorum.” Dedim, gidip başında dikilerek. “Orada biri vardı ve burayı izliyordu.”


“Git yat.” Dedi Ayaz. Ardından sırt üstü yatağa uzandı ve bir kolunu kafasının altına sokup gözlerini kapattı.


“İlgini çekmek için böyle bir şey uydurduğumu sanıyorsun değil mi?” Dedim.


Bir şey demedi.


“Kendini bu kadar önemli sanma, dünya bir tek senin etrafında dönmüyor.” Dedim ve onu ardımda bırakıp odadan çıktım.


Sabahın ilk ışıklarında, kulağıma çalınan adım sesleriyle gözlerimi açtığımda salonda kanepenin üzerinde yatıyordum. Doğrulup oturma pozisyonuna geçtiğim sırada sesin geldiği yöne çevirdim bakışlarımı. Ayaz merdivenlerden aşağıya iniyordu.


Üzerimde hissettiğim ağırlıkla vücudumu esnettiğim sırada Ayaz;


“Hâlâ gitmedin mi sen?” Dedi.


“Arzu abla kahvaltıya davet etti. Kahvaltıdan sonra gideceğim merak etme.” Diyerek ayağa kalktığım sırada başım döndü.


“İyi misin?” Diye sordu Ayaz.


“İyiyim.” Dedim, geri oturarak. Ayaz gelip karşımda çöktü ve yüzüme baktı.


“Başın mı döndü?” Diye sordu.


“Evet ama geçti şimdi.” Dedim. Ayağa kalkacakken elini tutup onu durdurdum.


“Ayaz ben her şeyi biliyorum.” Dedim. “O gün Savaş’ın sana telefonda söylediklerini...” Ayağa kalkı. Bende kalktım.


“Savaş, Rana ve Asel bana komplo kurdular.” Dedim ve olanları ona anlattım. “Asel’e saldıran çocukları senin göndermeyeceğini bilmeliydim. En azından gelip bunu sana sormalıydım belki o zaman işler bu raddeye gelmezdi.”


“Bana bunları neden anlatıyorsun.” Dedi. “Bunlar umurumda mı sanıyorsun. Sana ne söyledim ben, o heriften uzak dur dedim.” Savaş’ın adını bile zikretmek istemiyordu. “Sen ne yaptın, onun evine gittin. Ona rağmen ben, seni oradan almaya geldim.” Sinirden yüzündeki damarlar belirdi. “Bana güvenmedin, benimle gelmedin.” Dedi. “Oynanan oyunları siktir et, sen kendi yaptığına bak.” Sırtını dönüp giderken gözlerim karardı. Yan sehpaya tutunup destek aldım. Sehpa elimin altından kayıp düştü. Halsiz bedenim boşluğa süzüldüğü sırada gördüğüm son şey Ayaz’ın düşüp ses çıkaran sehpanın sesiyle bu tarafa dönmesi ve endişeyle bana doğru koşmasıydı.


Gözlerimi aralayıp baktığımda çift kişilik bir yatakta yatıyordum. Ayaz baş ucumdaki koltukta oturmuş elindeki kağıda bakıyordu. Kolumda da bitmek üzere olan bir serum vardı.


Bana ne olduğunu anlayamamıştım.


Yavaşça doğruluğum sırada Ayaz kağıdı indirdi ve bana baktı.


“Doktor midende açlık saptandığını söyledi.” Dedi, derin bir nefes alarak ayağa kalktı ve yatağın ayak ucunda durup bana baktı. “En son ne zaman yemek yedin?”


“Bilmiyorum.” Dedim yatağın başlığına yaslanırken.


Biraz eğildi ve yüzüme bakmaya çalışarak;


“En son ne zaman yemek yediğini bilmiyor musun yani?” diye sordu.


Sakin ama bir o kadar da sinirli görünüyordu.


“Birkaç gün önce.” Dedim yüzüne bakarken.


“Bir kaç gün önce.” Diye tekrar etti Ayaz, anlamaya çalışır gibi. Ardından derin bir nefes aldı. “Peki şöyle sorayım o zaman, Neden en son birkaç gün önce yemek yedin?”


Yutkundum.


“Çünkü midem ağrıyordu. Rahatsızdım. Sürekli yediklerimi kusuyordum.”


“Ne zamandan beri midenden rahatsızsın Gece?”


“Sen gittiğinden beri.” Dediğimde ortamda sessizlik oluştu. Gözlerime derin derin baktı.


“Miden için doktora gittin mi?” diye sordu.


“Hayır.”


“Neden?”


“Fırsatım olmadı veya önemsemedim.” Dedim. “Ne fark eder. Hem sen neden bunu bu kadar önemsiyorsun? Umurunda olmadığımı söylemiştin, öyle davransana.”


Ayaz bir şey söyleyecek gibi olduğunda kapı zili çaldı.


Sıkı bir küfür homurdandı ve kapıyı açmak için gitti.


Biten serumu kolumdan çıkarıp yataktan kalktım. Ağır adımlarla odadan çıkıp aşağıya indiğimde Ayaz elinde bir kargo kutusuyla kapıdan dönüyordu.


Bu, Kurtalp’in benim için verdiği sipariş olmalıydı.


“Kargo sana gelmiş.” Dedi Ayaz.


“Aa, öyle mi?” dedim bilmezden gelerek. “Neymiş peki?” Paketi orta sehpaya sertçe bıraktı.


“Biraz kibar olur musun lütfen, kırılabilir.” Diyerek paketi koyduğu yere doğru yürüdüm.


Kanepeye oturdum ve paketi bacaklarımın üzerine koyup açtım. Paketin içinde kırmızı renkte bir elbise vardı. Hemen kutudan çıkardım ve baktım.


“Çok güzel.” Dedim elbiseyi hayranlıkla incelerken.


Mini elbise sırt ve göğüs dekolteliydi.


“Sen nasıl harika bir şeysin böyle.” Diyerek ayağa kalktım ve elbiseyi üzerimde tuttum.


“Ne bu?” diye sordu Ayaz, ayakta durmuş bana bakıyordu.


“Elbise Ayaz, görmüyor musun?” Dedim hayranlıkla elbiseye bakarken. “Çok güzel değil mi?”


“Sen böyle bir şey giymezsin, almazsın da.” Dedi Ayaz, kendinden emin duruyordu.


“Neden giymezmişim, bal gibi de giyerim ama elbiseyi benim almadığım doğru. Kim gönderdi acaba.” Dedim yalandan. Ardından kutunun içinden çıkan notu alıp sesli bir şekilde okudum.


*Şarap rengi, tenine çok yakışacak.*


'Kurtalp'


Notu okumayı bitirip göz ucuyla Ayaz’a baktığımda Ayaz, cüretkar ve tehlikeli bir sırıtışla bana baktı. Bana doğru yürürken kalbim ağzımda attı.


Elimdeki notu alıp bir kez daha okudu ve üzerime eğilip gözlerimin içine bakarak tane tane konuştu;


“Eski ben olsaydı, öncelikle bu notu ona yedirir bir güzel sindirmesini beklerdim. Sonra kırmızı rengin onun tenine daha çok yakışacağına onu ikna edene kadar onu döverdim ama ne şanslı bir ipne ki, artık hiçbir şey umurumda değil.”


Bölüm sonu...


Loading...
0%