@demirhanife
|
BÖLÜM 6
Tutsaklık neydi? Google sorsan en üstte tanımını verir, altındaki ekşi sözlükte ise her kafadan bir ses. Herkesin tutsaklık hakkında bir fikri, bir tanımı var. Ama tabii kendine göre.. Kimi evliliğine tutsak, kimi işine, kimi de aşkına. Her insan bir şeylerin tutsağı da; asıl tutsaklık benliğimiz olduğunu çok geç anlıyoruz. Düşüncelerimiz, fikirlerimize ve ön yargılarımıza o kadar tutsağız ki, geri kalan hiçbir şeyin önemi yok. Ben de işime tutsaktım, sevene kadar. Sonra evliliğime tutsak oldum. Kötü anlamda bir tutsaklık değildi elbette ki. Lâkin bazen düşünmüyor değilim: Kocama o kadar tutsak bir sevdalı olmasaydım, bana ihanet ettiğini daha erken fark edebilir miydim? İnsan bir şeylere hapsolunca, kör de oluyordu. Sevgisinin bittiğini bile fark edemeyecek kadar ne yaşıyordum acaba? Soğuk yatağımda tavanı izlerken ilk defa duygularımın değil, fiziksel bir tutsaklığın esiri olduğumu düşünüyordum. Bacağıma giren ağrıyla uzandığım yataktan doğrulup bacağımı ovaladım inleyerek. Çalan kapıyla 'gir' dediğimde kapı aralığından giren bedene döndüm. Bacağımı ovuşturan elime bakıp sıkıntılı bir nefes verirken yanımdaki sandalyeye attı kendini "Sana önce iyileşmen gerektiğini söylemiştim." Diyerek sesini biraz yükseltince kaşlarımı çattım.
"Bağırma bana!"
"Bağırmıyorum!" biraz daha sesini yükseltince sinirlenmiştim işte!
"Bağırıyorsun seni buz adam!" Ona taktığım isimle duraksarken sinirli bir alayla göz devirdi.
"Tam bir baş ağrısısın!"
"O zaman evime gitmeme yardım et"
"Evin?" diye sorarken sesinle alay vardı.
"Evet evim!"
"İntihar etmiş birine göre çok çabuk özledin evini." Alaylı sözleriyle buz keserken duraksadım.
"Sen nereden.."
Hızla oturduğu yerden doğrulurken benim bakışlarım bıraktığı boşluktaydı.
"Kapıma yaralı geldiğini unuttun mu?"
"Sana söylemedim"
"Belki.. Ama anlamak için kâhin olmaya gerek yok" diyerek odadan çıkarken benim buğulu göz bebeklerim hâlâ aynı boşlukta sallanıyordu ki, ihtiyar kadının varlığı doldurdu odayı. Gözlerimi elimin tersiyle silerken o sessizdi. Yanımdaki sandalyeyi biraz aşağıya çekip oturdu. Dizlerimi kucağına alıp sargıyı iyice sıktı ve boşluklara getirdiği karışımı sürmeye başladı. Ben ellerini izlerken onun bütün dikkati işindeydi.
"Ne zaman çıkacak bu şey?" diye sordum sessiz ortamın gerginliğini dağıtmak için. Uyandığımda bacağıma sıkıca sarılmış tahta parçaları ile göz göze gelmiş ne yapacağımı bilememiştim.
"Eğer uslu dursaydın arkandan su dökerek uğurlanabilirdin ama.." Soğuk bir ses tonuyla konuştuktan sonra duraksayıp aynı soğuk bakışlarını bana çevirdi.
"Ama bak neredeyiz şimdi" diyerek bacağımı yatağa adeta savurdu. Acıyla inlerken yüzümü buruşturdum.
"Beden nefret ediyorsun değil mi?" Ellerindeki karışımı karıştıran elleri duraksamış bir süre hareketsiz kaldıktan sonra ayaklandı. Masaya yaklaşıp sürahideki sudan birkaç damla karışıma damlattı.
"Yanlış! Seni nefret edecek kadar bile umursamıyorum prenses" diyerek elindeki ağaçtan kaseyi masaya bıraktı. Üzerini bir örtü ile kapatırken arkası bana dönüktü.
"Gitmek istiyorum" dedim kırılan sesimle. Zira gözlerim çoktan dolmuş ağlıyordum. Arkası dönük olduğu için sözlerinden nasıl etkilendiğimi görmemişti. Bu yüzden sesimle duraksamış omuzları gerilmişti. Bedenini bana döndürdüğünde yüzüme bakıp sıkıntılı bir nefes verdi.
"Gideceksin. Sadece sabret olur mu?"
