Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@dangerous_hatun

Çok sevdiğiniz bir eşyanızı düşünün.

Sonra onun buhar olup artık temas edemeyeceğiniz ama daha fazla hissedebileceğiniz bir şekle büründüğünü hayal edin. Hayatınızı güzelleştiren o şeye.

Bu tabir benim için ailem.

Sonra onu kaybettiğinizi ve bir daha asla verdiği güvene, huzura sahip olamayacağınızı hayal edin.

Ama yıllar sonra, 365 günü defalarca yaşadıktan, tatsız yemekler, güçsüz soluklar ve neşesiz kahkahalar attıktan sonra o şeyin geri döndüğünü ve tekrar hayat bulduğunuzu.

Tam o andaydım, tam da bunu yaşıyordum.

Yeni bir ailem vardı. Yeni sıcak sarılmalar, yeni mutlu gülüşler.

Barkın gelip Mert denen adamın geldiğini söyledikten sonra Aysuna'yla yalnız kaldık. O helvamın üzerine konmuş akışkan sade dondurma gibiydi, onsuz hayatımın bir anlamı yoktu artık. O ve getirisinde getirdikleri. O ve onun bana sunduğu mutluluklar.

Ama sonra kafama dank etti, çan sesi kulaklarımda titredi. Mert de kimdi be!

İçeri koşuştururken Aysuna da hemen arkamdaydı.

Mert denen adam Hamit abinin iş arkadaşıydı. Benden büyüktü, idare eder tipi vardı, Aysuna'ya olan sevecen bakışları sinirlerimi gererken Hamit abi ile olan samimiyeti ise tüylerimi diken diken ediyordu.

Sakin ol Gökmen. Sen onun oğlusun ama Mert sadece iş arkadaşı.

Hamit abi, "benim damat." Deyince göğsüm kabardı.

Aysuna, Hamit abinin işi uzayınca isteği üzerine kahve yapmaya kalktı, hemen tuz talebinde bulundum, o nazlı gülümsemesi ile mutfağa gidince Hamit ile göz göze geldik. Şimdi misafir var ama sonra göstereceğim ben sana diyordu o gözler, yerime sindim o işine dönerken.

Mert gidene kadar kıskançlıktan dakikaları nasıl atlattığımı bilemedim. Ama sonra o gitti ve ben ailemle baş başa kaldım.

Yemekten önce salonda oturmaya geri döndüğümüzde sohbetin arasında sen gel Hamit abinin aklına yapmayı unuttuğu maskesi gelmesin mi? Gelsin.

Bana yapmak için heveslenmesin mi? Heveslensin.

Maskeyi yapmak için üzerime eğildiğinde koltukla bir olmak istedim, diş doktorunda gibi hissediyordum ve bu çok korkunçtu. Bir de Hamit abinin yüzünde maskeyi yaparken öyle bir mutlu ifade vardı ki, boyama yapan kreş çocuğu gibi görünüyordu aşağıdan.

Korkutucu dakikaların sonunda kendisine de yapıp yanıma oturduğunda çekilen fotoğraf sesiyle sıçtığımı anladım. Aysuna bizi böyle çekmişti, birine gösterirse var ya yanmış bitmiş kül olmuştum.

Ertesi sabah kalktığımda önce Aysuna'yı arayıp moral konuşmamı yaptım. Sonra Duman'ın ihtiyaçlarını halledip işe gittim.

Tüm gün yoğunduk, öğrenciler oturmaya geliyordu, işten çıkanlar yorgunluk kahvesi kapmak için uğruyorlardı. Çıkış saatine yaklaştığımızda son kontrolleri yaptım, çıkarken Rafuk abi kaplara doldurduğu yemekleri uzattı, gülümseyip teşekkür ettim. Eve girdiğim gibi Duman karşıladı beni, ayaklarıma sürtünüp kucağıma çıkmak için kollarını kaldırıyordu. Eşyalarımı bırakıp isteğini geri çevirmeyecek kucağıma aldım.

Başının üstünü boyun girintime sürtüp huylanmama neden oldu. Beraber mutfağa gittik. "Ben yokken neler yaptın kızım?" Miyavladı. "Biliyorum evde canın sıkılıyor." Yemeklerimi dolaba koydum, spordan sonra yiyecektim.

"Biliyor musun dün akşam Aysuna'ya senden bahsettim," yatak odama girip Duman'ı yatağın üstüne bıraktım, yarı çıplak kaldım. Başını kaldırmış uslu uslu bana bakıyordu. "Yakında davet edip seninle tanışmasını sağlayacağım." Başını eğip miyavladı ve bir leydi edasıyla patisini yaladı. Kaşlarımı kaldırarak baktım. "Demek patinde bile değil ha!"

Yatağa oturup kucağıma çektim. Kol altlarından tutup yüz yüze gelmemizi sağladım. "Bana bak Duman hanım." Reddedercesine bakmıyordu. "Ben Aysuna'yı seviyorum ve evlenmek istiyorum, tabii ki de evlendikten sonra yaşayacağı evi görecek, senin keyfin istemiyor diye aksini yapmayacağım." Gözlerime bakıp ön dişlerini göstererek tısladı. O dişler küçüktü ama çok can yakıyordu, Duman çoğu zaman uslu olsa da bazen asabileşebiliyordu.

Özellikle de kıskançlık anında.

"Ayrıca tanışmalı ve," yüzünü yana çevirince bende başımı eğip gözlerine bakmaya çalıştım. "Birbirinize alışmalısınız." Başını diğer tarafa çevirince ben de o yana eğildim. "Çizmek, ısırmak, tıslamak yok! Anlaştık?"

Başını kaldırıp tüylü suratını suratıma hizaladı. Tısladı. Ellerimden kurtulmak için huysuzlanınca pençe atmadan önce bıraktım, odadan kaçarcasına çıktı gitti.

Arkasından baka kaldım. Burnumdan güldüm. "Bu kıskanç trip vari tavırlarınla bana istediğini yaptırtabileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun hanımefendi!"

İçeriden gelen miyavlamasına sinirle güldüm. Başımı iki yana sallarken kalktım, pantolonumu çıkartıp eşofman giydim ve spor odama geçtim. Isınma hareketlerimden sonra üç aşamada ağırlıklarımı arttırdım.

Bitap düştüğümde bırakıp odama geçtim, ışığımı yakıp banyoma adımlarken boy aynamın önünden geçiyordum. Hafif belirgin olan göğüs kaslarımın arasından terim akıyordu, tepemdeki ışık sayesinde çıplak vücudum siren derisi gibi parlıyordu.

İşte bu görüntüyü seviyordum, sporun, sağlıklı beslenmenin bana sunduğu ödülleri seviyordum.

Duştan sonra acıkan karnım beni mutfağa sürükledi. Yemeklerimi ısıtırken Duman kızgınlığı geçmiş olmalı ki ayaklarımın dibindeydi yine, hazır olmayan ve benim dahi yiyemeden aç kurt gibi baktığım yemeğimden ona da vermem için götünü yırtıyordu.

"Duman hazır değil henüz, susar mısın?" Daha sesli miyavladı inadına. "Allah'ım!"

Tezgahın üstündeki kumandayı alıp televizyonu açtım, sırf onun sesini bastırsın diye. Kumandayı gelişi güzel sallayıp herhangi bir kanaldan kadın sesi gelirken işime döndüm, yemeğimle ilgilenirken kadın sunucu, "merhaba sayın seyirciler, ben Aylin Türkbeyli." Dedi hoş bir tonlamayla. "Bugün Amerika'daki Nascar yarışlarındayız ve yanımda Ataberk Atilla oturuyor... Merhaba Ataberk bey, nasılsınız?" Kaşlarım gözlerimi perdelemek istercesine indi, arkamı usulca dönüp televizyona baktım. Kumral, ela gözlü, güzel bir kadın ve karşısında yan çaprazında Ataberk vardı.

Röportaj yapıyorlardı. Gözlerimi devirip kumandayı aramaya koyuldum. Onu dinleyecek halim yoktu.

"İyiyim." Dedi Ataberk, uzun zaman sonra canlı olmasa da sesini duymuştum, bu tuhaftı. Ölen köpeğinizin dirilip karşınıza geçmesi gibiydi.

"Uzun zaman sonra kamera karşısında hayranlarınız adına sohbet ediyoruz, ne hissediyorsunuz?"

"Nerede bu dıd dıd yaptığımın kumandası ya?" Mutfakta bulamayınca koltuklara bakınmaya başladım. O sırada onlar hala devam ediyorlardı.

"Özlememişim."

