Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@cerkul

2. Bölüm


12 Eylül – FRANSA


Her şeyin başladığı yer; her şeyin başladığını sandığım o yerdeyim... Fransa’da ve şuanda topuklarımı kıçıma vura vura kaçıyorum.


Neredeyse yarım saattir izimi kaybettirme ümidiyle beni kovalayan; kız ve erkeklerden oluşan öfkeli, kalabalık bir gruptan kaçıyorum.


Kızgın güneşin altında o sokaktan bu sokağa sapmaktan nefesim kesilmiş, artık ümitsizliğe kapılmıştım.


İngilizce konuşuyorlardı ve savurdukları hakaretler dışında söyledikleri hiçbir şeyi anlayamıyordum. Cidden onları bu kadar öfkelendirecek ne yapmış olabilirdim? Üstelik sadece on dört gündür buradaydım ve hiçbirini tanımıyordum bile.


Gözüme kestirdiğim üst geçide doğru yönümü çevirip bir kez daha arkamı kontrol ettiğimde onları neredeyse atlatmak üzere olduğumu fark ettim. Hızımı hiç düşürmeden koşmaya devam ettim.


Bir süre sonra durup bir kez daha arkamı kontrol ettiğimde; merdivenleri hızlı hızlı çıkıp bu tarafa koştuklarını gördüm.


“Kahretsin!” Sanırım ben düşüp bayılana kadar peşimi bırakmayacaklardı.


“Umutsuzluk yok Gece, umutsuzluk yok.” Dedim ama; hızla sapıp deli gibi koştuğum o sokağın bir çıkmaz sokak olduğunu nerden bilebilirdim ki?


Güneşin yeteri kadar aydınlatamadığı; eski ve çöp yığınıyla dolu kırk beş numaralı bu sokak benim sonum olacaktı.


Artık kaçabileceğim bir yer kalmamıştı.


Duvarı arkama alıp umutsuzca yaklaşmalarını bekledim. Onları tek tek inceleme fırsatı bulduğumda üç erkek, beş kız olduklarını gördüm ve hepsi hemen hemen ben yaşlarındaydı.


Zar zor alıp verdiğim nefesimi dizginlemeye çalıştığım o anlarda artık tam karşımda duruyorlardı. Onlarda en az benim kadar yorulmuş, nefes nefese kalmışlardı.


“Şimdi nereye kaçacaksın bakalım sürtük!” Sarışın kızın bir adım öne çıkıp konuşmasıyla yüzümü ekşittim.


Gerçekten ne dediğini anlayamıyordum.


“Yolun sonuna geldin korkak Türk!” Dedi bir diğeri.


“Bakın, ben gerçekten ne dediğinizi anlayamıyorum. Benden ne istediğinizi bile bilmiyorum!” Dedim dilimi anlayamayacaklarını bile bile.


“Siktir barbar Türk!” Oldukça kaslı ve esmer kız; bir adım öne çıktı. Kahverengi gözleri öfke saçıyordu.


Etrafımı sarıp yaklaştıkları sırada burnu alçıda bir kız aralarından sıvışıp tam karşımda durdu. Tedirgin bakışlarım onun öfke saçan gözleriyle buluştuğunda göz bebeklerim neredeyse yuvalarından fırlıyordu.


Üç gün önce, eğitim aldığımız sanat akademisinin bahçesinde voleybol oynarken kazara burnunu kırdığım, yunan uyruklu kızdı bu.


Ne yani, bütün mesele bu muydu?


Onu dün, resim hocamızla beraber hastanede ziyaret edip samimi bir şekilde özrümü dilemiştim. Oda herkesin önünde özrümü kabul etmiş konuyu tatlıya bağlamıştık.


“Bilerek yapmadım. Kazaydı, yemin ederim!” dedim bir adım yaklaşıp kızın elini tutarken. Bildiğim birkaç İngilizce kelime ve cümlelerle ona çok üzgün olduğumu bir kez daha kez anlatmaya çalıştım.


Elini öfkeyle çekti ve bir adım geri gitti.


Diğerleri de en az onun kadar öfkeliydi.


“Hayır!” diye bağırdım. “Bilerek yapmadım diyorum size! Neden anlamıyorsunuz!”


Üzerime doğru yürümeye başladıklarında onların buraya konuşmaya değil beni dövmeye geldiklerine emin olmuştum.


