
(Prenses'in Anlatımıyla)
Kafamda onlarca plan vardı. Ama ben birini yapmakta kesin bir karar almıştım. Bu şekilde Türklere ağır bir darbe vuracak ve Sevda'yı yavaş yavaş yok edecektim. Bu düşüncemle beraber oturduğum koltukta keyifle gülerek iyice yaslandım. Telefonumu elimde çevirdim. Neden Sevda'yı arayıp da sinir etmeyeyim? Keyifle bir daha gülüp Sevda'yı aradım.
"Ne var gerizekalı!" diye kükredi kendileri. Canım kardeşim benim nasıl da kükrüyor. Keyifle güldüm.
"Hiç! Kardeşimi aramak istedim." dedim keyifle gülerken.
"Bir daha beni ararsan..." diye öfkeyle soludu. Yüzümde ki keyifli tebessümle tehdit eder gibi cevap verdim.
"Ne olur seni bir daha ararsam? Beni de mi öldürürsün yoksa?" dedim. Aynı gülüşümle bitirmiştim. En çok bu gülüşe sinir oluyordu canım kardeşim.
"Sus manyak kadın! Ayrıca her şeyin başı sensin! Sen yaptın, sen!" diye kükrüyordu hala. Aynı şekilde bir daha güldüm.
"İnsanlara kendi yaptığın suçu aktarman ço-" derken yüzüme kapattı telefonu. Günlük sinir etme görevimi yaptıktan sonra odada ki adamıma şu emri verdim:
"Karaca'yı yanıma çağırın!" diye sert ve duygudan yoksun bir emirdi bu.
"Emredersiniz Prensesim." diye odadan çıktı. Yaklaşık dört dakika sonra kapı çalındı ve içeri Karaca girdi. En güvenilir ve neredeyse tüm işlerimi bilen adamım Karaca'ydı.
"Emredin Prensesim!" dedi hemen.
"Toplayabildiğin kadar adam topla." derken bir yere odaklanmış elimde telefonu sallıyordum. "Büyük bir saldırı düzenleyeceğiz. Bu sefer hem Türklere büyük bir darbe vuracağız hemde Sevda ve sevdikleri yok edeceğim. Sen adamları topla ben sana planı anlatacağım." dedim.
"Emredersiniz Prensesim." diyerek odadan çıktı. Odada kimse kalmayınca ayaklanıp pencerenin önüne geçtim.
"Bu sefer seni sürüm sürüm süründüreceğim Sevda. Bana yalvaracaksın öldür beni diye ama seni sürüm sürüm süründüreceğim." derken yine keyifli güldüm.
(Oğuz'un Anlatımıyla)
Erken uyanmak ne değişik bir şeydi? Bazen çok seviyordum bazen ise nefret ediyordum. Bu düşünceden sıyrılmak için Sevda'mı düşündüm. Onun güzel uzun saçlarını, ela gözleri ve güzel dudaklarını...
Saat sabahın 4'üydü ve ben aniden uykumdan uyanmıştım. Sevda'nın peşinde olan Prenses beni çok geriyor her gece aklım farklı senaryolara kayıyordu. Tam yine aklıma o senaryolardan biri geçerken kapı sesiyle irkildim. Ayaklanıp hemen kapıyı açtım. Elim her an belimdeki silaha uzanacak şekildeydi. Kapıyı açmamla silahı karşımdakinin alnına dayamam bir oldu.
"Aşk olsun Oğuz! İnsan sevdiği kadına silah çeker mi be?" diyen ve gülen bir Sevda vardı karşımda. Eliyle silahı hemen almış bana uzatmıştı.
"Asker hanım!" dedim şaşkınlıkla.
"Ya asker hanım tabii ki." dedi gülerek. Silahı elinden alıp geri belime yerleştirdim. İçeri geçmesi için yolu açtım. İçeri girince tek kolumla belini kavrayıp onu kendime çektim. Yeni uyanmıştı. Saçları dağınık, beyaz bir yazılı tişört ve siyah bir eşofman altı giymişti. Ve gayet doğal bir o kadar da güzel gözüküyordu kendileri. Hemen kollarını boynuma doladı kendisi de. Boş kalan elimle önce saçını, sonra yanağını ve son olarak başparmağımla güzel dudaklarını okşadım. O ise ela gözleriyle bana çok güzel bakıyordu. Dudaklarımı onun dudağının üstüne yerleştirdim ve yavaşça öpmeye başladım. O da aynı şekilde bana karşılık verince gözlerimi kapattım ve birbirimize daha çok sokulduk. Her zamanki gibi tutkuluydu öpüşümüz. Elleri ensemde gezinmeye başladı. Bunu yapınca içim bir hoş oluyordu. Hemen üst dudağına minik bir öpücük bırakıp alt dudağını emmeye başladım. O da bana aynısı yaparken ve ensemi okşamaya devam ederken iyice talan oldum. Bir insan bir insana bunu yapabilir miydi? Ensemi hala okşamaya devam ediyordu. Birde o aynı şekilde üst dudağımı öpüp alt dudağımı emerken hala talan oluyordum. Kızım sen de bir dur be! Zaten senin ateşinle şuracıkta harap oluyorum. Sonra nefes nefese kaldığımız için dudaklarımız ayrıldı. Gözlerimi yavaşça açınca onun ela gözleri görünce iyice talan oldum. Elleri hala ensemi okşarken ben onun gözlerine minik bir çocuk gibi bakıyordum. Minik ama sesli bir şekilde güldü. Bakışlarım iyice bir çocuk gibi olmuştu.
"Evin yaramaz küçük çocuğu gibi duruyorsun Oğuz." dedi gülerek. Bir yandan da dağınık saçımı iyice dağıtmıştı.
"Öyle miyim cidden?" dedim minik bir çocuk gibi.
"Bu halini çok sevdim Oğuz. Benim yanımda hep çocuk ol." derken içeri geçmiş ve bir koltuğa oturmuştu. Hemen yanına oturup koynuna doğru sokuldum.