Durup yan gözle ekrana baktım, burnumdan güldüm. "Ciddi misin? Bunu söyledin mi?" Olduğum yerde diklenip sinirle söylenmeye başladım. "Hayranların sana nasıl katlanıyor bilmiyorum, şu asık, soğuk surata bak, soğuk nevale! Bana maaş bağlasalar yine de hayranının olmam senin."

"Bugün ki yarışınız için kısa bir yorumunuz var mı?" Diye sordu kadın ve Ataberk her zamanki havası ile yanıtladı. "Kazanmak farklı hissettirmiyor, benim için sabah uyanmak gibi."

Ellerimi birbirlerine vurup evde sesi çınlattım ve Duman korktu. "Vay anasını sattığımın herifine bak ya!" Başımı iki yana sallayıp kumandayı aramaya geri döndüm. "Her neyse, senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim." Uzun zamandır röportaj yapmadığı için bende onu görmek ya da duymak zorunda kalmıyordum.

"Babanızın izinden gittiğiniz için kendinizle gurur duyuyor musunuz?" Kadın muhabirin sorusu ile olduğum yerde hareketsizleştim, başımı ağırca çevirdim, önünde olduğum koltuğa yavaşça otururken gözlerimi Ataberk'e dikmiştim. Ne söyleyecekti?

"Duyuyorum tabii ki de."

"Ne kadar?"

"Çok."

"Bence daha fazla olmalı... Babanız Turan Atilla'nın bile kaybettiği yarışlar var. Siz çok uzun zamandır yarışıyorsunuz ve bir tek mağlubiyetiniz bile yok."

"Dersine iyi çalışmış." Diye mırıldandım kadına bakarken. Şık kıyafetleri vardı, duruşu dik, bakışları ustaca, güçlü görünümlü bir havası vardı. Güzeldi ama Aysuna'm daha güzeldi elbette.

"Öyle." Dedi başını sallayarak Ataberk, kadının sorularına sinir olmuştu.

Keyifle sırıttım.

"Sırrı nedir?"

"Bir sırrı yok."

"Öyle mi?"

"Öyle."

"Sanmıyorum."

Gözlerim genişledi, anladığım şeyden emin olmak için devam etmelerini bekledim.

Ataberk, "doğuştan gelen bir yetenek." Dediğinde, kadın onun aksine rahatlıkla devam etti. "Ben bu işleri pek anlamıyorum açıkçası. Nasıl oluyor? Gaza basıyorsunuz ve araç gidiyor ama nasıl oluyor da sizin arabanız diğerlerinin her zaman önünde kalmayı başarıyor. Onlar da gaza sonuna kadar basıyorlar değil mi?"

"Ovvv!" Elimi ağzıma kapattım, zevkten dört köşeydim şu anda. Kadın açık açık Ataberk'e hile mi yapıyorsun diye soruyordu. Çok fazla röportajını seyretmemiştim ama bu açık arayla en iyi ilerleyendi.

"Senin için yarışlar sadece 'gaza basıyor ve gidiyor' olmaktan mı ibaret? Gördüğün bu mu?"

"Sadece merak ediyorum."

"Bırak bu işleri de bana direkt hile yapıp yapmadığımı sor. Ya da şunu sor, bunca yıldır bu hileyi nasıl sürdürebiliyorsunuz? Bu diğerinden daha önemli bence."

"Bence de." Dedim, "hile yapıyorsun şerefsiz." İşaret parmağımı ekrana salladım. "Kimse bu kadar uzun yıllar şampiyon kalamaz." Mutfaktan çıtırtılar duyunca kulaklarım diklendi, "yemek." Dediğim gibi fırladım. Son anda yanmadan karıştırıp altını kıstım, başımı çevirdim çünkü devamını merak ediyordum.

Kadın muhabir biraz duraksadıktan sonra, "bunu ima etmek istemedim tabii ki de." Dedi.

"Eminim öyledir." Deyip kameraya döndü Ataberk.

Gıcık!

"O halde bugün ki yarıştan bahsedelim..." Kadın konuşmaya devam ederken yayın tarihini öğrenmek için sol üst köşeye baktım, 2 Haziran'a aitti, bu tekrardı yani. "Kullanırken bir ara sarstığınızı fark ettim. Biraz daha pürüzsüz sürmelisiniz."

"Eyvah." Diye mırıldandım, Ataberk'in tepkisi için nefesimi tuttum adeta. Demek ki bu yüzden bizim insanımız kaosu seviyordu, izlemesi çok keyifliydi, acaba bir ara Müge Anlı'ya mı başlasaydım?

"Benim Dünya şampiyonluğum var, hem de bir sürü. Sen kimsin ki beni eleştiriyorsun?"

"Ay götüm." Dedim.

Kadın, "sizin işiniz kazanmak ki bunu da yaptınız." Dedi. "Benim işimse eleştirmek, ben de bunu yapıyorum."

Gözlerim genişledi. "Çetin ceviz." Diye mırıldandım hayranlıkla. Ataberk'in hakkından gelen herkesi ayakta alkışlardım.

Ataberk ona baktı ve bakıştılar, ne olacak diye nefesimi tutmuşken reklamlar girdi. "Ağğğh! Başlarım ha! En heyecanlı yeriydi. Of." Yemeğe dönüp karıştırdım.

Zavallı kadın, ağzı iyi hoş laf yapıyordu ama meslek hayatı bitmişti artık. Ataberk egolusu onu hayatta yerinde tutmazdı, kinci pislik! Ben içten içe ona tekrar kinlenirken zil çaldı, kaşlarım çatıldı. Duman'a baktım. "Sen birini beklemiyorsun değil mi?" Bana boş boş bakınca başımı sallayıp ocağı kapattım ve kapıyı açmaya gittim.

Burhan gelmişti.

Kaşlarım yine ama bu sefer daha derin çatıldı. "Apartmanın girişindeki hainler giremez yazısını görmedin mi?"

"Asmayı unutmuşsun." Dedi sakince.

Sahteden gülümseyip peşine somurttum, kapıyı suratına çarpmak için kapattım ama yarı yolda avucuyla durdurdu. "Orada dur bakalım, beni içeri al."

"Öyle bir zorunluluğum yok."

"Gökmen!" Deyip açmaya çalıştı, bende itmeye çalıştım.

"Dava ederim oğlum seni, haneye tecavüzden hapis yatmanı sağlarım."

Boş yapma der gibi bakıp tek hamleyle itti ve kapı açıldı, geri adımladım. "Sıçarlar böyle işe, gir anasını satayım." Pes ettim, elimi havada sallayıp mutfağa geri döndüm. Kapıyı kapatıp arkamdan beni takip etti.

Duman, Burhan'a sırnaşınca ona üst dudağımı kaldırarak baktım, hain iki!

Isınan yemeğimi tabağa koydum. "Niye geldin?"

Duman'ı kucağından indirip ellerini ceplerine soktu. "Yarın evleniyorum." Dedi.

Arkamda kaldığı için başımı omzuma düşürüp baygınlıkla baktım. "Ne yapabilirim?"

"Tam altınımı hazırladın mı?"

Homurdanarak önüme döndüğümde güldü. Tabii ki de hazırdı, boş bulduğum bir vakitte koşa koşa gidip almıştım. Düğünde götüne sokacaktım onu!

Kaseye yoğurt koydum, su dolu bardağımı da alıp oturdum.

"Gökmen." Dedi.

"Öyle bir arkadaşın yok artık." Küskünlükle söylediğim şeyi fazla ciddiye alıp sessiz kaldı, sıkıntılı bir nefes verdi.

"Özür dilerim."

"Bu hikaye sana bir yerden tanıdık geliyor mu?" Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Bursa'ya geldikten sonra sana ilk açıldığım zamanı, Ataberk'i anlattığım zamanı hatırlıyor musun?" Dişlerini sıktı. "Hatırlıyorsun dimi? O da böyle yapmıştı bana, ağzıma sıçtıktan sonra gelip özür dilemişti."

"Gaflete düştüm, gerçekten." Dedi, pişmanlığı sesine vurmuştu.

Yemeğime geri döndüm.

"Hem daha ne kadar saklayacaksın ki?"

"O kimseyi ilgilendirmez!"

"Sen bu kızla evlenmek istemiyor musun oğlum! O zaman ne yapacaksın? Soy adını öğrenecekler."

"Türkiye de bir sürü Yılmaz soy adı var ama hepsi akraba değil, benimki de öyle bir şey derim."

"Bir sürü Yılmaz var ama bir sürü Atilla yok. Kendini kandırma!"

"Sesini yükseltme bana!"

