
(Yazarın Anlatımıyla)
Karaca tüm adamlarını önünde toplamıştı. Gözünde korku vardı ama bunu adamlarına belli etmiyordu. Planı çalışmazsa Prenses onu öldürdü.Bu düşüncelerden sıyrılıp önündeki adamlara döndü. Adamları tereddütle ona bakıyordu.
"Anladınız mı olayı?" diye sert bir cümle attı ortaya. Korkuyordu Türk Askerinden. Korkutuğu halde bunu yapıyordu. Başarabileceğini düşünüyordu. Bunu başarmak zorundaydı. Bu Sevda her kimse onu öldürmek zorundaydı. Ama neden Prenses Sevda'yı öldürmek istiyordu? Prenses neden bunun nedenini dememişti? Ne geçmişti aralarında? Peki Sevda neden o kadar planına rağmen ölmüyordu? Sürekli bunları düşünüyor, beynini yoruyordu.
"Anladık efendim!" dedi adamların hepsi aynı anda.
"O kadının ve yanındakinin öldüğünden emin olana kadar oradan ayrılmayın." diye sert bir cümle daha kurdu Karaca. Sevda'yı öldürmek istemiyordu. Ona göre böyle bir güzellik öldürülmemeli onun yerine yaşamalıydı. Ama Prenses'in emirlerine karşı gelirse sonun ne olacağını eski arkadaşlarından biliyordu.
"Anlaşıldı efendim!" dedi yine adamlar aynı anda.
"Şimdi gidin!" dedi Karaca. Adamları göndermişti. O da bu olayı uzaktan yönetecekti. Adamlar sert adımlarla bulundukları mekandan çıkıp saldırının olduğu yere doğru hareket etmeye başladılar. Bugün ya çok kan dökülecekti ya da bir kahraman Türk Askeri gelip saldırıyı engelleyecekti...
(Oğuz'un Anlatımıyla)
Bu sefer iş için takım elbiseyi giymek yerine dün Sevda'nın bana seçtiği kıyafetleri giydim. Siyah bir gömlek ve siyah bir kot pantolon. Bir koltuğa oturup Serkan'ın yazdığını cevapladım.
"Oğlum ben Ali'yle nereye geleceği? Hani konum!" yazmıştı. Ona kalenin konumu attıktan sonra çıkmaları gereken saati yazdım. Ben erkenden kalkıp hazırlanmıştım. Çıkmamıza yaklaşık iki saat vardı. Sevda ne yapıyordu acaba? Her gün böyle düşünmekten sıkılmıştım, buna bir çözüm yolu lazım. Telefonumda mesajlara girip "Her şeyim, Güzelim, Asker Hanımım" diye kaydettiğim Sevda'ya tıkladım. Klavye açıldığında ona şunu yazdım:
"Uyandın mı güzelim?" Sonuna her zamanki gibi kırmızı kalbi eklemeyi unutmamıştım. Biraz bekledim. Yaklaşık sekiz dakika sonra güzelimden mesaj geldi.
"Uyandım sevgilim. İyi uyudun mu?" yazdı. Her zamanki sorusunu yazmıştı asker hanım. Bende her zamanki cevabımı yazdım.
"Yanında olsaydım anlardın." Bu mesajı okurken güldüğüne o kadar emindim ki size anlatamam.
"En kısa zamanda yanımda ol o zaman!" yazdığında ne kast etmek istediğini anlamamıştım. Şimdi buna ne yazılmalıydı? Ne yazarsam doğru cevap vermiş olurdum? Ne anlatmaya çalıştın be güzelim? İnan ki hiçbir şey anlamadım.
"Hiçbir şey anlamadın değil mi?" yazdı. Bunu yazarken yüzü düşmüştü belkide. Kıyamazdım onun güzel yüzünün düşmesine.
"Evet!" yazdım. Pişmanlık diz boyu!
"Anlama o zaman!" yazdı. Bu mesajdan sonra başka mesaj gelmeyeceğine emin oldum. Bugün Sevda'nın gönlünü almalıydım. Kesinlikle almalıydım, yoksa onsuz yapamazdım. Konuşmazdı benimle. En sevdiği çiçeği mi alsam? Papatya yani. Bir kolye mi alsam? Ne yapsam? Bu işi yarına kadar halletmeliydim. İki saatin geçmesi için biraz telefonda dolandım. Sonra yaklaşık bir saat kitap okuduğumda çıkma zamanıydı. Üzerime siyah ceketimi giyip çıktım. Her zaman ki beklediğim yere geçtim. Onların çıkmasını bekliyordum. Biraz vakit geçtikten sonra ikisi beraber çıktılar. Derya Hanım her zaman giydiği takımlardan birini giymişti. Sevda ise dün dediği gibi siyah bir tişört, siyah bir pantolon ve siyah bir deri ceket giyinmişti. Çok asil bir şekilde yürüyordu. Bana bakmadı. Arabaya doğru ilerledik. Her zamanki gibi ilk önce Derya Hanım'ın kapısını açtım. Sağ ön tarafa geçip tam onunda kapısını açacaktım ki eli uzanıp kendi kapısını kendi açtı. Arabaya binerken ise gözleriyle şunu demek istemişti:
"Sana gerek ben kendim açarım. Kolum, elim var nasıl olsa süper zeka Oğuz!" demeye çalışmıştı. Bu şu anlamada gelirdi." Rızkımı veren Huda'dır, kula minnet eylemem!"
Onun demek istediğini anlayıp sürücü koltuğunun oraya geçip oturdum. Kimseden ses çıkmadı. Sessizce kaleye doğru ilerledik. Arabayı park edip arabadan indikten sonra tam onlar geldi. Serkan ile Ali. Serkan'ı görünce Derya'nın yüzünde derin ve çocuksu bir tebessüm oluştu. Hızlı adımlarla yanına gidip sarıldı. Serkan ise buna hazırlıklıymış gibi ona sarıldı. Ali ise bizim yanımıza geldi. Sevda yüzündeki sinirli ifadeyi silip yerine samimi bir ifade getirdi. Elini Ali'ye doğru uzatıp:
"N'aber Ali?" dedi tüm samimiyetiyle.
"İyi Sevda. Sen?" dedi ona uzatılan eli tutup. Selamlaştıktan sonra ellerini indirdiler.
"İyiyim. İyi olmaya çalışıyorum." dedi. Burada bana gönderme yapmıştı. Yüzünü kısa bir anlığına bana çevirip geri önünde döndermişti. Ali hafifçe güldü.
"Atıştınız galiba?" dedi anlamaya çalışarak.
"Senin bu arkadaşın süper zeka Ali!" dedi sinirle. Ali güldü. Ali'ye ters bir bakış attım.