Hızlıca aralarından sıvışıp kaçmak istedim ve tam o anda iri yapılı bir erkek omuzlarımdan tutup, beni kuvvetle geriye doğru itti. Düşüp kafamın arkasını asfalta çarptım. Acıyla yüzümü ekşittiğimde; başım dönüyor kızgın güneş gözlerimi alıyordu.


Doğrulup çantamı yerden aldım. Güçlükle ayağa kalktım.


“Türk bebe çıktı arkadaşlar!” dedi aralarından biri kahkaha atarken.


“Hadi; ona gününü gösterelim!”


“Arkadaşımızın burnunu kırmak ne demekmiş görsün!”


Etrafımı sardılar.


“Sana gününü göstereceğim!” Öfkeyle üzerime gelen kızın suratına çantamı vurduğumda kız sırt üstü yere çakıldı. Arkadaşları, afallayıp kıza, yerden kalkması için yardım ettikleri sırada kaçma fırsatı buldum lakin bir şey benim dikkatimi dağıttı...


Sokağın başında, uzun boylu yabancı bir genç; bir hayli rahat bir tavırla bize bakıyordu.


Dağılan dikkatimi, yüzüme yediğim tekmeyle toparlayabilmiştim ama artık kaçmak için çok geç kalmıştım. Göz ferimin söndüğü o anlarda acıyla yere yığıldım.


Sanırım her şeyin sonuna gelmiştim.


Avucumun içiyle burnumdan akan kanı sildiğimde öfkeli bakışlar üzerimdeydi. Artık yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı.


Kendimi olacaklara teslim etmeye karar verdikten hemen sonra beni tekmelemeye başladılar. Cenin pozisyonu alarak; karın boşluğum ve kafamı darbelerden olabildiğince korumaya çalıştım.


Düşmana vurur gibi vuruyorlardı.


Bilincimi kaybetmek üzereyken “Kızı rahat bırakın.” Dedi yabancı bir ses. Dilini anlayamıyordum ama onları başımdan savuracak etkili bir şeyler söylediği aşikardı.


“Sende kimsin!” diye karşılık verdi erkeklerden biri.


“Size kızı bırakın dedim.” Diye tekrarladı benzer bir cümleyle.


“Bırakmazsak ne olur söylesene! Bizi döver misin yoksa; tek başına, bu kadar kişiyi? Söylesene güzel çocuk; bırakmazsak bizi öldürür müsün?” Alaylı bir tonda kahkaha atan sesleri işittiğimde avucumun içiyle ağzımdan akan kanı sildim. Güçlükle gözlerimi aralayıp baktım. Zihnimde hissettiğim zelzeleyle bakışlarımı sesin sahibine çevirdiğimde; sokağın başındaki o yabancı çocuğu gördüm.


Üzerime eğilip keskin ela gözleriyle yüzüme baktı.


“İyi misin?” Dedi.


Benimle aynı dili konuşuyordu.


Elimi karın boşluğuma bastırarak doğrulduğum sırada beni tuttu.


“Dur.” Dedi ve beni yavaşça kucağına aldı. “Bu şekilde yürüyemezsin.”


Boynuna tutunduğum sırada gözlerini yola çevirdi ve yavaş adımlarla kalabalığın içinden yürümeye başladı.


Canım fazlasıyla yanıyordu.


Kafamı güçsüz bir şekilde omuzuna koyup ardımıza baktığımız sırada erkeklerden biri öfkeyle bize doğru geldi.


Çocuğun ensesine doğru “Geliyor.” Diye fısıldayabildim sadece.


Aldırış etmeden yürümeye devam etti.


“Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz s*kikler!” Diye onu omuzundan tuttu arkamızdan gelen çocuk. Diğer iki çocukta hızlıca gelip etrafımızı sardılar.


“Kendim halledebilirim.” Dedim. “Beni bırakırsan gitmene izin verirler.”


Sıkkınlıkla nefes verdi ela gözlü çocuk. Ardından ağır adımlarla duvara doğru yürüdü, beni duvara yaslar halde yavaşça yere bıraktı.


Bu kadar çabuk kabul edeceğini düşünmemiştim.


Gerçekten şimdi ne halt edeceğim!


“Ben dönene kadar burada kal.” Dedi.