"Sen de bana Ataberk muamelesi yapma!" Diye bağırdığında sustuk, sessizlik oldu. Hızlı soluklarını bastırmak için yutkundu, gözlerime baktı, gözlerine uzunca baktım. Dişlerimi sıktım.

"Aysuna'ya anlatacağım, eninde sonunda bu olacak... Güven problemim olduğunu biliyorsun, sen ve Selçuk amca harici kimsenin bilmediği sırrımı benden gizli ve habersiz anlattığında nasıl bir tepki vermemi bekliyordun ki? Gelip alnını mı öpecektim."

"Tabii ki de hayır."

"O zaman ne?"

"Kızmanı anlıyorum, yaptığımdan pişmanım ama bir daha olsa bir daha yaparım."

Sinirle güldüm. "Ahahaha, yüzsüze bak." Arkama yaslandım.

"Kabul et Gökmen, Aysuna'ya evlilik teklifi bile etsen nikah masasına oturana kadar anlatmazsın olanları. O derece reddedilmekten, itilip kakılmaktan korkuyorsun."

Şaşkınlık ve afallamayla kaldım. Bunları yüzüme vurması acıtmıştı. Boğazım düğümlendi. "Sağ ol ya, bilmiyordum."

"Seni üzmek, kırmak için söylemiyorum."

"O zaman amacın ne?"

"Bir yerden başlamak zorundasın." Dedi bu defa sakince. Gözlerime baktı, yutkundu. "Senin için bir yerden başlamak istedim, sana destek olmak istedim çünkü sen Aysuna'ya aşık aşık bakarken ve o da sana aşık olma yolunu adımlarken bu sırlar sırtıma ağır geliyor."

Aysuna'nın bana aşık olma bahsinin cümle içinde bile geçmesi kalbimi ritminden saptırdı. Yutkundum ve gözlerimi kırpıştırıp hayallere dalmadan önce Burhan'a odaklanmaya çalıştım. Kollarımı göğsümde bağladım. "Devam et, dinliyorum."

Tekrar konuşmaya başlayacağı sırada gözü saate takıldı, ağzının içinde bir şeyler söyleyip telefonunu cebinden çıkarttı. Arama yapıp Buket açtığından, "Kalbim?" Dedi. Gözlerimi devirdim.

Ağzımı oynatarak, "bir konuşmanın ortasındaydık." Dedim.

Bir dakika işareti yaptı bana. Deli lakabı bana aitti ama etrafımdaki en sağlıklı adam bendim. O konuşmasını yaparken yemeğime döndüm, soğumadan yersem şanslıydım. Duman masaya atlamaya hazırlanınca kızıp kovdum.

"Ne konuda?" Dedi, Buket'in söylediği şeye karşı. Sonra duraksadı ve yutkundu. "Kızgın hala bana." Eğdiği başının altından bana baktı.

Gıcık olarak dudak büküp tabağıma döndüm.

"Buket." Dedi, cadı uzunca çemkirdikten sonra. "Suçlu bendim tamam mı? Gökmen haklıydı." Yan döndü, ne kadar kasılmış halde olduğunu boydan süzünce fark ettim. Telefonu kapatıp çekinerek gözlerime baktı, masaya dirseklerimi dayamıştım, eğildiğim yerden ona huysuz yaşlı bir adam gibi baktım.

İnsanlar insanları kırardı, ne yazık ki! Ama kendimizi affettirmek için çabalamak karşı tarafı ne kadar önemsediğimizi gösterirdi. Ataberk benim için çabalamamıştı, ona beni bırakmasını söylemiştim, o da bırakmıştı. İşte Burhan'ı tam da bu yüzden affettim, o beni bırakmayacaktı, bunu biliyordum.

Bir de, bekarlığa vedaya gitmek istediğim için...

🏍

Partiye Bursa'nın diğer yakalarında olan diğer motor grupları da geldi. O hariç...

Zaten gelse de burada barınamazdı. Çiğ çiğ yerdim onu.

Damat arkadaşları olarak eğlenceye katıldığımızda Aysuna beni ilk defa böyle motor üstünde asabi görmüştü. Bu sadece eğlenceydi, yapmayı sevdiğim en iyi eğlence biçimiydi.

Gecenin ilerleyişi rahatsız hissettirecek kadar güzeldi, anıları sevsem de beni korkutuyordu.

Güneşin doğuşunu izlemek için yola çıktık. Burhan, Buket'i alıp ekipten uzaklaştı, biz de motorlarımızı yol kenarına dizdik. Daha önce de güneşi seyretmiştim ama bu en güzeliydi, sevgilimin kendisi gibi olan güzel kokusu kıyafetlerime siniyor, burnuma doluyordu. Aysuna'yla güneşi izlerken iç çekti ve güneşe dönük yüz hatlarını yanlış anlayıp, "bir şeye mi canın sıkıldı?" Diye sordum. Tetikte olduğum için öyle de anlamış olabilirdim.

"Hayır, mutlu olduğum için iç çektim." Deyince rahatladım. Ama konuşmamız devam edince kendimi tutamadım, kaşındım ve kuyruğuna bastım.

"Burhan'la kavga etmişsin."

Şaşırdım, bunu bildiğini bilmiyordum onu da geçtim Ataberk hakkında olur sanmıştım bir sonraki cümlesi... Burhan söylemiş, Buket de Aysuna'ya yetiştirmişti.

Bu kızlar niye böyleydi anlamış değildim?

Birbirlerine günün hangi saati lavaboya gittiklerini de söylüyorlar mıydı acaba?

Aysuna ilişkimizdeki eksiği yüzüme vurunca sakinliğimi korudum. Konuyu kapatmaya çalıştım ama o bu taktiğimden sıkılmıştı artık. İnat edip devam etti ki haksız olduğunu da söyleyemezdim, ama ben böyleydim, bizi kavgaya itecek, üzülmemizi sağlayıp birbirimize soğuk yapmamıza sebep olacak şeylerin hiçbirini istemiyordum. Konuşmak dahi sıkıyordu beni.

"Benimle evlenmek istediğini söylüyorsun ama daha benimle konuşmuyorsun bile." Dediğinde ise afalladım.

Doğru, istiyordum ama güzel şeylerden konuşsak olmaz mıydı?

Hep.

Sanırım olmuyordu, asla da olmayacaktı. Burhan haklıydı, bende farkındaydım aslında ama o gün gelene kadar tadını çıkartsam olmaz mıydı?

Geçmişimi, hayatımı anlatacaktım ilelebet ve o zaman gelecek tepkilere hazırlıklı olmalıydım. Aysuna'nın da kafasının karışık olduğunu, suskunluğumun ve kaçma çabalarımın onu rahatsız ettiğini görebiliyordum.

İç çektim. "Bir gün..." dedim, bunu söylemek bile zor geldi bana, bu sözü vermek. "Bir gün oturup uzun uzun konuşalım, olur mu? Upuzun hem de."

"Ne hakkında?"

"Her şey." Dedim. "Her şey hakkında konuşalım bir tanem... Farklılık zaman ister... Bana o zamanı ver, lütfen."

İçim titredi, her şey mi? Yatağıma girip ağlamak istiyordum. Her şeyi konuşmak zorunda mıydık gerçekten de?

Cevabını bildiğin soruları sorma kendine Gökmen.

Hadi be!

🏍

O gün gelene dek susma işini iyi beceriyorduk, sokağın başında Burhan'ları beklerken sohbet edip oyalandık. Ben sevgilimin özeli olurken Burhan ve Buket de gelmişti. Yalan dolan eve girdik, bir de üstüne imam nikahı kıyınca komik olmuştu.

Buket 60 gram altın isteyince Çiçek'imin kaç gram altın edeceğini hesaplamayı kafama not ettim. Bence 200 gram ederdi. Ya da ya da... vazgeçtim. O paha biçilemezdi.

Kuaföre gittiğimizde kızlar girince önce Çiçek'i sanayiye götürdüm, dün geceden sonra bakıma ihtiyacı olmuştu. Orada tanıdık bir arkadaş vardı, ona teslim edip geri dönüp berbere girmiştim. Burhan çoktan yakışıklı bir şey olmuştu bile.

Bende hemen yerime oturdum, saçlarımı kısalttırıp şeklini korumasını istedim abiden. Çiziğimi de özleyince attırdım bir tane. Uzun zamandır saçlarımı kestirmediğim için bayağıda uzamışlardı. İşlem uzun sürdü, bitince hızlıca üstümüzü giyindik. Tam çıkacakken içeri tanıdık girdi, sohbete tutuldum, Burhan arabanın yanına gidip kızları orada bekleyeceğini söyleyip beni yalnız bıraktı ama çok geçmeden de Aysuna geldi çağırmaya.

