45. Bölüm

KÜÇÜKLÜK

Saliha Dilaranur Özdemir
dilarad070512

(Yazarın Anlatımıyla)

Sevda,daha beş yaşında çok tatlı bir kızdı. Beş yaşında her şeyini kendi halletmeye çalışıyordu üstelik. Bazen tatlı bir şekilde düşüyor,tatlı bir ses çıkardıktan sonra tekrar deniyordu. Yine düşerdi, yine tatlı bir ses çıkarıp devam ederdi. O işi başarana kadar durmazdı. Bazen başarmaya yaklaşır ama başaramazsa koşa koşa babasının yanına gelir bıdı bıdı konuşur derdini anlatmaya çalışırdı. Babası kızının bu tatlı hallerine dayanamayıp güler ve yardım ederdi.

Yine o günlerden biriydi. Mavi elbisesini giymiş evin bahçesinde bir o yana bir bu yana koşuyordu. Babası ve annesi onun bu tatlı koşuşunu izliyorlardı.

"Ne kadar tatlı!" diyordu annesi Ceren Hanım kızının tatlı koşuşuna gülerken.

"Hem de çok! Umarım hep böyle neşeli olur." diyordu babası Savaş Bey yüzündeki o huzurlu tebessümle.

"Büyüyünce bu kadar tatlı koşmaz ki. O zaman ne izleyeceğiz?" diye sordu Ceren Hanım. Savaş yüzünü eşine çevirince Ceren'de çevirmişti.

"Dedim sana bir tane daha yapalım diye." dedi yüzünde imalı bir tebessüm varken. Ceren utanarak gülerken gözleriyle Sevda'yı işaret etti.

"Beraber büyürler işte." dedi Savaş hevesli bir şekilde. Ceren hafif bir naz yaparak cevap verdi.

"İyi madem." dedi. Savaş eşini yanına çekip saçına derin bir buse bıraktığı anda Sevda'nın ağlama sesini duydular. İkisi birden hızla ayağa kalkıp Sevda'ya koştular. Zülal, Sevda'yı yere itmişti. Savaş hemen kızını kucağına aldı.

"Güzel kızım! İyi misin babacığım?" dedi merakla. Sevda minik eliyle yaşlarını silerken babasına iyice saklanmıştı. Ceren hemen Zülal'e baktı.

"Sen mi ittin kardeşini?" diye sordu kızgın bir şekilde. Zülal açık sözlüydü.

"Eveti ben ittim." dedi başını dik tutarak. Ceren, Zülal'e kızgın bir şekilde baktı. Savaş kızını, eşine uzatırken Zülal'e döndü.

"Cezalısın Zülal! Odana git. Biz sana izin verene kadar çıkmayacaksın!" derken Savaş, Zülal için gayet korkutucuydu.

"Ama baba..." dedi sadece.

"Doğru odana!" diyerek kızdı bir anda. Zülal eve doğru sakince gitti ve içeri girince koşarak odasına girdi. Ağlamaya başladı. Niye onu sevmiyorlardı? Niye sadece Sevda'yı seviyorlardı? Zülal de onların kızı değil miydi? O ne yapmıştı? Oysa daha küçücüktü, ne yapmış olabilirdi ki? Yıllar önce hatta birinci yaş doğum gününde ona babasının hediye ettiği peluş ayıcığa sarılarak ağlamaya başladı. Ağladı ağladı ve ağladı. İçinde ne varsa hepsini döktü.

O sırada Sevda babasının kucağına oturmuş olan biteni anlatıyordu. Savaş kızının dağılan saçlarını örmekle meşguldü. İkisi de bilmiyordu ayrıldıkları zaman Sevda saçını asla bir daha örmeyecekti,öremeyecekti.

Ceren ikisinin fotoğraflarını çekiyordu. Sevda bir şey anlattığı için eli havada bıdır bıdır konuşurken kameraya yakalanıyordu hep. Ceren bu hallerine gülüp duruyordu. Babası o sırada cebinden Sevda'nın en sevdiği çikolatayı çıkarıp vermişti. Sevda hevesle çikolatayı açıp yemeye başladı. Tabii ilk önce babasına sonra annesine çikolatadan vermişti.