Ben dönene kadar burada kal...


Bu söz bana neden bu kadar güven duygusu verdi ki...


Doğrulup diğerlerine doğru döndü. Öfkeyle üzerine atılan genci tek yumrukla yere serdiğinde diğer iki çocukta hemen üzerine yürüdü. İkisini sert hamlelerle geri püskürtmeyi başarmıştı.


O gerçekten çok iyi dövüşüyordu. Şimdiye kadar tek bir yumruk dahi yememişti.


Kızlar, çığlıklar atarak kaçışmaya başladıkları sırada sarışın kızla göz göze geldik. Öfkeyle bana doğru geliyordu. Acılar içinde doğrulup ayağa kalkmaya çalıştığım sırada kız, hızla yaklaşmış suratıma dirseğini sert bir biçimde geçirmişti. Kararan gözlerim, gidip gelen bilincimle tekrar yere kapaklanırken gördüğüm son şey, erkekleri yere seren ve soğukkanlı bir şekilde bana koşan ela gözlerin sahibiydi.


Güçlükle gözlerimi aralayıp baktığımda nerede ve halde olduğuma dair en ufak bir fikrim yoktu. Çift kişilik bembeyaz bir yatakta yatıyordum. Bulunduğum oda oldukça büyük ve gösterişliydi. Kolumda da bitmek üzere olan bir serum takılıydı.


Üzerimde, siyah renkte bol bir tişört vardı, bir erkeğe ait olan siyah kareli pijama parmak uçlarıma kadar uzanıyordu.


Yatakta doğrularak ellerimi saç tutamlarımın arasına geçirdim. İçinde bulunduğum durumu anlayamıyor hafızamı düşünmeye zorluyordum.


Ben neden buradaydım?


Ağzımda kavruk bir tatla olanları hatırlamaya başladım.


Bakışlarımı pencereye çevirdim. Yüksek gökdelenler ve uzaktan görünen Eyfel Kulesinden anlaşıldığı üzere bir şehir merkezindeydim.


Ayağa kalktım. Pencereye yaklaşıp dışarıya baktım. Bir yalıda olduğumu anladığım sırada dışardan açılan odanın kapısına doğru döndüm. Ela gözlü çocuk tüm ifadesizliğiyle kapıda duruyordu.


“Sonunda uyandın.”


“Ben-“ dedim yüzümü ekşiterek. “Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.”


Gözlerim, üzerimdeki kıyafetlere kaydı.


“Bu kıyafetler-“ Dedim duygu karmaşıklığıyla “Bunları bana sen mi-“


“Üzerin berbattı, görevli kadına değiştirmesini söyledim.”


“Ah, öyle mi.” Dedim elimi anlıma götürerek. “Ben kaç saattir buradayım? Ne kadar zamandır yatıyorum?”


“Bilmiyorum, yaklaşık bir gün kadar.” Dedi.


Bir gün...


Koskoca bir gün kadar mı ?


Büyük bir şok etkisiyle odanın içinde çantamı aradım.


“Telefonum, çantam nerede benim!” telaş içinde odada çantamı aramaya koyuldum.


“Yanında çanta yoktu.” Dedi, sesi oldukça sakin ve mesafeliydi.


“Vardı.” Dedim ağlamaklı bir sesle. Uzun gür saçlarımı arkaya attım stresle. “Kolumdaydı işte! Pasaportum, telefonum her şeyim içindeydi!”


Ne bok yiyeceğim şimdi.


Sanat akademisinin karşıladığı dönüş uçağım dün öğleden sonra 17:40’taydı. Üstelik bir gündür kimse benden haber alamıyordu.


Peki ya babam, kayıp olduğuma dair ona haber gitmiş midir? Ya benim yüzümden ona bir şey olursa.


Allah’ım ne yapacağım şimdi ben?


“Kimi araman gerekiyorsa bir an önce ara ve çık git evimden.” Diyerek siyah iphone telefonunu uzattı.


Kendimi bu tavrı karşısında biraz kötü hissettim.


“Ayaz bey, hanımefendinin kıyafetlerini getirdim.” Diyerek odanın kapısında belirdi beyaz önlüklü orta yaştaki görevli kadın. “Buraya bırakıyorum.” Diyerek konsolun üzerine bıraktı yıkayıp katladığı kıyafetlerimi.