Arkadaşla vedalaşıp güzel sevgilimle arabanın yolunu tuttum. Yine giymişti minileri. Ama ama- Öyle bir şeydi ki bu kız; bana istediğini yaptırıp gözlerimi bugün kapatmamı sağlamıştı.

Araba yolculuğu ise tam bir işkenceydi, neyse ki Su'yum yanımdaydı ama Çiçek'ime duyduğum özlem ilk saniyeden baskın gelmişti. Bir de Buket'e yenge demek zorunda oluşum vardı ve o bu konuda espri yapmaktan geri kalmayarak arabada kusma oranımı %30 daha da arttırmıştı.

Nikah kıyıldıktan sonra kuaföre geri döndük, Buket gelin oldu ve benim bile gözlerim doldu. Bizden o kadar küçüklerdi ki... Aysuna da küçüktü ama onu saymıyordum! Buket gözümde daha küçüktü, Aysuna'ya sevgi beslediğim ve cinsel çekimle yaklaşma eğilimim olduğu içindi küçük görmeyişim, öte yandan Buket sanki benim minik, cadı kardeşimdi ve Burhan'la enişte-kayınço olmak üzereydim.

Düğün Hamit amcayla benim için ekstra eğlenceli hale geldi. Seviyordum bu adamı ya, kafaydı, beni gittikçe daha çok benimsiyordu ama konu kızına kayınca tekrar yabancı ve damat adayı oluyordum. Burhan'dan daha damat olduğum kesindi. Hıh! Sonuçta Hamit abi bir tek bana maske yapmıştı, özeldim onun için.

Düğünün yarısında Selçuk amca da gelmişti, takısını takıp bana bakınca dudak büzdüm, bana dalaşıp uğraşacak sanmıştım ama bakışları hiç o yönde değildi ve kendimi kötü hissettirdi. Sonra bakışlarındaki anlamı fark ettim.

Geldiğinden beri sabrettiğini biliyordum. O da Burhan gibiydi ve Burhan gibi düşünüyordu. Her şeyi anlatmamı istiyordu!

Aslında Burhan'ın aksine ona bazı şeyleri ben söylememiştim, polis bağlantıları sayesinde öğrenmişti, Ataberk'i de, diğerini de. Bir diğeriniyse iş üstünde yakalandığım için öğrenmişti. İlk ikisinin aksine en çok sonuncuya öfkeli olduğunu biliyordum.

Düğün devamında kenara geçip ablası ve eniştesinin yanında oturdu, benden yana bakıp rahatsız olmama sebep olmadığı için minnettardım.

Her şey üstüme geliyormuş gibi hissetmek istemiyordum çünkü.

Gelin çiçeğini Aysuna'ya verince hepten rahatladım, Hamit abi bir göt olmuştu var ya. Hih! Bu düşüncem içimde kalsa iyi olurdu, yoksa beni -Aysuna'nın dediği gibi- kıtır kıtır doğrardı.

Dansa kalktık, Aysuna'yla ilk dansımız geldi aklıma, kulaklarımda şarkım dolandı, Su göğsüme sığınmış kollarımın arasındayken düşüncelerim susuyor, insanlar önemsizleşiyordu. Keşke varlıkları da ortadan kalksaydı ama o imkansızdı.

"Gökmen."

Aysuna mırıldanınca tüm dikkatim ona yöneldi. "Efendim?"

Ve bana, beni sevdiğini söyledi. Nefes almayı bıraktım, beynim eror verdiği için hareketlerimde kesildi, kulaklarımdaki müziği iyi ki kesmiştim yoksa bunu duyamazdım ki hala duyduğumdan şüphe ediyordum.

Sevgiye aç ruhum tamamlanma arzusuyla itirafı kabullendi. Gözlerimin doluşunu engelleyemedim, istemedim de, onlar mutluluğumu dışa vurarak, sonbahar rüzgarı gibi yanaklarımdan kayarken anın gerçekliğini daha iyi kavrıyordum.

İkimizde, "her şekilde, her şeyden çok." Sözümüzü verdik.

Bunu yaşadığımıza inanamıyordum, benim için birini sevmek zor değildi, kolay sever, çok sever, canım yanarsa da çabuk vazgeçerdim.

Ama çabuk sevilebileceğime inancım yoktu, o yüzden iyi biri olmaya çabalıyordum, insanlar beni sevsin diye, kabullensinler diye. Kendim için, beni yetiştiren kişi için ve insanlar için. Sevilmek için, karşılığını aldığımdaysa benden mutlusu yoktu.

Ama Aysuna herhangi biri değildi, o benim sevdiğim kadındı. Sığındığım, mutlu olduğum, benimle birlikte benim sevdiklerimi seven kişiydi. Onun özeliydim, o benim özelimdi.

İçim içime sığmayınca hafif dokunuşlar yetmedi. Kocaman sarılıp ayaklarını yerden kestim. İçime sokasım geliyordu, ruhu ruhuma değsin, sevgisini en derinlerde hissedeyim...

Akşam beraber kutlama yemeğine gittik, eğlencemiz orada devam ederken Çınar gelmişti. Cüzdanını unutmuştu ama içeri girip ağır hareket etmesin ve hızlıca gitsin diye ben bulup getirmeyi teklif ettim. Temizlik görevlisi sanırım masanın üzerindeki cüzdanı -etrafı toplamak için- çekmecelerden birine koymuştu, bulmaya çalışırken bir hayli zaman harcadım.

Dışarı çıktığımdaysa Aysuna, Çınar'ın yanındaydı. Endişelenmedim sadece şaşırdım. Çınar'ın hafif içe kaçmış sesiyle ağladığını anladım, sonra bir baktım Aysuna da ağlıyor. Ne olduğunu sorduğumda, "sen nasılsın bir adamsın ya." Dedi bana.

Dışımı sormadığı kesindi çünkü her zaman görüyordu, bu yüzden demek istediğini kavrayamayıp espriye vurdum. Çınar ortaklığımızdan bahsetmişti. Gerçekten, şöyle bir tane, ağzını kapalı tutabilen arkadaşım yoktu. Eminim ki Turhan ve diğerleri de bir şeyler bilse, konuşurlardı. En çok susacağını sandığım Burhan bile sırrımı söylemişti çünkü.

Aysuna koskoca işletmeyi kurup bedava ortaklık yaptığımı öğrenince bana hayran kalsa da şaşırmıştı. Gençken hayallerim çok başkaydı, sonra usulca ellerimden alındılar. Bende başka bir gence bu şekilde yardım etmek istemiştim, ayrıca geliri de iyiydi. İşçi gibi çalışıp ağır yükleri Çınar'a bırakmıştım, o da şikayet etmeden almıştı çünkü bu onun hayaliydi, yorulmaktan gocunmuyordu.

Turhan'ın ilişki içinde olmasıysa bu akşamın aşıl şaşırılacak olayıydı, Atakan'ın kıskançlık krizleri ve Aysuna ile atışmaları da beraber geçirdiğimiz saatleri güzelleştirdi.

🏍

Ertesi sabah işe gitmek için kalktım ama Atakan gazlamaya çağırınca geç geleceğimi mesajla bildirdim, ben olmayınca benden sonraki tecrübeli kişi diğerlerinin başına geçiyordu. Üstümü giyinip Duman'la kısaca ilgilendikten sonra hızlıca çıktım evden, Ninja, Çiçek'i her zaman park ettiğim yerde beni bekliyordu. Buluşma noktamıza dakikalar içinde vardım ki o da kırmızı ışıklar yüzündendi, yoksa saniye bile almazdı.

Ninja ve ben birleşince asfaltları ağlattık. Kaskım en kaliteli olandandı ve öne eğilmeme rağmen hızın getirisi olan rüzgar ekipmanlarıma sertçe vuruyor, belli belirsiz yaksa da zevk veriyordu. Bir sola bir sağa küçük manevralar yaparak arabaların aralarından geçtim, bazen sesten ve yanlarından geçtiğimiz için korkuyorlardı, onları takamayacak kadar başka bir alemdeydim(k).

Bizimkilerle buluşunca Atakan, Burhan'ın yokluğuyla biraz dalga geçti, biraz da sahteden ağladı. Grubun neşesi olma görevi onda değildi aslında, bizler katı ve toplumun olmamızı istediği duygusuz erkekler değildik, hepimizin espri yeteneği ve sevimli halleri vardı. Bazen Yaşar çok güldürürdü, Turhan nadir olsa da konuştu mu eğlenceli biri oluyordu.