"Oğuz ne dedin kıza?" diye sordu gülerken. "Allah aşkına söylesene çok merak ettim. Sevda bayağı sinirlenmiş çünkü." dedi gülerken. Eğleniyordu benim canım arkadaşım. Ben seni Asya'yla göreceğim sen nasıl olacaksın? Bir lafını anlamayıp ona yazacağın cevabı bilemeyince göreceğim seni!"
"İnan ki bilmiyorum!" dedim suçum yokmuş gibi.
"Sevda boşuna sinirlenmez." dedi rahatça. Bazen bu adama rahat batıyordu bence. Tam bir şey diyecektim ki Sevda'nın lafını duydum.
"Klasik Oğuz işte." dedi göz devirerek. Ali daha bir şey sormadı. Serkan ile Derya'ya baktık. Serkan sanki her an elinden gidecekmiş gibi olan Derya'yı sıkıca sahiplenmişti. Aralarında çok tatlı denebilecek bir boy farkı vardı. Derya yanında ufak kalıyordu Serkan'ın. Serkan gayet yapılı ve iri biriydi. Genelde gören herkes onu çok ciddi biri sanar ve korkardı. Ama birde içi vardı bu adamın;sevdi mi bir kere seven, sevdi mi tam seven bir adamdı. Arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurar ekibin neşesi olurdu. Serkan üzerine beyaz bir tişört, altına siyah bir kot pantolon giymişti. Ali ise siyah bir tişört, altına siyah bir pantolon giymişti.
"Artık diyorum başlasak mı göreve?" dedi Sevda sinirli bir sesle. Sevda nasıl bir etki bırakmışsa herkes de hemen herkes toparlandı.
"Beyler bugün Sevda biraz sinirli idare edin olur mu?" dedi Derya. Derya o sadece bana sinirliydi bana. Size değil.
"Ederiz." dedi Ali.
"Sen iste güzelim tabii ki ederiz. Hem Sevda bence özellikle birine sinirli." derken bana vurgu yapmıştı Serkan. Derya, Ali ve Serkan güldüler. Sevda ise önden gidiyordu. Yanına yetişmeye çalıştım. Bir adım arkasındayken elini havaya kaldırıp "Dur" demeye çalıştı.
"Oğuz sakın yanıma gelme!" diye sert bir uyarı yapmıştı. Sıkıntılı bir nefes aldım ve önden gitmesini izledim. Serkan ile Derya beraber yürüyordu. Ben ise Ali ile yürüyordum. Ali bana gülüyordu.
"Oğlum ben seni Asya'yla göreceğim. Bakalım o zaman gülebiliyor musun?" dedim derin bir nefes alarak.
"Sevda sana bir şey dedi ve sen bunu anlamayıp ona cevap veremedin değil mi?" dedi. Nasıl çözmüştü lan olayı?
"Anladım öyle olmuş." Dedi.
"Ne yapacağım ben?" diye sordum.
"Gönlünü alacaksın." dedi rahatça. Küfür etme isteğime hakim olup sakin bir cevap verdim.
"Onu yapmayı biliyorum zaten!" dedim. "Nasıl alacağım gönlünü?" diye devam ettim.
"En sevdiği çiçeği al. Birde seveceği küçük bir hediye al." diye bir öneri sundu.
"İşe yarar mı lan?" deyip kafamı ona dönderdim.
"Yarar bence!" dedi rahatça ve kendinden emin bir sesle.
"O zaman görev dönüşü sen ve Serkan gelip bana yardım ediyorsunuz!" dedim. İtiraz edebilirdi. Ama etmedi. İşte dost işte arkadaş.
"Olur." dedi. İçeri girdik. Derya, Sevda'nın yanına geçmişti. Hepimiz Turan ile Arzu'nun olduğu yere geldik. Turan'ın başıyla verdiği selamı aldıktan sonra görevi Serkan ile Ali'ye yüzeyden bir özet geçti. Sonra söz Derya'ya geçti.
"Arkadaşlar,Turan size birkaç küçük eşya verecek bu eşyalar orayı izlememizi sağlayacak. Sahada komuta Sevda'da. Sevda size emir verecektir zaten." dedi. Sevda duruşunu dikleştirdi. Ellerini arkasında bağlamış bacaklarını hafif açmıştı. Kulağım söylenenlerdeyken gözlerim Sevda'daydı.
"Şimdi biz bu sivil kıyafetlerle gidip orada sıradan bir vatandaşmış gibi davranıp şüpheliyi mi yakalayacağız?" diye sordu Ali.
"Aynen öyle yapacaksınız Ali. Zorlanmazsınız bence." dedi Derya.
"Silah kulla...." diye başlamıştı ki Ali, Derya sözünü kesti.
"Sakın! Sakın silah kullanmayın orada bir çok sivil olacak." dedi sesini hafifçe yükselterek.
"Sıkıcı olacak bu iş Ali, ben sana diyeyim." dedi Serkan.
"Katılıyorum." dedi Ali sıkılarak.
"Sevda sen nasıl alıştın ya?" diye sordu Serkan.
"Dağda terörist kovalamak daha eğlenceli doğru diyorsunuz ancak devletim bana bir görev vermiş ve benim bu görevi en iyi şekilde tamamlamam gerek." dedi Sevda.
"İşte kahraman Türk Askeri duygusu!" dedi Serkan.
"Sence sadece Türk Askeri duygusu mu oğlum? Türk Kadın Askeri duygusu bu." dedi Ali. Sevda'nın gülümsediği gördüm.
"Ee ne zaman çıkıyoruz?" dedim ortamı bozmaya çalışarak. Çünkü daha fazla böyle olursa ben şuracıkta çatlayacaktım. Bu sorumla berber herkes toparlandı.
"Birazdan!" deyip ayağa kalktı Turan. Biraz vakit geçtikten sonra elinde siyah bir kutuyla döndü Turan. Kutuyu masaya koydu ve içinden küçük bir kutu çıkardı.
"Sevda bu senin. Bunu taktığında etrafı bizde izleyebileceğiz." dedi Turan gayet anlayışlı bir sesle. Sevda küçük bir kutuyu açtı. İçinden zarif ve bir o kadar güzel bir kolye çıktı. Sevda'nın yüzünde etkilenmiş bir ifade belirdi. Kolyeleri seviyordu belli ki.
"Tamamdır!" diyerek kolyesini taktı. Sonra Turan elinde başka bir kutuyla Serkan'a ilerledi. Serkan kutuyu alıp açtı. Tam Serkan'ın tarzı olan bir zincir çıktı.
"Dememe gerek yok sanırım." dedi Turan.
"Gerek yok ben anladım." dedi Serkan. Turan sonra elinde başka bir kutuyla Ali'ye ilerledi. Kutuyu Ali'ye doğru uzattı. Kutunun içinden bir bileklik çıkınca Ali biraz değişik baktı.
