@deren_yazar
|
ULAŞ
Yarım saat kadar mutfakta oturdum. Kalkıp karamın odasına geçerken çalışma odasının önünde durdum. Yapmamam lazım biliyorum ama dayanamıyorum ki kapıyı yavaşça araladım. O kadar güzel uyuyordu ki otursam sabaha kadar izlerdim. Yavaşça yanına ilerledim. Derin bir nefes aldım.
O baharatlı parfümün kokusu geçmişti kendi kokusu duruyordu bir tek. Frezya çiçeği, o koku o kadar hoş bir kokuydu ki. Bazen çok yakın oturduğumuzda saçı bana çarpardı. Saçları daha ince bir tondaydı ama oda Frezya kokuluydu.
Odadan çıktım. Bengi’nin kendi odasına gittim yatağına uzanacakken köşede duran defter dikkatimi çekti elimi birkaç gitti geldi ama açmamıştım şimdi tekrar gözüme çarpıyordu. Sadece en başına baksam ne olur ki. Bence bir şey olmaz.
İlk sayfayı açtım. Tek bir şey yazıyordu “Gün 8 765,81200 başarısız.” Bütün sayfalara baktım. Defterin ortalarına geldiğimde yazılar bitti “Gün 8 765, 81237 başarısız.” Ne lan bu her gün her bir sayfaya neden bunu yazıyordu. Defterin durduğu yerin altındaki çekmeceyi açtım böyle yirmi üç defter daha vardı.
Kafam karışarak çekmeceyi kapattım. Telefonu elime aldım hesap makinesini elime alıp hesapladım. Aşağı yukarı yirmi dört yıl yapıyordu ve yirmi dört defter vardı. Bengi bir şey için yirmi dört yıldır gün sayıyordu neydi ki bu.
Altı yaşındayken ne olmuştu ki. Aklıma bir şey gelmiyordu. Defteri yerine koyduktan sonra yatağa uzandım. Her yerde bizim fotoğraflarımız vardı, ev değil de kışlada bir oda gibiydi. Karam için en önemli şeylerden birisi de zamandı yatağın tam karşısında bir takvim onun hemen yanında saniyeysini bile gösteren bir saat.
Saate bakarken yavaştan gözlerim kapandı. Uykuya dalmamda çok uzun sürmedi. …
Sabah saat 6.10 da uyandım. Elimi yüzümü yıkayıp çalışma odasına baktım bengi halen uyuyordu. Fırsat bu fırsat Ulaş. Hızlıca salona girdim, Televizyonu ve büyük cam parçalarını alıp çıktım. Onları balkonda ki çöpe attım.
Odada sadece tuz gibi olan camlar kalmıştı. Hızlıca süpürgeyi aldım dip köşe süpürmeye başladım. Bu sessiz süpürgeler ne büyük icat ya. Koltukların kenarlarını, yastıkların kenarlarını aklıma gelen her yeri süpürdüm. Kapının önünü en son çıkarken süpürecektim. Ayağımda da terlik olduğu için çok sorun yaşamıyordum.
Kapı hafif aralanmış ben o sırada süpürgeye odaklandığım için fark etmedim. “Ulaş girebilir miyim?” hızlıca arkamı döndüm “Sert tabanlı terlik giyip girebilirsin karam ama bence gidip kahvaltı hazırlasan daha makbule geçer.” Gülerek “ Sen nasıl istersen uğurlu.” Dedi ve gitti. Saçlarını gece yukarıdan topuz yapıp uyumuştu.
Sabaha kadar topuzu dağılmış o kadar tatlı görünüyordu ki. Yüzümde kocaman bir gülümse ile kapının önü dahil her yeri en az üçer kere daha sildim ve süpürdüm. Evin dış kapısının aralandığını duydum.
Bengi bir yere çıkmıştı pek umursamadan devam ettim. İki üç dakika sonra geri geldi. Kapıyı kapatmadı sürekli gir çık yapıyordu. Tekrar girdiğinde bana seslen “Sonra süpürüsen gel yanıma bana yardım et.” Ve tekrar dışarı çıktı. Bende mutfağa girdim masanın üstünde reçeller, ballar kızarmış patatesler her şey vardı.
Bize göre hazırlamamıştı bunu sanki. Tekrar içeri girince bana baktı “Ne duruyon orada alsana yiyecekleri aşağı indireceğiz bunları.” Başımla onayladım tepsiye masadakilerin bir kısmını doldurup dışarı çıktım. Binada ki bütün kapılar açıktı herkes evden bir şeyler çıkarıyordu.
Aşağı bir indim ki upuzun bir masa kurmuşlar. Masanın her yeri yiyecek doluydu. Sandalyeleri saydım yirmi tane sandalye vardı. Elimde tepsi ile neyi nereye koyacağımı düşünmeye başladım. “Geldim, abi.” Sesi ile arkama döndüm. Ege elindeki masayı en uzakta ki sadece çaydanlıklardan oluşan masaya koydu. Koşup yanıma gelip tepsidekileri masaya yerleştirdi. “Oğlum bu masa niye bu kadar büyük, kim geliyor ki.” Güldü “Abi sizin timin geri kalanıda gelecekmiş. Yoldalarmış bir iki dakikaya burada olurlar.” Dedi. Doğru ben onu tamamen unutmuştum.
Sandalyeyi çekip oturdum. Ardımdan binada bulunan herkes oturdu, sohbet devam ederken Emre kapıya bakarak “Hande teyze gelininde geldi.” Herkes güldü. Selçuk hemen kalkıp Asel’in elindeki poşeti aldı. Onlarda masaya oturdu.
Sude ‘de geldi ama hala tim gelmedi. Telefondan aradım. Kapının ucundan çalma sesi gelince hemen kapadım. Sofrayı görünce şok oldular. Pars “Hadi oğlum oturun acımdan kutra dönüşmeme ramak kaldı”dedi. Tim hemen oturdu. Kahvaltıya başladık.
Hande teyze simiti ısırırken “Eee, yavrum sizde evlenecek olan var mı ya da sevgilisi olan.” Hepsinin yiyecekleri boğazında kaldı. Güney gülerek “Eğer boğulmazlarsa bir aşk hayatları olabilir.” Güldüm. Hemen yanımda oturuyordu kulağına “Seninkini akşam konuşacağız koçum.”
Öbür tarafa döndüm. Hepsi daha sakinlemişti. Rüzgar Hande teyzeye bakarak “Bizim aşk hayatımız yok. Hande abla.” Buruk bir gülümseme yaptı. Kimse konuşmadı üstüne. Çağrıya bakış attım ne oluyor diye bu soruya niye bu kadar bitkin tepki vermişti. Çağrı gözleri ile sonra anlatırım dedi.
Kahvaltı bitmeye yakın Bengi yutkundu “Gençler evlerin üstünde anahtarlar var. Biri en üst katta, biri birince katta. Bir bu katta nasıl rahat ediyorsanız öyle geçersiniz. “ Gülümsemesi devam ediyordu. Hepsi ayağa kalktı merdivenlere Arda, Emir, Çağrı ve Rüzgar yöneldi. Sesimi topladım.
“Çağrı sen kal. Biraz sonra gidersin. Geri gelip masaya oturdu. Rüzgar’ın ve diğerleri evlerine girdiğinden emin oldum. “Anlat.” Saçlarını kaşıdı, Boynunu sağa sola yattırarak esnetti. “Rüzgar’ın geçen yıla kadar beş yıllık bir ilişkisi vardı. Hepimiz aynı timdeydik. Bade’yi boynundan vurdular. Rüzgar’ın kollarında şehit düştü. O günden bu güne kendini aşka kapadı.”
Sessizlikle karşıladım. Masadaki herkes sessizlikle karşıladı. Çağrı masadan kalıp giderken Pars “Bir gün yeniden sevecektir. Üzme kendini.” Dedi. Çağrı başını eğerek onayladı. Rüzgar’ın yerine koydum kendimi dağda Bengi vurulsa düşse kafama sıkardım herhalde. İyi dayanmış.
Begüm ve Hande abla masayı toplamaya başlarken Bengi onlara döndü. “Oturun konuşmamız gereken bir konu var. Değil mi güney?” başı ile onayladı Emre ile birbirimize baktık. Güney anlatır diye düşünüyordum.