Benim zaten ne olduğum belliydi.

Otobanda sürüşler yaptıktan sonra biraz şehre indik, sonra tekrar otobana döndük. Kendimizi ve insanları tehlikeye atarak hız yaparken birbirimize dalaşsak da cesaretimiz ve egomuz bize engel olamıyordu. Bir ara kenara çekip durduğumuzda aldığımız suları içtik ve abur cubur yedik.

Aysuna'yı aradım; Buket yok diye üzgündü. Bende Burhan'ın eksikliğini çekiyordum ama o bayağı bir duygusaldı. Ninja'dan bahsederken hız korkusuna da biraz değindi -aslında onun ki tam bir korku değildi, hız yaptığım zaman hoşuna gidiyordu fakat alışkın olmadığı için ürküyordu- ve, "evet, halletmemiz gereken başka bir konu." Deyince duraksadım. Boğazımı zorlukla temizleyip başımı eğdim, sessiz kalışıma izin verdi.

Garip bir durumdaydık lakin iyi idare ediyorduk.

Aysuna yaşına göre olgunluğuyla bana uyum sağlıyordu, başka biri olsa şimdiye Dünyaca ünlü Ataberk Atilla'nın kardeşim olduğunu sakladığım için suratıma suratıma çemkirirdi. Sır sakladığım, yalan söylediğim için... Kavga ederdik. Su ise sabırla bekliyordu, hatta beni bekletiyordu.

Akşama işten çıkışta uğrayacağımı söyleyip kapattım. İşteyken aklım hep akşamdaydı, nasıl konuşacaktık, konuştuktan sonra ne olacaktı, Aysuna neler söyleyecekti bana? İçim içimi yedi, kendimi bitirdim vakit gelene kadar, düşüncelerim beynimi fare gibi kemirdi durdu. Göğsümde bir sıkıntı vardı, korku, saat yaklaştıkça içime yerleşti.

Sokağa girip evin önünde durdum, Hamit abi ve Kübra teyze henüz işteydi, o yüzden gidip kapıyı çaldım ama açan olmadı. Kaşlarım çatıldı, belki duşta ya da lavabodaydı diye düşünüp beklesem de yine hiçbir şey olmadı. Telefonla aradım, çalıyor olmasına rağmen açan olmadı, endişelenip bahçeye geçtim, camdan girebilirdim, tabii açık olsaydı.

Yapacaklarım kısıtlı olunca biraz daha bekledim, Ninja'ya yaslanıp dakikalarımı öldürürken sokağın diğer başından gelen iki kişi dikkatimi çekti. Aysuna ve Kutlu! Kutlu dışarı kıyafetleri ile şıktı, onun aksine Aysuna eşofmanlıydı. Yan yana olmalarından önce sevgilimin, Kutlu'nun yanındaki kısa boyuna ve rahat giyim tarzına bakıp gülümsedim.

Sonra önüme döndüm, gelip beni fark etmelerini bekledim.

Kutlu'nun sakin tavrı aksini gösterse de bence Aysuna'ya boş değildi, sadece çirkef biri değildi ve sevgilisi olduğu için ondan uzak duruyordu. Takdire şayandı, ne tuhaf, zaten öyle olması gereken bir şeyi öyle olduğu için tebrik ediyordum.

Ben yine de önlem alıp Kutlu'ya ufak bir hatırlatma da bulundum. O gittikten sonra da Aysuna ile konuştuk. Sağdan soldan konuşarak asıl konuya geldik, en büyük korkularımdan biri bana olan güveninin kırılmasıydı ve bunun emarelerini de görmek üzüyordu beni. Ataberk'i saklamış olmam diğer konular hakkında da yalan söylemiş olduğum anlamına gelmiyordu, en azından hepsinde değil... Ama onlar küçük tatlı yalanlardı, önemsizdi. Geçmişimin bahsetmediğim kısmından konuşmadığımız için yalan söylememe de gerek kalmamıştı.

Her ne düşündüyse tüyleri ürpermiş gibi belli belirsiz titredi.

"Benim tanıştığım ve çıkmaya başladığım Gökmen, ailesini kaybetmiş, yalnız yaşayan, motorları seven, Bursa'lı sıradan biriydi." Dedi. Tedirginlikle ona döndüm, arkama bakmadan kaçmak istiyordum. "Ama şimdi bana yalan söylemiş, ünlü bir abisi olan, İstanbul'lu herhangi biri var karşımda."

Herhangi birisi... "Aysuna." Dedim kırgın bir sesle. Bu kalbimi kırdı, böyle konuşmamalıydı.

"Seni eleştirmiyorum... ama benzeri her konuşmamızda kafam allak bullak oluyor. Tuhaf hissediyorum."

Kötü bir şey yapmamıştım, yine de insanlar ön yargılıydı, belki Aysuna beni dinlerdi ama ebeveynlerinin ne tepki vereceğini bilmiyordum. Uzaklaşmalarını, hakkımda habis şeyler düşünmelerini istemiyordum.

Üstünkörü konuşmamızın onu tatmin etmediğinin farkındaydım, yine de yapabileceğim bir şey yoktu. Konuşmamız arasında Hamit amcalar gelince sustuk, Kübra teyze akşam yemeğine davet edince kafedeki kutlama geldi aklıma, reddetmek zorunda kaldım ki bu da iyi olmuştu. Yarın sabaha kadar Aysuna'yı kendiyle baş başa bırakmam doğru olurdu belki, beni görmeden düşünmesi ne tür etkiler doğururdu bilmiyorum lakin olması gereken buydu.

Kübra teyzeler eve girince Aysuna, "yalan mıydı, doğru mu?" Diye sordu.

Hayır lütfen, bana bunu yapma, diyerek ağlamak istedim. "Aysuna!"

"Tamam tamam."

"Geçmiş geçmiştir..." Sözü ise beni rahatlattı, sevgisinin merhameti yüreğimi ısıttı. Vedalaşırken gülüşmemiz de rahatlamamı sağladı, Aysuna arkamda nasıl kaldı bilmiyordum ama ben iyiydim. Sabahtan beri kendimi yememe gerek yokmuş meğerse, sıkıntım azaldıkça azalsa da varlığını hissetmeye devam ettim.

Eve gidip üstümü değiştirdim, kafeye vardığımda hiç de kutlama havası yoktu. İçten dışa çıkan birini durdurup ne olduğunu sordum. Çınar'ın akrabalarından biri vefat ettiği için kutlama iptal olmuştu. Hemen telefonumu çıkarttım. Çınar'ı aradım baş sağlığı dilemek için. Neyse ki çok yakın değildi vefat eden kişi, yakın zamanda geri dönecek ve kutlama yapılacaktı.

İptal olunca bende eve dönüp tek başıma kalmak istemedim, Kübra teyzeyi arayıp davetini tazelemesi için işimin iptal olduğu imasını yaptım, o da hemen yemeğe çağırdı beni, gittim.

AYSUNA'DAN...

Gönlümden kopup aldığım çikolatayı Barkın elimden çalıp kaçınca tüm iyi niyetimi kaybettim ve çikolatamı geri almak için merdivenlerden peşine koştum. "Barkın! Hemen onu bana geri ver, bacaklarını kırarım senin!"

"Çok var zaten orada, bu da benim olsun, nolur sanki." Merdivenleri bitirip odasına koştuğunda hemen arkasındaydım ama o kapıyı kapatıp kilitleyince dışarıda kaldım.

Kapıyı yumruklamaya başladım. "Yeminle onu yersen seni mahvederim Barkın! Pasta da olduğu gibi kaytaramazsın." Bana gıcık yapmak için çikolatayı kapıya yakın tutarak açmış olacak ki sesini duydum. Daha sert yumrukladım. "Barkın!" Diye yırtındım. "Kardeş mardeş demem bir kaşık suda boğarım seni!"

Korkusuna içeriden, "anne!" Diye bağırdı. "Ablam beni dövecek!"

"Götü yere yakına bak ya, bir de şikayet ediyor. Aç lan şu kapıyı." Hırsla kapı kolunu zorladım.

Annem merdivenlerin başına gelip aşağıdan bize bağırdı. "Aysuna! Barkın! Ne oluyor orada?"

Barkın'ın çikolatayı yeme seslerini duydukça sinirim katlanıyordu, özel günüm yakın, çok yakın olması da işimi hiç kolaylaştırmıyordu. "Tabletini kırmazsam bana da Aysuna demesinler!"

Üç buçuk attığı için sesini ağlamaklı yapıp bağırdı yine. "Anne!"