İkisi de bilmiyordu, ayrıldıkları zaman Sevda bir daha o çikolatadan bir daha asla yemeyecekti, yiyemeyecekti.

Sevda yine bir şeyi merak ettiğinden bahçede çimenlerin üstüne oturdu. Yeşillikle bakıştı. O sırada Sevda'nın başına bir tane mavi kelebek kondu. Sevda heyecanla ellerini çırptı. Ceren bu anı da fotoğraflamıştı. Sevda mavi kelebeğe bıdır bıdır bir şeyler anlattı. Sevda koştu, kelebek arkasından uçtu. Sevda döndü, kelebekte onunla döndü. Sevda neşeli şarkılar söylerken de o kelebek yanındaydı.

Tam o sırada Oğuz'un başına da göz alıcı, asil bir kahverengi kelebek konmuştu. Oğuz o kelebeği kovalamaya başladı.. Kelebek kaçtı, Oğuz kovaladı. Amam sonunda kelebek yorulmuştu. Oğuz nereye giderse onunla gidiyordu kelebekte. Oğuz kelebekle gün boyunca oynadı. Sevda da aynı şekilde.

O ikisi fark etmedi ama her zaman aynı renklerde kelebekler onları takip etti. Karşılaştıkları ilk anda bile.

(GÜNÜMÜZ,Sevda'nın Anlatımıyla)

Gözlerimi yine sevdiğim adamın kollarında açtım.Yüzümü hafifçe kaldırıp onu izledim. Sakalları çıkmaya başlamıştı. Hiç sakallı halini görmemiştim, belki de ona yakışırdı sakal. Uykusu ağırdı. Tabii sadece benim yanımdayken. Elimi yanağına koyup yavaşça yüzünü okşadım. Tatlı bir mırıltı çıkardığında hafif bir şekilde güldüm. Bu kadar tatlı mıydı cidden? Gözüme zaten son bir kaç gündür fazla yakışıklı gözüküyordu. Bir de tatlı tatlı mırıltı çıkarmıştı.

"Bazen cidden seni ısırmak istiyorum Oğuz." dedim kısık bir sesle. O sırada dudağıma doğru uzanan bir adet yeni uyanmış Oğuz Aydın vardı.

"Cidden bunu duyunca mı uyandın?" dedim gülerek. O ise arsız bir gülüşle bana baktı.

"Şimdi istekleri geri çevirmek olmaz be asker hanım. Zamandan bol ne var?" derken bana iyice sokulmuştu. Cilveli bir şekilde onu kendime çektim. Dudağımı dudağına yasladım ama öpmedim.

"Doğru konuştun. İstekleri geri çevirmek olmaz." derken gözlerinin arzu ile dolduğunu gördüm.

"Yavrum ya şuan durursun, ya da ben durmam." diye uyarısını yaptı. Dinlemeden alt dudağını dişlerime çekiştirdim ve öptüm. Gözleri açılıp kapandığında kendini üste beni alta almıştı. Dudakları dudaklarımı büyük bir açlıkla öperken aynı karşılığı bende ona verdim. Elim çıplak omuzlarında geziniyordu. O bir eliyle destek alırken diğer elini bedenimde dolaştırıyordu. Şuan herhangi bir şey bizi bölse Oğuz kıyameti kopartacak gibiydi. Dudakları hale beni öperken onu kendime doğru çektim. Şınav çeker gibi duran pozisyonu bozulmuş onun yerine sanki benim üzerimde yatıyormuş gibi olmuştu. Ufak bir irkilme yaşadıktan sonra nefessiz kalıp dudaklarımı geri çektim. Oğuz alnını alnıma dayamıştı.

"Bu kadar iyi olman..." deyip dudağını dişledi. Ellerini tişörtümün uçlarına getirdiğinde onun telefonu çaldı. Üzerimden kalktı ve telefonunu aldı. Açıp konuştu. Sonra bana baktı. Derya ve Serkan bugün izinliydi. Alışverişe çıkmışlardı.

"Ne oldu hayatım?" diye sordum. Bana bakıp içli bir nefes verdi.