"Bu bilekliğin içindeki kamera her açıyı görebiliyor Ali, merak etme." dedi Turan. Sonra Ali başını eğip kaldırdıktan sonra bilekliği taktı. Turan son kutuyu alarak bana geldi. Kutuyu bana doğru uzattı ve gülümsedi. Kutuyu alıp açtığımda siyah ve çok şık bir güneş gözlüğüyle karşılaştım. Çok şık bir güneş gözlüğüydü. Bunu takacağım için heyecanlandım diyebilirim. Turan bana doğru eğildi. Gizli bir şey mi diyecekti?
"Gözlüğü sana Sevda seçti." dedi Turan. Ne! Sevda mı seçmişti? Ne zaman, hangi ara?
"Ne zaman?" dedim şaşırarak. Turan ise her zamanki sakinliğini koruyordu.
"Dün seçti. Senin onunla konuşmadığın bir zamanda yanından ayrılmıştı ya, işte o zaman kendisi sana seçti." dedi. Duygulandım. Başımı çevirip ona baktım. Tüm güzelliğiyle Derya ile konuşuyordu. Giyim zevki gerçekten güzeldi ve kombin yapmaktan anlıyordu. Turan geri çekilip yerine geçtiğinde bile ben hala ona bakıyordum. O ise bir türlü bana bakmıyordu. Neden bakmıyorsun be güzelim? Biraz daha vakit geçip Serkan ile Ali detayları iyice öğrendiğinde Derya ortama hakimiyetini sağladı.
"Arkadaşlar operasyon şimdi başladı. Başarıyla tamamlayıp sağ salim yuvaya dönün." dedi Derya. Dört kişi hızlıca çıkıp araca bindik. Gideceğimiz yere uzaklık yarım saatti. Arabayı ben kullanıyordum. Yanımda Sevda vardı. Benim arkamda Serkan, Serkan'ın yanında Ali vardı.
"Şimdi biz bu operasyonda Sevda'ya komutanım mı diyeceğiz?" diye sordu Ali gülerek.
"Bizim rütbemizin üstünde olduğuna göre öyle deriz." dedi Serkan.
"Bence de." dedim. Sevda ise gülümseyip cevap verdi.
"Yine komutan oluyorum desenize!" dedi. Gülümseyişi çok güzeldi.
"Komutanım askerlerinize nasıl davranıyorsunuz?" diye sordu Ali gülerek.
"Gerçekten sizinle öyle konuşmamı istemezsiniz beyler." dedi Sevda gülerek.
"Ne olur bir kere konuş be? Merak ettik." dedi Serkan.
"Tamam siz kaşındınız." dedi Sevda gülmeye devam ederken.
"Sonumuz gelmemiştir değil mi komutanım?" diye sordu Ali.
"Boş konuşup benim canımı sıkma lan!" dedi Sevda komutan moduna geçip sinirli sesiyle. Gerçekten etkileyici bir sesi vardı.
"Sinirlisiniz komutanım." dedi Serkan.
"Bu sinirin sende patlamasını istemiyorsan oturduğun yere sinersin Serkan!" dedi sinirli bir sesle. Güldüm.
"Sen neye gülüyorsun Oğuz?" dedi bana dönüp sinirle. Bu şeye ayak uydurdum.
"Hiç komutanım gülesim geldi." dedim.
"Bizim orada durduk yere gülenlere deli derler Aydın. Sen deli misin?" dedi sinirli sesiyle. Bu sinirin altında eğlenen bir Sevda vardı. Normal şartlarda bu soruya başka bir cevap verirdim ancak, Sevda şuan komutandı.
"Hayır komutanım." dedim.
"İyi o zaman!" dedi tekrardan.
"Komutanım, bu ekibe siz olsanız ne isim verirdiniz?" diye sordu Ali. Kırıcı bir cevap vereceği belli olduğu için hazırdık her şeye.
"Boş işler timi. Ben hariç." dedi Sevda. Yüzünde çok minik bir gülümseme belirdi. Sadece dikkatli bakanlar görebilirdi bu gülümsemeyi.
"Aşk olsun komutanım!" dedi Serkan gülerek.
"Bir susun ya! Kırk saattir konuşuyorsunuz. Siz susmak bilmez misiniz? Çok yanlış timin komutanıyım çok!"dedi Sevda sinirli sesiyle. Biraz sessiz kaldık.
"Beğendiniz mi beyler?" dedi Sevda komutan modundan çıkarak. Hep beraber güldük.
"Çok!" dedi Serkan.
"Gayet iyiydi bence!" dedi Ali.
"Her zaman ki gibi!" dedim. Başını bana çevirip öylece baktıktan sonra önüne döndü. Şu gözlerde bir ifade olsun be! Güzelim bu ne ifadesizliktir be! Bu gönül alma işini bugün çözmezsem bayağı çekecektim. Sonunda parka vardık. Hep berber araçtan inmeden önce kulaklığı aktifleştirdik. Sevda konuşmaya başladı.
"Asena'dan Derya'ya!" dedi görevde kullandığı sinirli ve bir o kadarda ciddi sesiyle. Karşı tarafın söylediğini bizde duyabiliyorduk. Tabii operasyonda birbirimizin de sesini duyabilecektik.
"Derya dinlemede!" diye cevap verdi Derya.
"Bölgeye geldik. Başlayalım mı?" dedi Sevda. Birkaç dakika cevap gelmedi.
"Turan size bir harita gönderdi Sevda. O haritadan kimin hangi bölgeyi kontrol edeceğini belirleyin!" diye emir verdi Derya.
"Tamamdır." dedi Sevda. Sonra iletişimi kestik. İndiğimizde geri açacaktık. Sevda telefonundan haritayı açtı. Biraz inceledikten sonra konuşmaya başladı:
"Ali sen parkın arka kısmıyla ilgileneceksin. Orada genelde gençler oluyor, sen yaparsın. Serkan sen ise parkın sol tarafı sende. Orada genelde sevgiler oluyor. Oğuz, sen ise parkın sağ tarafındasın. Orası genelde çocuklu ailelerin gittiği bir yer. Ben ise en öndeyim. Yani giriş kısmında. Görevi layığıyla tamamlayıp dönüyoruz beyler!" dedi Sevda.
"Emredersiniz komutanım!" dedik aynı anda. Beraber aşağıya indik. Herkes kendi alanlarına ilerledi. Hepimiz iletişimi açtık. Sevda'nın sesini duyduk.
"Başlıyoruz!" dedi.
"Sağ salim dönün arkadaşlar." dedi Derya. Beraber başlamıştık. Kendi yerimde gezip etrafı inceliyordum. Şu an şüpheli bir durum yoktu. Kulaklığa odaklandım.
"Serkan, sağına doğru bir adam var. Şüpheli duruyor." dedi Turan.
"Değil. Adam sadece boş boş geziyor. Tüm hareketlerini gözlemledim. Gezmekten başka bir şey yapmıyor." dedi Serkan. O sırada Sevda'nın sesini duyduk:
"Şüpheli birinin peşindeyim."dedi.
"Hangisi?" diye sordu Turan.
"Siyah giyimli, uzun boylu bir adam var; batı yönünde." dedi Sevda.
"Biraz daha yaklaşabilir misin?" dedi Arzu.
"Denerim." dedi Sevda. Şuan acayip gerilmiştim. Umarım yakalamıştır Sevda. Yaklaşık on dakika sonra Sevda'dan cevap geldi.
"Adam birinci aradığımız kişi!" dedi Sevda.
"Birinci derken?" dedi Derya.
"Bence hepimizin olduğu alanda birer adam var. Zaten park dörde bölünmüş." dedi Sevda.
"Olabilir mi böyle bir şey?" dedi Derya. Bu soruyu Turan'a sormuştu.
"Olma ihtimali çok yüksek başkanım. Çünkü mantıklı geliyor." dedi Turan.
"Onu bunu bırakın da ben adamı hallediyorum!" dedi Sevda.
"Dediğimiz gibi Sevda öldürme, sadece etkisiz hale getir." dedi Derya.
"O iş bende!" dedi Sevda. Kendi yerimi gözlemlerken bir adam takıldı gözüme. Hareketlerini gözlemlemeye başladım.
"Turan bir adam var tam önümde. Şüpheli duruyor peşindeyim." dedim.
"Dikkatli ol!" dedi Turan. Güldüm. Adama çaktırmadan hareketlerini izledim.
"Bombalı saldırı bu alanda değildi. Adamdan bir şey çıkmadı!" dedi Sevda.
"Tamamdır. Ama yerinden ayrılma Sevda gelebilirler." dedi Derya.
"Ayrılmaya niyetim yok zaten." dedi Sevda. Yaklaşık bir yirmi dakika geçti. Bu yirmi dakika boyunca ben aynı adamı takip etmiştim, Serkan ve Ali iki adam yakalamış, Sevda üç adam yakalamıştı. Tekrardan herkes kendi olduğu yere geçmişti. Peşinde olduğum adam Sevda'nın bulunduğu adama ilerliyordu. Yavaşça arkasından ilerledim. Tam olarak Sevda'nın olduğu yere gelmişti. Sevda arkası dönükken adam silahını çıkarıp Sevda'yı hedef aldı.
"Sevda sakın arkanı dönme!" dedim korkuyla.
"Ne oldu Oğuz?" dedi Sevda meraklı sesiyle.
"Arkandan bir adam seni silahla hedefine aldı çünkü!" dedim. O an tüm herkesin sesini duydum.
"Ne!" O an Benim, Sevda'nın, Serkan'ın ve Ali'nin telefonu çaldı. Hepimiz açmıştık.
"Oooo!" dedim bir adam sesi. "Hepiniz açtınız. Yapmazsınız sanıyordum, şaşırttınız bizi." dedi adam.
"Sen kimsin?" dedi Sevda dişlerini sıktığı kesindi.
"Aaa! Ölüm kıyısında olan Sevda sensin demek. Yazık olacak sana, fazla güzelsin." dedi adam.
"Kimsin lan?" diye sesimi yükselttim.
"Aaa, Oğuz sakin ol azıcık. Bu kadar sinir insana fazla. Doğru nasıl olasın ki sevgilin ölümle karşı karşıya." dedi adam tekrardan.
"Konuş lan kimsin sen?" dedi Serkan.
"Bendeniz Karaca! Bombalı saldırı olacak sandınız değil mi? Kusura bakmayın, şuan o aksiyonu yaşatamıyoruz.Eğer Sevda bizim dediğimiz yere gelmezse bu parkla birlikte tüm insanlar havaya uçacak. Seçim sizin: Ya Sevda gelecek ya da tüm her şey havaya uçacak." dedi Karaca olduğunu öğrendiğimiz kişi. O anda Sevda önüne dönüp hançerini çıkarıp ona silah doğrultan adama doğru fırlattığı esnada şunu dedi:
"Hiç sanmıyorum Karaca! Tüm adamlarının işini bitirdik bile. Siz kaybettiniz. O Prenses'ine şunu ilet" dedi Sevda.
"Neyi!" dedi Karaca sinirle.
"Binbaşı Sevda Yalçın'ın sana selamı var! Ölmedim, yaşıyorum Prenses. Beni öldüremezsin. Türk askeri ölmez Prenses. Bin ölür bin diriliriz!" dedi Sevda etkileyici bir sesle. Adam sinirle telefonu kapattı. Hepimiz güldük.
"Beyler adamları topladığımız yerde buluşalım. Oğuz sen bana yardım et de şu yerde uzanan adamı diğer adamların yanına taşıyalım." dedi Sevda.
"Emredersiniz komutanım!" dedik aynı anda. Sevda ile karşılıklı yerde uzanan adam ilerledik. Sevda eğilip nabzını kontrol etti.
"Ölmüş mü?" dedim.
"Hayır yaşıyor." dedi Sevda hançerini saplandığı yerden çıkararak. Hayati bir yerine denk gelmemişti. Adamı alıp diğerlerinin yanına taşıdık.
"Asena'dan Derya'ya!" dedi Sevda keyifli bir sesle.
"Derya dinlemede!" dedi Derya.
"Bu kansızlar için bir ekip gönderirsen iyi olur; eğer konuşturmak istiyorsan." dedi Sevda.
"Tamam, birazdan oradalar." dedi derya.
"Bir yaralı var şu kansızlardan." dedi Sevda.
"Sıkıntı değil!" dedi Derya. Biraz daha vakit geçtikten sonra ekip gelip adamları aldı. Dördümüz geldiğimiz arabaya bindik. Hepimiz gayet keyifliydik.
"Sevda ben olsam Prenses'e direkt söverdim." dedi Serkan gülerek.
"Ağzımı bozmayı tercih etmiyorum diyelim Serkan." dedi Sevda keyifle.
"Ama adama güzel laf soktun Sevda. Adam sinirden kıpkırmızı olmamışsa ben Ali değilim!" dedi Ali gülerek.
"Morarmıştır belki!" dedi Sevda gülerek. Bu gülüşü ne kadar güzeldi öyle.
"Bir fotoğraf mı istesek?" dedi Ali.
"Adam nefes alamıyordur Ali!" dedi Serkan. Her şeyi güzel yapmıştı ancak benim aklım yaptığı hareketteydi. Hançerini çıkarıp hızla üst bölgesini çevirip adama o hançeri fırlatıp bir süre o halde yere düşen adamı izleyip laf etmesinden etkilenmiştim.
"Hepiniz çok iyiydiniz beyler. Tebrik ederim!" dedi Sevda keyifli sesiyle.
"Oğuz'da dahil mi buna Sevda?" dedi Serkan gülerek. Serkan kaşınıyor musun sen oğlum?
"Her ne kadar kendilerine sinirli de olsam evet, Oğuz'da buna dahil." dedi başını dikleştirip sesini kalınlaştırarak.
"Oğlum şanslısın. Seni hariçte tutabilirdi." dedi Serkan.
"Serkan bugün fazla konuşuyorsun sanki canım benim!" dedim dişlerimi sıkarak.
"Sinirlendi bizim oğlan!" dedi Ali gülerek.
"Siz birbirinizin sinirini almıyor musunuz be?" dedi Serkan. Sevda arkaya ters bir bakış gönderdiğinde ikisi de yerine sinmişti. Beni yormamıştı asker hanımım! Sessizce durup kaleye vardığımızda arabadan indik. Yukarı çıkıp Derya'nın, Turan'ın ve Arzu'nun yanına geldik. Bize verilen eşyaları çıkarıp masanın üzerine koyduk.
"Tebrik ederim arkadaşlar!" dedi Derya.
"Rica ederiz!" dedik hep bir ağızdan.
"Çıkabilirsiniz, izinlisiniz!" dedi Derya.
"Ama sen?" dedi Sevda
"Bir şey olmaz tek gelmem." dedi Derya.
"Öyle olsun." dedi Sevda. Hep beraber aşağıya otoparka indik. Derya'da bizimle gelmişti. Arabaların olduğu yere geldik.
"Akşam topluca bende buluşalım." dedi Derya neşeyle.
"Olur buluşalım güzelim!" dedi Serkan, Derya'yı kolunun altına doğru çekerek.
"Melis'i, Asya'yı, Mert'i ve Murat'ı da çağırırız." dedi Derya.
"Müsaitlerse gelirler." dedi Ali. Derya hepimizle vedalaştıktan sonra tekrar yukarı çıktı. Arabalara binmek için hazırlanıyorduk.
"Sevda ben bizimkilerleyim merak etme!" dedim.
"Umurumda bile değilsin!" deyip arabaya binip çalıştırdı ve gitti.
"Oğlum kız bayağı sinirlenmiş." dedi Serkan.
"Durum sandığımdan dahada vahim!" dedi Ali.
"Bittim ben oğlum bittim!" dedim solmuş bir sesle.
"Sakin olalım hala şansımız var!" dedi Ali.
"Nasıl şansımız var oğlum? Kız umurumda bile değilsin dedi." dedi Serkan. İçimi okudun Serkan.
"Zerre umurumda değilsin demedi en azından." dedi Ali.
"Olabilir hala şansım var olabilir!" dedim umutla.
"Eee o zaman daha fazla vakit kaybetmeden gidelim de Sevda'nın hoşuna gidebileceği bir şey al." dedi Serkan. Hızla arabaya bindik. Ben sağ ön koltuğa, Serkan sol ön koltuğa, Ali ise arkaya oturdu.
"Oğlum, Sevda en çok hangi çiçeği seviyor?" dedi Serkan.
"Papatya!" dedim telaşla.
"Papatya mı!" diye şaşırdı ikisi de.
"Siz ne bekliyordunuz oğlum?" dedim merakla.
"Kırmızı gül!" dedi Serkan.
"Nergis!" dedi Ali.
"Oğlum, benim sevgilim zarif ve küçük şeylerle mutlu olabilen biri. Hem papatyanın anısı var bizde." dedim.
"Tamam, ekstra ne almayı düşünüyorsun?" dedi Ali.
"Bir kolye, bir bilezik ve bir kitap!" dedim.
"Kitap?" dedi ikisi aynı anda.
"Sevda kitap okumayı çok seviyor!" dedim.
"Tamam hemen gidip şu işi halledelim." dedi Serkan. Hemen bir takıcıya gittik ve bakmaya başladık. Serkan Derya'ya, Ali Asya'ya, ben ise Sevda'ma bakıyordum. Bir kolye gördüm; altın rengi zinciri vardı. Öne doğru geldiği kısımda ufak ve yine altın renginde bir zincir, zincirin aralarında beyaz kalpler vardı. Bu Sevda'ya çok yakışırdı. Bileklik olarak ise çelik, kalın zinciri olan üzerinde kelebek olan gümüş renginde bir bileklik seçtim. Serkan Derya'sına altın renginde zinciri olan ucunda pembe kelebek olan bir kolye seçmişti. Ali ise Asya'sına gümüş renginde zinciri olan ve üzerinde yatay şekilde lale bulunan bir kolye seçmişti. Burada işimizi bitirdikten sonra kitapçıya girdik ve oradan bir kitap bakmaya başladım. Konusu güzel olup sürükleyici olmalıydı. En sonunda Reşat Nuri Güntekin'in "Acıkmak" adlı eserini seçip aldım. Oradan çıkıp çiçekçiye gittik. Sevda'ma güzel bir papatya buketi yaptırdım. Tekrar arabaya bindik. Benim akşama kadar Sevda'nın gönlünü almam gerekiyordu.
"Şimdi tek kalan işin ağzından çıkacak güzel sözler!" dedi Ali.
"Sevda affeder bence seni. Yani umarım." dedi Serkan.
"Güzel söz işi cepte de affeder umarım." dedim sıkıntılı bir nefes vererek. Daha fazla konuşmadan beni bıraktılar. Bahçe kapısını açıp bahçeye girdim. Bir elimde papatya buketi diğer elimde güzelce paketlenmiş hediyeler vardı. Sevda'nın kaldığı yerde doğru ilerleyip kapıyı çaldım. Bir kaç dakika geçtikten sonra kapıyı açtı. Üzerinde mavi bir tişört, altında siyah bir eşofman altı vardı. Saçını her zamanki gibi salık bırakmıştı.
"Ne istiyorsun Oğuz?" dedi yorgun bir sesle.
"Seninle bir şey konuşmam lazım Sevda. Lütfen bana izin ver, bana bir şans ver." dedim. Kapının oradan çekilip içeri geç işareti yaptı. İçeri geçtiğimde papatyaları ona verdim.
"Bunlar senin için. Seversin sen papatyaları." dedim gülümseyerek. Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
"Teşekkür ederim." dedi mutlu olmuş sesiyle. "Gel konuşacakların için oturalım" dediğinde salonda iki koltuğa yan yan oturmuş birbirimize dönmüştük.
"Sevda, bu sabah yazdığını anlamadığım için çok özür dilerim. Kendimi sana nasıl affettirebilirim inan ki bunu da hiç bilmiyorum ama bunlarda senin için" dediğimde kutuyu ona uzatmıştım. Kutuyu alıp açtı. İçinde minik kutularda vardı. İlk önce diğerlerine nazaran daha büyük olan kutuyu açtı ve içindeki kitabı çıkardı.
"Oğuz bu kitap çok güzel ama!" dedi son kelimeyi uzatarak. Gülümsedim ona. Gözlerine bakmaya çalıştım. Gözlerine bakmama izin verdi. Kaçırmadık bakışlarımızı.