Annem terliklerini vura vura merdivenleri çıkıp yanıma geldi. "Ne oluyor burada bakayım?" Ellerini beline koydu.

"Anne çikolatamı aldı vermiyor ya." Diye şikayet ettim hemen.

"Veremem çünkü yedim."

Gözüm döndü, yiyeceğim çikolatalardan birinin bile eksilmesi ile gözüm öyle bir döndü ki kapıyı kırarcasına yumrukladım. "Aç kapıyı hemen, AÇ! Barkın aç diyorum."

Annem zar zor tuttu kolumdan. "Kızım dur, kıracaksın kapıyı."

"Kıracağım ve o oğlunu da eşek sudan gelene kadar döveceğim."

Annem bana garip bir ifadeyle baktı. "Ay başın mı geldi senin?" Diye sordu sessizce.

"Yakındır." Dedim sert soluklarımın arasında.

Alt dudağını dişleyip kapıya döndü, tıklattı. "Barkın hemen aç oğlum, ablanı durduramayacağım bir durumdayız şu an."

"Dövmeyecek ama açarsam."

"Saçmalama oğlum, ablan ne zaman vurdu sana?" Bana yan gözle tırsarak bakmasına, "her şeyin bir ilki vardır." Demem sebep oldu. "Aysuna!" Diye uyardı.

"Bak dövecek işte." Diye ağladı Barkın.

"Barkın hemen açmazsan daha fazla döveceğim, faiz koyuyorum üstüne." Annem sakin olmam için bakınca, "anne diş damaklarım kaşınıyor çikolatasızlıktan." Dedim sinirle. O sıra zil çaldı ve dikkatimiz dağıldı çünkü dayım Gökmen'in peşine gelmişti, babam evdeydi. Anneme baktım. "Bu kim?"

"Gökmen gelmiştir."

"İyi de o kafenin kutlamasına gitmişti."

"İptal olmuş o."

Gözlerim genişledi. Hızla kapıya döndüm. "Seninle sonra görüşeceğiz Barkın efendi." Deyip aşağı koşturdum, arkamdan kapıyı açmıştı ve anneme, "Allah o Gökmen abiden razı olsun." Diyordu. Annemin kısık tondaki azarını işitsem de sözlerini çözemedim ki umurumda da değildi. Babam kapıya giderken, "ben bakarım." Deyip durdurdum.

"Tamam." Dayımın yanına geri döndü.

Kapının oradaki aynada kendime bakıp saçlarımı düzelttim, bu halimle zaten görmüştü beni. Farklı bir şey yoktu yani. Kapıyı açıp şık kıyafetleri içindeki sevgilime gülümsedim, o da beni görünce gülümsedi. Yan duruyordu ve kapının açılmasını beklerken ona aldığım anahtarlığa taktığı Çiçek'in ve Ninja'nın anahtarını elinde sallıyordu... Sanki bir saat önce küs olduğu ünlü abisini öğrenmemiş, bana yalan söylemesini affetmemiş ve tartışmamışız gibi birbirimize gülümsedik.

"Hoş geldin, gel." Deyip kapıyı açtım. İçeri girip ayakkabılarını çıkarttı. "Hoş bulduk."

Bir an bu basit diyalog evli gibi hissetmeme sebep oldu. O işten benden sonra gelmişti ve yorgundu, ev mis gibi yemek kokuyordu, elimin lezzeti hepsine geçmişti, Gökmen K dokuz gibi beni öptükten sonra koklayarak mutfağa gitmişti... gibi gibi... İçim ürperse de hoşuma gitmişti. "Annem kutlama iptal oldu dedi." Dedim kapıyı örterken.

Başını salladı gözlerime bakarken. "Çınar'ın bir akrabası vefat etmiş, e patron olmayınca da bu tür şeyler olmaz. O yüzden iptal oldu."

Çınar'ı yakından tanımadığım için bir sempatim yoktu ama vefat eden akrabası ile yaşadığını düşündüklerim yüzünden üzülmüştüm. "Başı sağ olsun, nasıldı durumu?"

"Çok yakın değilmiş zaten, iyiydi yani sesi."

"İyi bari."

Gökmen üstümdekini yeni görmüş gibi süzdü ve dudaklarını sıkarak sırıttı, içeriye göz attı. "Ne oldu, ne sırıtıyorsun?" Diye sordum.

Bana doğru bir adım attı. "Ev halin çok hoşuma gidiyor." Dedi gözlerime bakarak, sırıtışı büyüdü ve gülümseyişe dönüştü.

"Niye?" Diye sordum merakla, yaklaştığı için başımı kaldırmam gerekmişti.

"Daha samimi geliyor." Ellerimi tutup havaya kaldırdı ve ondan yarım metre kısa bir çocukmuşum gibi davrandı bana. "Böyle bıcır bıcır oluyorsun eşofmanla, tişörtün içinde."

Yaşadığımız ve yaptığımız onca şeyden sonra sen gel buna utan, evet, söylediklerine karşı utanınca tebessüm ederek başımı eğdim.

"Bornoz güzeli?" İşaret parmağını çene altıma, baş parmağını da çene topuma koyup başımı nazikçe kaldırınca gözlerimiz yeniden birleşti. "Aramız soğuk değil, değil mi?" Çekinerek sormuştu.

"Gökmen." Dedim uzatarak. "Öyle bir şey yok, tamam mı? Sorun yok."

"Emin oluyorum sadece."

"Böyle kafama sokmaya devam edersen her an her şey olabilir ama."

"Tamam tamam sustum." Ağzına fermuar çekince gözüme tatlı göründü. Annem adımı seslenip yanımıza gelince Gökmen yarım adım geriye çekildi.

"Hoş geldin oğlum."

Gökmen bunu her duyuşunda gözleri titriyordu, çabuk toparlasa da yutkunuşunu görünüyordum. "Hoş bulduk Kübra teyze."

"Hamit ve Selçuk salonda, siz de geçin. Aç mısın? Hemen kuralım mı sofrayı, yoksa..."

"Bana fark etmez."

"Tamam o halde." Beraber içeri geçince yemeği sonra yiyeceğimizi anladım, Barkın dayımın yanına oturmuş cırcır konuşuyordu, göz göze gelince elimi açıp boğazını sıkar gibi kapatıp yumruk yaptım, zorlukla yutkunup dayıma geri döndü. Nihai sonunun değişmediğini bilmeliydi. Sadece ertelemiştim.

Babam Gökmen'le selamlaştı ama dayım ondan yana bile bakmadı, Gökmen'de atak yapmayınca aralarındaki soğukluğu hissettim, annemde anlamış olacak ki bana baktı sorarcasına. Bilmiyorum dercesine başımı belli belirsiz salladım. Düğünde de dayım hiç iyi bakmamıştı Gökmen'e. Geldiği günkü gibi değildi ona karşı, sanki zaman geçtikçe Gökmen'le ilgili bir şey canını sıkıyordu.

Öyle ki Gökmen annem ve babamla sohbet etse de dayım katılmıyordu, Barkın'la ilgileniyor, arada da bana laf atıyordu. Tuhaftı, oysa ki şimdiye 30 kere Gökmen'e bir şey deyip, eskilerden anlatmış olması gerekirdi.

Dayım acıktığını söyleyince annem Barkın ve bana başıyla işaret edip mutfağa geçti. Beraber yemek ve sofra kurumu için anneme yardım ettik, 20 dakika falan sonra her şey hazır olunca diğerlerini yemeğe çağırmaya gittim ama babam salonda tek başınaydı. Kaşlarım çatıldı. "Dayımla Gökmen nerede baba?"

İlgilendiği telefonundan kaldırdı başını. "Dışarı çıktılar."

"Ne zaman ve niye?"

"Az önce, dayın çağırdı, öyle çıktılar... Sofra hazır mı?"

"Evet."

"İyi çağır da gelsinler o zaman, ben de geçeyim." Diyerek koltuktan kalktı, babam mutfağa giderken ben de kapıya yöneldim. Sessizce açıp dışarı bakındım ama bahçede değillerdi. Nereye gitmişlerdi? Kapıyı biraz açık bırakıp terliklerimi giydim ve çıktım. Bahçeyi kontrol ederken sonunda mutfak tarafında olduklarını gördüm lakin yanlarına gidemeden Gökmen sertçe dayıma çıkışınca olduğum yerde kala kaldım.

"Bu ikimiz arasında kalacaktı! Kimseye söylemeyecektin, öyle anlaşmıştık!"

"Kimseye söylemedim zaten!" Dedi dayım da aynı sertlikle. "Ama ailemin içindesin ve yeğenimle birliktesin, bilmeye hakları var."