"Kaleye gidiyoruz, hazırlan." dediğinde yataktan doğrulmuş üstümü düzeltiyordum. Ona baktığımda tek bir şey söyledi.

"Bir daha kine kaçamazsın ona göre." dedi etkileyici bir sesle.

"Kaçamam ki." dedim gülerek. Banyoya ilerleyerek yüzümü yıkadım. Oğuz yere attığı tişörtünü alarak odadan çıkmıştı bile. Hemen üzerimi giydim. Saçlarımı düzelttikten sonra hafif çok da abartılı olmayan bir makyaj yaptım. Genelde yapmıyordum ama bugün yapasım gelmişti. O sırada bana ait olmayan bir kutu gördüm. Kutuya uzanıp ne olduğuna bakmak istedim. Uzanmaya çalıştığımda kutu yere düşmüş ve çok ses çıkarmıştı. O sırada Oğuz hızla kapımı açmıştı.

"Ne oldu?" diye sordu telaşla. Yere düşen kutuyu gösterdiğimde yere eğilmişti. O an yüzünde buruk bir tebessüm belirdi.

"Akşam sana gösterecektim bunları aslında. Sen akşam çok yorgun olunca daha fazla yormak istemedim. Burada unutmuşum meğersem." dedi o tebessümüyle.

"Onlar ne?" diye sorduğumda yatağa oturmuştu. Bende yanına oturdum. Siyah kutuyu yavaşça açtı. İçinden bir bezi çıkardı. Sonra içindeki fotoğrafları gördüm. İlk fotoğrafı bana doğru uzattı. Fotoğrafı alıp incelemeye başladım. Mezun olduğunda çekindiği bir fotoğraftı. Formasıyla gayet genç ve karizmatik duruyordu. Bir kolunun altında Melis varken yanında Serkan vardı. Samimi bir gülüşle bakıyorlardı. Gülümsedim.

"Çok gençsin. Acayip yakışıklıymışsın!" dedim ona bakarak. O da derin bir gülümsemeyle bakıyordu.

"Şimdi değil miyim?" diye sordu. İyice ona baktım.

"Şimdi hem yakışıklı hemde çekici bir beysin." dedim gülümseyerek. Çekici derken dudakları kıvrılmıştı. Diğer bir fotoğrafı uzattığında muhteşem beşliyi gördüm. Güldüm. Hepsi çok gençtiler. Hepsi konuşurken fotoğrafa yakalanmışlardı. Fotoğrafta dikkatimi çeken şey şuydu. Oğuz ve Serkan hep yan yanaydı. Ben ve Derya gibi. Diğer bir fotoğrafı verdiğinde beş yaşında kafasında kahverengi bir kelebek olan Oğuz gördüm. Bir fotoğraf daha uzattı. Bu fotoğraf daha uzattığında bu sefer o kelebeği kovalıyordu. Güldüm, hemde seslice.

"Kelebek senden korkmuş." diye bir çıkarım yaptım. Gözlerime baktı. Derin bir nefes verip geri aldı.

"Korkmamıştı. Başıma konunca onunla oynamak istemiştim. Kelebek kaçıyorken onu kovalamıştım. En son o kelebek dönüp dolaşıp tekrar benim kafama konmuştu." dedi gülümseyerek. Sonra aklıma bir şey geldi. Bir anda ayağa kalktım. Çekmeceyi açıp mavi bir kutu çıkardım. Hemen çocukluk fotoğrafımı çıkarıp Oğuz'a gösterdim. Eline alıp incelemeye başladı.

"Sevda..." dedi detayı fark edince. Gülümsedim. Ben çocukken kafama konan mavi kelebekli fotoğrafımdı. Onun mavi gözleri vardı kelebekte. Ta o zamandan bulmuştu beni, bende onu.

"Bu tesadüf değil... değil değil mi?" diye sordu gözlerimin içince çocuksu bir şekilde bakarak. Gözlerine doğru gülümseyip başımla onayladım. Bu tesadüf değildi. Biz en başından beri birbirimizindik. O benim ben onun. Çok fazla oyalanmamamız gerektiği aklıma geldi.