"Yaramazlık yapalım o zaman. Çocuklar yaramazlık yaparlar nasıl olsa." dedim. Amacım başkaydı. Zaten bunu da ses tonumda belli etmiştim. Benim gözlerim zaten ondayken o da gözlerini bana çevirdi.
"Oğuz!" diye bir uyarı yedim.
"Neden ya?" dedim sitem eder gibi.
"Bunu yapamayacağımızı biliyorsun Oğuz." diye bir cevap aldım. Kaçtır bu uyarıyı yeyip duruyordum.
"Of!" dedim sitem ederek.
"Çözüm üret Oğuz, çözüm." dedi. O an aklıma geçen trip yediğim zaman geldi. O zaman da bunun gibi bir şey demişti. Evlilik teklifi bekliyordu. Biraz bekleyeceksin asker hanım! 29 Mayıs'ta doğdun madem bekle. Teklif o gün gelecek. 25 gün bekle bakayım sen.
"Tamam." dedim.
"Sizde durumlar nasıl?" diye sordu.
"Serkan'ın yarın izin günüymüş. Söz işini de alışverişini de yarın halledelim diyor. Çok heyecanlı. Bir an önce evlenmeliymiş." dedim.
"Olabilir aslında. Ben bunu Derya'ya söyleyeyim umarım izin ayarlayabilir. Ayrıca yanında benim gelmemi isteyecektir. Zaten Serkan'da seni ister." dedi. "Derya da bayağı heyecanlı. Evde heyecanlı heyecanlı dolaşıp beni sinirlendiriyor." dedi gülerek. Ben bu ikisinin dostluğunu çok seviyorum. O kadar tatlı gözüküyorlar ki dışarıdan. Derya sürekli Sevda'yı sinirlendiriyor. Sevda ise az da olsa kızıp sakinleşiyordu.
"Biraz daha gülsene. Bizim başımıza gelmesi kesinleşsin." dedim gülerek. O da güldü.
"Sen az tuzlu bir kahveyle kurtulamazsın yalnız." dedi gülerek. "Bol tuzlu bir kahveye hazır ol yüzbaşım." dedi tekrardan gülerek.
"Senden gelecek cefalara,nazlara,sözlere,sazlara eyvallah..." diye mırıldandım.
"Sen bayağı şarkı biliyorsun ha yüzbaşım." dedi tek kaşını kaldırarak.
"Şarkı dinlemekten zevk alıyorum canım benim. O yüzden her türden şarkı bilirim." dedim gururla.
"Bir şeyi de bilmezsen şaşarım zaten!" dedi. Başını yana çevirdi. Saçlarını savurdu. Gözlerini göremiyordum artık.
"Ama benim senden öğrendiklerim de var asker hanım." dedim. Başını hemen bana çevirdi.
"Neymiş?" dedi merakla. Meraklanınca sesi çok tatlı çıkıyordu.
"Sevmek. Sevmeyi sen bana öğrettin asker hanım." dedim.
"Ağzın fazla iyi laf yapıyor. En değişiği de ben hep bu oyununa geliyorum." dedi dudakları hafifçe öne doğru çıkartarak. Koynundan doğrulup onu koltuğa yatırdım.
"Ben de hep senin oyunlarına geliyorum asker hanım ne yapacağız?" dedim ona doğru eğilip etkili bir sesle. Şınav çeker bir pozisyonda duruyordum. Yutkundu o an kendileri hafifçe. Dudaklarımı onun dudaklarına değdirdim. Tam karşılık veriyordu ki kapı çaldı. Üzerinden şansıma söverek doğruldum. Hemen ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Ben tam arkasındaydım. Kapıyı açtı.
"Derya!" dedi hemen. İkimizinde üstü başı dağınıktı zaten. Yanlış anlaşılabilirdi.
"Siz ne yapıyordunuz? Böldüm mü yoksa?" dedi Derya hemen utançla.
"Bir şey yapmıyorduk Derya. Bir şeyi bölmedin yani. Ne oldu?" dedi Sevda hemen.
"Seni odanda göremeyince merak ettim. Belki Oğuz'un yanındasındır diye düşünmüştüm. Buradaymışsın." dedi Derya. Hala utanıyordu. Sevda'dan değilde benden utanıyordu.
"Derya benden utanmana gerek yok. Zaten bir şey yapmıyorduk. Kızacak değildik. Utanma." dedim rahatlatmak adına. Başını yerden kaldırıp minik bir tebessüm etti.
"Eee, o zaman gelin hep birlikte kahvaltı yapalım. Sonra görev için hazırlanırız." dedi Derya.
"Bana uyar ama sen hazırlayacaksın Derya!" dedi Sevda gülerek.
"Tamam ben hazırlarım." dedi Derya'da gülerek.
"Olur." diye kısaca onayladım.
(Yirmi dakika sonra, Sevda'nın Anlatımıyla)
"Bir işi de bensiz yap Derya. Bir işi de bensiz yap Derya." Diye söyleniyordum.
Zira olaylar şöyle gelişmişti:
Derya mutfağa kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdiğinde ufak bir kaza yapıp elini yakmıştı.
Şuan yemeği ben hazırlıyordum. Oğuz ise bana yardımcı oluyordu.
"Sevda,acıyo bu!" Dedi tatlı sesiyle. Ona dönüp baktım. Yanığa bastırıyordu.
"Bastırırsan acır tabii!" Dedim kızarak. O an öyle bir tatlı baktı ki dayanamayıp yanına oturdum. Acısını konuşarak unutturmaya çalıştım. Biz kahkahalar atarak sohbet ederken hamarat sevgilim ise kahvaltıyı masaya getirmişti. Bir de kendisinin yaptığı o meşhur menemeni yapmıştı.
"Evet, hanımlar! Yüzbaşı kahvaltısı böyle oluyor." dedi Oğuz gülerek. Gülünce ayrı bir yakışıklı oluyordu kendileri.