"Zaten istenmediğim yerde durma" derken ağlamaklı bir sesle konuşmuştum. Düne kadar kaçmak isteyen ben, bugün, bir kişi de olsa gitme desin diye beklenti içindeydim. Git diyenlere ise kırgın.
"Her istediğine sahip olamamayı zamanla öğreneceksin. Çünkü buradaki bütün insanlar, bunu en acı tecrübelerle öğrendi. Sen buraya ait değilsin" diyerek kapıya yürüdüğünde öfkeyle tısladım.
"O çocuklar da annelerine ait. Buraya değil."Duraksayan bedenini yeniden bana döndürdüğünde hüzünle bakıyordu.
"Biliyorum.. Ama elimden bir şey gelmiyor." Dedikten sonra ise odadan çıktı. Üstelik bu sefer kafamda başka soru işaretleriyle tek başıma kalmıştım.
******
Günlerdir odamda, ara sıra evin bahçesinde ve harabelerin olduğu yokuşta takılıyordum. Tepeye gitmek istiyordum, lâkin bacaklarım bunun için müsait değildi. Başkasından yardım istemek ise, banka soymaktan daha zor geliyordu. Şimdi ise küçük dere yatağında bulunan asma köprüden ayaklarımı uzatmış doğanın hoş sohbetine kendimi bırakmıştım. Geçmeyen sıkıntılı zamanda bana iyi gelen tek şey doğanın kendisiydi. Zira adeta ruhumu ve gözlerimi doyuran bir şölendi. "Yalnız takılmayı sevdiğini sanmıyorum ama kalabalıktan uzak duruyorsun" Diyerek huzur dolu ortama bodoslama dalan adama irkilerek baktım. Omuzlarında belki kendi kilosu kadar ağırlıkta bir kütükle dikilirken, terden sırılsıklam olmuş atletinden belli olan göğüs kasları ve darmadağın saçlarıyla yutkunmama sebep olsa da, belli etmemek için müthiş oyunculuğumu sergileyip yüzümü buruşturarak kaşlarımı çattım. "Aksine, yalnız takılmayı severim. Üstelik bunu bozan insanlardan da rahatsız olurum" Diyerek laf sokmayı da ihmal etmemiş olsam da sinir bozucu gülümsemesini takınmaya devam ederek sinirimi bozmayı başarmıştı. "Benim aklımda öyle kalmamış pardon. Çünkü yalnız takılmayı ben severim ve tepede bunu bozarak saatlerce benimle oturduğunu hatırlıyorum" Derken sesindeki kinaye iyice kızarmama sebep olmuştu. Zira yüzüm alev alevdi şimdi. Başımı çevirip "Öyle denk gelmiş" diyerek omuzlarımı silktim. Kıkırtısıyla öfkeli bakışlarımın hedefi olmuştu. Terslemek için dudaklarımı araladığımda "Bugün kasabanın kadınları yufka açıyor. Kalk da onların yanına götüreyim seni" Demiş ellerini uzatmıştı. Esip gürlemek için hazır olan dudaklarım kapanmış, yumuşak tondaki sesiyle ufak çapta bir şaşkınlık yaşamıştım. Zira ilk günden beri bu insanlarla yıldızım bir türlü barışmıyor, her defasında hırçın davranışlarımdan nasibini alıyorlardı. Her şeye rağmen bana sırtlarını dönüp yok saymıyor olmaları ise beni her defasında biraz daha utandırıyordu. Belki de amaçları buydu. İnsanlardan böyle intikam alıyorlardı; taş yerine gül atarak. Uzattığı nasırlı ele birkaç saniye bakıp tereddütle ellerimi uzattım. Yüzünde anlayışlı bir tebessüm yer edinirken güçlü ve sert parmaklarıyla kavrayıp beni oturduğum yerden kaldırdı. Koca kütüğü beni kaldırmak için tek eliyle tutmaya çalışırken zorlanıyor gibi görünmüyordu. Ani kalkış dengemi bozduğunda göğsüne tutunmuş sıcak nefesi yüzüme değmişti. Teninin kokusu burnuma dolarken ter kokusuna eşlik eden yağmurdan ıslanmış kokusunu içime çekmekten kendimi alamamış, bu sırada yüzündeki tebessümde alaylı bir ifade yakalamıştım. Yeniden yüzüme hücum eden kanla uzaklaşarak bakışlarımı kaçırıp önden bacağımın izin verdiği kadarıyla hızla yürümeye başlamıştım ki yine arkamdan kıkırdadığını duyup utançla başımı eğip yürümeye devam ettim. Kadınların toplanıp yufka açtığı alana geldiğimde duraksayarak arkamdaki adama yol verip önüme geçmesini izledim. Zira