"Senin kadar güzel değil ama." dedim kalın sesimle. Bu onun en çok sevdiği ses tonuydu. Sonra kitabı önümüzdeki küçük sehpanın üzerine bıraktı. Sonra orta boylu kutuyu eline aldı. Kapağını açtı ve içindeki kolyeyi çıkarıp kendi yüzüne doğru getirdi.
"Senin zevkin bayağı iyi ha yüzbaşım." dedi gülerek. Yüzünde çocuksu bir heyecan belirmişti.
"Takmamı ister misin?" dedim yumuşak bir sesle.
"Olur!" dedi neşeyle ve kolyeyi bana uzattı. Kolyeyi elinden almadan önce elini elimin içine yerleştirip öptüm. Sonra kolyeyi alıp ayağa kalkarak arkasına geçip oturdum. Saçlarını alıp sol omzundan aşağı bıraktım. Yüzümü boynuna götürüp bir nefes çektim. Sonra kolyeyi yavaşça ve nazik bir şekilde ona taktım. Saçını alıp geri arkasına bıraktı. Saçını koklayıp öptüm. Saçları o kadar yumuşaktı ki pamuk gibiydi, ipek gibiydi. Saçları çok güzel kokuyordu. Sonra ayağa kalkıp tekrar eski yerime geçtim. Sonra Sevda bana gülümseyip son kutuyu aldı. Bu kutuda ise bileklik vardı. Kutuyu yavaşça açtı. Kapağını önümüzdeki sehpaya koyduktan sonra içinden bilekliği çıkarıp bileğine taktı.
"Çok teşekkür ederim Oğuz. İyi ki varsın." dedi bana doğru yaklaşıp. Bende ona doğru yaklaştım. Kollarımı beline doladım. Kollarını boynuma doladı. Onu kendime doğru çektim. Öylece gözlerimiz birbirimizin gözlerinde gezindirdik. Şu ela gözleri insanda ne dert bırakırdı ne tasa! Bu gözler o kadar güzeldi ki insanı hayallere daldırıyordu.
"Bu kadar güzel olmanı ne yapacağız?" dedim kalın sesimle.
"Asıl senin bu karizmanı ne yapacağız?" dedi kadınsı sesiyle. Bu ses o kadar çok etkileyiciydi ki kendimi kontrol edemiyordum. Gözlerimi dudaklarına indirdim. Bunu fark etmiş olmalıydı. Bir anda dudaklarımın üzerinde onun dudaklarını buldum. Biraz şaşırdıktan sonra bu dudaklara karşılık verdim. Uzun ve yoğun bir tutku ile öptük birbirimizi. Sonra birbirimizin alnına alnımızı yasladık.
"Sen bana o mesajda ne demek istediğini söyleyecek misin?" dedim kalın sesimle.
"Hayır. Seni affettim ama ne demek istediğimi senin düşünerek bulmanı istiyorum. Süren yok, ne zaman anlarsan sen bana nasıl ifade etmen gerektiğini de anlarsın. Zeki bir adamsın, anlarsın en kısa zamanda. Birde duygularımdan anlıyorsun." dedi güzel sesiyle.
"Öyle diyorsun." dedim düşünceli bir sesle. "Senin yüzünden gece uyumak yerine bunu düşüneceğim." dedim gülerek.
"O senin sorunun!" dedi gülerek. Sonra alnını alnımdan çekti. "Gelsene bir benimle!" dedi ve ayağa kalktı. O kalkınca bende kalktım. Elimden tutup yukarı kata çıkardı. Çıktığımızda bir odanın kapısındaydık.
"Ne yapacağız kız?" dedim merakla.
"Ya gel sana bir şey göstereceğim." dediğinde odanın kapısını açmıştı. Burası kendi odasıydı. İçeri girdiğimizde kapıyı kapattı. Bu odaya ilk gelişim değildi ama gözlerim şimdi odayı incelemeye başlamıştı. Siyah, gri ve beyaz renklerinden oluşan duvarları vardı. Beyaz çift kişilik bir yatak vardı. Yatağın yanında bir masa vardı. Masanın yanında bir kitaplık vardı. Kitaplık büyük ve kitap doluydu. Odanın içinde bir kapı daha vardı. Kesin odanın kendine ait bir banyosuydu. Sevda büyük kitaplığa doğru ilerledi ve bana döndü.
"Senin verdiğin bu kitabı, gel beraber bu kitaplığa koyalım." dedi neşeli ve bir o kadarda heyecanlı bir sesle. Ona doğru gülümseyerek yürüdüm. Kitabı beraber tuttuk ve Sevda'nın kitap için ayarladığı yere kitabı koyduk. Kitabı koyduktan sonra dönüp bana sarıldı.
"İyi ki varsın sevgilim." dedi sarılırken. Ben de ona sıkıca sarıldım. Bu sıkı sarılmaya karşılık olarak o da bana daha sıkı sarıldı.
"Sende iyi ki varsın güzelim. İyi ki benim hayatımdasın!" dedim gülerek. Tekrar aşağıya indik. Mutfağa geçtiğimizde Sevda ikimize de bir kahve yapmıştı.
"Sence bizim şu altılı gruptan ilk kim evlenir?" diye sordu. Neden böyle bir şey sorduğunu sormayacaktım. İlk önce biraz düşündüm. Cevabım belliydi.
"Serkan bence!" dedim. "Sence?" diye ekledim.
"Bence de!" dedi. "Oğuz!" dedi.
"Efendim güzelim!" dedim.
"Bir kısın olsa adını ne koyardın?" dedi. Ben bu soruya cevabımı uzun yıllar önce yani daha lise son sınıfken karar vermiştim.
"Asena, Umay veya Defne. Ama senin isminde olabilir. Sevda, güzel isim." dedim düşünceli bir sesle.
"Sanki bu cevapları çok önceden düşünmüşsün gibi verdin." dedi meraklı bir sesle.
"Ben ilk saydığım üç ismi lise son sınıfta aklıma gelmişti. Bizim sınıf öyle saçma sorular soruyordu her gün. Bir günde bu soruyu sordular. Bende ciddi ciddi cevap verdim buna. O zamandan düşündüm yani. Ama seni ilk gördüğüm andan beri bu listeye senin adında eklendi." dedim kalın bir ses tonuyla. Hem sohbet ediyor hemde kahvemizi içiyorduk. Biraz sessiz kaldık.
"Sevda sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
"Sor." dedi.
"Annen ile babana ne oldu Sevda?" dedim. Öldüklerini biliyordum ama neden onu bilmiyordum.
"Bilmiyorum ama biri çok şüpheli geliyor." dedi düşünceli bir sesle.
"Kim?" dedim ciddi ve meraklı bir sesle.
"Ablam!" dedi sinirle.