"Ben sizin sadece peynir ekmek yediğinizi sanıyordum. Özellikle sizin şu beşli grubun. Üşenirsiniz siz." dedi Derya.
"Evet üşeniyoruz ama sen bir de Serkan'ı gör. Resmen şef olacakmış da asker olmuş gibi." dedi Oğuz gülerken. Derya minik bir tebessüm etmişti.
"Oğuz, zehirlenmeyiz değil mi?" diye sordum ciddi ciddi. Şaka yapacaktım. "Ciddi olamazsın" der gibi baktı bana. Sesli bir şekilde güldüm. Hep beraber yemeğe başladık.
"Bu arada Derya, Serkan yarın söz işini halledelim diyor." dedi Oğuz. Ya ben söyleyecektim onu Derya'ya!
"Olurr!" diye şakıdı minik tavşanım. Evet ona minik tavşanım diyordum. O tavşanları çok seviyordu.
"Siz ne zaman evleniyorsunuz?" Diye bir soru patlattı Derya.
Uzun bir sessizlik oldu. Ben Oğuz'dan bir ses gelmemişti. Gönül mü eğlendiriyon sen benle Yüzbaşı Aydın! Zira kendileri biraz daha evlilik teklifi etmezse yemin ederim ki gider ben ona yüzük alıp teklif edeceğim. Yaparım bunu ya! Kendilerini çok istiyorduk ama kendileri hey yavrum hey!
"En kısa zamanda..." dedi etkileyici bir sesle. O an o mavi gözlerinin benim gözlerimin üzerinde hissettim. Ona doğru sertçe baktım. Adama gözlerimle sövmüştüm.
"Sevda sana sövdü bu arada Oğuz." dedi Derya tatlı sesiyle. Aynı şekilde bakmaya devam ettim. Alışkanlıktı bu liseden beri. Derya'm ise iyi bilirdi.
"Nasıl yani?" dedi gözlerini benden ayırmadan. Aynı sert bakışımla bakmaya devam ederken o gözlerime iyice odaklandı. Gözlerindeki aşk ve sevgiyi görünce bakışlarım biraz yumuşadı.
"Az önce acayip bir sert bakışı vardı. Bu sert bakış iki anlama gelir. Birinci anlamı ya senden intikam alacaktır ve bunun planını sana bakarak kuruyordur, ikinci anlamı ise sövmek. Eğer onu sinirlendirirsen ağzını açmadan söver. Ama şuan sövmüyor." dedi Derya!m hemen tatlı ama bir o kadar da ciddi sesiyle.
"Bak işte bunu yeni öğrendim." dedi Derya'ya kısa bir süre bakıp geri bana döndüğünde.
"Oğuz biraz daha konuşursan senin o çeneni kırarım. Konuşmuyorsun bugün benimle!" dedim otoriter bir sesle. Sessizce ve ağırca bunu başıyla kabul etti. Son olarak hepimiz son çaylarımızı içiyorduk. Sonra göreve hazırlanacaktık. Zira bugün yoğun bir gündü. Hakan Başkan bir iş için Ankara'ya gidecekti. Gerekli güvenliklerden emin olmamız lazımdı. O yüzden Derya bize rahat şeyler giymemizi emretmişti. Her an göreve çıkabilirdik. Çaylarda içildikten sonra göreve hazırlanmaya başladık. Ben beyaz bir tişört giymiştim. Altımda ise şık ama rahat bir pantolon vardı. Birde bu kombine siyah, asil güneş gözlüğümü de ekledim. Saçlarımı yine salık bırakmıştım ama her ihtimale karşı bileğimde siyah bir saç bağlama tokası vardı. Aşağı inip Derya'yı yaklaşık yedi dakika bekledim. Her zamanki güzelliğiyle ve resmiyetiyle geliyordu minik tavşanım. Allah'ım bu büyümüştü de operasyon mu yönetiyordu! Yerim ben bunu ay!
"Önden buyurun Derya Hanım!" dedim tüm ciddiyetimle.
"Ya Sevda!" dedi gülerek. Berber gülerek evden çıktık. Biz çıktığımız da tamamen siyah giyimli ve siyah güneşli gözlüklü bir yüzbaşının arabaya yaslanmış kolları birleşikken görmeyi beklemiyorduk tabii! Adam çok yakışıklı olmuştu. Bizi fark edince havalı bir şekilde güneş gözlüğünü çıkarıp bize döndü. İlk önce her zaman yaptığı gibi Derya'nın kapısını açtı. Etkilenmiştim doğrusu kendilerinden. Kendi kapımı kendim açarken elimin üzerinde onun elini hissettim. Tam arkamdaydı. Nefesi boynuma vuruyordu.
"Sen bırak binbaşım senin kapını da ben açarım." dedi etkileyici sesi. Hafifçe yutkundum. O an onun hafif ama çok belli olmayan gülme sesi geldi kulağıma. Her trip attığımda yakışıklı olmak zorunda mıydı bu adam? Elimi parmaklarıyla yavaş yavaş okşadıktan sonra dudaklarını elimde hissettim. Minik bir öpücük bıraktıktan sonra zaten benim elim geri çekilmişti. Benim kapıyı da havalı bir şekilde açtığın da kendimi resmen koltuğa savurdum. O da kendi yerine geçtiğinde hızla görev yerimize gittik. Derya asil bir şekilde girişini yaptı.
"Eveti son durum nedir arkadaşlar?" diye sordu Derya. Otoriter bir sesi vardı şu anda.
"Güvenlik önlemlerinde şuan için herhangi bir sorun yok başkanım. Detaylı olarak inceliyoruz." dedi Turan.
"Güvenlikten sorumlu kişileri görev yerlerinde görme imkanımız var mı?" diye sordum. Her an her şey olabilirdi. Bir hain çıkabilirdi.
"Neden ki?" dedi Turan. Her şeyi anlıyon da bunu mu anlamıyon Turan!
"İçimizden hain çıkma ihtimali var çünkü." dedi Oğuz benim yerime. Beyni çalışıyordu.
"Arzu!" dedi Turan.