"Olmuş bitmiş bir şey, konuşup bilseler ne olacak ki? Suyu bulandırmaya gerek yok."

"Gökmen!" Dayım öyle bir ses tonu kullanmıştı ki, tüylerim ürperdi. Sırtımı yasladığım duvarın oradan başımı hafifçe çıkarttım, ikisi de beni göremeyecek kadar birbirlerine odaklıydı ve kızgınlardı. "Aysuna, Ataberk'i öğrendi, ne oldu? Kızdı mı sana, ayrıldınız mı? Yoo! Korkma artık bir şeylerden, söyle, sen de rahatla ben de rahatlayayım."

"Olmaz, yapamam!" Şiddetle başını iki yana salladı, çaresiz görünüyordu. "İsteme bunu benden."

"Seni de anlamaya çalışıyorum-"

"Hayır, çalışmıyorsun!" İşaret parmağını dayımı suçlarcasına yüzüne doğrulttu. Asabiydi sözleri, hareketleri. "Bunun bana ne tür bir hasar vereceğinin farkında değilsin!"

"Tamam onu söyleme." Diye kabullendi dayım. "Ama bari hapse girdiğini anlat, seni yargılamazlar, anlarlar. Anlatırız, ben arkanda dururum!"

Gözlerim genişlerken elim açılan ağzımın üstüne kapandı. Gökmen hapse mi girmişti? Hapis... Demir parmaklıklar... Suç... Ceza... Mahkeme... Kelepçe... Gözlerimin önünde hemen aklımdan geçen nesnelerin şekilleri belirdi. Yutkunamadım, nefesim kesilmişti. Hapse girmişti! Hapis!

Kanımın damarlarımdan çekildiğini sandım, üşümeye başladım bir anda. Sonra kesilen nefeslerim kendini gösterip hızlanmaya başladı. Dayım ve Gökmen konuşmaya devam ettiler ama ben artık onları duymuyordum. Kulaklarım sağır olmuştu, uğultuluydu her şey. Dumura uğramıştım, ağzım şaşkınlıktan açılmıştı fakat dilim lâl olmuştu. Başımı geri çekip sırtımı duvara geri yasladım yoksa titreyen dizlerim beni ayakta tutamayacaktı ve ben yere düşerek ses çıkartacaktım.

Ama önüme dönünce daha beter bir şey oldu. Üç metre ötemde duran ve şok olmuş gözleriyle bana bakan babamla göz göze geldim. Öylece kaldık ikimizde. O da duymuştu, benim gibi o da Gökmen'in hapse girdiğini duymuştu. Açılmış göz bebeklerinin titrediğini gördüm. Adem elması öyle sert ve sesli inip kalktı ki...

Olanları idrak etmem uzun sürmedi. "Baba." Dedim sessizce öne adım atarak. Çünkü titreyen irisleri usulca öfkeyi ve benzeri başka bir duyguyu daha yanına alıyordu, hızlanan nefesleri yüzünden göğsü benimki gibi inip kalkıyordu. "Gökmen!" Diye kükreyerek yanımdan geçti ve dayımların yanına vardı.

"Baba!" Diye bağırdım ben de peşine giderken.

Dayımla Gökmen şaşkınca babama döndüler, babam Gökmen'in yakasına yapışınca bir koluna da ben sarıldım çekmek için. "Baba sakin ol." Dedim ağlamaklı sesimle.

"Ne demek hapse girdim?" Diye sesini yükselterek sordu. Gökmen babamın gözlerine baka kaldı. "Ne demek lan!" Diye bağırdı babam. "Ne hapsi ha, ne diyorsunuz siz!" Dayıma da baktı öfkeyle, ama tek hedefi Gökmen'di. Kızının çıktığı adamın hapse girmiş biri olduğunu öğrenince her babanın yapacağı gibi korkmuş ve korkusu öfkeye neden olmuştu.

Dayım, "enişte sandığın gibi değil." Dese de, babam Gökmen'i bırakmıyordu.

"Baba ne olur bırak." Dedim koluna asılırken. Ben de iyi değildim ama Gökmen'i yakasından tutmuş sarsarken öylece durup izleyemezdim.

"Selçuk nasıl o zaman!" Diye bağırdı babam. Annem o sıra mutfaktan çıktı. "Ne oluyor?" Diye sordu, Barkın hemen arkasındaydı, korkulu gözlerle bize bakıyordu.

Babam, Gökmen'in buz gibi donmuş ruhsuz, bu andan uzakta olan ama dolmuş gözlerine baktı. Sanki yaşadıklarının gerçekliği onu mahvediyordu, bu anı yaşamaktansa ölmek istiyordu ve zamanı geri sarmak istiyor gibi bir pişmanlığa sahipti...

"Biri bana az önce duyduklarımı açıklasın! Hemen! Gökmen!" Yine sarstı.

"Enişte bırak konuşalım, sarsma çocuğu!"

"İyi çocuk iyi çocuk dediğin hapse girmiş bir serseri miydi Selçuk?" Babamın sesinin volü hiç dinmiyordu, dolan gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Konuşsana lan! Kafamın içinde değişik değişik şeyler dönüyor, biriniz konuşsun yoksa elimden bir kaza çıkacak."

Annem ellerini ağzına kapattı, "hapis mi?" Diye sordu sessizce. Bir avukat olarak...

"Baba yapma ne olur bırak." Deyince, babam bana bakıp, "çekil kenara sen!" Diye bağırdı, babam bana bağırmazdı, küçük kızına sesini yükseltmek onun için zordu, bilirdim, ama şimdi bağırmayı geçtim bana öyle kötü bakıyordu ki... Gökmen'i bırakamazdım yine de, başımı iki yana salladım. "Ne olur bırak baba, sakince konuşalım."

"Sen biliyor muydun bunun hapse girdiğini?"

Başımı iki yana salladım süratle. "Hayır hayır, bilmiyordum."

Annem, "Hamit bırak çocuğu!" Diye sesini yükseltti.

"Bana bir açıklama yapana kadar bırakmayacağım! Bön bön bakma lan gözlerime, konuş! Niye girdin hapse! Konuşsana!"

Dayım, Gökmen'in yakasında yumruk olan babama ait ellerini tutup çekmeye çalışsa da başarılı olamadı. "Enişte yapma, bırak." Diye yalvardı adeta, o da en az benim kadar kıyamıyordu Gökmen'e. "Anlatacağız tamam. Gökmen söyle hadi."

Hepimiz Gökmen'e baktık ama o transtaydı sanki, uyanmayı sabırla bekleyen hasta gibiydi.

Babam sabırsızlandı, yakasından tuttuğu gibi önüne attı sevdiğim adamı. "Baba." Diye bağırdım ağlarken, yaşlarım yanaklarımı kirletiyordu, burun direğim sızlıyordu. Gökmen'in bir kolundan tuttu, diğer elini de sırtına koyup ite kaka kapıya sürükledi. "Baba itme lütfen! Canı yanar!"

Babam, Gökmen'i dış kapıya iterken biz de peşinden gidiyorduk. Ne ben, ne dayım ne de annem babamı durdurabildi. Kapıyı açtı ve Gökmen'i, bir zamanlar çok sevdiği ama artık istemediği yavru köpek gibi sokağa fırlattı. Gökmen kaldırımdan sarsak adımlarla indi ve son anda düşmeden ayakta kaldı, arkası dönük durdu.

Babam, "eğer geri dönersen, kızımı görmeye kalkarsan öldürürüm seni!" Diye bağırıp kapıyı gürültüyle kapattı. Mahallenin yarısı dışarıdaydı.

Nefes, nefes alamıyordum. Ağlamaktan nefes alamıyordum. İki duvar arasına hapsedilmiş klostrofobili biriydim. Arkamdaki ve önümdeki iki duvar da bana doğru gelip sıkıştırıyor, nefesimi kesiyordu. İçimden çığlıklar atıyordum, beni kimse duymuyordu, Gökmen'i duymadıkları gibi...

Ağlarken yere düşmek üzereydim ki babam kolumdan tutup beni de içeri çekiştirdi. Annem sinirle bağırdı. "Hamit!" Dayımla beraber arkamızdan içeri koştu. Salona geldiğimizde babam koltuğa oturttu beni sertçe.