“Tamam, teşekkür ederim.” Diye karşılık verdi Ayaz denilen çocuk. İfadesiz gözleri hâlâ üzerimdeydi.


“Kendini kapının önünde bulmadan alacak mısın şu telefonu?” Cümlesiyle birkez daha silkelendiğimda kadın odadan çıkıyordu.


Bu tavır da neyin nesiydi böyle.


Bana yardım etmesi için onu zorlamışım gibi davranıyordu.


“Madem burada olmamdan bu kadar rahatsızsın, ne diye beni evine getirdin? Neden hastaneye götürmedin?”


“Başımı yeterince belaya soktun.” Dedi ukala bir tavırla. “Birde polisle uğraşamazdım.”


“Bla bla bla!” diye homurdandım dişlerimin arasından.


“Bir şey mi dedin?” dedi tehditkâr bir tavırla.


“Yok, bir şey demedim.”


Buzdan heykel ne olacak!


Telefonu elinden aldım. Sırtımı dönüp sarsak adımlarla pencereye doğru yürüdüm.


Resim hocamın telefon numarasını ezbere bilmiyordum. Sultan halamı aramaktan başka çare görünmüyordu.


“Alo kimsiniz?”


“Hala, benim Gece.” Dedim Ayaz denilen çocuğun hâlâ arkamda bir yerlerde durup beni izlediği düşüncesini aklımdan atmaya çalışarak.


“Ne bok yemeğe aradın?” dedi Sultan halam. Çekirdek çitleme sesi buraya kadar geliyordu. Büyük ihtimalle yine bir kadın programın karşısında kamburlarını dikmiş öylece oturuyordu.


“Dönüş ile ilgili bir aksilik yaşadım-“


“Ee ne yapayım?”


“Babam nasıl, iyi değil mi?”


“İyi iyi merak etme. Benim gibi bir hizmetçi bulmuşsunuz kendinize, hiç iyi olmaz mı?”


“Hala bana biraz para lazım, dönüş için bilet alacağım.”


“Yok bende para falan!” Sesi telefonun dışına taşıyordu.


“Nasıl yok hala, giderken bütün maaşımı sana vermiştim.”


“Pazara gittim dün, kalmadı para bende.” Dedi.


“Hala, durum ciddi, acilen dönmem lazım, bugün vizem bitiyor, kaçak duruma düşeceğim yoksa.”


“Ah be salak karı, güzelim evi ne hale getirdin!” Beni dinlemek yerine izlediği programla meşgul olmaya devam ettiğinde büyük bir iğrenti hissettim ona karşı.


“Çantamı kaybettim hala.” Dedim sabırla. “Uçağı kaçırdım, hala Fransa’dayım. Geri dönmem gerekiyor, hiçbir şey yapamıyorsan resim hocamın telefon numarasını bul bana.”


“Uff amma sıktın be! Kes sesini de iki dakika bir şey izleyelim şurada!”


“Beni dinle!” diye bağırdım dişlerimi sıkarak. “Bana sadece numarayı ver, lütfen.”


“Bana sesini yükselme! Ne halin varsa gör şeytan gözlü!” Kafamın içinde yankılanan “dıt dıt” sesleriyle omuzlarım iki yana düştü.


Ne trajedi ama!


Tedirgin bir halde telefonu kulağımdan indirdim. Çaresizliğin verdiği ruhsal çöküntüyle Ayaz’a doğru döndüm.


İfadesiz bakışları hâlâ üzerimdeydi.


Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattım. Telefonunu ona uzattım.


“Teşekkür ederim.”


“İşin bitene kadar sende kalabilir.” Dedi ılımlı bir tavırla.


Ne yani, şimdi de bana acıyor muydu?


“Bitti işim.” Kaçamak bakışlarla telefonu ona verdim. “Üzerimi değişip evinden gideceğim.” Bakışları ifadesizdi. “Müsaade eder misin, giyineceğim.”


“Pekii.” Dedi. “Ne halin varsa gör.”


Tam da ondan beklenir bir hareket.


Odadan çıkıp kapıyı arkasından çektikten sonra yatağın ucuna oturdum.


Ben ne yapacağım şimdi, cebimde beş kuruş yok, telefonum yok... Bulunduğum konumu bile tam bilmiyorken nereye gideceğim.


Bölüm sonu...


Loading...
0%