"Tamamdır." dedi Arzu hemen. Bilgisayarında bir kaç tuşa bastıktan sonra tüm görüntüler büyük ekrandaydı. Hemen hepsini incelemeye başladım. Toplam sekiz yerde adam vardı. Şu an için bir sorun gözükmüyordu.
"Sevda bir sorun var mı?" diye sordu Derya.
"Şu anlık bir şey yok. Ama bu olmayacağı anlamına gelmez." dedim. Bu işlerde her an her şey değişebiliyordu. Özellikle bu dönemde insanlar para denen bu kağıda bu kadar bağlıyken...
(Yazarın Anlatımıyla)
Zülal keyifle koltuğunda güldü. Arabasındaydı. Korumaların arasına sızmayı başarmıştı. Karaca kendi yöntemiyle yapmıştı bunu. Bir miktar para göstermek nasıl da işe yarıyordu!
"Prensesim, adamımız içeride. Kimseye daha belli olmadı. Konumu şuan yanınızda duran tablette yazıyor. Silah tutan adamları bizim adamımızın olduğu yöne doğru ayarladım. Bu plan tutacak. Dediğiniz gibi dikkat başka yöne gitsin diye sahte bir operasyonda düzenledim. Bir taşla iki kuş vuracaksınız." dedi Karaca. Bayağı keyifliydi Zülal. Bu sefer başaracaktı, inanıyordu.
"Güzel! Benden emir alınca sahte operasyon başlasın." dedi keyifle gülerken Zülal.
"Siz nasıl uygun görürseniz efendim." dedi Karaca.
O sırada İstanbul'un en kalabalık semti yani Taksim'de sahte terör saldırısı düzenleniyordu. Çocukların sesleri vardı, gençlerin neşe dolu kahkahaları vardı orada. Ama Prenses'in umurunda değildi hiçbiri. Bugün bir taşla iki kuş vuracaktı. İnsanların hiçbir şeyden haberleri yoktu. Bilmiyorlardı ki orada bu saldırı önlenebilse de bir kaç sivilin can vereceğini...
(Sevda'nın Anlatımıyla)
Ben hala emin olmak için görüntüleri izliyordum. Her an bir şey olacakmış gibi hissediyordum. O an bir şey fark ettim. Ama emin olmalıydım.
"Hakan Başkan şuan hangi konumda?" diye sordum telaşla.
"2. konumda." diye bir cevap aldım. Şüphelendiğim kişi 6. konumdaydı. Hemen Derya'nın odasına gittim. Hızla kapıyı çalıp cevap gelmeden içeri daldım. Derya hızla ayağa kalktı o anda.
"Sevda ne oldu?" dedi telaşla.
"Sahaya inmem lazım." dedim hemen.
"Neden? Ne oldu?" dedi merakla. Ben odadan çıkarken o da peşimden geldi. Ben telaşla ne yapacağımı düşünürken Turan, Oğuz ve Arzu'da bana bakıyordu.
"Seva ne oldu? Bu bir emirdir!" dedi Derya en sonunda.
"6. konumda şüpheli bir adam var. Tek gelmiş olamaz oraya. Derya izin ver sahaya inelim Oğuz'la. Arkasında çok adam vardır bunun. Kesin Prenses'in işi bu." dedim hemen. O an Oğuz'da benim gibi meraklandı.
"İzin sizindir." dedi Derya. O sırada başka bir kişi hemen şunu bildirdi.
"Derya başkanım, Taksim'de bombalı saldırı var sanırım. Bir ihbar gelmiş." dedi bir kadının sesi. O an Derya ile göz göze geldik.
"Derya, Serkan'ı ara. O yönetsin bunu." dedim hemen. Derya hemen aradı. İlk çalışta açmıştı. O iş tamamdı. Biz hemen Oğuz'la çıkıp 6. konuma ilerlemeye başladık. Oraya giden bildiğim başka bir yol vardı en kısa sürede orada olacaktık. Oğuz'la konuşmadık yol boyunca. Kulaklığımız aktifti.
"Durum ne Asena?" dedi Derya.
"İki dakikaya oradayız. Şüpheli bir bina var orada. Oğuz orayı kontrol edecek. Siz de durumlar nasıl?" dedim hemen.
"Tamamdır. Biz Taksim'e Serkan ile birlikte bir ekip çıkarttık. Her şeye karşı hazırız." dedi Derya sert sesiyle. 6. konuma varmıştık. Oğuz orada bulunan binanın içine doğru ilerledi. Ben de şüphelendiğim adamı izlemeye başladım. Telefonuyla çok uğraşıyordu. Böyle bir görevde telefonla uğraşmak kesinlikle az yapılırdı. Sürekli birine mesaj yazıyordu. Yaanında bizden iki adam daha vardı. Onlar temiz görünüyordu. O sırada kulaklığımı Oğuz'un sesi doldurdu.
"Bozkurt'tan Asena'ya!" dedi havalı bir sesle. Sesi bile yakışıklıydı lan!
"Asena dinlemede!" dedim resmi bir şekilde. Bu konuşmayı tabii diğerleri de duyuyordu.
"Bu bina hiç normal değil. İçeride çok şüpheli var." dedi Oğuz.
"Görüntü atabilecek misin Oğuz?" dedi Turan.
"Denerim." dedi Oğuz.
"Derya ben adamı alıyorum. Konuşturacağım." dedim.
"Çok dikkat çekme!" dedi Derya. Oturduğum yerden kalkıp sessizce adamın arkasına geçtim. Ağzını elimle kapatıp şah damarına bıçağı dayadım.
"Ses çıkarırsan seni doğrarım!" dedim kısık bir sesle. Adam hiç uğraştırmadan benle geldi. Gözü yemedi tabii. Hemen sakin bir yere çektim. Ağacın dibine doğru savurdum.
"Sesini çıkardığın an kafana sıkarım." dedim sertçe. Soruları sorabilirdim artık.
"Kime çalışıyorsun?" dedim sertçe.