"Oğuz geç kalacağız." diye uyardım. Başıyla onaylayıp ayağa kalktığında kendisinin hazır olduğunu gösterdi. Bende hazırdım. O sırada saçının dağılmış olduğunu fark edince elimi saçına doğru atıp düzelttim. Gözlerimizle onaylayıp çıktık. Arabaya bindik. Bazen konuşmaya hiç gerek kalmazdı, bazen gözler konuşurdu bizim yerimize. İnsanı gerçekten anlayan biri olduğunda hayatında kelimeler değil ruhlar konuşurdu. Onlar gözlerden anlarlardı birbirlerini,bazen sıcak bir tebessümle bazende sıcak bir tavırla. Hayatıma Oğuz girdiğinden beri bunu daha iyi fark etmiştim.

Kaleye geldiğimizde yine o resmi duruşumuzdaydık. Yine ve yine görevimizi iyi bir şekilde yapacağımıza inanıyorduk. İçeri girdiğimiz zaman ikimizde kendi yerlerimize oturduk. Ekip işlerini yaparken Arzu yavaş yavaş yerine oturmuştu.

"Bir durum mu var Arzu?" diye sordum. Başını hafifçe sallayıp bunu onayladı.

"Turan gelince anlatacak." diyerek diğer soracağım soruyu ben sormadan cevapladı. İkimizde onayladık. Kalede sessiz bir gerginlik vardı. Herkes işlerinin başında olduğu için klavye sesleri işitiliyordu. Beyza ve grinin baskın olduğu bu yerde insanlar vatanı için çalışıyordu. Aslında beyler haklıydı. Dağda terörist kovalamak daha eğlenceliydi. Ama bu görevde güzeldi. Kötülemek gibi olmasın şimdi. Sevda'ya çevirdim başımı. Bakışları düşünceliydi. Aklını kemiren bir çok düşünce vardı kafasında. Belli etmemeye çalışsa da fark ediyordum onu. Benden saklayamazdı. Ki saklayamadı da. Annesinin ve babasının yaşama ihtimali bazen onu ürkütse de ona bir umut veriyordu. Anne sevgisi ne demek çok iyi bilirdim. Ama baba sevgisi? 4 harf ve 2 hece olan bu kelimenin sevgisi nasıldı? Nasıldı bu sevginin tadı? Nasıl hissettirirdi? Bildiğim tek şey varsa o da benim babam gibi olmayacağımdı. Bir kızım olursa onu çok güzel yetiştirecektim. Annesi gibi yani Sevda'm gibi olacaktı. Eğer oğlum olursa ona küçük yaştan adam gibi olmayı öğretecektim. Ben kendime bu sözü verdim ve tutacağım.

O sırada Turan içeri giriş yaptı. Kendi oturduğu koltuğa yerleşip derin bir nefes aldı. Tavana bakıp geri bize baktı. Saate baktıktan sonra konuşmaya başladı.

"Sevda, konuşturman gereken bir kişi var. Dün timin yaptığı operasyonda sağ kalan tek kişi. Büyük ihtimalle orada bulunan kişilerin başı. Sorgusuna senin girmeni Hakan Başkan emretti. Şimdi yapsak iyi olacak." deyip ayağa kalktı. Peşinden hepimiz kalktık. Sevda'nın yüzünde zafer dolu bir gülüş vardı. Yürümeye başladığımızda Sevda ciddi ve korkunç duruşunu ayarlıyordu. Sonunda gelmiştik. Hakan Başkan da odaydı. Selam verdik. Sevda içeri girdi. Sesini birazdan duyacaktık. Adamın karşısına oturdu. Önündeki dosyaya baktı. Sonra adama.

"Karaca? Neden peki?" dedi bir anda.

"Nasıl?" diye tepki verdi adam.

"İsmin neden Karaca?" diye detay belirtti Sevda. Adam derin bir nefes aldı. Sonra verip konuşmaya başladı.

"Gizemli ve benim için bir anlamı var." dedi adam. Sevda tek kaşını sorgular şekilde kaldırdı ve konuşmaya başladı. Sesinde ikna edici bir tını vardı.

"Prenses'i tanıyor musun?" diye konuya girdi.