"Görüşmeyeceksin bir daha onunla!" Diye bağırırken işaret parmağını uzatıyordu. Annem hemen gelip yanıma oturdu, sarıldı ve yaşlarım göğsüne döküldü. Dayım babamla konuşmaya çalışıyor ve açıklama yapmaya çalışıyordu ama babam dinlemiyordu. Dinleme kararı verdiği zamanda dayım tıkanıyordu, "Gökmen anlatmalı bunu." Diyordu ve susuyordu. Babam düşündükçe daha çok delleniyordu, odanın içinde volta atarken çıkan tek ses benim hıçkırıklarım ve babamın adım sesleriydi. Gökmen'den uzak durmam için söylediği her şey de daha çok göz yaşı döktüm.

Yapamazdım ki! Olmazdı! Ben Gökmen'siz yapamazdım. Başımı iki yana salladığımda babam durup hırsla bana baktı. "Yapamam, olmaz." Dedim içime kaçmış sesimle. "Seviyorum onu, bırakamam."

Annemin kasıldığını hissettim, dayım sessizleşti ve babam bana baka kaldı. "Yaparsın." Dedi sonra. Ve ardından bağırınca yerimde sıçradım, omuzlarım yükseldi korkuyla. Annem hemen daha sıkı sarıldı bana. "Bağırma kızıma!" Dedi, babamla sert bir bakışma yaşadılar.

Ağlamamı durduramıyordum, o kadar hızlı olmuştu ki, idrak dahi edemiyordum olanları. Sarsılmıştım. Gökmen ne haldeydi? Ben bu haldeysem o nasıldı? Gökmen'im nasıldı? Babam onu, ailesi olarak benimsediği evin kapısından atarken ne hissetmişti? Şimdi ne yapıyordu? Kaldırıma oturmuş, sessizce iç çekerek ağladığını hayal edince daha çok ağlamaya başladım.

Dayım diğer yanıma oturup beni annemden ayırdı ve göğsüne çekti, geniş göğsüne sarıldım. Sıcaklığı ile içim dışıma çıkana kadar ağladım.

"Yaptığın yanlıştı." Dedi babama, annem.

"Ben mi yanlış yaptım?" Diye çıkıştı babam. "Kızımın yanında olan, evime aldığım adamın hapse girip çıktığını öğrendikten sonra ne gibi bir tepki vermemi bekliyordunuz? Alkış tutup tebrik mi etseydim!"

"Hapse giren herkes suçlu değildir Hamit!"

"Ona sordum!" Diye bağırdı babam. Evimizdeki, yıllar içindeki en gürültülü an bu andı ve bu Barkın'ı da beni de kötü etkiliyordu, bizler gürültüye alışkın yetiştirilmemiştik, bunu göremiyordum belki ama kardeşimin dolduğunu tahmin ettiğim gözlerinden anlayabiliyordum. Babama korkuyla bakıyordu koltuğun ucunda otururken. "Sordum ve hiçbir şey söylemedi! Sustu! Sadece sustu! Demek ki kabahati büyük! Suçlu!"

"Gökmen-" Dayımın sözünü babam elini kaldırarak kesti.

"Sakın iyi çocuktur deme!" Dedi. "Sen söyle o zaman, ne yaptı da girdi mahpusa? O kadar iyi birinin ne işi var katillerin, tecavüzcülerin, hırsızların girdiği delikte? Sen söyle! Söyle de bileyim, yaptığımdan pişman olayım."

"Olacaksın zaten enişte." Dayımın sakince söylediği babamı afallattı. "Hepimiz sakinleştiğimiz zaman Gökmen gelecek ve anlatacak, işte o zaman çok pişman olacaksın."

"Sen anlat da şimdi pişman olayım!"

"Bu bana düşmez!"

"Kafayı yiyeceğim!" Ellerini başının iki yanına koyup arkasını döndü, etrafında döndü. "Ne yapmamı bekliyordunuz? Biri bana söyleyebilir mi? Hapse girdiğini duyunca aklımdan neler geçti biliyor musunuz!" Elimi ağzıma kapatıp ağlamamı durdurmaya çalıştım ama işe yaramıyordu, Gökmen'i görmeliydim, yanına gitmeliydim, ona sarılmalıydım, onunla olmalıydım. Yalnız kalmaması gerekiyordu, bu olaydan sonra değil.

Ayaklanmaya çalıştığımda dayım engel olmak istedi ama hışımla kollarından çıktım. Babam önüme geçti. "Nereye gidiyorsun?"

Kızaran gözlerimle gözlerine baktım, saçlarım terleyen alnıma ve enseme yapışmıştı. Burnumu çektim. "Gökmen'in yanına."

"Hala Gökmen diyor, bana hala Gökmen diyor!" Diye delirdi. "Kızım sen bana kafayı mı yedirteceksin!"

"O senin sandığın gibi biri değil!" Diye bağırdım, belki de hayatımda ilk defa babama bağırdım, hatırlamıyorum, ikinci de olabilirdi ama en şiddetlisi buydu. "O çok hassas, sana değer veriyor, bana, anneme, Barkın'a, dayıma, hepimize. Bizi ailesi gördü, ölen ailesi kadar benimsemişti ve sen onu kapı dışarı ettin... Gökmen dışarıdan güçlü görünse de içindeki kalkan incecik! Tek başına kalmamalı, bu yaptığından sonra tek başına kalmamalı!"

"Aysuna!" Dedi babam sabır çeker gibi.

"Yapamam! Onu tek başına bırakmamın imkanı yok, baba lütfen çekil."

Annem yanıma gelip engel olmak için nazikçe kolumu tuttu ama hızla çektim. Dayım ayakta arkamda durdu. "Ben gider bulurum onu, sen burada kal dayım. Yarın sabah hallederiz."

"Hayır, ben de gelmek istiyorum." Diyerek döndüm dayıma. "O çok üzgündür şimdi. Ağlamıştır!" Dudaklarım büzüldü, yanaklarımın yandığını hissediyordum; ateşim vardı sanki, gözlerim kısıldığı için dolu gözlerim baraj gibi taştı. Dayım kıyamayarak baktı bana ama o etkisiz elemandı. "Lütfen dayı." Dedim yine de bir ümit. "Beni de götür."

Babamın sinir dolu hareketlerine annemin onu sakinleştirmeye çalışması eklenirken ben sadece dayıma odaklıydım. Ayaklarına kapanmaya hazırdım, yalvarırdım gerekirse, ama beni buradan çıkarıp Gökmen'in yanına götürmeliydi. Babamın onu kovduğundaki duruşu, bakışları aklıma geldikçe ağlama isteğim daha çok artıyordu, kalbimi söküp alıyorlardı ve bu daha önce hiç tatmadığım bir acı türüydü. Çok acıyordu, çok. Göğsüm yarılıyordu, dayanamıyordum.

Dayım tam ağzını açacakken telefonu çaldı. Açmayacaktı ama numarayı görünce hemen cevapladı. "Efendim?"

Dayıma yakındım ve telefon sesi açık olduğu için zor da olsa karşıdaki adamın dediklerini duydum. "Selçuk, hani genç bir uşak vardı ya. Gökmen. Onunla ilgili bir sorun olduğunda sana bildirmemizi istemiştin."

"E-evet." Dayımın titreyen sesine takılı kaldım.

"Şehir içinden çıkarken dört yol ağzında bir tırın altında kalmış motorla, şimdi ambulans da, yaşıyor ama durumu çok ağır. Devlet hastanesine götürülüyor, haberin olsun dedim."

Dayımın dudakları usulca birbirinden ayrıldı, ağzı açıldı, gözleri saliseler içinde doldu, bana baktı.

Ben mi? Ben artık yaşamıyordum!

Boş bakışlara sahiptim, kalbim atmıyordu ama göğsüm çok acıyordu, ellerim titremeye başladı, ayaklarım felç olurken beynim kendini kapattı, gözlerim karardı, olduğum yere yığıldım ve son duyduğum annemin ismimi haykırışlarıydı. "Aysuna! Aysuna!"

Gökmen. Gökmen'im. Sevdiğim adam.

Gözlerim kararmıştı ama bilincim benden gitmeden önce onun güzel gülümsemelerini gördüm karanlık içinde, kahkahası varla yok arası kulaklarımda oynaştı ve bu beni mutlu etti, ona baktığım zaman gördüğüm parlayan gözleri, parlamak zorunda olan gözleri, parlaması için çabaladığı gözleri, hayat dolu oluşu, olmak zorunda kalışı, olmak için çabalayışı, gülümsemesindeki acı güzellik... evet, gerçekten de acısı çok olanın gülüşü güzel oluyordu...

Gökmen çok güzel gülümserdi...

Gökmen. Benim Gökmen'im. Sevdiğim tek adam.

Ölüyordu... Yalnız... Bensiz. Belki de korktuğu tek şekilde ölüyordu, tek başına ölüyordu!

DEVAM EDECEK...

Loading...
0%