"Prenses'e" dedi ürkek bir sesle. Hemen şakıdı mübarek. Ben uğraşacaktım biraz, böyle olmadı.
"Sen bizdendin lan! Neyle satın aldı seni? Kaç para verdi lan! Söyle, söylesene! Kaç paraya sattın lan bizi ha kaç paraya!" dedim öfkeyle. Elimi saçıma daldırarak geriye attım. Adamın yüzüne bir tokat indirdim.
"Prenses'in yüzünü görmedim. Sadece bir adamı vardı." dedi yanağını tutarken. Ürkek bir sesi vardı.
"Adamı tarif et! Adı neydi?" dedim sertçe. Hiç yorulmadan cevap alıyordum. Buna da ayrı bir sinirliydim. Ses çıkarmadı.
"Konuşsana lan! Az önce bülbül gibi şakıyordun mal!" dedim ve bir tane daha vurdum.
"Sevda, sakin ol!" dedi Turan yatıştırıcı bir sesle.
"Karışma Turan!" dedi Derya oradan.
"Ka- Karaca. İri biri sayılırdı. Yüzünü inceleyemedim." dedi ürkekçe. Karaca ismini daha önceki operasyonda duymuştum. Telefonla aramıştı. O anda telefonum çaldı. Bilmediğim bie numaraydı, açtım.
"Binbaşı Sevda Yalçın!" dedi kadın gülerek.
"Kimsin lan sen?" dedim sinirle.
"Prenses!" dedi gülerek.
"Lan seni gebertirim, gerizekalı kadın, şerefsiz, manyak, psikopat..." diye sayıyordum ki telefon kapandı.
"Bu neydi şimdi ...!" dedim sinirle.
"Başkanınızı kurtaramayacaksınız." dedi adam gülerek.
"Derya, Hakan Başkan hangi konumda?" diye sordum.
"5" dedi. "Birazdan altıya geçecek." dedi.
"Oğuz! Durum ne?" diye sordum.
"Çatışmadayım!" dedi nefes nefese olan sesiyle.
"Neler dönüyor orada?" diye sordu Derya.
"Burada..." bir silah sesi. "Hakan Başkan'a suikast için silahlanma var. Keskin nişancı var. Silah çok tehlikeli..." bir silah sesi daha. "Adamları yok etmeye çalışıyorum ama çok fazla kişi var." dedi nefes nefese sesiyle.
"Arkadaşlar bir sorunumuz var!" dedi Arzu.
"Ne oldu?" dedik Oğuz'la aynı anda.
"Taksim..." dedi korkmuş bir sesle. "Bomba patlatılmış... Serkan'ın dediğine göre sadece çok minik bir kısmı etkilemiş ama ikisi çocuk diğerleri genç olan ölüler var. Önleyemedik." dedi Arzu. Uzun bir sessizlik oluştu.
"Yaralı var mı?" diye sordum. Niye sordum ki böyle! Kesin vardı. Ama iki çocuk ölmüştü... Daha hayatlarını yaşayamadan iki çocuk ölmüştü. Karşımda duran adam zaten baygındı. Bir daha tokat attım ona.
"Ağır yaralı yok. Yaralı olanları hastanelere sevk ediyoruz." dedi Arzu. Derya hiç konuşmadı. O da iki çocuğa takılıp kalmıştı.
"Derya, iyi misin?" diye sordum. Minik bir iç çekişi doldurdu kulağımı önce. Sonra ise ağlamaklı tatlı ama sert sesi.
"İyiyim. Oğuz durum ne?" diye sordu Derya. "Tim yolda." dedi sonradan.
"Durum bizde şuan. Son iki..." dedi nefes nefes. İki el silah sesinden sonra tekrar konuştu. "Adama yaklaşıyorum." dedi Oğuz.
"Hakan Başkan tam altıncı konumda Oğuz. Lütfen hızlı ol..." dedi Derya. O an öyle bir sessizlik oldu ki. Uzay boşluğu bile daha seslidir. Sonra bir silah sesi duyuldu. Hakan Başkan'nın arabasına doğru baktım. Arabada bir şey yoktu.
"Oğuz!" dedik hepimiz aynı anda. Ses gelmedi. Tekrardan aynısını dedik. Bir kaç dakika daha ses gelmedi. Bir şey olmamıştır umarım. Allah'ım lütfen ona bir şey olmamış olsun ne olur? Tam o an omzumda sıcak bir el hissettim. Hemen arkamı döndüğümde Oğuz'u canlı kanlı karşımda görünce derin bir nefes verdim. Hemen ona sarıldım. O da beni sarıp sarmaladı. Uzun uzun sarıldık. Ayrılamadık. Ölümden dönmüştü sevdiğim bey.
"Oğuz..." dedim en sonunda. Diğerleri de bunu duyunca derin bir nefes verdiler kesinlikle.
"Sevda'm..." dedi bana iyice sarılırken.
"İyisin değil mi?" diye sordum ona bakmaya çalışırken. Başarmıştım, mavi gözlerine bakabiliyordum.
"Ben iyiyim. Sen nasılsın o daha önemli?" dedi bana bakarken.
"İyiyim." dedim gülerken. "Başardın sevgilim." dedim neşeyle.
"Biz başardık sevgilim biz..." dedi bama daha sıkı sarılırken.
"Artık sizi kaleye alabilir miyiz?" dedi Derya'nın sesi. Birbirimizden ayrılırken cevap verdik.
"Evet." Ekip gelip haini alınca bizde yola çıktık. Kulaklık aktif değildi. Arabayı Oğuz kullanıyordu.
"Artık konuşmama cezam bitmiştir diye düşünüyorum." dedi göz ucuyla bana bakarken. Ben ise koltuğumda emniyet kemerinin izin verdiği gibi yayılmıştım.
"Hayır!" dedim güneş gözlüğümü düzeltirken.
"Sevda!" dedi sert bir sesle.