“Annem memleketten beni bir kızla sözlemiş. Bir hafta sonraya da nişan tarihi vermiş sabah öğrendim. Gidip kızla nişanlanacağım. Bu arada kız benim çocukluk aşkım olan Elif. Bahsettim mi daha önce bilmiyorum.” Pars şokla Güney’e döndü “Seviyor musunuz birbirinizi. Yani kız senin ona çocukken aşık olduğunu biliyor mu?” Güney sakince “Telefonda sesi sevgi dolu çıkıyordu. Bildiğini de düşünecek olursak galiba oda beni seviyor. Sevmiyorsa da zamanla sever herhalde.”
“Lan manyak görmedin mi kızı daha önce. Yani bu yeni halini yetişkin halini.” Batur bunu söylerken kendini iyice masaya yaklaştırdı. “Gördüm ama sadece fotoğraflarından. Abimle de konuştum oda beni sevdiğini düşünüyor. Hem de ilk okul öğretmeni.”
Emre saçları ile oynarken “Ya anlaşamazsanız onu hiç düşündün mü?” Gülerek cevapladı “Ben hep görevdeyim görevde olmadığım günlerde de eğitim görevi alırım. Kıza rahatsızlık vermem.” Başımı iki yana salladım “Saçmalık bu. Oldu ya gerçekten anlaşamadınız göreve gittin o bu birbirinizin sevgi ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız. Delirdin mi sen?”
“Komutanım ben onu seviyorum. Yanında dururum neticesinde O beni sevmez yanımda durmazsa da canı sağ olsun yine eşimdir derim. Komutanım benim annem altmış yaşında hasta bir kadın. Babam deseniz sizlere ömür. Benim evlendiğimi görmek istiyor. Ben o kızla evleneceğim.” Bize diyecek söz bırakmamıştı.
“Ben sonuna kadar arkandayım madem bir karar aldın evleneceğim dedin. Binaya yeni evli evi hazırlamak lazım.” Hande teyzem ya. Ege gülerek Bengi’ye döndü. “Sizin katta ki büyük evi açalım.” Bengi başı ile onayladı. Selçuk ekledi. “O ev boş ama eşya bakmak lazım.”
“Gerek yok o kadarına ben zamanla alırım eşyaları. Zaten onunda maşı var. Siz arkamdasınız ya o yeter bana.” Bu çocuk hep böyle olmak zorunda mıydı? Bengi hemen cevapladı “Evi aileler dizer bizde evi düzeceğiz. Senin burada yapacağın tek iş seçmek.” Hepimiz başımız ile onayladık.
Güney’in annesinin maddi durumu yoktu, Güney maaşının yarsını annesigile yolluyordu. Geri kalanın bir kısmı ile yiğenini okutuyor. Kalan parayı da ev ihtiyaçlarına ayırıyordu. Onun için ev düzmek çok zor olacakta bunu bildiğimizden baskıladık.
Begüm gülümseyerek “Sen kızın numarasını bana at ben bir konuşayım ev işini. Ya da acaba diyorum bu hafta izin alsanız da gitsek önce konuşsak sonrada. Örf adete uygun istemesinden sözüne her şeyi güzelce yapsak mı?”
Bana uyardı hepimiz Pars’a döndük “Ben komutanla konuşayım. Kor adına izin alayım.” Diyerek masadan kalktı Güney’in yüzünde mahcup bir gülümseme oluştu. Bengi hemen Güney’e sarıldı. “Damat bey gidin çantanızı hazırlayın. Haftaya nişanımız var.” Diye bağırdı.
Güney kendini tutamayıp güldü. Batur ile birlikte evlerine geçtiler. Fırsattan istifade Benginin yanına oturdum. Gözleri ile yapma der gibi baktığından sustum. Pars abi birkaç dakika sonra geri geldi. “İzin işi tamam. Hadi ne yapılacaksa yapalım.” Hande abla heyecanla ayağa kalktı düğün işi çıkmıştı ya onun mutluluğu vardı.
“Oğlum siz buraları toplayın biz ulusa gidelim gelin damat çeyizlerini halledelim. Bengi, Sude, Asel sizde gelin.” Begüm ablayı saymaya gerek bile duymadı o zaten ayrılmaz kankasıydı. Biz masayı toplamaya başlarken onlar dışarı çıktılar. Masayı toplarken gözüme Selçuk takıldı.
“Bence hande ablam Asel’e sürekli yakında bu alışverişi sana yapacağım deyip duracak.” “Yok ya yapmaz, yapmaz değil mi ?” Pars elindeki reçeli tepsiye koyarken “Kesin yapar.” Selçuk sandalyeye oturdu. Emre’nin desteği ile geri kalktı.
“Komutanım ben gençlere bakayım. Akşam yola çıkacaksak haberdar olmaları lazım. “ Emre kırk yılda bir haklı konuşurdu bu gün iki gere haklı konuşmuştu şaşırtıcı. Pars başı ile onayladı. Emre giderken bizde yiyecekleri sahiplerinin evlerine götürmeye başladık. ESEM
Hande teyze, Emine teyze ile konuşuyordu ama telefonun sesi öylesine açıktı ki biz rahatlıkla duyabiliyorduk.
“Alo Emine hanımcım ben Hande, Selçuk’un annesiyim. Biz şimdi ulusa gidiyoruz gelin kızımıza ve Güney’e alışveriş yapmak için. Siz neleri aldınız. Kayın validesi neleri istiyor?” “Valla Hande hanımcım ne istemiyor ki. Böyle giderse bizim iş bozulacak. Nişan için elbiseler neler neler benim o kadar param yok. Bilmiyorum vallahi ne yapacağımı.” Hande abla ne diyeceğini bilemedi. Fısıldayarak “abla kaynanasının numarasını iste ne istiyorsa ben alacağım de. Para kısmı mühim değil.” Dedim.
Annem dünyanın en büyük holdinglerden birinin ortağıydı. Pek sık görüşmezdik ama benim hesabıma her ay düzenli olarak para yolluyordu ve dolar olarak yolluyordu. Benim için para asla sorun değildi kısacası.
“Emine hanımcım kayınvalidenin numarısını bana söyleyin biz her şeyi hallederiz.” “Olmaz öyle size o kadar yük olamam.” “Bu timin her bir evladı senin evladın değil mi?” “Evladım tabi Hande hanım” “Benimde evladım yani, evladım için yapacağım bunda bir sorun yok.”
Yürü be hande Teyzem. “Ben sana numarasını atıyorum. Adi Zümrüd. Var olun Hande hanım.” “Sizde.” Telefonu kapattı. Bana döndü “Nereden baksan yüz iki yüz bin tutar oda en minimal haliyle “ Gülümsedim “Gerekirse milyonlar harcarım mühim değil. Güney ve eşinin huzuru daha mühim.” Timdekilerde aileleri de benim annemi bilmiyorlardı. Sude dışında. O benim Lise’den arkadaşımdı.
“Abla kadınla konuşurken hoparlöre al, kızlar sizde ne isterse not alın. Eksiksiz alalım hepsini.” Başları ile onayladılar telefon açıldı. “Merhaba ben Hande, Elif kızımız ile Güney oğlumuzu evlendirmek için bazı istekleriniz varmış. Onları öğrenmek için aramıştım.” Kadının sesi sinir bozucu bir şekilde çıktı.
“Oğlan buraya gelince yeniden isteme, söz, isterim. Hepsinde hediyeleri ile gelinsin isterim. Bizim sülalemizde sözden sonra kız görme olur. Damat tarafı kıza en az bir odayı dolduracak çeyiz getirirler. Nişan günü, kına düğün sülalelin bütün kadınlarının kıyafetlerini siz alırsınız. Kuaför masraflarını siz karşılarsınız. Mehir olarakta 5 kilo altın 10 kilo gümüş isterim. Evide kızımın zevkine göre siz düzeceksiniz. Karşılaya bileceksiniz. Gelin yoksa boşuna konuşmayalım.” Hande ablanın gözleri kocaman oldu. Bana döndü yine fısıldadadım.
“Kabul et.” Hepsinin gözleri kocaman olmuştu. Benim için bahsedilen bu para sadece bir ayda yollanan paraydı. Hande abla sesini toplayarak “Tamam yarın samsunda görüşmek üzere. Telefonu kapatınca bana döndü “Bu kadar parayı nereden bulacaksın.” Cevapladım “Bu kadar parayı bir yerden bulmayacağım zaten bu paranın yüzlerce katına sahibim.”