"Varsay ki tanıyorum Sevda Yalçın, ne yapacaksın?" diye sordu adam meydan okur gibi. Sevda sinirle derin bir nefes alıp verdi.

"Adımı bir daha ağzına alırsan senin o çeneni dağıtırım. Bana doğru düzgün bir cevap ver yoksa elimde kalırsın." diye sinirli konuşmasına başladı. İşte yavaş yavaş korkunç bir hale gelmeye başlamıştı.

"Tanıyorum. Asla ama asla size kim olduğunu söylemem. İsterseniz öldürün yine de demem. Ben salak biri değilim size konuşacak kadar." dedi adam. Sevda, adamın yüzüne şak diye bir tokat indirdi. Ellerin dert görmesin be asker hanım! diye yükseldim sevdiğim kadına. Adam tokadın etkisiyle sersemleşmişti.

"Bize bir daha salak demeye kalkışırsan bu sefer seni mezara sokarım. Hatta öldürür öylesine bir yere atarım." diye sesini yükseltmeye başladı.

"Prenses'e ulaşamazsınız!" diyordu adam eceline yürürcesine. Zaten eceline yürüyor ne benzetmesi yapıyorsun Oğuz!

"Sen paşa paşa konuşacaksın. Sen konuşunca onu bulacağız ve hepinizin kökünü kazıyacağız. Dökül!" Sevda'nın ne kadar korkunç olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. Koçum iyi ki doğru taraftayız! diye bir ses yükseldi içimden. Bu sese katılıyorum. Sevda'yı sinirlendirmemek gerektiğini de şimdi anlıyorum.

"Asla konuşma-" derken Sevda sert bir tokat daha savurdu. Adamın yüzünde yaralar çıkmaya başlamıştı. Adam elinde kalacak bu gidişle.

"Konuşmazsan konuştururuz Karaca." dedi ve yerine iyice yerleşti Sevda. "Beni zaten tanıyormuşsun ama eksik. Ben Binbaşı Sevda Yalçın! Şu ana kadar karşımda olan herkes ya öldü ya da bülbül gibi öttü. Diyorsun ya 'Ben konuşmam' böyle diyen herkesi çok farklı yöntemlerle konuşturdum. Ya güzellikle konuşacaksın ya da Sevda Yalçın gazabının tadına bakacaksın. Seç bakalım!" derken ne ara yanına aldığını bilmediğim bıçağını ve silahını koydu. Sonra içerideki adamlardan birine bir şey söyledi. Adam tamam diyerek odadan çıkarken Sevda beklemeye başladı. Üç dakika sonra adam elinde ip,zincir ve ucu ince sivri delici bir şey ile geri geldi. Sevda'nın önüne koydu. Sevda eline ucu ince,sivri delici olan şeyi eline alıp gülümsedi. Adamın yutkunuşunu gördüm. Sevda'nın yüzündeki kararlılık ve hırçınlık ise hepimizin ilk defa gördüğü bir şeydi. Arzu'nun sesini duyduk.

"Başkanım Sevda adamı öldürecek gibi." dedi telaşlı bir sesle. Hakan Başkan gülümsedi.

"Sadece yöntemini izleyin arkadaşlar." dedi sakin bir sesle. Hepimiz sadece Sevda'yı izlemeye koyulmuştuk. Sevda'nın yüzünde değişik bir gülüş varken adamın titrek sesini duyduk.

"Ta tamam konuşacağım." dedi. Sevda elindeki zafer dolu bir gülüşle bıraktı ve emrini yaptı. Yalan makinesi. Bu adama o kadar da çok güvenmiyordu demek ki. Adamlar makineyi hazırlarken Sevda yanımıza geldi.

"Başkanım ben mi devam edeyim başkası mı?" diye sordu Sevda.

"Sen devam et Sevda. Senin dediğin gibi, Sevda Yalçın gazabı." dedi Hakan Başkan gülümseyerek. Sevda hafifçe başını salladı. Sevda mekine hazır olunca içeri tekrar girdi.

"Prenses nerede?" diye bir başlangıç yaptı Sevda.

"Şu an nerede olduğunu bilmiyorum." derken adam doğruyu söylemişti.