"Efendim." dedim rahatça. O an da hiç beklemediğim bir şey yaptı. Arabayı insanların olmadığı bir yere çekti. Emniyet kemerimi çıkararak beni kucağına aldı. Ben ne olduğunu çözmeye çalışırken elleri sert bir şekilde belimden beni tutuyordu. Ben hemen kollarımı boynuna doladım.
"Bana bak! Gözlerini göreceğim bana bak!" dedi otoriter bir sesle. Ona doğru baktım. Mavilikleri bana hayran ama bir o kadar tutkulu bakıyordu ki anlatamam. Tek eli belimi okşarken ona olan bakışlarım iyice yumuşadı. Gözleri dudaklarıma kaydı. Dudaklarını yavaşça dudaklarıma değdirirken ben ona hala bakıyordum. Onun dudakları benim dudaklarımı yavaşça sarmalarken kucağında iyice kuruldum. Bende ona yavaşça karşılık verdim. Gözlerim kapanırken öpüşümüz sertleşti. Her zaman böyle oluyordu. Ensesini okşamaya başladım. Nefes nefese kalana kadar öptük birbirimizi. En son alnını alnıma yaslarken nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Ben de nefesimi düzenlemeye çalışıyordum.
"Sen nasıl bir şeysin, hala anlamış değilim asker hanım!" dedi etkileyici bir sesle.
"Ben de seni anlayamadım hala yüzbaşım." dedim etkileyici biçimde. Ona doğru sokuldum.
"Şu sesin devam ederse ve bana daha fazla yaklaşırsan bu araba bambaşka şeylere şahit olacak. O yüzden sen şimdi dur yoksa ben hiç durmam." dedi etkileyici bir sesle. Hafifçe yutkundum. Sonra kendi koltuğuma geri oturdum. Kesinlikle cezası bitmişti, kesinlikle. Konuşmadan kaleye doğru devam ettik. Radyoda ise bir şarkı çalıyordu. Değiştirmedik.
"Ben o şelale saçlara o ay o hilal kaşlara
Süzme bal o dudaklara Öp öp öp öp doyamadım
Sütten ak o gerdana bir çıkar ki meydana
Gel de uyma şeytana Bak bak bak bak duramadım"
Şarkıyı Oğuz'un mırıldandığını fark ettim. Ben bu adama cidden aşıktım ya! Birde biraz akıllı davransa... Kaleye vardığımızda arabadan indik. Tam o sırada Serkan'ı arabadan inerken gördük. Beyaz bir tişört, siyah bir kot pantolon gitmişti. Boynundaki zincire ise ne demezsiniz! Siyah güneş gözlüğünü çıkarıp bize doğru ilerledi. Güneş gözlüğünü tam bizim yanımıza geldiğinde çıkarttı.
"En azından başaranımız var." dedi üzgün bir sesle.
"Oğlum çok şey yapma! Olması gerekiyormuş olmuş işte." dedi Oğuz.
"İki tane daha beş yaşlarında kız çocuğu öldü lan! Kız çocuğu bir de. Allah bilir ne hayalleri vardı onların. Cesetlerini kendim taşıdım lan! Minik iki can daha hiçbir şeyin farkında bile değilken öldü lan! Nasıl kıydılar lan nasıl!" dedi Serkan öfkeyle. Kız çocuklarına zaafı olduğunu herkes biliyordu.
"Serkan, sakin ol! Emin ol ki şuan hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz. Keşke ölmeselerdi ama ölüme çare yok be oğlum!" dedim sakinleştirmek ister gibi.
"Eğer o adamı bulabilseydim..." dedi ve devamını getirmedi. Beraber içeri girdik. Derya, Turan ve Arzu yan yana dizilmişti.
"Hepiniz iyi misiniz?" diye sordu Derya.
"İyiyiz!" diye cevap verdik.
"Hakan Başkan ne oldu vardı mı uçağa?" diye sordu Serkan.
"Güvenli bir şekilde vardı." diye cevap verdi Arzu.
"Adamı iyice konuşturdunuz mu?" diye sordum.
"Biraz hırlapalamışsın. Anca kendine geldi." dedi Turan.
"İyi yapmışım!" dedim sinirle. "Keşke biraz daha yapsaydım!" diye ekledim yine sinirle.
"Adam o zaman ölürdü Sevda!" dedi Derya.
"Bana ne!" dedim. "Benim işime yaramaz." dedim.
"Ama bizim işimize yarar." dedi Derya. Tamam sensin bakışı attım.
(Serkan'ın Anlatımıyla)
Gözlerim tamamen Derya'mdaydı. Diğerleri başka yere geçerken Derya beni odasına götürmüştü. Tahta kapısını asil bir şekilde açarak içeri girdi. Bende içeri girince kapıyı kapattı. Gidip kendi koltuğuna oturdu. Ben onun karşısında ayakta duruyordum. Hazır ol konumunda. Bana tatlı bir şekilde baktı. İsminin yazılı olduğu yere baktıktan sonra hafifçe güldüm. Onun bakışları hala bendeydi.
"Otursana!" dedi tatlı sesiyle.
"Seni ilk defa odanda görüyorum. Tatlı başkan!" dedim gülerek. Koltuklardan birine oturdum. O ise güzel güzel bana bakıyordu. Ben bu bakışlarına dayanamazdım ki.
"Derya, sen bu kadar tatlı bakarsan ben dayanamam ama..." dedim sadece ona gösterdiğim sıcak bir sesle. Aynı şekilde bakmaya devam etti. Sonra neşe dolu bir şekilde güldü. Ona artık minik bir kedi yavrusu gibi bakıyordum.
"Serkan, bu bakışları sadece bana gösteriyorsun değil mi?" diye sordu aynı şekilde bakarak. Ama bu defa sesi ziyadesiyle etkileyiciydi. Birazda bana doğru eğilmişti.
"Sence?" dedim hayran bir sesle ve hayran kalmış bir şekilde ona bakarak. Saçlarını arkasına doğru iteleyip hafifçe güldü. Ben ise sadece ona bakmakla meşgüldüm.
"Yarın izin günün değil mi?" diye sordu.
"Evet canım, izin günüm." dedim sıcak bir sesle.
"Tamam ben zaten yarına izin ayarlamıştım. Alışveriş için yanımda Sevda olacak bu arada. Sen kimi yanına alacaksın?" diye sordu heyecanlı bir sesle.
"Oğuz'u düşünüyorum." diye cevap verdim sıcak bir ses tonumla.
"Olur!" dedi neşeyle. Ona onu ilk gördüğüm günün düğün olduğunu söylemiştim. Minik bir yalandı sadece. Daha önce onu kurtarmıştım. İşte ilk o gün onu görüp de aşık olmuştum. Onu istiyordum sadece. Bunu ise sadece Oğuz'a anlatmıştım.
"Derya, ben sana bir şey diyeceğim." dedim sıcak bir sesle.
"Dinliyorum." dedi neşeli bir sesle bana odaklanarak.
"Seni ilk gördüğüm yer düğün değildi aslında." dedim bir anda.
"Nasıl yani?" diyerek meraklandı.
"Bilmem hatırlar mısın? Bundan iki sene önce. İstanbul'un bir ormanınında seni kaçırmışlardı." diye başladım. O an yüzü o anı hatırladığını gösterdi. Kesin çok korkmuştu.
"Orada seni ben kurtardım. Kendi timimle orada bir görevdeydik. Sonra işte bize ulaştılar. Seni anlattılar. Seni bulduk. Seni hastaneye kadar ben götürmüştüm. İşte ilk o gün gördüm ya seni. İlk görüşümde de aşık oldum sana." dedim. Artık bana kızmak isterse kızabilirdi ona yalan söylediğim için.
"O sendin yani!" dedi bir şeyler hatırlayarak.
"Evet, bendim." dedim.
"İyi ki varsın o zaman!" dedi neşeyle. " Demek ki bir daha karşılaşmamız gerekiyormuş da karşılaşmışız." dedi heyecanla. Hemen oturduğu yerden kalkıp yanıma gelip bana sarıldı. Daha rahat sarılabilmesi için ayağa kalktım. Bende ona sıkıca sarıldım. Saçını kokladım. Saçını defalarca öptüm. Sımsıkı sarıldık birbirimize.
Birbirimize olan güvenimize sarıldık. Birbirimizin kalbine sarıldık. Birbirimize olan sevgimizi göstermek için daha sıkı sarıldık.
(Yazarın Anlatımıyla, İki Sene Önce)
Üsteğmen Serkan Atan korkusuzdu. İçinde olan vatan aşkıyla her şeyi yapabilirdi. Babası askerdi onun. Babası şehit olunca o da babasının izinden gitmeye karar verdi. Şimdi öyle güçlü bir asker olmuştu ki babası bunu görse kesinlikle onunla gurur duyardı.
Sessiz adımlarla timiyle görevdeydi. Kuşlar bile anlamamıştı onların buraya geldiklerini. Daha doğrusu görevlerini başarıyla tamamlamışlardı. O anda Serkan'ın kulaklığına bir ses ilişti. Tanımadığı bir sesti.
"Üsteğmen Serkan Atan!" dedi kulaklığında ki ses. Bir erkek sesiydi.
"Buyurun!" diye cevap verdikten sonra eliyle timini durdurdu.
"Ben Milli İstihbarat Teşkilatı'dan Turan Yıldız. Yardımınıza ihtiyacımız var." dedi az önce adının Turan olduğunu öğrendiği kişi.
"Sizin için ne yapabiliriz?" diye sordu Serkan.
"Başkanımız Derya AKBULUT, teröristler tarafından kaçırıldı. Bulunduğunuz konumda bir yerde olduğundan gayet eminiz. Komutanınızla görüştüm Serkan Bey. Bize yardım eder misiniz?" diye sordu Turan. İlk defa bu kadar korkmuş hissediyordu.
"Sormanız hata. Tabii ki yardım edeceğiz." dedi Serkan. Az önce yine masum insanları kurtarmışlardı. Bu sefer kurtaracakları kişi çok önemli biriydi.
"Size bulduğumuz bir kaç konumu atacağız. Lütfen bizimle etkileşimde kalın." dedi Turan'ın sesi. Konumlar geldiğinde asker Serkan'a göstermişti.
"Tim! Üçe bölünüyoruz. Hasan, Sevgi siz benle geliyorsunuz. Ahmet, Mehmet ve Yusuf siz 2. konuma gideceksiniz. Ayşe, Akif ve Cengiz sizde üçüncü konuma gideceksiniz. Bulan olursa hemen bana haber verecek. Anlaşıldı mı?" diye duyuldu Serkan'ın gür sesi.
"Emredersiniz komutanım!" dedi hepsi aynı anda. Üçe bölündüler. Hepsi kendi konumlarına sessiz ama bir o kadar da hızlı ilerlemekteydiler. Serkan çoktan kendi konumuna varmıştı. Kapıyı Hasan kırdı. İçerideki teröristleri tek kurşunu bile ıskalamadan öldürdüler. Yavaş ve sessiz bir biçimde içeri sızdılar. Önlerine gelen iki kapıyı daha kırdıktan sonra bir odaya gelince durular. Bu odanın kapısını yavaşça açtılar. Tahta sandalyeye bağlı bir kadını görünce o kişinin bu kişi olduğuna emin olmak istediler. Serkan öne doğru eğilmiş kafayı nazikçe biraz geriye iteledi. Hasan'ın açtığı resimle karşılaştırdılar. Kadını bulmuşlardı. Serkan o an kalbinde derin bir sızı hissetti. Bu sızı ona bu anı hiç unutturmayacaktı. "Kadına umarım çok kötü şeyler yapmamışlardır." Diye geçirdi içinden. Şayet bir gerçek vardı ki Serkan'a göre; kadın çok güzeldi. Nabzını kontrol ettiler. Nabız vardı. Serkan, Hasan'a diğerlerini toplamasını emretti, Sevgi'ye ise etrafı incelemesini emretti. Kadını yavaşça ve ürkekçe kucağına aldı.
"Bırak beni!" dedi kadının korkmuş sesi. Gözünü açamıyordu kadın.
"Ben onlardan değilim. Türk askeriyim ben." diye cevap verdi Serkan koruyucu bir sesle. Kadın gözlerini yavaşça aralayıp Serkan'a bakmaya çalıştı. Yüzünü tam netleştiremedi.
"Bizimkiler mi gönderdi seni?" diye sordu kadın Serkan'a doğru sokularak.
"Evet." dedi Serkan kısaca. "İyi olacaksın merak etme." diye ekledi sıcak bir sesle. Kadından cevap gelmeyince ona doğru baktı. Uyuyakalmıştı. Hasan yanına gelince sessiz olmasını eliyle söyledi.
"Komutanım, bir hastane adresi attılar. Oraya götürecekmişiz." dedi Hasan.
"Tamam. Diğerlerine haber verdin mi?" diye sordu Serkan kısık bir sesle. Kucağındaki kadının uyanmasını istemiyordu.
"Verdim komutanım. Arabaya doğru gittiler onlar." dedi Hasan kısık sesle.
"Sevgi nerede?" diye sordu Serkan bu sefer kısık sesle.
"Buradayım komutanım" diye kısık bir sesle giriş yaptı Sevgi.
"Bir şey bulabildin mi?" diye sordu Serkan.
"Sadece teröristlerin telefonları." dedi Sevgi elindeki telefonları göstererek.
"Tamam." dedi erkan sadece. Arabaya geldiklerinde bindiler. Tüm tim sessizdi. Serkan ise bir yandan kadına bakıyordu. Kadının gözleri aralandı.
"Adın ne senin?" diye sordu kadın meraklı bir sesle. Bir yandan da önündeki simayı netleştirmeye çalışıyordu.
"Serkan." dedi sıcak bir sesle.
"Sana ulaşan kişinin ismi neydi?" diye sordu bu sefer kadın. Simayı biraz olsun netleştirmişti.
"Turan YILDIZ." diyerek cevap verdi Serkan. Kadın başıyla onayladı.
"Nereye götürüyorsun beni?" diye sordu bu sefer kadın.
"Sizinkiler bir adres attı oraya." diye cevap verdi Serkan.
"Rütben ne senin?" diye sordu bu sefer kadın.
"Üsteğmen." dedi Serkan. Kadın başıyla onayladı. Bu sefer o soru sordu. "Ne yaptılar sana?" diye sordu merakla.
"Konuşturmaya çalıştılar ama ne yaptılar hatırlamıyorum." dedi kadın ürkek bir sesle. Kesinlikle konuşmamıştı. Yoksa yüzü bu halde olmazdı. Yüzünde yara izleri çok fazlaydı. Ama derin değillerdi. Kadının gözleri yavaşça yine kapanınca nabzını kontrol etmek için şah damarına dokundurdu iki parmağını nazikçe. Nabzı vardı. Elini hastaneye gidene kadar hiç ayırmadı oradan. Hastaneye geldiğinde kucağında sedyeye taşıyıp bıraktı. Yıldırım Timi hep beraber içeri girip kadının iyi olduğuna emin olana kadar beklemeye karar verdiler. Bekledikleri yere iki kişi geldi. Birisi orta yaşlı biriydi. Diğeri ise onunla yaşıt duruyordu. Genç olan elini ona doğru uzattı.
"Ben Milli İstihbarat..." diye başlıyordu Turan. Turan olduğunu anlamıştı.
"Anladım Turan YILDIZ'sın." dedi Serkan. Ona uzatılan eli sıktı. Sonra yandaki adam elini uzattı. Hemen onunda sıktı.
"Ben Hakan Başkan evlat. Yaptığın için sağ ol. Siz gidebilirsiniz." dedi Hakan Başkan.
"Olmaz başkanım. Durumunun iyi olduğuna emin olana kadar buradayım." dedi Serkan. Hakan Başkan başıyla onayladı. Serkan başıyla bir emir verdi Sevgi'ye. "Telefonları ver." diye. Sevgi telefonları Serkan'a uzattı.
"Bunlar orada bulduğumuz teröristlerin telefonları. Belki işinize yarar." dedi Serkan. Turan "Eyvallah" diyerek telefonları aldı. Biraz daha beklendikten sonra doktor geldi.
"Durumu nedir?" diye sordu Hakan Başkan.
"Durumu gayet iyi Derya Hanım'ın. Zamanında yetiştirildi.
"Aslan gibi askerlerimiz var çok şükür." dedi Hakan Başkan Serkan'ı överek. Serkan minik bir tebessümle teşekkür etti. Genelde sinirli biri değildi Serkan zaten.
"Yarın taburcu edilecek." dedi doktor. Sonra başka yere doğru ilerledi. Hakan Başkan hepsine tek tek teşekkür ettikten sonra askeriyeye doğru yola çıktılar. Askeriyede ki işini hallettikten sonra en yakın arkadaşı, sırdaşı Üsteğmen Oğuz AYDIN ile askeriyeden çıktılar. İkisi bugün zaten beraber gelmişti. Serkan arabanın sürücü koltuğuna geçti. Oğuz ise yan tarafa.
"Oğlum ne oldu lan dalgınsın?" diye sordu Oğuz. Serkan olayı baştan anlattı.
"Aşık olmuşsun sen." dedi Oğuz.
"Saçmalama lan!" dedi Serkan.
"Kadının göz rengini anlattın, yüzünde kaç yara var onu anlattın, sana sorduğu soruları anlattın, saç rengini anlattın, güzel mi diye sordum çok güzel dedin lan!" diye cevap verdi Oğuz. Evet, Serkan Atan hayatında ilk defa birine aşık olmuştu. İlk defa bu duyguyu hissediyordu. O kadın artık her şekilde onun olmalıydı. Çünkü o sevdi mi tam seven bir kere seven bir adamdı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.33k Okunma |
4.47k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |