41. Bölüm
Saliha Dilaranur Özdemir / İKİ KORUMA / MELİS💞MURAT

MELİS💞MURAT

Saliha Dilaranur Özdemir
dilarad070512

(Melis'in Anlatımıyla, Üç Yıl Önce)

Yine hastanede koşuşturma işindeydim. Bir o hastaya bakıyor sonra başka bir hastaya bakıyordum. Yeter ama ya! Nasıl bu kadar çok hasta olabiliyorsunuz? Hastane en son sakinleştiğinde kendimi bir koltuğa atabilmiştim. Elimde bir kahve ile bir yere odaklanmış bomboş bakıyordum. O sırada yanıma Ayşe geldi. Ona baktım. Sırıttı. "Hayırdır?" anlamında başımı salladım.

"Senin ki geldi senin ki!" dedi gülerek.

"Saçmalama Ayşe. Arkadaşım işte. Daha doğrusu ağabeyim sayılır." dedim bıkkınlıkla. Ağabeyimin arkadaşı Murat Ağabey gelmişti.

"Aynen canım kesin öyledir. Adamın adını duyunca gözlerinin içi gülüyor." dedi Ayşe enerjisiyle. Oturduğum yerden kalkıp Ayşe'ye ters bir bakış attım. Hastanenin kantinine gelirdi her zaman. Oraya doğru ilerlediğimde orada olduğunu gördüm. İçimde istemsizce bir heyecan oluştu. Simsiyah giyinmişti. Üstelik siyah deri ceketi çok havalı duruyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Yüzünde samimi bir gülüş vardı. İstemsizce bende gülümsedim.

"Hoş geldin!" dedim heyecanımı belli etmemeye çalışarak.

"Hoş buldum!" dedi sıcak bir gülümsemeyle.

"Neden geldin?" diye sordum.

"Gelemez miyim?" diye sordu ciddi bir şekilde.

"Yani gelebilirsin de bir şey mi oldu merak ettim." dedim ciddi tavrını yumuşatmaya çalışarak.

"Seni merak ettim. Dedim ki ne yapıyor bu deli küçük kız?" dedi. Kendi kendine gülmeye başladı.

"Salak bir adamsın!" dedim gözlerimi devirerek.

"Sağ ol canım sende çok iyisin!" dedi hafif bir gülüşle. Canım derken?

"Bize mi dedi onu? " dedi bir tarafım.

"Kız ağabeyimiz sayılan bir adam neden bize canım desin? Ağız alışkanlığıdır. Sevgilisi vardır ona öyle konuşuyordur." dedi diğer tarafım. Ben bu tarafın dediğini seçiyorum. Çok da samimi olmayan bir gülüş gönderdim kendilerine. Bu ifademe biraz daha güldü.

"Ne gülüyorsun be?" dedim sinirle.

"Küçük hanım sinirlendi." dedi gülerek.

"Ben küçük değilim!" diye itiraz ettim. Güldü ve cık'ladı.

"Benden küçüksün, küçük hanım." dedi bastıra bastıra. Gözlerimi devirdim. Uzun süre sessiz kaldık. Bakışlarımı ona hiç değdirmedim ancak o hep bana bakıyordu.

"Melis!" dedi bir anda. Bir an şaşırdım. Bana hiç adımla seslenmezdi. Hep küçük hanım derdi.

"Efendim!" dedim şaşkınlığımı atmaya çalışarak.

"Seninle bir şey konuşmam lazım." dedi. Sesinde değişik bir ton vardı.

"Konuşalım." dedim. Merak ettim. Ne konuşacaktı ki benimle?

"Burada olmaz. Çıkışta müsait misin?" dedi. Demek önemli bir şeydi. Çıkışta işim yoktu.

"Müsaitim." dedim. Başını ağırca salladı. Bu onun dilinde onaylamak demekti.

"Çıkışta seni hastanenin önünden seni alacağım. Hiç üstüm başım düzgün değil deme. Gayet güzelsin çünkü." dedi ve ayağa kalktı. Bende kalktım. Güzelsin derken? İyi niyetten söylemişti bence. İlk önce yüzüme uzun uzun baktı ve masanın üzerine bir tane kırmızı gül bıraktı. Gözüm güle değip sonra ona yeniden baktı. O ise nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde gülüp hastaneden çıktı. Elim güle uzandı. Canlı, güzel bir güldü. Dikenleri ise yoktu. Gülün altında bir not fark ettim. Onu aldım ve okumaya başladım.

"Yoldan geçerken gördüm bu kırmızı gülü. Sen geldin aklıma. Senin gibi asil ve güzeldi. Dedim ki bu gülü ona neden vermiyorum? O cesaretle buraya geldim. Umarım bu gülün anlamını biliyorsundur küçük hanım. Şimdi soracaksın hani bu gülün dikenleri nerede diye. Eline batmasın diye koparttım dikenlerini küçük hanım. Senin için sana batacak her dikeni koparırım. Ailenden olsa bile. :)"

Ben mi aklına gelmiştim? Sana batacak her dikeni koparırım ne demekti? Ben asil ve güzel miydim? Ve ben bu gülün anlamını biliyordum.

Ben liseden mezun olduğum gün bana kırmızı güllerden buket yapıp vermişti. Ve ben ilk kez o gün bir erkekten çiçek almış oluyordum. Üstelik aşkın ve tutkunun anlamı olan kırmızı güllerden.

Kantinden çıkıp geri görevimin başına dönünce başımda dikilen bir Ayşe görmeyi beklemiyordum demeyeyim, bekliyordum tabii ki. Yine o imalı sırıtışlarından birini yapıp gözüyle elimdeki kırmızı dikensiz gülü gösterdi.

"Bana almış. Ben aklına gelmişim görünce." dedim iç çekerek.

"Niye dikenleri yok onun?" diye sordu. Bende içimden bu soruyu sormuştum. Cevap ise kağıtta yazılıydı.

"Elime dikenleri batıp da canımı acıtmaması için kendisi dikenleri tek tek koparmış." dedim huzurlu bir tebessümle.

"Bu adam sana kesin aşık!" dedi heyecanlanarak. Belkide basit bir hoşlantıydı.

"Abartma Ayşe. Sadece minik bir hoşlantıdır." dedim. Ama içim böyle olmasını istemiyordu. O gözlerini devirirken ben kırmızı gülle bakıştım bir süre. Sonra yine hastalar arasında koşturmaya başladım.

(İş çıkışı)

Dolabıma eşyalarımı koyup kilitlemiştim. Tam çıkarken yanıma Fatma geldi. Bu da dedikoducu tayfadan Ayşe'nin bir başka kulağıydı.

"Ne konuştunuz kız?" Dedi hevesle. Murat Ağabeyi kast ediyordu. Bu adama ağabey diyesim yoktu. Ama ağabeyimin diğer arkadaşlarına ağabey diyesim vardı. Kızım yapma böyle! Bak mesela Serkan arkadaşı da yakışıklıydı. Ama olmuyordu yine ağabey diyesim vardı. Ağabeyim benimle ciddi bir konuşma yapacaktı az kaldı.

"Beni buluşmaya çağırdı ve bunu verdi." Deyip elimdeki kırmızı gülü gösterdim. Heyecanla omzuma vurdu.

"Aşık bu adam sanaaa!" Dedi gülerek. Biraz Fatma ile konuştuktan sonra saate baktım. Yarım saat geçmişti. O sırada bana doğru yaklaşan onu gördüm. Göz göze geldik. Sonra gür sesini duydum. Tüm hemşire ve doktorlar bir anda ona baktı. Zaten her gelişinde ona bakıyorlardı.

"Sen gelmeyince ben sana geldim küçük hanım. Her zaman ki gibi." Dedi etkileyici bir sesle.

"Murat Ağabe-" diyordum ki izin vermedi.

"Ağabey kelimesini kaldır be güzelim." Dedi içimi ısıtan bir sesle. Neee? Güzelin miyim gerçekten?

O anda elimi tuttu ve benle beraber çıkışa yürüdü. Siyah Mercedes arabasının ön kapısını açıp beni oturttu. Eğilip emniyet kemerimi taktı. O sırada ben ona bakıyordum. O sırada o da bana baktı. Burunlarımız birbirine değerken birimiz konuşsa dudaklarımız birbirine değecekti. O sırada bu beklenen şey oldu. Dudaklarını dudaklarımın üstünde hissettim.

Dudakları benim dudaklarımı sarmalarken ellerini belime yerleştirdi. Bende sanki bu anı yıllarca bekliyormuşum gibi ona karşılık verip ellerimi yanaklarına yerleştirdim. Nefessiz kalana kadar öptük birbirimizi. Sonra ayrıldık. O gülerek diğer koltuğa geçerken ben nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. O ise hala gülüyor ve arabayı çalıştırıyordu.

"Oğuz benim ağzıma sıçacak!" Dedi gülerken. Doğru,ağabeyimi unutmuştum.

"Mu-murat!" Dedim nefesimi düzenlemeye çalışırken.

"Efendim canım." Dedi gülerek.

"Ya gülme! Nereye gidiyoruz?" dedim itiraz ederek.

"Güzel bir lokantaya küçük hanım." Dedi etkileyici bir sesle. Başımı sallayarak onayladım. Yaklaşık yarım saat sonra lüks bir yerdeydik. İlk defa böyle bir yere geliyordum. Buralarda genelde değişik yemekler olurdu. O sırada Murat'ın gülüşünü duydum. Tek eliyle çenemi kavrayıp kendisine çevirdi.

"Merak etme göründüğü gibi değil." Dedi eğlenen bir ifadeyle. Sonra dudaklarını dudak kenarlarımda hissettim. Öptü ve geri çekildi. O arabadan inerken ben hazırlandım. Kapımı açtı. Gülümseyerek teşekkür ettim. Koluma girdi ve beraber içeri girdik. Güzel bir masaya oturduktan sonra sipariş vermiştik. Haklıydı, göründüğü gibi bir yer değildi. İkimizin de hoşuna giden bir yemek sipariş etmişti. Ama biraz pahalıydı.

"Murat burası sanki biraz pahalı gibi." dedim çekinerek ve fısıltıyla.

"Sen ödemeyeceksin güzelim ben ödeyeceğim. Ayrıca sen keyfine bakar mısın tatlım?" dedi bana doğru eğilip saçlarımı okşayarak. Ona tebessüm ettim.

"Yemeğimizi yedikten sonra beraber film izleyelim mi? Baş başa, benim evde." dedi sıcak bir ses tonuyla. Olurdu ama bir adet Oğuz Aydın diye bir ağabeyim vardı ve benim eve geç geldiğimi görürse kötü olurdu.

"Ağabeyin görevde merak etme. Komutan ona ve timine yaklaşık bir haftalık görev verdi. Korkma ağabeyin başarır ve sağ salim gelir." dedi sıcak bir ses tonuyla. İçim rahatladı. Teklifi rahatça kabul edebilirdim.

"Sen benim teklifime ne diyorsun?" diye sordu merakla karışık bir heyecanla.

"Tamam, olur. Eve gidince ne izleyeceğimizi belirleriz." dedim gülerek. O da amacına ulaşmış gibi tebessüm etti. Yemeklerimiz gelince beraber manzaraya bakarak yedik. Sonra en sevdiğim tatlıyı da beraber yedik. Lokantadan çıktıktan sonra yine arabaya bindik. Yirmi dakika kadar geçtikten sonra evindeydik. Yani zengin bir şahıstı kendileri. İki katlı evde oturuyordu. Garaja arabayı koyduktan sonra ikimizde indik.

"Melis, umarım beni yanlış anlamıyorsundur." dedi ellerimi tutarak.

"Senin öyle biri olmadığını biliyorum Murat. Hadi hangi filmi izleyeceğiz onu seçelim." dedim gülerek. O da benimle beraber güldü. Kapıyı açtı ve içeri girdik. İçeri girince beni nir koltuğa oturttu ve elime kumandayı verdi.

"Sen filmi seçedur ben geliyorum." dedi sıcak bir sesle. Tebessüm ederek onayladım. Tüm filmlere baktım. Aksiyon,bilim kurgu,tarihi gibi hepsine baktım. Ama çoğunu ya ben izlemiştim ya da o. Aşk filmlerini izlememişti sadece. Bende aşk filmlerini izlememiştim. Ama bu aşk filmlerini izleyecek değildik. O sırada Murat geldi. Üzerini değiştirmişti. Benim giydiğim renklerin aynısını giymişti. Ben mavi bir gömlek giymiştim o ise mavi bir tişört. Ben siyah pantolon giymiştim o ise siyah eşofman altı. Gülümsedim. Elindeki tepside ise bir kaç atıştırmalık ve gazoz vardı. En sevdiğim. Ama gözüm pahalı çikolatalara takılıp geri ona baktı. Yanıma oturdu ve tepsiyi önümüzdeki masaya bıraktı.

"Evet güzelim ne izliyoruz?" diye sordu.

"Bir tek aşk filmlerini izlememişiz. Bu yüzden izleyecek bir şey yok." dedim dudaklarımızı büzerek.

"Aslında izlemek istediğim bir film vardı. Onu izleyelim mi?" diye sordu.

"Ne filmi?" dedim hevesle.

"Ayla. İzler misin?" dedi bana bakıp. İzlerdim! Çıktığından beri izlemek istediğim ama nasip olmayan bir filmdi.

"İzlerim. Olur." dedim gülerek. Film başladı. Atıştırmalıkları atıştırdık,içeceklerimizi içtik. Birbirimize sokulduk. Film bitti ama ben omuzlarında uyuyakalmıştım o da benim başımın üzerinde...

(Sabah, Murat'ın Anlatımıyla)

Gözlerimi zorla açtım. Tam esneyeceğim sırada omzumda uyuyakalmış bir minik ve güzelleri güzeli Melis vardı. Yüzünü incelemeye çalıştım. Dudakları öne doğru büzülmüş ve bıdır bıdır bir şeyler mırıldanıyordu. Mırıldandığı şeyi duymaya çalıştım.

"Cranium,clavicle,sternum,humerus,ulna,radius,pelvis,femur..."

Bunlar neydi lan! Latince sanırım. Dediklerinden bir tanesini aklımda tutup telefondan ne olduğuna baktım. Kemikmiş. Sen uyurken de mi çalışıyorsun he? Dikkatlice yüzünü okşadım. O sırada tatlı bir homurtu çıkardı.

"Güzelim." dedim sıcak bir sesle. Yanağını omzuma sürttü. İyice tatlı görünmeye başlamıştı gözümde. Güldüm bu haline. Kafasını düzgünce alıp koltuğa uzandırdım. Mutfağa doğru ilerleyip güzel bir sofra kurmaya çalıştım. Çay demledim. Çay severdi. Ama sıcak içemezdi. Çayının üzerinde her zaman bir yudumluk yeri boş bırakır su koyardı. Bir çay kaşığı şeker atardı. İnce belli bardakta içmeyi ise severdi.

Sofraya onun sevdiği beyaz peynirden ve köy peynirinden çıkardım. Siyah ve yeşil zeytin çıkardım. Siyah zeytin yemeyi daha çok severdi. Her kahvaltıda mutlaka üç siyah zeytin yerdi. İki yumurta çıkardım. Yumurtayı asla rafadan yemezdi ve yiyenlere kafa tutardı. Sevdiği gibi yumurtada yaptım. Domates, salatalık çıkarıp güzelce doğradım. Ekmek taze olduğu için yenisini almadan o ekmeği güzelce kestim. Hepsini masaya yerleştirdim. Bal,çikolata, helva gibi tatlı şeyleride sofraya koyunca tamamdı. Çay da demlenmişti. Ama güzelim hala uyanmamıştı.

Yanına gittim. O sırada yattığı yerden doğrulmuş bana bakıyordu. Eminim bir kaç saniye "Ben neredeyim lan!" diye sorgulamıştı.

"Aşkım!" dedi heyecanla. Bugün izin günüydü. Aynı şekilde benimde.

"Bebeğim!" deyip ona sarıldım. Kokusunu içime çektim. Kendisine has çekici bir kokusu vardı. "Kahvaltı hazır." dedim saçını öpüp ayrıldıktan sonra. Peşimden ilerledi.

"Elini yüzünü yıkayacaksan lavabo şurada girip işini halledebilirsin." dediğimde tebessüm edip oraya yönelmişti. O gelene kadar masayı kontrol ettim. Umarım bir eksik yoktur. Umarım yaptığımı beğenir. Allah'ım lütfen o beğensin. Bir yaptığımı artık biri gerçekten beğensin.

Yine bu karamsar düşüncelerime daldığım sırada bana arkamdan sarılan onu hissettim. Ona doğru döndüm. Tatlı gözleriyle bana bakıyordu. Ben bu gözlerine dayanamam ki.

"Beğendin mi?" diye sordum. Ama bu soruyu soran içimdeki çocuktu.

"Çok beğendim." dedi olgun bir sesle. Sanki bir anda büyümüş müydü? Bana sarılıp yüzünü bana yasladı. Kollarımı beline sarıp kendime iyice çektim. Saçlarını okşadım, öptüm,kokladım. Kendimi ilk kez bu kadar huzurlu ve mutlu hissetmiştim.

"Yemeğimizi yiyelim mi?" diye sordum saçlarını öperken. Başını kaldırıp bana baktı. Gözlerini kırpıştırdı ve en tatlı bakışını attı.

"Olur, yiyelim." dedi tatlı bir sesle. Beraber sofraya oturduk. O yemeğini yerken ben onun mavi gözlerine bakıyordum. Oğuz anlatırken duymuştum. Gözleri aynı annesinin gözleriymiş. O mavi gözleri aynı bir deniz gibi ve gökyüzü gibiydi. Beraber doyasıya vakit geçirdik. Dışarı çıktık yürüyüş yaptık. Tatlı yemeye gittik. Bir süre oturup denizi seyrettik. Kitapçıya gidip kitap aldık. Sokakta gördüğümüz kedileri sevdik ve besledik. Akşam yemeğini beraber dışarıda yedik. Yine yürüyüş yaptık. Yerde gördüğü her çiçekle konuştu. Onu seyrettim ve fotoğraf çektim. En son yine beraber bir kafede oturduk.

"Biliyor musun?" diye başladı yine.

"Neyi?" diye sordum yine aynı merakla.

"Karasinekler, fa notasından vızıldarlarmış." dedi hevesle. Bir an göz kırpıştırdım. Bu bilgi benim nerede karşıma çıkacaktı ki? Omuzları çökerek bana baktı. Bende ona baktım. Dudaklarını büzdü ve kollarını bağladı.

"Sen beni sevmiyorsun!" dedi bir anda. Lan! Ne alaka? Bir dakika ben anlamadım. Neden böyle dedi ki?

"Güzelim..." dedim. Ters bakışlarla bana baktı.

"Deme bana güzelim." dedi ters bir sesle. Bir süre bakıştık ama konuşmadık. Lavaboya gideceğim diyerek ayağa kalktım. En sevdiği çikolatalı tatlıyı alacaktım aslında. Tatlıyı alıp masaya doğru ilerledim. Onun sandalyesinin arkasından tatlıyı bıraktım ve yanağından öptüm. Kendi yerime geçip oturunca yüzünde oluşan çocuksu neşeyi fark ettim.

"Teşekkür ederim aşkımmm!" dedi hevesle. Bu haline tebessüm ettim. Tatlıdan bir kaç çatal aldıktan sonra bana da bir çatal uzattı.

"Yok güzelim. Ben, sen yiyesin diye aldım." dedim uzattığını kabul etmeyerek.

"Bunu yemezsen kalanı yemeyeceğim." dediğinde uzattığını yedim. Ben öyle çok çikolatalı tatlıları seven biri değildim. Şerbetli tatlılar daha leziz geliyordu.

Bana uzattığını yiyince kendi kendine mutlu oldu ve hevesle yemeye devam etti. O yerken ben düşüncelere daldım. Bu sevgili olayını Oğuz'a nasıl diyecektim? Bana ne diyecekti?

1. Senaryo:

Güzel tasarlanmış bir kafede oturuyoruz.Onunla üçümüzün olduğu bir zamanda tane tane ve güzel güzel anlatışım. Melis'in beni onayladığı bir konuşma. Oğuz ise kızmadan bunu kabul ediyor hatta mutlu oluyor. Bir - iki seneye ise evleniyoruz.

2. Senaryo:

Melis'in çalıştığı hastanedeyim. Melis'le konuşurken Oğuz geliyor ve bizi fark ediyor. Oğuz bir anda benim karşıma geçiyor ve bizim aramızda ne olduğunu soruyor. Anlatınca yüzümün ortasına okkalı bir yumruk yiyip bayılıyorum ve beni ayıltmaya çalışıyorlar.

3. Senaryo:

Toplu buluşmamızda benim ekibimin hepsi var. Bir piknik alanındayız. Ben Melis'le bir yere gitmişim Oğuz bizi takip etmiş. Ben, Melis'i orada öpüyorum ve Melis karşılk veriyor. Sonra Oğuz geliyor yine yumruk yiyorum. Ortalıkta bir kaos oluşuyor.

4. Senaryo:

Askeriyedeyiz. Ben timimle yine sohbet ederken o ve timi geliyor. Benim timden bir tanesi ağzından bu olayı kaçırıyor ve Oğuz bir elinde silah diğer elinde el bombasıyla beni askeriyede kovalıyor.

1.'si hariç hepsi olası bir senaryo bence. Ayrıca ben nasıl beş dakikada bunları hayal ettim? Umarım bunlardan biri gerçekleşirdi. Boşuna düşünmemiş olayım lütfen!

(1 Ay Sonra, Murat'ın Anlatımıyla)

Yeni görevden gelmiştim. Burnumda tüten bir koku vardı ve gitmeliydim. Aksi takdirde özlemekten ölecektim. Askeriyede ki işleri halledip hastaneye doğru yola çıktım. Bir insan bir insanı bu kadar özler miydi? Bence özlerdi. Yollar bitmiyordu sanki. Zaten benim timin ağzına düşmüştüm. Ama şükürler olsun ki daha Oğuz öğrenmemişti. Sonunda hastaneye vardığımda ona mesaj çektim.

"Küçük hanım eğer müsaitsen seni hastane kantinine çağırıyorum." yazdım. Ve sadece iki mavi tik ile bakıştım. Arabadan inerek hastane kantinine ilerledim. Ve hastane kantininde bana doğru koşan bir Melis ile karşılaştım.Sıkıca kollarını bana sardı. Bende ona sarıldım.

"Güzelim..." diyerek saçlarını kokladım, öptüm.

"İyi misin? Yaran var mı? Şehit verdiniz mi? Hepsini öldürdünüz mü? Daha yeni mi geldin görevden? İyi misin diye sormuş muydum?" dedi telaşla. Ayrıca bu kadar soruyu nasıl aynı anda sormuştu?

"İyiyim güzelim. Yaram yok. Şehit yok. Evet, hepsi öldü. Direkt senin yanına geldim. İyi misin diye sormuştun canım." dedim sakinlikle hepsini cevaplayarak. Derin bir nefes verdi.

"Ne içersin? Aç mısın? Gel oturalım." dedi tatlı bir şekilde.

"Yok aç değilim güzelim. Hem time sözüm var yemeğe gidecektik. Ama bir çay içeriz bence." dedim oturarak. O da benim karşıma oturdu. Oradaki çalışandan birine iki çay getir dedi.

Biraz sohbet ettik çay içerken. O bir şeyler anlattı dinledim. Sinir olduğu hastaları anlattı onları da dinledim. Kendi kendine bir şey anlatıp güldü, hem dinledim hem güldüm.

(Oğuz'un Anlatımıyla)

Görevden dönmüştüm. Şu an gidip kardeşimi görmeliydim. Askeriyedeki işleri hallettikten sonra üzerimi değiştirip hastaneye doğru yol aldım. Umarım başına bir şey gelmemiştir. Hastaneye vardığımda arabadan indim. Verilen selamları kabul ettikten sonra kantine doğru ilerledim. Orada oturup kardeşime mesaj çekecektim. Ama içeri girdiğimde bir masada Melis'i, karşısında oturan bir adet Murat gördüm. Melis, Murat'ın iki elini tutmuş neşeli neşeli bir şeyler anlatırken Murat onu dikkatle dinleyip gülümsüyordu.

LAN!

Bu normal bir ilişki değildi. Kesinlikle değildi!

"Oğuz koçum bence Murat'ı dövelim!" dedi sol yanım.

"Saçmalama koçum! Bak Melis'e ne kadar mutlu?" dedi sağ yanım.

"Ama kiminle mutlu baksana Oğuz! Dövelim!" dedi sol yanım.

Sol yanımın dediğine uymaya karar verdim. Sinirli adımlarla masaya ilerleyip bir sandalyesini çekip kendimi bıraktım.

"Ooo kolay gelsin gençler!" dediğimde ikisininde şaşkın bakışları bana döndü. Melis geri çekilirken Murat şaşırmakla meşguldü.

"Hayırdır?" dedim sinirimi dizginlemeye çalışarak. İkisi şaşkın şaşkın bakarken devam ettim.

"Açıklamak ister misin Melis ağabeyine ne olduğunu?" diyerek Melis'e baktım.

"Ağabey..." dedi korkuyla.

"Murat! Koçum benim sen açıklamak ister misin?" dedim sinirli bakışlarımı kendisine çevirerek. Önce bir yutkundu. Ağzını bir açtı. Bir şey söylemeden geri kapattı. Yine aynı şeyi yapınca benim sinir patladı tabii.

"Siz ikiniz tam olarak ne yapıyorsunuz acaba!" dedim yüksek sesle.

"Ağabey hastanedeyiz!" dedi Melis telaşla.

"Çıkın bahçeye!" dedim. Hala bana ikisi de bakıyordu. "Çıkın dedim!" dediğimde ikisi de ayaklanıp bahçeye yürüdüler. Tüm gözler üstümüzdeydi. Bahçeye çıkıp tenha bir yere doğru yürüdük. İkisi yan yana dururken ben karşılarına geçtim. Derin bir nefes verip aniden Murat'ın yüzüne bir yumruk indirdim. Melis o sırada ufak bir çığlık atmıştı tabii.

(5 dakika sonra)

Murat kendine gelebilmişti. Melis bana sinirli bir bakış atarken kamelyada rahat bir şekilde oturuyordum.

"Ağabey..." dedi tatlı siniriyle Melis.

"Sen açıklama yapmayacaksın Melis. O yanında oturan şahıs yapacak." dedim rahat bir şekilde.

"Oğuz bak senle adam akıllı konuşalım." dedi Murat.

"Siz ikiniz sevgili mi oldunuz?" dedim sinirlenmemeye çalışarak.

"Evet." dedi Melis.

"Ne zamandan beri?" diye sordum siniri geriye bırakıp kırgınlıkla. Bana söyleselerdi dövmeyecektim ki onları! Hayır, bir ağabeyi olarak bilmem lazımdı.

"Bir aydır." dedi Murat.

"Ve siz bir ay bana söylemediniz öyle mi?" diye sordum kırgınlıkla.

"Ağabey..."

"Oğuz..."

"Öyle olsun lan! Öyle olsun." deyip oturduğum yerden kalkıp hızlıca arabama binip eve gittim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadan kendime baktım.

Madem böyle bir halt yemişlerdi niye bana söylemiyorlardı? Bir yanım ne kadar kıskanıp sinirlense de zaten bir yanım onları hep yakıştırıyordu. Odama doğru ilerledim. Yine ve yine bir süre tavanla bakışacaktım. Böyle oluyordu her ne zaman düşünceli olsam. Melis ile bu konuları konuşmaya karar verdim. Eve gelmesini bekliyordum. Melis benim her şeyimdi. Onu herkesten korumalıydım. Murat aslında kötü bir adam değildi. İçimde bir taraf ona güvenirken bir taraf güvenmiyordu. Ne yapmalıydım? Melis'in üzülmesini istemiyordum. Melis bana annemden emanetti. Onu koruyup mutlu etmeliydim. O sırada evin kapısının açıldığını duydum. Odama doğru gelen minik ayak seslerini hissettim. Kapımı çaldı. Düşüncelerim iyice karışmışken cevap verdim ona:

"Gel!"

İçeri giren adımları hem ürkek hem cesurdu. Bu iki duyguyu nasıl aynı anda yaşıyordu anlamıyordum. Oturduğum yerden kalkıp ona baktım. Mavi gözleri bendeyken benden uzak duruyordu. Bende mavi gözlerimi onun maviliklerine dikerek baktım.

"Neden Melis? Ben sana istediklerini veremiyor muyum?" kırgın sesim demişti bunu.

"Ağabey... Senin sevgin başka o sevgi başka. Sen istediğim her şeyi yapıyorsun. Kırılma bana lütfen..." diye cevapladı çaresiz sesi.

"Neden sakladın Melis? Neden demedin 'Ağabey ben Murat'ı seviyorum' neden demedin Melis?" dedim. Kırgın sesim artık gözlerime de yansımıştı. Çaresizce baktı gözlerime.

"Ağabey kızarsın diye düşündüm. Ben sana alıştırarak söyleyecektim." dedi çaresiz sesi.

"Ama hata bende ya! Hata bende. Ben senin bilinçaltına nasıl işlediysem benim her şeye kızacağımı düşünüyorsun. Baksana bir bana! Sence bu halim mi senin için daha iyi yoksa ufak bir sinirlenip kabullenmem mi daha iyi? Sen seç Melis! Sen seç. Ağabeyinin hangi hali seni daha mutlu edecek sen seç! Ya ben sizi zaten yakıştırıyordum lan! Kaç kez gördüm Murat'ın izin alıp senin yanına gelişlerini. Bazen bilerek ben gönderdim lan sen mutlu ol diye! Benden saklamayacaktınız Melis, benden saklamayacaktınız!" dedim kırgınlık dolu sesimle. Önünden çekilip siyah sweat'imi alıp giydim. Dışarı çıktım. Uzun uzun yürüdüm. Kırgınlığım geçene kadar yürüdüm. Onu düşünerek yürüdüm. Eve geri döndüğümde saat oldukça geçti. Evin ışıkları yanmayınca odasını kontrol ettim. Uyuyordu. Saçlarını okşayıp derin bir öpücük bıraktım ve odama gittim. Bir kağıt kalem aldım ve yazmaya başladım.

(Melis'in Anlatımıyla)

Uzun süren uykumdan uyanarak esnedim. O sırada masamın üstündeki zarf dikkatimi çekti. Ayaklanıp zarfı alıp tekrardan masaya oturdum. Zarfı düzgünce açtım ve okumaya başladım.

"Melis ağabeyciğim,

Sen bu mektubu okurken ben görevde olmuş olacağım. Dolapta sevdiğin yemekler var. Sevdiğin tüm çikolatalarda dolapta. Sana küsmedim. Sadece biraz kırgınım. Murat'a söyle size onay veriyorum. Ama birbirinize fazla yaklaşmak yok. Dudağından öpmeyecek seni. Öperse onun çenesine öyle bir yumruk atarım ki o zaman konuşamaz. Kendine iyi bak. Görev ne kadar sürer bilemiyorum."

Ama Ağabey ben ağlayayım mı şuan? Ayrıca izin vermediğin şeyi biz yapmıştık. Hemde çok kez. Sadece öptük yani birbirimizi dudağımızdan. Başka bir şey yapmamıştık. Ayrıca görevden daha dün döndün yine mi görev var? Her zaman göreve gidiyorsun zaten. Mektubu çekmeceme koyup telefonla Murat'ı aradım. Hemen açmıştı.

"Söyle yavrum!" dedi etkileyici sesi.

"Müsait misin?" diye sordum.

"Evet."

"Ev boş gelsene!" Erkeksi bir gülme sesi geldi kulağıma.

"Ya yanlış anlama! Tek başıma sıkılıyorum. Gelecek misin gelmeyecek misin?"

"10 dakikaya oradayım."

"Bekliyorum."

"Bekle bakalım küçük hanım." Gülüp telefonu kapattım. Mavi bir elbise giyip kahvaltı hazırladım. 5 dakika sonra kapı çaldı.

"Hoş geldin aşkım!" dedim ona sarılıp. Kollarını belime doladı ve boynuma başını gömdü.

"Hoş buldum güzelim!" dedi kokumu içine çekerek. Elinden tutup onu içeriye çektim. Kahvaltı masasına yaklaştırdım.

"Beraber yaparız diye düşündüm." dedim neşeyle. Güldü ve kulağıma doğru eğildi.

"Senin elinden her şeyi yerim güzelim. Zehir olsa bile." dedi etkileyici bir sesle.

"O zaman bu kahvaltıya otur ve benim kahvaltımı puanla." dedim gülerek. Başıyla onaylayıp oturdu. Bir süre sessizce yemeği yedikten sonra konuştu.

"Oğuz ne dedi?"

"Kırgındı en başta. Sabah bir mektup bırakmış. Bize onay verdi ama bir şey yapmamız yasak." dedim.

"Neymiş o yasak?" dedi merakla.

"Beni dudağımdan öpemezmişsin." dedim kadınsı bir sesle. Bir anda yanımda belirdi. Elleri belimdeyken yüzüme eğildi.

"Sen bu sesle konuşursan o iş zor ama..." dedi içli bir nefesle.

"Etkileniyor musun?" dedim aynı sesle.

"Hem de çok!" dedi içimi hoş eden bir sesle. Dudaklarımı ona yaklaştırdım. Alt dudağını dişlerimle çekiştirip iki dudağımın arasına hapsettim. Yavaş yavaş öptüm gözlerine bakarken. O ise sadece beni izliyordu. Bu sefer üst dudağını yavaş yavaş öptüm. En son sabrını taşırmış olmalıyım ki dudaklarıyla dudaklarımı kavrayarak beni kendine çekti. Buna itiraz etmeden çekildiğim bedene daha çok sokuldum. O ise beni memnuniyetle kabul etti. Nefes nefese kalınca ayrıldık. Ancak gözlerimiz birbirinden kopmadı. Kopamadı...

Biz güzeldik böyle. Hoş duruyorduk belkide dışarıdan. Ben onu çok seviyorum o da beni. Ve hiç bir zaman bana olan sevgisi ne azaldı ne bitti. Hatta her geçen gün daha da arttı. Ağabeyimle ufak ufak atıştılar ama anlaştılar bu konuda da.

 

 

 

Bölüm : 01.09.2025 15:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...