ben geldiğimde sesler kesilmiş bütün sorgulayıcı bakışlar beni bulmuştu. Sanki bakışlarıyla neden burada olduğumu soruyor, yadırgıyorlardı. Elindeki koca kütüğü odun yığının bulunduğu yere atıp ellerini ve üzerini çırpıp bana döndü. Dudakları aralanmıştı ki, daha önce uzaktan birkaç defa gördüğüm kumral kıvırcık saçlara sahip bir kadın elindeki ayran ile dolu olduğu belli olan bardağı ona uzattı. Buz adam tereddütlü bakışlarıyla elindeki bardağı alıp bir dikişte bitirip dudaklarını elinin tersiyle silerken kadının adama olan şehvet dolu bakışlarından rahatsız olup yüzümü buruşturdum. Zira bundan sadece benim rahatsız olmadığım kaçırılan diğer bakışlardan belli oluyordu. Kimi homurdanıyor, kimi alaylı bir tebessümle başını çevirip yanındakine fısıltıyla bir şeyler söylüyordu. Özellikle kalabalık arasında olduğunu sonradan fark ettiğim Bibi başını uyuşukça sağa sola sallayıp tövbe estağfurullah çektiğini bile duyar olmuştum. Esmer adam boğazını sertçe temizleyip elindeki ayranı uzatırken kumral kadın onunla göz göze gelmeyen adamın gözlerinin içine bakmaya devam etti. Ta ki, esmer adamın bakışları beni bulup tebessümle bakana kadar. Kadın çatılı kaşlarıyla adamın göz bebeklerini takip edip beni bulduğunda kısa bir şaşkınlık yaşayıp nefret dolu bakışlarını üzerimde tutmaya devam etti. Esmer adam arkasında öfkeli bir kadın bıraktığının farkında olmadan bana yürümeye başladığında tereddütle, birazda korkuyla bana attığı adımlara karşılık verip bir adımlık mesafe kalana kadar ona doğru yürüdüm. Zira neden bilmiyorum bir an da kendimi güvenli hissedeceğime emin olduğum tek yer onun yanı gibi hissetmiştim. Elini omzuma getirip bedenimi kalabalığa çevirdi. "Yalnız başına dere kenarında oturuyordu. Ben de bir yardımı dokunsun diye size getirdim. Misafirimizi biraz çalıştıralım" diyerek bakışları beni bulmuş göz kırpmıştı yaramaz bir bakış atarak. Ben yutkunup onun yeniden kadınlara dönen yüzünü yandan izlerken, yüzünün her santimetresini hatta gözyaşı kanalının bittiği yerdeki bene bile dalıp gittiğimin farkında değildim. Boşlukta sallanan sol koluma değen başka parmaklarla irkilmiş bana dönen gri gözlerden bakışlarımı çekip kollarıma sarılmış genç bir kızın beni çekiştirmesini adımlarımla takip etmiştim. Sırtıma değen yoğun bakışların farkında olsam da bir saat içinde kaç defa olduğunu sayamadığım kızarıklığımı saklamak için dönmedim. Yıllar sonra ilk defa yabancı bir erkeğin her hareketi yüzümü kızartıyor, bu yeni halime bir anlam veremiyordum. Hâlbuki düne kadar kendisinden korktuğum bir adam olmasına rağmen. Ne zamandan beri çekici bulmaya başlamış, hatta her hareketine yeni yetme genç kızlar gibi tepki vermeye başlamıştım. Onu tanımıyordum ve hala her şeye rağmen evli bir kadındım. Biriyle flört etmeyi bile unutmuş yüreğimin amacı neydi şimdi? Sıkıntılı bir nefes verip düşünmemeye karar verdim. Belki ihanete uğramış kalbim kendince kocamdan intikam almaya çalışıyor, gördüğü ilk çekici erkeğe tepki veriyordu. İnsandık neticede ve bir insanın en büyük kusuru duygular söz konusu olduğunda düşünmeden hareket edecek kadar aptal olmasıdır. Oturulduğum yer sofrasına iyice yayılıp bana ne yapmam gerektiğini anlatan genç kızı dinlerken aslında bütün hücrelerim, bıraktığım yerde bakışlarına karşılık vermemi bekleyen bir çift gri gözlerdeydi. Bir an da onu görmezden geliyor olmama şaşırmış, içten içe sorguladığından emindim. Lakin rol yapıp kuru bir teşekkür bile edemeyecek kadar kafam karışık, kalbim ise gümbür gümbür müzik çalan bir festivaldeydi.
|
0% |