"Bu konuyu açmak istemezsin sanırım." dedim anlayışlı bir sesle.
"Açmazsak iyi olur." dedi Sevda. O an Sevda'nın telefonuna bir bildirim düştü.
"Kim?" dedim.
"Serkan yazmış. Özel diyor. Aramak istiyormuş." dedi Sevda gülerek.
"Tamam arasın. Siz konuşun." dediğimde gayet anlayışlı bir sesim vardı.
"Biraz bekler misin o zaman?" dedi gülümseyerek ve tatlı sesiyle.
"Beklerim güzelim." dediğinde salona geçmişti. Ben ise etrafı inceledim. Genelde beyaz ve krem rengi kullanılmıştı mutfakta. Mutfaktaki beyaz masanın sandalyeleri ise siyahtı. Güzel bir dekorasyon yapılmıştı ancak evin diğer bölümlerine göre fazla soft kalıyordu. Burada siyah veya griyi kullanabilirlerdi.
Yaklaşık bir on dakika geçtikten sonra Sevda gülerek mutfağa geldi. Karşıma oturunca:
"Hayırdır?" dedim merakla.
"Özel diyemem. Ama şunu diyebilirim akşam güzel bir şey olacak." dedi gülümserken.
"Kimin için?" dedim. Gerçi Sevda'm beni affetmişti daha güzel ne olabilirdi ki!
"Özel dedim ya Oğuz!" dedi tatlı sesiyle.
"Çok uzun konuştunuz! Sen gelene kadar mutfağı baştan tasarladım." dedim gülerek.
"Niye Derya kötü mü tasarlamış?" dedi meraklı bir sesle.
"Şimdi duvarlar için beyaz kullanmış. Bu güzel. Dolaplar için ise çok açık bir krem rengi kullanmış. Olabilir kullanılabilir ancak buradaki herhangi bir eşya gri olabilirdi. Fazla açık renk kullanılmış. Bir süre sonra insanı yoruyor. Siyah ve gri tonları bu mutfağa eklenilebilir." dedim ciddi ciddi anlatarak. O da ciddi ciddi beni dinlemişti. Başkası olsa dinlemezdi.
"Sen bu kadar şeyi nereden biliyorsun Oğuz?" diye sordu hayret ve şaşkınlıkla.
"Araştırıyordum lise zamanlarımda böyle bazı şeyleri." dedim gülümseyerek.
"Sende lise zamanında her şeyi yapmışsın be!" dedi gülerek.
"Eee o zaman kanımız daha bir deli akıyordu asker hanım." dedim gülerek.
"Ben gayet sakin biriydim lise zamanımda. Sadece biraz aksiyon seviyordum o kadar." dedi gülümseyerek.
"Sen farklı birisin Sevda. Bu farklılığı sana anlatamam ama diğerleri gibi olmadığını bil güzelim." dedim merhametli bir sesle. Sadece dinledi Sevda hiçbir şey demedi.
"Oğuz, peki oğlun olsa ismini ne koyardın?" dedi tatlı bir sesle.
"Gökhan, Gökalp veya Göktuğ olabilir güzelim." dedim anlayışlı bir sesle. Sevda bugün bir değişik sorular soruyordu. Neden diye sormuyordum sadece cevaplıyordum.
"En sevdiğin hayvan ne senin?" dedi tatlı sesiyle. Bu sesi çok minnoş bir sesiydi. Bu sesini de çok seviyordum.
"Kurt,kelebek ve at. Ben bu hayvanları çok asil bulurum." dedim anlayışlı bir sesle.
"Neden böyle sorular sorduğumu sormayacak mısın Oğuz?" dedi o tatlı ve güzel sesiyle.
"Neden sorayım ki güzelim?" dedim merhametli bir sesle.
"Saçma sapan sorular soruyorum ya, belki sıkılmışsındır." dedi tatlı bir sesle.
"Ben senden ve senden gelecek hiçbir şeyden sıkılmam asker hanım!" dedim etkileyici bir ses tonu çıkarmaya çalışarak. Gülümsedi. Her gülümsemesinde olduğu gibi gözleri ışıldamıştı.
"O zaman biraz daha saçmalayabilirim." dedi gülerek. Güldüm bu haline. Gözlerinin içine bakıp tebessüm ettim. O da aynı şekilde gözlerimin içine bakarak gülümsedi.
"İstediğin kadar saçmalayabilirsin güzelim!" dedim kalın bir sesle. Oturuşunu düzeltti ve daha rahat bir şekilde oturdu. Saçlarını arkasına attı. Dudaklarını birbirine bastırarak düşünmeye başladı. Ben ise ondan gelecek soruyu merak ve heyecanla bekliyordum. Ne gelirse gelsin cevaplayacaktım.
"Ben bir hayvan olsam senin gözünde hangi hayvan olurum Oğuz?" dedi tatlı bir merakla.
"Dişi kurt. Yani Asena. Belki bir de at." dedim gülümseyerek. Güldü.
"Asenayı sevdim." dedi gülerken. Onun bu mutlu haline tebessüm ettim. Asena dememin bir sebebi vardı. O sebep ise şuydu; Sevda öyle iyi bir asker ki onu görünce aklıma il kurt gelmişti. Ama asker hanımım Türk kadını olduğu için ona "Asena" demeyi tercih ettim. İlk gördüğüm andan beri bu düşüncenin içindeydim. Sonradan ise kod adının "Asena" olduğunu öğrendiğimde gurur duymuştum.
"Şimdi ben saçmalayıp senin sorduğun soruyu sana soruyorum. Ben bir hayvan olsam senin gözünde hangi hayvan olurum asker hanım?" dedim kalınla yumuşak bir ses tonu arasında.
"Bozkurt!" dedi gururlu bir sesle. " Bence senin kod adın "Fatih" değil "Bozkurt" olmalı." dedi heyecanla. Keşke olsaydı ve asker hanım! Sen deyince ayrı bir havalı geldi.
"Keşke!" dedim gülümseyerek. Karşısından kalıp yanındaki sandalyeye oturdum. Kollarımı ona dolayıp kendime doğru çektim. Başını omzuma koydu. Elimi sağ omzuna koydum. Diğer elimle ise saçlarını okşamaya başladım. Hafif bir ağırlık çöküvermişti sanki.
"Oğuz sana bir şey diyeceğim ama ciddi bir şekilde cevapla lütfen!" dedi. Sesi yorgun çıkmıştı sanki.
"Ne diyeceksin güzelim ona bağlı." dedim saçlarını okşamaya devam ederken.
"Eğer bir gün bana bir şey olursa beni unutma olur mu?" dedi ağır bir ses tonuyla. O an içime bir huzursuzluk oluştu. Yüz ifadem kasıldı. Gözlerim fazlaca açıldı. Saçını okşayan elim durdu. Sağ omzundaki elim onu daha sıkı tutmaya başladı. Sol elim onu kendime doğru çekti. Ona bir şey olmayacaktı. Ben buna izin vermezdim. O benim için her şeydi. O yoksa bende yokum.