"Prenses'in gerçek ismi ne?" diye sordu bu sefer Sevda. Adam köşeye sıkışmış gibi bekledi. Sevda bir kez daha sormaya hazırlanacağı sırada hemen söyledi.

"Zülal. Zülal Taş." dedi bir anda.

"Ne? Bir daha söyle ne?" dedi Sevda.

"Zülal Taş." dedi adam. Sevda öfkelendiğinde Hakan Başkan'ın emriyle onu odadan çıkarmaya girdim. Sevda'yı kendime döndürdüm.

"Hadi asker hanım, biz çıkalım." dedim onu ikna etmeye çalışarak. İkna etmezsem bir adım bile atmazdı. Başıyla onayladı ve çıktık. Onu dışarı çıkardım. Bir banka oturmasını işaret ettim. Oturduğumuz zaman yüzünü bana çevirmesini sağladım.

"Sakin ol yavrum." dedim sadece. Gözleri tam olarak gözlerime değince gözlerindeki o hırçın ateşi gördüm. Zaten hırçın bir tutam önüne gelip gelip duruyordu saçından. Kanıma giriyordu ve şu an bunun sırası değildi. Hemde hiç sırası değildi. Öpecektim o olacaktı.

"Kolaysa sen sakin ol Oğuz. Ablam olacak o kadının terörist olduğunu düşünsene Oğuz!" diye söylendi. Sinirliydi ama güzeldi.

"Seni anlıyorum diyemeyeceğim asker hanım. Anlamaya çalışıyorum. Yaşadığın şeyler hiç kolay şeyler değil. Ama sabret güzelim. Onu alacağız ve intikamını almış olacağız. Sadece biraz daha sabret güzelim." dedim sakin bir sesle. Benimde içim yanıyordu, Sevda kadar olmasa da benimde içim yanıyordu.

"Sabır sabır aha taştı bu sabır Oğuz" dedi Sevda. Hemen bir görev istiyordu. O sırada istediği şeyin geldiğini anladım. Turan içeri gelmemizi söylüyordu. Hemen içeri girdik.

(Sevda'nın Anlatımıyla)

İntikam alma isteği mi denirdi yaşadığıma yoksa sabır taşması mı? Zaten şüphelenmiştim. Gerçekten de oymuş. İçimde bir insana karşı ne kadar nefret duyulabilirse o kadar nefret vardı işte. Ha birde iğrenme. İğreniyordum. Ama kimden? Kendimden mi yoksa o ablam olacak şerefsiz teröristten mi? Yerimde oturuyordum ama düşünceler beynimi kemiriyordu.

"Sevda!" diye bir duyunca irkilerek sesin geldiği yöne baktım. Turan sesleniyordu. Başımı efendim anlamında salladım.

"Eğer delilik yapmayacaksan ab-" Son anda vazgeçti ve düzeltti. "Zülal Taş ile o Zülal Taş denen kişinin evinde bir görüşme yapabilir misin?" dedi Turan.

"Zülal denen kadını azıcık tanıyorsam evine özel bir gün olmadıkça kimseyi almaz o lanet evine. Ama yakında Taş Holding denen şirketin bir kutlaması var. O evde yapılacak o davete katılabilirim. Nasıl katılabilirsin dersen şöyle açıklayayım. Zülal, Kadir ile evli. Bende Zülal'in kardeşi olunca ki keşke olmasaydım davetli oluyorum." diye açıkladım. Turan fikri mantıklı bulduğunu onaylayan bir mırıltı çıkardı.

"Bu davet ne zaman?" diye sordu Arzu.

"Bu çarşamba." diyerek yanıtladım. Konuşuyordum ama içimdeki o yangın o kadar büyüyordu ki öfkemden birini kıracakmışım gibiydim.

"Oğuz'la beraber katılacaksın. Bizim ekipten bir kaç kişiyi ise sahte kimlikle ve garson olarak sokarız. Hem annen ile babanı bulacağız hemde o kadını takibimiz altına alacağız."

Hepimizin içinde intikam hırsı vardı. Biz bu görevi başarı ile tamamlayacaktık. Çünkü bir Türk'üz. Türk askeri...

 

Bölüm : 11.11.2025 10:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...