Sude benim yerime açıklama zahmetinde bulundu “Esem’in annesi Amerika’da dünyaca ünlü bir şirketin %60 ortağı. Esem on yaşındayken onu teyzesine bırakıp bu ise gitti. Karşılığında da her ay yüzbin dolar. Yıl başlarında da yeni yıl hediyesi olarak bir milyon dolar yolluyor. Esem’in de harcayacak vakti olmadığında parası hep hesapta duruyor. O sebepten bu kadar rahat .”
Şok içinde kalmışlardı Begüm “O kaç tl yapıyor lan.” “Bilmem hiç hesaplamadım, hesaplama ihtiyacı duymadım.” Asel gülerek “Neyse ne düğünümüzü yapabiliyoruz ya bize yeter. Kadın umarım bunların evliliklerine de karışmaz ya da kızıda kendisi gibi değildir.” Doğru söylüyor kızın nasıl bir olduğunu öğrenmek lazım. “Begüm Güney sana numarasını attıysa arasana elif’i.”
“Dur hemen arıyorum.” Telefonu hoparlöre aldı “Merhaba ben Begüm, güney’in yengesi sayılırım.” “Ha öylemi ben de elif sözlüsü sayılırım.” Ses tonu oldukça naifti. “Biz az önce anneniz ile konuştuk onun isteklerini alacağız senin bir isteğin var mı diye sormak istedim.” Begüm güzel yerden girmişti “Yok, asıl sizin isteğiniz var mı? Annem beni dinlemedi kesin bir sürü şey istemiştir kursuna bakmayın lütfen.” Begüm gülerek cevapladı “Hiç problem değil siz mutlu olun yeter.” Arabayı park ettim. “Elifcim ben şimdi kapatıyorum bir isteğin olursa ara beni.” “Sağ olun. Allah’a emanet.” “Sende.”
Telefonu kapattığında biz Ulus’un en büyük kuyumcusuna gelmiştik bile. “Kız iyi bari, annesi gibi değil, çok şükür.” Hande teyzem nasıl rahatlamış görünüyordu. Hep bir ağızdan “Çok şükür” dedik. Kuyumcudan içeri girdik hemen adam karşıladı bizi.
“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim.” Arkada kilitli duran büyük gerdanlıklara ve kemerlere bakarak “Şu arkadaki uzun gerdanlık var ya işlemeli onu bir tarta bilir misiniz?” adam şok içinde bana baktı. “O şok pahalıdır efendim. Siz ne kadarlık bir şey düşünüyorsunuz?” gülerek cevapladım. “Kız alacağız mehir olarak beş kilo altın istediler. Şimdi rica etsem ölçebilir misiniz?” arkada bizimkilerin kıkırdadığını duyabiliyordum.
“bir kilo iki yüz elli gram efendim.” Tamam bu olacak şu arkadaki kalın kemeri, yanındaki seti, ortadaki kelepçeleri. Şu soldan dördüncü dolaptaki küpeleri, sağdan ikinci dolaptaki büyük saati tartabilir miyiz?” dedim ve bizimkilerin yanına oturdum. Sude kahkaha atarak “Üstüne soğuk suyunu ben alacağım söz.”
“Allah razı olsun gülüm.” Daha çok güldü adam bana bakarak “Beş kilo ikiyüz gram efendim.” Harika ben buraya sandık yollatsam onun içine şık bir şekilde yerleştirebilir misiniz hepsini. Birde hepsinin bireysel kutuları mümkünse ışıklı olsun.” Meğer amaç göz doyurmak en iyisini yapacaktım.
“Elbette efendim başka bir şey var mı?” birde kendi takacağım takı yüzükler ve alyans kalmıştı. “Bir tane damla taşlı kolye istiyorum ince ve zarif olsun. Bir erkek bir kadın nişan yüzüğü, birde büyük taşlı bir alyans. Arkadan hande teyze “Bir tane burma bilezik de bana çıkar evladım onu ayrı ödeyeceğim. Begüm devam ettirdi “İki burmada ayrı bana. “ Sude” Ben batur adına alacağım bir burma kendi adıma da bir su yolu bilezik.” Asel derin bir nefes aldı. “Abi ben sana en son liste vereyim sen bütün hepsini toplu ver bütün tim parayı da istekleride bana attı.”
Adam bizim saydıklarımızı çıkardı. “İlk kimin hesabı olacak. Ayağa kalkıp kasaya doğru ilerledim “On altı milyon yüzbin. Kart mı nakit mi?” anlık bir dengem şaştı arkamdan ow diye sesler geldiğini duydum ama sakince “Kart.Tek çekim.” Kartı uzattım şifreyi girdim. “Tamamdir efendim.” Dedi.
Gidip sandalyeye oturdum Sude elinde ki soğuk suyu uzattı. İçtim hafif yana döndüm “İyi geldi sağ ol.” Sıra sıra herkes parayı çektirdi. Adama döndüm. “Biraz sonra sandığı yollatırım. Takıları da en son gelip alacağız.” Adam başı ile onayladı.
Kuyumcudan çıkınca Hande teyzenin omzuna dokundum. “Bir oda çeyiz diyorlar buyurun efendim seçin beğenin alın.” Dedim. “Önce sana bir şeyler mi alsak tansiyonun düştü gibi.” Güldüm “Para benden çıkmadı ki Zehra hanımdan çıktı benlik sorun yok.” Gerçektende öyleydi.
İlk dükkana girdiğimizde Hande abla bir şeyleri beğenip direk sepete attı. Bende adama dönüp, Yaklaşık on altı kiloyu taşıyabilecek ağır süslemeli bir sandık istiyorum.” Dedim. Adam güldü Şimdi alacaklarınız için mi ayrı bir sandık mı?” duraksadım bunlarda mı sandıkla olacaktı. Ne garip iş arkadaş bu çeyiz işi. “Bu kısmı hande ablam söyleyecek benim isteğim ayrı bir sandık.” Adam güldü ilerde sol köşedeler. Asel ile oraya gittik. Bir tane sandık hoşumuza gitti.
Ahşaptı ama çok şık işlemeleri vardı. “Ben bunu alacağım.” Adam hemen indirip kasaya ilerledi. “İki bin kar nakit.” “Kart tek çekim.” Ödeyince sandığı dükkanın çalışanları ile kuyumcuysa yollattım. Asel ile Hande teyze ile begüm’ün yanına geçtik. Sude ise arkalarında sepetleri taşıyordu. Asel, Sude’nin elindeki sepetlerden ikisini aldı. Benim kolum sebebi ile bana vermediler.
Sepetlerin içine baktım full havlu ve bornozdu nereden baksan on tane olmuştu. “Hamam açmayacaklar evlenecekler.” Dedim. Begüm “Benim çeyizimde yırmı çeşit havlu bornz vardı karışma sen işimize. Zamanı gelince sana da alacağız.”dedi. Başımı iki yana salladım.
Biraz daha ilerleyince gecelik, terlik, ve daha neler neler daha aldılar. Hande abla bana döndü “Buradan alacaklarımız b kadar. Buraya dört sandık yeter herhalde değil mi Begüm.” Dedi. Begüm kızların ellerindekilere bakarak “Yeter yeter. “ dedi. İçeri ödemeye yönelirken arkamı dönüp “Buradan alacaklarınız bittiyse diğer dükkana geçin siz Asel ile ben hallederiz burayı” dedim.
Onlar gittikten sonra yirbin lira daha ödeyerek dükkândan çıktım bunların benim arabay sığması imkânsızdı. Hızlıca Ulaş’ı aradım.
“Efendim Karam.””ulaş aşağıda kaç araç var?” “Ne, beş evet beş araç var birde benim konteynır.” Harika konteynırı al gel birde bütün timi al araçların hepsini alıp buraya gel.” Ulaş birkaç saniye cevap vermedi “Neden?” sert bir şekilde cevapladım. “Kaynana bir oda dolusu oda en az çeyiz istedi. Biz daha ilk dükkandayız ve dört sandık malzeme aldık. Birilerinin bunu taşıması lazım.” “On dakikaya ordayız.” Dedi sesi neşeli geliyordu.
Adama döndüm biraz sonra gelip alacağımı söyledim. Asel ile yandaki dükkâna girdik buradan çok bir şey almamışlardı. Bunlar daha çok kına hediyelikleri, işte tepsisi osu busuydu. Hande abla buradan sadece bunlar alınacak.” Dedi. Payıma düşeni anladım. Sessizce içeri geçip parayı ödedim. Telefonum çaldı. Arayan Pars’tı. “efendim abi.” “Geldik biz senin arabanın yanındayız.” “ Geliyorum abi.” Dedim.
Koşarak onların yanına gittik. Beraber ilk dükkânda girdik ilk dükkânda dört kişi azaldık. İkici dükkânda iki kişi gitti. Üçüncü dükkana giderken Güney “Komutanım size çok masraf oluyor.” Dedi güldüm. “Yav bana masraf olmuyor Zehra hanımın parası bunlar.”dedim güldüm. Herkes benle birlikte güldü.
Akşam saat sekiz gibi işimiz bitti, sekiz Tane gümüşçüye girmeme rağmen asla ama asla on kiloya yakın gümüş bulamadık. Artık onu samsunda konuşup halledeceğiz. Bu arada bir konteynır, altı araç bagajları ve arka koltukları full şeklide binaya döndük. Zemin kata evlerimizde ne kadar poşet varsa serdik.
Önce sandıkları getirdik, yirmi iki sandık vardı. Yirmi üçüncü sandık full altın doluydu. Onu en köşeye koyduk. Başına da Ege’yi oturttuk. Diğer sandıkları açık bir şekilde koyduk. Biz on yedi kişi olarak on yedi sandığın başına geçtik. Hande abla hepimize tek tek ne sandığında göev yaptığımızı söyledi. Benim görev sandığım “Nevresim, pike. battaniye, çarşaf, falandı. Hande abla bütün poşetleri tek tek açıp içinen çıkardığı şeyi söyledi. Kimin görev alanı ise gidip aldı.
Gece birde bütün bu sandık işleri bitti. Hepimiz yorgunlukta yere uzandık. Yerde yatarken “Sağ olun iyi ki sizin gibi dostlarım var.” Sesi ağlamaklıydı hafif başımı kaldırınca ağladığını gördüm. Hiç çaktırmadık. Bütün tim gidip sarıldık. “Umarım nefes alabiliyorsundur kardeşim etrafında on iki insan var.” “Alamıyorum.”
Güney’i bıraktık. Gençler bütün sandıkları konteynıra doldurdular. Hande ablanın evinde hep hazırda börek bulunurdu. Hemen fırında ısıtıp getirdiler. Üç tepsi börek toplamda yirmi dakika gibi bir sürede bitti. Pars ayağa kalktı.
“Ben benim arabamla benim ailemle yola çıkıyorum. Ulaş’ın Konteynıra Ulaş ve Esem biniyor. Ulaş’ın arabaya Emre , Güne ve Emir biniyor. Selçuk’un araca Hande abla ve Asel biniyor. Batur’un arabaya Sude biniyor. Esem’in arabaya Doruk, Alp ve Arda biniyor. Çağrı’nın arabaya da Rüzgar ve Emir biniyor.” Harika Ulaş ile yalnız kalacağım.
“Bir saatiniz var herkes valizlerini hazırlasın.Emre başlat olum düğün alayını.” Emre bağıra bağıra “Geliyor düğün alayı.” Hep bir ağızdan “Kaynanalar çeksin halayı.” Emre “Kazanlarda aş pişer.” Yine Hep bir ağızdan “kaynanaya iş düşer” Topluca bağırdık “Kız bizim oğlan bizim.”
Hep birlikte güldük. Merdivenleri çıkarken yanıma Asel ve Sude geldi. Asel hızlıca “Bizi almaya da bu şekil mi geleceksiniz?” “Sizi almaya daha gürültülü geleceğiz. Burada damat Güney sesiz sakin çocuk.” Batur ve Selçuk’a bakarak “Sizinkiler zır deli.” Sude derin bir çekti. “Evlenmeden eve gelecek geline alışverişe çıktım. Çok hızlı yenge oldum ya.”
Kahkaha attım “Neyse artık Elif’te senin alışverişine çıkar. Asel senin alış verise senin telsiz ekibindeki diğer kızları da alır çıkarız.” İkiside güldü. Onların eve gidecek vakitleri olmadığı için benim kıyafetlerde koyacaklardı. Eve girince ilk benim kıyafetlerimden başladık.
Ben valize çok bir şey koymadım isteme için Siyah bir elbise aldım. Diz kapaklarımın biraz altına kelen abartılı kabarık olmayan balon kollu bir elbise aldım. Söz için aynı elbisenin koyu lacivertini aldım. Nişan’a kuaför düşündüklerine göre bize bir yerler tutturacaklardı. O sebepten Siyah hafif ince simli bir kıyafet aldım. Birkaç takım pijama, ikişer pantolonla tişört aldım. “Yeterli bence.” Başları ile onayladılar.
İkisi dolaptaki diğer elbiselere bakarken “Abla sende neden iki dolap elbise var ve daha önemlisi odan çalışma odan minicikken en dipte ki giyinme odan bu kadar geniş.” Gülerek “Ben elbise almayı seviyorum.” Güldüler. Asel dolaptan benim seçtiğim elbiselerin kırmızılarını seçti. Sude ise benim alıp asla giymediğim mini elbiselerde siyah, kırmızı ve mavi olanları seçtiler. Onları da valize yerleştirdik.
“Ne olur olmaz diye yanıma takım alacağım size de alayım mı?” dedim. Sude ve Asel takımlara baktıktan sonra “Niye aynı takımdan dört tane var?” “Timle güzel bir yere giderken elbise rahat olmuyor takım en iyisi. Kuru temizlemeye de sürekli gitmediğim için dört tane aldım.” Bence çok mantıklıydı.
İkiside onaylayınca üç takımı alıp valize ekledim. Ayakkabıları da seçip diğer valize de minik çantalar ile birlikte doldurduk. İki koca Valizi doldurmuştuk. Hızlıdan aşağı indik. Bütün tim aşağıdaydı, Pars ve Selçuk dışında. E tabi onların evinde de kadın var.
Batur valizi alırken bizimkilere baktım minik birer sırt çantaları vardı birde asklı takım elbiseleri vardı. “komutanım biz diyoruz ki benim arabanın arka koltuklar full boş ya askılıklar arasına boru takalım bütün takımları oraya asalı. Sizin valizleri de istediğiniz arabaya koyabiliriz çünkü hepsi boş.” “Tamam dediğiniz gayet mantıklı öyle yapın. Valizide sizin kinin arkasına koyun gitsin.” Dedim.
Pars ve Selçukgil de gelince araçlara bindik. Saat dörtte yola çıkıyorduk. Gecenin dördünde, Ulaş bana baktı “Yol uzun uyu istersen.” Başımı iki yana sallarken “Yol aşağı yukarı beş saat sürecek ilk yarıda sen sür son yarıda ben sürerim.”
“Sence de elindeki yaraya rağmen bu gün fazlaca araba sürmedin mi?” gülerek “Âşıksın değil mi bana? Canım yanacak diye ödün kopuyor değil mi?” gözlerini yola dikti “Bunları konuşmaktan rahatsız olduğunu sanıyordum.” Neden bilmiyorum ama galiba ben teklif edecektim. “Soruma cevap vermedin bana aşık mısın?”
“Yolun sakin olduğu bir noktada sağa çekti. Camdan dışarı bakıp bizimkilere devam edin işareti yaptı. Bana döndü. “Sen biliyorsun zaten cevabını ama ben yinede cevaplayayım. Sana aşık değilim.” Kendimi geri çektim kaşlarım yukarı kaldırdım şaşırmıştım. “Sana ölüyorum” yüzümde hafif bir tebessüm oldu. Ulaş’tan gözlerimi aldım. Oda önüne döndü.
“ Bin üç yüz sekiz.” Şaşırarak bana döndü “Anlamadım.” Gülümsedim “İki gözünde göz bebeklerinden dışarı doğru giden toplam bin üç yüz sekiz çizgi var.” Şaşkın bir şekilde güldü ekledim. “Gülerken sağ yanağında iki çizgi oluyor sol yanağında üç.” Ellerimi yüzüne çevrelerken “Ben senin her detayına aşığım.”
Ellerimi elleriyle tutu “Sevgili olamayacağımızı söyledikten sonra bana bunları içime dert olsun diye mi söylüyorsun?” güldüm “hayır teklife açık olduğumu bil diye söylüyorum.” Kahkaha attı. Derin derin nefesler aldı. Arabayı çalıştırdı. “Bekle ulan Karadeniz dünyanın en güzel teklifini yapmaya geliyorum.” Güldüm.
Deli bu. Normal de asla böyle bir şey yapmazdım ama rüzgar o beni çok etkilemişti. Eğer bir gün başımıza öyle bir şey gelirse sevdiğimi bilsin istedim. Yolu yarıladığımızda yol üzeri tesislerin birinde durduk. Ben dışında bütün tim tesise girdi yiyecek bir şeyler almak için. Bizse kızlarla Konteynırın önünde durduk. İçinde kilolarca altın vardı, yalnız bırakamazdık.
Yarım saat olmadan geldiler. Ulaş’tan önce şoför koltuğuna bindim. Ulaş mecburen yan koltuğa bindi. “Uyuyup dinlenmelisin.” Dedim. Başı ile onayladı. Çok geçmeden de uykuya daldı. Arkamda hırkam asılıydı onu alıp üzerine örttüm. Uyku ile uyanıklık arasında bir tonla “Frezya çiçeğisin.” Ne dedi flezya, filiz ne çiçeği dedi ya.
Ne dediğini tam anlamamıştım. Üç saat kadar sonra Güney’in evine geldik. Ulaş’ın omzuna dokunmamla uyanması bir oldu. “Geldik” bana bakmadı üzerindeki hırkaya baktı “Sağ ol karam.” Gözlerimi hafif kısarak ona baktım “ f ile başlayan bir çiçek söyledin den dedin. O ne ?”
Duraksadı etrafa bakındı kaçış yolu bulamadı “Bilmiyorum. Ne zaman söylediğimi bile bilmiyorum. Rüya görüyorumdur herhalde.” Saklamaya çalışıyordu çaktırmadım. “Olabilir.” Arabadan indik. Güney bahçenin kapısını açarken içerde Emine teyze koşarak geldi. Güney’in boynuna sarıldı.
“Oy kuzum, kınalı kuzum. Oğlum gelmiş benim oğlum gelmiş.” Diyerek sarılıyordu bir yandan da ağlıyordu. Ulaş hafif arkasını döndü araca doğru gitti. Böyle sahneleri görmeyi sevmiyordu. Ailesinin onu yetimhaneye bırakıp gitmesi onu aileden uzaklaştırmıştı.
Sarılmaları bitince Emine teyze hepimize teker teker sarıldı. Ulaş’ta arkadan geldi sarılırken yüzünden rahatsız olduğu belli oluyordu. Evin içerisine girdik. Emre ile aramızda “Altınları eve taşısak daha iyi olur. Ulaştan anahtarı al sadece onu içeri alalım diğerlerini sonra alırız.” Dedim. Emre Ulaş’tan anahtarı aldı.
Birlikte dışarı çıktık “Gördün değil mi? Emine abla ona sarılınca çok rahatsız oldu.” Sessizce başımı aşağı eğerken “Gördüm.” Dedim. Arabayı açtım Emre konteynırdan Sandığı aldı tam kapıyı kapatacakken. “Komutanım bütün sandıklar içeri taşınacakmış.” Arda hızlıca yanıma geldi.
Konteynıra girdi sandıkları teker teker alıp time vermeye başladı. “Arda kolunu zorlama” Diğer sandığı kaldırırken “Sadece sıyırmıştı şimdi neredeyse izi kalmayacak halde merak etmeyin komutanım.” Dedi. Bağımı hafif aşağı yaparak onayladım. Sandıkların tamamı içeri girince arabayı kapatıp içeri geçtim.
Hande abla, Begüm ve Emine abla içerde çeyizleri falan konuşuyorlardı. Bizse salonda boncuk gibi dizilmiş duruyorduk. Asel Selçuk’a kol atarak “Bi bu kadarda ben çeyiz isterim. Aslanım.” Dedi. Sude ekledi “Al benden de o kadar.” Selçuk ve Batur birbirlerine baktı aynı anda “Hep böyle gülecekseniz kabul.” Bütün tim olarak destekledik “OWW” gözlerimi Ulaş’a çevirdim.
Kulağına fısıldayarak “Ben çeyiz istemem Ahsen’i bana versen yeter.” Dedim ve kalkıp. Hande ablaların yanına yürüdüm. Ulaş kal gelmiş bir şekilde duruyordu. Gülerken Emine ablaya döndüm. “Biz ne zaman istemeye gideceğiz. Çiçek ve çikolata almadık yolda dayanmaz diye” gülümseyerek cevap verdi. “Akşam altıda gelin dediler.” Başımla onayladım.
Salona tekrar girdim “Asel akşam altı diyorlar. Hazırlıklara saat dörtte başlayabiliriz. Çiçek çikolata işini de biz saat bir gibi Güney’le meydana iner oradan hallederiz.” Dedim. Güney bana döndü. “ Bana uyar komutanım. Meydan da çok güzel bir mekan var kahvaltı yapabileceğimiz isterseniz şimdi hep birlikte kahvaltıya gidelim.” Dedi. Bize fırsat vermeden Alp atladı “Bence çok mantıklı”
Güldük. Pars ayağa kalkınca hepimiz kalktık. Hande abla ve Begüm abla gelmek istemediler. Arabalara binip meydana indik. Küçük ama denizi gören bir restorana girdik. Biz masaları birleştirirken Güney “Abi sen bize on tane Karadeniz serpme yolla.” Dedi. Anca keserdi bizi beklide kesmezdi.
Yiyecekler gelmeye başladı. Basanın her yanı tıklım tıklım dolmuştu. Ulaş sorgulayıcı bir tavırla “Bu yeter mi ki ya?” güldüm “Önce bir yiyelim doymazsak dahasını isteriz.”dedim. Masadski tabaklar yavaş yavaş bitmeye başladı. Sude ve Ege çoktan doyup kenara çekilmişlerdi.
Pars, Ege’ye döndü “Baba asker olucağım diyip duruyorsun iki parça poğaçayla doyuyorsun bak emre abine tek başına iki tava sucuklu yumurta yedi halen yiyor.” Dedi. Emre gülerek “Daha yiyiceğeem.” Güldük. Bir süre daha kahvaltı bitmedi. Saat on ikiye gelirken Güney hesabı istedi. Pars ödemeye yönelince Güney engel oldu. “Burda bari ben ödeyeyim. “ dedi.
Ödedikten sonra dışarı çıktık. Çağrı “ meydana in çık nereden baksan bir saat sürüyor tekrar inip boşuna zaman kaybetmeyin burada biraz gezinelim beraber en son hangisini beğenirsek oradan alır döneriz.” Rüzgar başıyla onayladı “Aynen komutanım. Arabalara süs falanda bakarız zaman geçer.” Herkes başıyla onayladı. Beraber gezmeye başladık. Onlar araba süs bakarken biz kızlarla hediyelik falan bakmaya başladık.
Sude ileride ki butiğe girdi. Bizde peşinden girdik. “Esem buradan bana şık bir topuklu alalım adliye koridorlarında çok güzel hissettiriyor.” Siyah bir topukluyu elime alırken “Bunlar nasıl sayın avukat hanım.” Sude yanıma gelip baktı “Çok klasik.” Asel başka bir model gösterdi “Çok eski tarz.”
Yirmi yedinci topuklu ayakkabı modelini de beğenmedi. Batur içeri girdi “Ne uzun sürdü arkadaş ne yapıyorsunuz siz burada?” Sude hemen yanına koştu “Sevgilim ayakkabı bakıyorum ama topuklu sence hangisi.” Batur etrafa bakındı benim ilk gösterdiğim ayakkabıyı eline aldı “Bu” Sude hemen esnaf abiye döndü “Bu ayakkabının otuz yedisini alabilir miyim rica etsem?” şok içinde kala kaldım.
Dışarı çıktım. Tim elinde bir poşetle bana bakıyordu. Yanlarına ilerledim Alp hemen “Komutanım ne oldu bu kadar uzun ?” güldüm “Sude’ye yirmi yedi tane aykkabı modeli sunduk tahmin edin ne oldu. Benim ilk gösterdiğimi Batur deyince alma kararı verdi.” Hepsi güldü.
“Sevgilisi ayrı sen ayrı kardeşim.” Güldüm “Haklısın Doruk.” Birkaç dakika sonra onlarda çıktı. Sude ve Asel kol kola önden yürüyorlardı. Batur hafif şok olmuş bir sesle “Bir topuklu ayakkabı nasıl iki bin olabilir arkadaş.” Dedi. Pars güldü “İyiymiş biz geçen Begüm’e üçe aldık.” Dedi. Daha çok güldük.
Selçuk gülerek “Benim öyle bir derdim yok benimki postalcı.” Dedi ve daha çok güldü. Koşarak birkaç adım hızlanıp Güney’in yanına vardım. “İlerde çikolatacı var baksana oradan alalım mı çikolatayı. Eğer oradan alacaksan önce şu dükkanların birinden şık bir tepsi alalım.” Dedi. Güney koluma girerken “Sağ da el işi şeyler yapan bir amca var oradan gümüş kenarlı şık camdan bir kutu alıp içine çikolata dizdireyim diye düşünüyorum.” Dedi. Allah’ım büyümüşte damat olmuşta planlara düşmüş.
“İyi olur. Güney bir ara yok oldun nereye gittin sen?” saçlarını karıştırdı “Elif’le buluştum. Komutanım onunda çocukluğumuzdan bu yana gönlü bendeymiş.” Kendimi tutamadım “Allah be” diye hafif yüksek çıkan bir sesle bağırdım. Kızlarda timde yanımız topland Güney’i dürttüm.
“Elif’le konuştum onunda gönlü bende.” Bütün tim Güney’e sarıldı. Sonrada havaya zıplattı. Bizim için dünyanın en güzel haberiydi. Kardeşimiz kendini seven sevdiği kadınla evlenecekti. Daha ne olsun be.
Hızlıca dükkana girdik Pars esnaf amcanın yanına gitti “Selamünaleyküm bey amca.” Amca ayağa kalkarken “Aleykümselam buyur oğlum.” “Amcam elinde ki en şık camdan kutuyu isteceğim. İçerisine söz çikolatası koyacağız ona göre bir şeyler olsun.” Derken yüzünde güller açıyordu. Kolunu Güney’e atıp saçlarını sevdi.
Amca birkaç model getirdi. O sırada kalabılık olmasın diye Ulaş, ben, Güney ve Pars dışında ki herkes çıktı. “Hangisi olacak bey oğlum.” Güney ortada duran büyük sade kutuyu seçti. Pars direk kaysa yöneldi Güney engel olmayı denedi ama başaramadı. Ulaş Güney’i kolunun arasına aldı “Oğlum algılama kıtlığın mı var? Düğün alışverişini aileler yapar. Bir daha ödemeye yönelirsen vururum seni.”
Hep birlikte dışarı çıktık. Çikolatacıya Ulaş, Güney Emre ve ben olarak girdik. Emre direk bakınmaya başladı. İçimizde en iyi o yiyecekten çikolatan anlardı. “Kardeşim üzerinde şu kuru meyve olandan, bademli beyaz çikolata olandan. Birde Antep fıstıklı olandan olacak.”dedi. Elimdeki kutuyu oğlana uzattım. “Bunun içine koyabilir misiniz?”
Başı ile onayladı. Emrenin dediklerinden iki kat olacak şekilde dizdi. Sonlara yaklaşırken Emre Güney’i alıp çıktı. “bin yüz elli efendim. Başka bir isteğiniz?” Ulaş sakince “yok kardeşim. Sadece merakımdan soruyorum çikolataların içinden altın çıkacak mı?”adam duraksadı “Nasıl anlayamadım abi.” Ulaş derin bir nefes aldı.
“Demedim bir şey kardeşim. Kart tek çekim olacak.” Adam ödemeyi aldıktan sonra kutuyu bana verdi. Dışarı çıkar çıkmaz kutuyu Arda’ya uzattım içimizde dengesi en yüksek olan oydu. Meydanda bir tane çiçekçi vardı oraya ilerledik. Güney çiçeklere baktı “Bana göre hepsi aynı ne alacağız?” Ulaş bir adım öne çıktı.
“Abi ortada beyaz zambak olacak çevresinde mavi hortonsialar olsun ab ima çok sıkı koyma aralarına pıtırcık koyabilirsin. Dış kenarlarda abartılı olmayacak şekilde bir iki sebboy koyalım. Aralarda beyaz güller olsun.” Çiçeklere bakındıktan sonra ekledi “ dış kenarlarında sterliçe yaprağı görünsün lütfen ve açık kahve tonlarında dış kaplama yaparsak sevinirim. Elinizde varsa iplerinin olduğu oktaya kuru limon koyabiliriz.”
Şok olmuştum ben demeden Emir dedi “Komutanım tecrübe kokuyorsunuz.” Başımı sallarken ekledim “Değil mi?” dik dik bakıyordum. Ulaş korkak bir gülümseme ile “Yetimhanenin karşısında çiçekçi vardı. Abi her gelene bunlardan çok şık buketler yapardı. Oradan kaldılar aklımda.” Dedi. Buruklaşan sesi ile Pars kolunu Ulaş’a attı “Emekliliğimiz de sana bir çiçekçi açalım. Kor çiçekçilik.” Ulaş başı ile onayladı. “Siz arabalara geçin ben Esem ve Güney ile birlikte buketi alır gelirim dedi.” Hepsi kabul etti ve gittiler.
İçeri çiçeklere bakmaya girdik son kısmına gelmişti. Ulaş köşede duran masaya ilerledi. “Borcumuz ne kadar kardeşim?” çocuk bukete bakarak “ dört bin yeter abi.” Güldüm Ulaş’ın kafayı yemesine çok az kalmıştı “Bence de dört bin yeter yani gül tarlası o kadar tutmuyor olabilir.” Cüzdandan kartı çıkartıp uzattı “tek ve acısız.” Güney kendini tutamadı buketi alırken gülüyordu.
Güney önden çıktı, Ulaş’a hiç bakmadan bende dışarı çıktım. Baksam gülmemi tutamayıp yüzüne bakarak kahkahalara boğulma şansım vardı. Güney çiçeğe bakarken “Acayip iyi buket oldu komutanım da biraz pahalı sanki.”Bukete bakarken “Ödesin koskoca yüzbaşı sıfır masraf yaşıyor şimdi harcamayacakta ne zaman harcayacak.” Gülerken arkadan Ulaş geldi.
Arabaların yanına geçtik. Arabalara bindik. “komutanım annem mesaj atmış yarım saat erken gelip gelemeyeceğimizi somuşlar. Ne diyeyim ?” saate baktım. Saat 3.46 timdeki herkesin hazırlığı için yeterli vakit vardı. Pars’a dönüp onayladı. Pars gülümseyerek “Olur uyar bize.”
Güney hemen hızlıca mesajlaşmaya başladı. Birkaç dakika sonra telefonu kapadı hemen ardından telefon çaldı. Güney gülerek açtı. “Efendim.” Gülerek gülümsedi “Bütün birlikte geleceğiz.” Gözleri parladı “Bu kadar istekli ve heyecanlı olduğunu bilsem anneme beni ever diye yalvarırdım.” Gülerken bir anda soldu “mühendisi de doktoru da umurum da değil alan asker buda bana yeter.” Güldü. “Bende seni çok seviyorum.” Ardından telefonu kapattı .
Bütün araba ekibi anlaşmış gibi gülerek ona bakıyorduk. Güney telefondan kafasını kaldırdı. Yüzünde ki mükemmel soluşu gördüm. Pars gülerek “Sen kızı olmayan mühendisle doktordan mı kıskandın ?” Ulaş gülerek ekledi “Komutanım kızı Elif diye kaydetmek yerine Sözlüm parantez içinde de öğretmenlerin en güzeli diye kaydetiş.” Güldük. Güney hafif gülerek “Yalan mı komutanım çok güzel bir öğretmen ve sözlüm.”
Ulaş ve Pars birbirlerine bakıp güldüler Hemen Güney’e doğru bakıp “Ne uğraştınız çocuğumla sevdalusu ile gavuşmuş ha uşak.” Güney yapma bir kızgınlıkla bana baktı “Ya abla bari sen yapma.”dedi. Pars gülerek bana baktı. “Ulaaa ha bu kinalı gelmuş. Üstüne birde hoca almış ha oy nenem.” Ulaş gülerek devam ettirdi “ Ha zaten benim uşağıma da hoca yaraşurdu. Buyuğuna mimar aldum buna da Hoca.”
Hepimiz Emine ablanın repliklerini sayıp gülmüştük. Araba durunca hızlıca abradan indik. Begüm koşarak yanımıza geldi. “Saat 4.20 ye geliyor. Beş buçukta çıkacağız. Hızlıdan hazırlanmaya başlayalım. Ben iki odayı hazırladım. Ben kızların makyajlarını yapacağım, Sude sen ise saçlarımızı. Esem timin saçları da sende olacak.” Başımla onayladım.
Sağdan ilk odaya biz ikinci odaya timin bir kısmı soldaki odayada timin diğer kısmı girdi. Hızlıdan giyinmeye başladık. Ben Ankara da planladığım gibi siyah balon kollu elbisemi giydim, Asel kırmızısını giydi Sude ise siyah hafif kabarık bir mini elbise.
Begüm ise yanına siyah bir tulum almıştı. Uzun boylu çok hoş kadındı giydiği siyah tulumla daha da güzelleşti. Çantadan ayakkabıları çıkardık. Ben siyah bant bağcıklı ayakkabı giydim, Asel ten rengi batlı bir ayakkabı giydi, Sude ise yukarı doğru iplerini sardığı topuklulukları ile tam bir barbiye dönüştü. Begüm ise siyah stiletto giydi.
Hepimiz hazır olduğumuz anda dışarı çıktım. Bizimkiler çoktan takımlarını giymişlerdi. Hızlıdan yanlarına yürüdüm tek tek kravatlarını düzelttikten sonra saçlarına fön ya da jöle ile düzeltmeler yaptım. En son güneyin tam anlamıyla jilet gibi yaptım. Koşarak kızların yanına geçtim.
“Saat beş oldu Esem hızlıca halledelim senin saçını nasıl yapayım?” aynada kendime bakarken “Alttan topuz yapalım.” Sude başı ile onayladı. Hızlıca saçımı yapmaya başladı. Begüm ise makyajımı 15 dakika sonra da kızlar olarak tamamen hazırdık.
Hande teyze ve Emine teyze beraber hazırlanmışlardı. Ege zaten kendisi hazırlanmıştı. Bütün hepimiz hazır olunca son kontrol yapmaya başladık. Pars yüksek bir sesle “Yüzükler, kurdele alındı mı ?” Asel cevapladı “Alındı komutanım.” Pars devam etti “Buket ve çikolatada alındı.” Güney “Alındı komutanım” Pars, Hande teyzeye döndü “Başka bir şey yoksa hazırız.” Hande abla Emine abla ile ufak bir süre düşündü ve çıkabileceğimiz kanaatına vardılar.
Aynı mahaledeydik yürüyerek on dakika olduğu için araca gerek duymadık. Yürümeye devam ettik. Ben Ulaş ve Pars Güneyin arkasında yürüyorduk bizim arkamızda Asel, Sude, Ege, Begüm Hande teyze ve Emine teyze vardı. Arkalarında ise bütün tim.
Yürümeye devam ederken Arda ve Alp yanımıza geldi. “Komutanım bizim yanımızda kırmızı meşaller var. Tam on tane diyoruz ki yakalım. Kor nasıl kız alır görsünler.” Güzel fikirdi Pars Güney’e sordu. Güney gülerek “Zümrüd abla hep en abartılısını ister çok iyi olur komutanım yakalım.” Alp ve Arda bütün timi çağırdı.
Arda herkes’e meşale verdi. “ Şöyle yapıyoruz Güney komutanım önden yürüyor elinde çiçek biz iki yana ayrılıyoruz meşalelerle. Güney’in arkasında ise bütün kadınlar olacak. Ege sende meşale taşıyacaksın iki taraf eşitlensin.” Başımızla onayladık. Emreden çikolata kutusunu alıp Güney’in arasına geçtik.
On iki meşela ile evlerine yürümeye başladık. Işıkları görünce bütün mahalleli kapıya döküldü. Emine abla en arkadan geliyordu. Bütün mahaleye “A bu uşaklar, Güneyimin gardaşlaru. Onlar gardaşlaruna kız almayı böyle uygun gördüler.” Diye övüne övüne anlatıyordu.
Evlerinin önüne geldiğimizde. Meşaleleri ters çevirip toprağa sapladılar. Evlerinin bahçesi full sandalyeler ile doluydu. Güney elindeki çiçekle benden çikolatayı alıp Elif’e uzattı. Onun arkasından Emine abla ve Hande abla girdi. Arkalarından Begüm ve Pars sonrada ben geçtim. Elif çok güzel kızdı maviş gözler kumral beline kadar saçlar. Zümrüd’ü bek sevmemiştim. Selamlaşıp hemen Begüm’ün yanına oturdum. Bahçede bizim tim dışında kızın ailesinden kaynaklıda büyük bir kalabalık vardı.
Bütün herkes oturduktan sonra Pars lafa girdi. “Maşşallah, Elif kızımızda pek güzelmiş.” Gülümsemeye devam ediyordu. Elif’in babası cevap verdi. “Küzeldir, biz böyle geleceğiniz düşünmemiştik da ne yalan söyleyeyim. Bir önceki istemede uşak bile ortada yoktu. Şaşirtinuz bizu ” Pars yüzünde ki gülümsemeyi hiç bozmadı “Bir öncekinde Güney görevdeydi şimdi kızımızı lakıyla istemeye geldik.”
Adam başı ile onayladı. Zümrüd hemen lafa girdi. “Biz Hande Hanimla da, Emine ile de görüştük kızımı size vermek için bazı şartlarım varidu. Onlar tamam mı da ?” Pars başını hafif Hande ablaya çevirdi. “Dediğiniz her şeyi aldık, sadece on kiloyu dolduracak gümüş bulamadık sizin başka bir isteğiniz olursa onun yerine onu yapalım.”
Zümrüd’ün yüzü buruştu “Gümüş yok yani. “ Başımızla onayladık “Ben kızımı güvenip size nasıl vereceğum acep ?” derin bir nefes aldım. Sakince “Şöyle yapalım Zümrüd hanım biz kızımıza oturacakları evin tapusunu verelim ödeşelim.” Yüzünde güller açtı paragöz.
“Ha bu kız doğri diyor. Öyle yapalum. Tarihleri de yaklaştıralım. Ha yarın nikah dairesuna gitsunlar. Firtina nikahımıydı o şeyden istesunlar. Bir an evel düğünü kınayı halledelim. Yani bu hafta bitirelim bu işi.”güldüm.
Emre kendini tutamadı “yok be ne bu haftası isterseniz yarın yapalım. Tövbe yav.” Gülememi bastırdım Ulaş hemen toparladı “Yani çok güzel düşünmüşsünüz ama çok hızlı ve bizim Ankara’da yapmamız gerken tonlarca hazırlık var. Şöyle yapalım Hazır biz buradayken siz yine Gelin Alışverişine çıkın. Ama üç hafta sonraya tarih alalım.” Zümrüd başını Elif’e çevirdi. Elif gözleri ile onayladı.
Zümrüd’de böylece sustu. Elif hızlıca ayağa kalktı kahveleri yapmaya gitti. Bizde ona yardım etmek için peşinden kalktık. Mutfağa girdiğimde Elif’e elimi uzattım “Esem ben. Güney’in komutanıyım.” Sude el sıkışırken “Sude, ben Güney’in timden arkadaşının sevgilisiyim.” Asel de “Asel, timin merkez telsizcisiyim. “ dedi. Elif hepimize “Çok memnun oldum” dedi.
Hızlıca fincanlara kahve doldurmaya başladı toplamda kırk altı fincan vardı. Doldurduktan Sonra Farklı olan fincana kahveti döküp. Ayrı tepsiye koydu. Asel şaşkın bir tonla “Tuz koymadın.” Dedi.
Elif gülerek “Kahve’ye tuz atmak ağzımızın tadı olmaz var git sen bu işten vazgeç demek aslında. Zamanla yanlış anlatılar geldi. O sebepten ben tuz koymayacağım biz Güney’le iyi anlaşacağız.” Dedi.
Kültürlü ve kibar bir kızdı. Gülerek devam ettik. Hepimiz elimizde tepsilerle kahve dağıtımına çıktık. Elif sadece Güney’ e verdi. Bizde yerimize oturduktan sonra Pars’a Hande abladan gelen dirsek hareketi ile Pars konuşmaya başladı. “Eee, artık hayırlı işimize geçelim.” Herkes başı ile onayladı. “Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızımız Elif’i oğlumuz Güney’e istiyoruz.” Kızın babası güldü “Madem gençler birbirlerini sevip istemişler bize de desteklemek düşer.” Hepimiz ayağa kalktık sarıldık. Güney kızın anne ve babasının elini öptü.
Hande abla eline arka sandalyede duran sandığı aldı. “Bu kızımızın söz bohçası.” Dedi. Zümrüd sandığı alıp başka birine verdi. İçeri götürdüler o sırada Asel yüzükleri alıp komutana verdi.
Pars yüzükleri taktı. Kızın babası eline makası aldı Kurdeleye uzattı “Makas kesmiyor.” Pars gülüp Ulaş’a döndü. Söz tepsisine bin liradan daha fazla bıraktı. Hemen ardında makas darbesi. Herkes birbirine sarıldı.
Yaklaşık olarak on dakika sonra davul zurna başladı. Hepimiz oynamaya başladık. Ben, Asel ve Sude bir aradaydık . Hande abla hafif yanımıza yaklaşıp “Darısı size” dedi ve gitti. Birbirimize bakıp güldük.
Saat 12.32 de biz eve dönebilmiştik. Hızlıdan üstümüz çıkardık. Yatak açmaya hiç gerek yoktu. Yere dökülüverdik. Bütün tim yerde yattık. Yorgunluktan bayılabilirdim ama o anda kimsenin uyumadığını o kadar iyi biliyordum ki. Bir yanımda Asel diğer yanımda Ulaş vardı. Ulaş’a kafamı çevirdim. Bana bakan gözleri başka yöne kaydı.
Sesizce desem bile herkes duyardı o sebepten sustum “Sen bana bak uğurlu korkmam ya da gerilmem sadece daha çok severim” diyemedim. Kafamı tekrardan tavana çevirdim. Gözlerim yaklaşık bir iki saat sonra kapanmaya başladı.
Sabah sırtımda ki acı ile uyandım Emine abla hepimizin üzerine basarak geçmişti. “Ula hala kalkmıyorlar. Çay çuvali gibi devrilmişsiniz ha bura. Kalkın da bir sürü işimiz var.” Hepimiz kalktık. Güney sırtını tutarken “Ha ana napaysun? Ezdun ya hepimizi.” Emine abla sorgular gözle bize baktı “Acudu mu ula?” gülerken başımızla onayladık.
Saate baktım saat 12.30 olmuştu. Yerimden tam anlamıyla kalkınca diğerleri ile dışarı doğru ilerledim. Masanın üzerinde dürümler vardı hepimiz birer tane aldık yerken Pars ve Begüm gülerek geldiler.
“Uyandınız demek. Maşallah tim.” Pars bunları cidden kinayeli söylemişti. Bıraksalar bir iki saat kadar daha uyurdum. Bahçenin kapısı açıldı “Amca” diye bağırarak küçük bir çocuk geldi. Güney hemen ayağa kalktı kucakladı. “Amcasının güzeli.” Güney kızı kucağında getirdi.
Rüzgar elini uzattı “Merhaba, ben Rüzgar. Senin adın ne?” kız gülerek cevapladı. “Bade.” Rüzgar’ın gözleri doldu. “Çok güzel isim” derin bir nefes verdi “Bade.” Dedi. Gözünden akan yaşı sildikten sonra kalktı. Çağrı peşinden gitti.
“Komutanım bende mi gitsem acaba peşlerinden” “Olmaz Selçuk. Olayı bizim bildiğimizi Rüzgar bilmiyor bırak ikisi konuşsun rahatlasın.” Bade merakla Emre’ye baktı “Gözlerin çamlara benziyor.” Emre güldü “Hayatımda aldığım en güzel iltifat.”
Bade Güney’in kucağından kalkıp Emre’nin yanına gitti. “Gülünce yanaklarında çukur oluyor. Biliyor musun,ben çukurlu gülen insanları çok severim.” Emre daha çok güldü, Bade’yi kucağına alırken “Gamzelerimi sevmene sevindim.” Bade gözlerinde aşkla bakıyordu. “Adın ne senin ?”
“Emre, Badecim.” Bade gözlerini kocaman açtı “Adında çok güzelmiş Emre.” Gözlerini bze çevirdi “Sen onların nesi oluyorsun?” Sanırsam Emre’nin sevgilisi olup olmadığımzı anlamaya çalışıyordu. “Arkadaşım oluyorlar Badecim.” Güney de bizde onları gülerek izliyorduk.
“Sevgilin var mı?” çok tatlı sormuştu. Hepimiz güldük. “Yok ne yazık ki badecim.” Bade sevinçle Emre’ye sarıldı “Benimde yok.” Güney gülerek “Arkadaşımda gözü var bakar mısınız şu cadıya.” Emre Bade’ye sarılırken gülerek “ Hiçte bir kere ne cadısı değil mi Badecim?” Bade Emre’nin gözlerine bakarak cevapladı “Evet Emrecim.” Emre’nin kucağından indi “Benim şimdi gitmem lazım yarın yine gelirim Emrecim bekle beni.”
Emre gülmesine hakim olarak “Bekleyeceğim Badecim.” Bade gittikten sonra gülmeye başladı. Deli gibi gülüyordu bizde güldük yalan yok. Biz gülmeye devam ederken Bahçe kapısı açıldı. Elif ve Zümrüd içeri girdi. Güney hemen ayağa fırladı. Yanlarına ilerledi. “Hoş geldiniz.”
Zümrüd başı ile onayladı “Elif gelmek istedi bende tek yollamak istemedim. Ondan geldik damat.” Dedi meymenetsiz bir ifade ile. Güney ise onun ifadesinden hiç etkilenmeden gülümseyerek Elif’e döndü. “İyi ki geldin.” Elif bir adım yaklaşıp bbir şeyler fısıldadı.
Güney gülerek Elif’i yanımıza getirdi, Zümrüd ise Emine teyzenin yanına geçti. Elif sıra sıra hepimize baktı. Derin bir sessizlik oluştu. Alp yutkundu “Yenge bir sorun mu var topumuzu süzdün.” Ay cidden bu çocukta bir avallık var.
Elif utanarak “Yok hayır adlarınızı hatırlamaya çalıştım.” Dedi. Doruk gülerek “Yenge çok kalabalığız zorlama kendini zamanla alışırsın.” Dedi. Başımla onayladım. Elif güldü “Timler hep böyle kalabalık mı oluyor?” Selçuk “Yok yenge genelde altı yedi sekiz arasında gidip geilyor.” Elif şaşırmış bir ifade ile “Siz niye on üç kişisiniz?” Selçuk gülerek “Yav yenge komik hikaye biliyor musun? Biz yani seninki, ben, Pars komutanım, Ulaş komutanım, Emre, Batur birde Esem komutanım bir timdik.”
Yutkundu ve heyecanla devam etti “Biz bir görevde roket yedik.” Elif’in gözleri kocaman oldu ama Selçuk bunu fark etmedi. “Şans işte Esem komutaım dışında hepimizi esir aldılar. Biz on yedi gün esir kaldık. Bunlarda bizi kurtarmak için kuruldu. Sonra birleştik.” Hepimiz Selçuk’a bakıyorduk.
Elif korkulu bir sesle “Bunlara alışmam gerekecek değil mi?” Sude başı ile onayladı “İnsan buna alışamıyor. Boşuna deneme kapın her çaldığında kalbine ince bir sızı giriyor. Camdan dışarı bakmadan kapıyı açamıyorsun acaba komutanların arabası var mı diye.”
Bir süre sessizlik oldu. Sesizlik aslında bizim acılarımızı hatırladığımız çok gürültülü bir andı. “Onu boş ver biz bütün tim bir binada yaşıyoruz sizin evde o binada. Senlik sorun yok değil mi?” Elif başını iki yana salladı “Yok Begüm abla benlik hiç sorun değil. Hatta sevinirim bile.”
Birkaç dakika sonra çifler olarak gezmeye karar verdiler. Tarcan ailesi plaja indi. Geriye kalan ekipte birlikte Kahveye gitti okey oynamak için. Evde ben , Zümrüd, Hande teyze ve Emine teyze kaldı.
Ban bahçede iken onlar yanıma geldi “Biz pazara kadar gidip geleceğiz ev sana emanet.” Deyip gittiler. |
0% |