"Sevda bu soru çok saçma oldu." dedim hafif kızarak. İçimde korkuyla beraber huzursuzluk vardı.
"Oğuz cevap ver!" dedi kalın bir sesle.
"Sana asla bir şey olmayacak Sevda. Asla! Ben buna izin vermem. Sen yoksan bende yokum. Hem sen Kahraman Türk Kadın Askerisin, kim sana bir şey yapabilir! Sana bunu yapabilecek kişi daha doğmadı ve doğmayacak ta!" dediğimde onu iyice kendime çekmiştim. Sinirliydi sesim. Ona bir şey olma korkusu sinir yapmıştı bende.
"Oğuz..." cümle kurmasına izin vermeden dudaklarımı dudaklarının üzerine kapattım. Sert olmuştu bu. Biraz afalladı ama benim gibi sert bir karşılık verdi. Sert ve yoğun bir tutkuyla öpüyorduk birbirimizi. Kollarımı beline dolamıştım. Onun elleri ise benim yüzümde yanaklarımdaydı. Birbirimizi birbirimize işlemeye çalışıyorduk sanki. Bir süre sonra dudaklarımız sakinledi ancak ayrılmadı. Devam ettik sakince. Nefesimiz yetmediğinde ayrıldık ve alnımızı birbirlerine yasladık. İkimizde derin nefesler alıyor, derin nefesler veriyorduk. Sevda'nın dudakları hafif dışarıya doğru duruyordu.
"Senden bir daha böyle şeyler duymak istemiyorum Sevda!" derken dudaklarım onun dudaklarına değiyordu. Sesim biraz sakinlemişti.
"Söz! Bir daha duymayacaksın böyle şeyler!" dedikten sonra dudaklarını dudaklarımın üzerine kapattı. Bende hemen buna karşılık verdim. Sakindi bu sefer dudaklarımız. Bir süre sonra yavaşça ayrıldık birbirimizden. Tekrar başını omzuma koydu. Ben yine sağ kolumu onun sağ omzuna atmıştım. Sol elim bu sefer saçlarını okşadıktan sonra yüzünün her milimin de geziniyordu. Sadece sessiz kaldık bir süre. Konuşmadık. Sadece ellerimiz ve gözlerimiz konuştu. Sessizce kelimeler olmadan konuşmuştuk. Biz birbirimizi tamamlıyorduk bundan emindim. Yaralarımız birbirine benziyordu. Ama o daha dayanıklıydı sadece. O daha güçlüydü. O güçlü bir kadındı. O kadar şey yaşamıştı ama yıkılmamış kendi ayakları üzerinde durmuştu. Onun bu duruşu beni etkilemişti açıkçası. İçinde minik bir kız çocuğu vardı ama onu sadece en değer verdiklerine gösteriyordu. Onun içindeki küçük neşeli ve hayat dolu küçük kız çocuğunu görebiliyordum. Belki sadece bana izin veriyordu. Bu kız çocuğu genelde sevindiğinde ve korktuğunda ortaya çıkıyordu.Ben kararımı vermiştim. O kız çocuğunu üzmeden ve kalbini kırmadan onu yaşatacaktım. O kız çocuğu mutlu olacaktı. Bu kız çocuğu Sevda'ya yeni umutlar verecekti. Ona yoldaş olacaktı.
İnsan en güvendiğine kendini gösterir. Bizde birbirimize kendimizi gösteriyorduk sadece. Belkide sadece birbirimize güveniyorduk.
Biz Sevda ile kazayla tanışmış iki askerdik önceden. Şimdi birbirini çok seven korkmadan sırtımızı birbirimize yaslayabildiğimiz iki yoldaş, sırdaş ve sevgiliydik.
Biz birbirimizin her şeyiydik. O yoksa ben yoktum. Ben yoksam o yoktu.
Çünkü o benimdi, ben onun...
O benimdi, ben onun...
Biz birbirimizindik her şeyimizle...
(Yazarın Anlatımıyla)
Karaca duyduğu cümleler karşısında apışıp kalmıştı. Yüz ifadesini düzeltip aradan yaklaşık yarım saat geçtikten sonra Prenses'in yanına geldi. Kapıyı mahcubiyetle çaldı ancak Prenses'in karşısına duruşu dik geçmesi gerekirdi. Prenses'in yoğun bir rahatlıkla "Gel!" Diyen sesini duyunca içeri girdi.
"Evet Karaca, seni dinliyorum" dedi Zülal sakinlikle. Verdiği görevi başardığını düşünüyordu.
"Verdiğiniz görevi başaramadım Prenses'im" dedi mahcup olarak. Bunu derken ellerini önünde birleştirmiş, başını öne eğmişti.
"Olsun Karaca" dedi sakinlikle Zülal. Karaca şaşırarak başını kaldırdı. Normalde böyle bir şey demez hemen kızardı.
"Prenses'im kızmayacak mısınız?" Diye sordu şaşkınlıkla.
"Aklıma başka bir plan daha geldi Karaca. Türkler'i kökünden kazıyacağız!" Dedi yoğun bir hırsla Zülal.
"Onlar Türk Askeri Prenses'im. Her şekilde kurtuluyorlar." Dedi Karaca.
"Sakın bir daha bunu deme Karaca. Benim gücümü hafife alıyorsun!" Dedi Zülal. Karaca tam bir şey diyecekken Zülal hızla ayağa kalkıp:
"Çık dışarı!" Diye bağırdı. Karaca tırsarak odadan çıktı ve evden uzaklaştı. Prenses neden böyle yapmıştı? Kendisi onun gücünü hafife almıyordu ona göre. Prenses, Türkler'in gücünü hafife alıyordu ona göre. Kaç defa kurdukları tuzakları bozmuşlardı? Otuzdan sonra saymayı bırakmıştı Karaca. Yinede Prenses ile çalışmaya devam ediyordu. Emindi bir gün onlar kazanacak Türkler kaybedecekti. Onlar kazanana kadar uğraşmayı kafasına koymuştu bir kere. Kazanmalılardı. Yoksa Prenses hepsini öldürecekti. Acımayacağını biliyordu Prenses'in. Eski arkadaşları bunu çok acı bir şekilde öğrenmişlerdi.
Prenses tehlikeli olmaya başlamıştı. Prenses yapacağı şeyleri pek çok planla düşünmüştü. Bu sefer bu planları işe yarayacaktı emindi. Sevda'nın başına gelmedik olay bırakmayacak ona gelip yalvaracaktı ona göre. Pis pis güldü Zülal. Keyfi yerindeydi. Yapacağı şeylere yeni bir plan daha ekledi ve dinlenmeye çekildi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.33k Okunma |
4.47k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |