
(Sevda'nın Anlatımıyla)
Şuan Mert'in getirdiği adamın sorgusundaydım. Adam konuşmamakla ısrar edince beni çağırmışlardı. Adama yalan makinesi bağlanmasını istemiştim. Profesyonel biriydi yalan konuşmada.
"Prenses'i tanıyor musun?" diye sordum.
"Hayır!" Kırmızı yanmıştı.
"Prenses'in adamı mısın?"
"Evet!" Yeşil yanmıştı.
"Prenses'i daha önce gördün mü?"
"Hiç görmedim!" dedi. Doğru söylüyordu.
"Emri kimden alıyorsun?"
"Prenses'ten." doğruydu bu da.
"Nasıl yüzünü hiç görmedin o zaman ...... çocuğu!"
"Bize kendini hiç göstermedi. Yüzünü her zaman ya maskeyle kapatırdı ya da arkasını dönerdi bize." dedi. Doğruydu.
"Yüzbaşı Mert Kara'yı neden takip ediyordun?"
"Prenses emretti." doğruydu.
"Neden?"
"Takip et dedi sadece." Bu da doğruydu.
"Neden silah doğrulttun o zaman ***!"
"Sanan zarar verirse sık dedi. Hatta öldür dedi. Onu öldür acıma dedi." Doğruydu! Gözlerim büyüdü.
"Ne dedi ne dedi!" diye şaşırırken Derya ile göz göze geldim. Onun yanında ise Mert vardı. Derya'nın onayıyla sorgudan çıktım. Bu sefer Mert ile göz göze geldim.
"Sevda ne oluyor?" dedi Mert.
"Hiç hoş şeyler olmuyor Mert, hiç hoş şeyler olmuyor!" dediğim sırada odaya Oğuz daldı.
"Sevda acil bakman lazım!" dedi nefes nefese.
"Ne oldu Oğuz?" diye sordu Derya benim yerime.
"Bir şey bulduk!" dedi nefes nefese. Hepimiz aceleyle odadan çıktık. Turan'ın bir fotoğrafa dikkatle ve şaşkınlıkla baktığını gördüm. Benim geldiğimi görünce şaşkın bakışları bana çevrilirken Arzu bana ifadesizce bakıyordu.
"Arkadaşlar ne oldu?" diye sordum.
"Sevda sen hiç bu şirkete bir şey için girdin mi?" diye sordu Turan.
"Hayır hiç girmedim." dedim endişemi saklamaya çalışarak.
"Ablan Zülal Taş'ı ziyaret etmelisin Sevda!" dedi Turan.
"Sebep?" diye sordum.
"Görev. Ablan Zülal Taş'ı öğren." dedi Arzu.
"Tamam!" diyerek görevi kabul ettim. Kabul etmeme gibi bir şansım yoktu zaten. Arzu görev detaylarının olduğu bir dosya uzattı. Telefonumu çıkardım ve pek kıymetli ablamı aradım.
"Söyle ablasının gülü!" dedi gıcık sesi.
"Abla, senle görüşmek istiyorum!" dedim kararlı bir sesle. Bocaladı bir an.
"Neden?" diye sordu meraklı bir sesle.
"Dedim ki senle şu geçmiş defterleri bir konuşalım." dedim sinirimi gizlemeye çalışarak.
"Olur. Nerede buluşacağız?" dedi ciddi bir sesle.
"Ben sana konum atacağım." dedim ciddi ciddi.
"Ben yalnız tek gelmem Sevda. Eşim de gelecek." dedi ciddi bir sesle.
"Olur." dedim ve telefonu kapattım. Turan'a döndüm.
"Neresi uygun?" dedim. Arzu'ya sadece bir bakış attı.
"Sana bir adres attım." dedi. Başımla onayladım.
"Oğuz sende Sevda'yla gideceksin!" dedi Derya emir vererek. Oğuz bana bakıp onayladı. Ben konumu Zülal Taş'a ilettikten sonra onlara döndüm.
"Sevda ve Oğuz hemen gidip hazırlanın. Mert sen dikkat et kendine. Çıkabilirsin." dedi Derya.
(Buluşulan Noktaya Giderken)
Üzerimdeki resmi şeylerden kurtulmuş kendimi yansıtan bir kombin yapmıştım. Oğuz ise hala takım elbiseliydi. Arabayı o kullanıyordu.
"Sevda sakinsin değil mi?" diye sordu sakin bir sesle. Sakin bakışlarımı ona çevirdim.
"Gayet sakinim." dedim sakinlikle cevap vererek. Sonunda varmıştık. İkimiz bir masaya geçerken onlar gelmemişti. Yan yana oturduk. Beş dakika geçmişti. Daha gelmemişti.
"Geleceğine emin misin?" diye sordu.
"Çağırıldığı yere mutlaka gelir." dedim kararlı bir sesle. Huyuydu bu onun. O sırada onun sesini duydum.
"Ablasını nasılda iyi tanıyor!" dedi sinir bozucu bir şekilde gülerken. Kendisi benim karşıma oturmuştu. Eşi ise Oğuz'un karşısına. Öylece bakıştık bir süre onunla.
"Çağırdın konuşmayacak mısın?" dedi ciddi bir tonda. Az geride beş tane koruma duruyordu ona ait.
"Çok mu korktun sana bir şey yaparım diye?" dedim gülerek. Gözlerimle korumaları gösterdim. Oraya bakıp bana döndü.
"Senin sağın solun belli olmuyor Sevda. Her an beni de öldürebilirsin annemiz ve babamız gibi." dedi sinir bozucu tavrıyla. Tam saçına yapışacaktım ki Oğuz'un sesini duydum.
"Hanımlar biraz sakin olalım bence." dedi ve bileğimden tutup beni sandalyeye yasladı.
"Çok doğru söylüyorsunuz. Bence de hanımlar biraz sakin lütfen." dedi Kadir Taş denen adam. Oğuz'a bakıp gülümsedi. "Tanışmadık. İsminiz nedir?" diye sordu adam Oğuz'a elini uzatıp. Oğuz ona uzatılan eli tuttu
"Oğuz Aydın. Siz?" diye sordu Oğuz. Bu kadar rahat nasıl oluyordu.
"Kadir Taş. Tanıştığıma memnun oldum Oğuz Bey." dedi Kadir Taş kibarlıkla.
"Bende Kadir Bey!" dedi Oğuz gülümseyerek. Hoşlanmamıştı.
"Mesleğiniz nedir Oğuz Bey?" dedi Kadir Taş.
"Askerim bende." dedi Oğuz elini geri çekerek.
"Aaaa ne güzel. Bende iş adamıyım işte." dedi Kadir Taş. Oğuz sadece gülümsedi. Bir süre daha gerginlik oldu. Ama sessiz bir gerginlik. Ona olan dikkatli bakışlarımı fark ettiğinde bana doğru eğildi.
"Ne oldu öyle bakıyorsun ablasının gülü?" dedi sinir bozucu sesi. Geri doğrulunca ben eğildim ona doğru.
"Sen tam olarak kimsin Zülal Taş?" dedim askeriyede kullandığım o iğneleyici tonla. Bunu teröristlere birde hoşlanmadığım şahıslara yapardım.
"Asıl sen tam olarak kimsin Binbaşı Sevda Yalçın?" dedi benle aynı ses tonunu kullanıp bana doğru eğilerek. Bir dakika benim binbaşı olduğumu nereden biliyordu? Buna ulaşamazdı. Şüphelerim biraz daha artmıştı.
"Anne ve babasını öldüren kişi vatandaşları korumak için asker olmuş. Bu ne biçim askerlik Sevda Yalçın. Bir de binbaşı olacaksın." dedi küçümseyerek.
"Of of nasıl sıkıldım senin o dilinden!" dedim ve bir anda ayaklandım. Şüphelerim beni boğuyordu. Madem beni ve işimi detaylı biliyordu o zaman Prenses oydu!
"Nereye?" diye sordu merakla.
"Gidiyorum işime!" diye karşılık verdiğimde bir an afalladı. Sonra gözünde minik bir öfke parladı ama sakin bir cevap verdi.
"Kolay gelsin işinde sana!" dedi. Oğuz'da bende çıkarken onun kısık sesini duydum.
"Adamı öldürün!" Bunu telefonda birine söylemişti. Hemen arabaya koşup sürücü yerine bindim. Oğuz ise hemen yanıma. O sırada korumalardan biri çıktı ve siyah bir araca bindi. Onu takip etmeye başladım.
"Sevda ne oluyor?" dedi Oğuz.
"Prenses burnumuzun dibindeki Zülal Taş'mış Oğuz. Mert'i öldürmeye gidiyorlar." dedim hırsla. Arabayı takip ettim. Yaklaşık bir saat geçti ama araç hiç bir şey yapmadı. Oğuz'la beraber kaleye geri döndük. Olan biten her şeyi anlattım. Ama Zülal Taş'ın Prenses olduğunun şüphesinden bahsetmedim. Oğuz'da bundan bahsetmedi.
( Ertesi Gün Akşam 5-7 arası, Serkan'ın Anlatımıyla)
Derya için her şeyi ayarlamıştık. Mekan tamamdı, biz tamamdık. Sevda ve Oğuz onu buraya getireceklerdi. Çok heyecanlıydım. Umarım çok mutlu olurdu. O mutlu olunca bende çok mutlu oluyordum.
"Lan oldu mu?" diye seslenen Ali'ye baktım. Murat'la beraber balonları asmaya çalışıyorlardı. Balon işi zordu. Süsleme bitmemişti.
"Olmuş oğlum olmuş." dedim balonlara bakıp. Olmamış gibiydi de. Derin bir nefes verip yere çöktüler. O sırada Asya geldi. Balonlara bakıp yüzünü ekşitti. En azından nefret dolu bakışlarını atmamıştı ortama.
"Kim taktı bunları lan?" dedi ekşimiş suratla. Ali zor bela elini kaldırdı. Asya ise şunu söyledi:
"B*k gibi olmuş hayatım." Bunu deyince Ali bir yıkıldı. Yüzünde ki ifade o kadar komikti ki görmeniz lazımdı. Asya ise ona gülüp kızların yanına gitti.
"Hayır Deniz Kızı neyini beğenme-" sözü yarımda kalmıştı çünkü o da karşıdan balonlara baktı. Sırtıma sertçe vurdu. Hafifçe öne sendeledim.
"Ben senin estetik, güzellik algını s****** kankam." dedi sinirle. Oğlum ben mi dedim bunları böyle asın diye! Demek yerine şunu dedim:
"Ne diye öyle dedin oğlum?" O sırada Melis geldi. Bir balonlara birde ben, Ali ve Murat üçlüsüne baktı.
"Ne bahtın öyle bacım?" dedim Melis'e, Adana kanalına geçerek. Bana gıcık bakışını attı. Bu bakışı sadece bana yapıyordu. Şakalaşma biçimiydi bizim bu. Onunla ilk tanıştığımda hafif ürkek biriydi. Bizim ekip onunla tanışmaya çalışıyordu. Ama ürkek tavrı buna engel oluyordu. Zor bela tanıştık ama en sonunda Oğuz'dan sonra bir şeye ihtiyacı olduğunda bana söylüyordu. Bir kız kardeşim olmuştu hem.
"Bunları böyle süsleyen her kimse clavicula'sı kırılsın." dedi ve gitti. Doktorluğunu konuşturmuştu. Sövdü mü ne yapmıştı bize?
"Ne dedi la bu?" dedi Ali. Murat ile bakıştım. Sevgilisi oydu bilirdi ne dediğini.
"Bilmiyorum." dedi. O sırada Mert geldi. Sende mi söveceksin süslemeye oğlum? Lütfen sen yapma be! Bugün ölümden döndün sen.
"Bunları böyle süsleyenin köprücük kemiği kırılsın dedi kız size." dedi. Aramızda tıp bilgisi en iyi olan Mert'ti zaten. En azından süslemeye o bir de laf etmemişti.
"Oğlum senin sevgilin doktor lan! Nasıl anlamadın lan dediğini!" dedi Ali Murat'a.
"Oğlum sence biz bir araya gelince tıp mı konuşuyoruz?" dedi Murat Ali'ye doğru.
"Ne yapıyonuz oğlum o zaman?" dedi Ali gülerek. "Hayır yani başka şeyler yapıyorsanız haberimiz olsun ya. Bak cidden Oğuz'a söylemeyiz." dedi imayla. Bu imaya ben ve Mert güldük.
"S******* gidin lan!" dedi Murat sinirle. Ali, ben ve Mert'e bir bakış attıktan sonra Asya'nın yanına doğru sıvıştı. Mert ise getirdiği pastayı bırakmaya gitti. Ben ise şarkı ve sesi ayarlamaya giderken ikisine şunu dedim:
"Şurayı düzgün süsleyin lan!"
İkisini şuan baş başa bırakmak ne kadar doğruydu bilemiyordum. Ama bırakmıştım. İkisi derken benim timden biri ile Murat'tı.Boş bir yere geçip oturdum. Telefondan Derya'nın sevdiği şarkılar listesi oluşturdum. O sırada Derya'nın arkadaşının sesini duydum. Ona baktım. Neydi la bunun adı? Cemil olabilir mi Cemil? Suat?
"Semih ben." dedi benim düşünceme karşılık.
"Ne oldu?" dedim. Sevmemiştim bu arkadaşını. Derya'da öyle çok sevmiyordu kendisini ama diğer arkadaşları için hala arkadaştı onunla.
"Seninle tam tanışamamıştık. Tanışmak için geldim." dedi. Ortamda hafif bir gerginlik vardı.
"Tanışalım." deyip oturduğum yerden kalktım. Benden kısaydı. Ona doğru eğildim.
"Serkan ben. Yüzbaşı Serkan Atan. Derya Akbulut'un nişanlısıyım. Yakında kocası olacağım. Sen Derya'nın tam olarak nasıl bir arkadaşı oluyorsun Semih Kalkan?" dedim sert bir sesle. Bunun hakkında öğrendiğim bir kaç ilgi vardı.
Derya üniversitedeyken bu adam benim Derya'ma aşıkmış. Onun için sürprizler yapmaya çalışıyormuş. Derya sadece bir arkadaşı için görüyormuş bunu. Bu sonra Derya ile baş başa kalmak için bir plan hazırlamış ancak Derya'nın kuzeni olan Salih buna engel olmuş. Çünkü bunun gerçek yüzünü Salih biliyormuş. Salih, Derya'yı oraya giderken görmüş ama onu kendi yanına almış ve gitmesine engel olmuş. Ben bunların hepsini Salih'ten öğrenmiştim. Kız isteme ve söze gelememişti çünkü o da askerdi. Ama ben ayarlamıştım. Bugün doğum günü partisine gelecekti.
Dediklerimin üzerine bana öylece baktı.
"Beni tanıyorsun!" dedi.
"İstediğim her bilgiye istediğim gibi ulaşabilirim. Ve sana kibarca şunu diyorum. Bu partide ve Derya'nın hayatında senin yerin yok. Şimdi buradan ve Derya'nın hayatından defolup git. Yoksa ben sana yapacaklarımı biliyorum." dedim meydan okur gibi.
"Şimdi gidiyorum" dedi sadece ve gitti. Hazırlıkları tamamlamaya gelmiştik. Bitmek üzereydi. Ali ile Murat kavga ettiler. Asya hepimize bağırdı ama eğlenerek süsledik.
(Yazarın Anlatımıyla)
Semih istenmediği yerden çıkmıştı. Arabasına binip torpido gözünden diğer telefonunu çıkarıp sadece tek bir isime tıkladı. İkinci çalışta açılan telefonun ucunda derin bir nefes veren erkek vardı.
"Kadir!" dedi Semih coşkuyla.
"Semih dostum!" dedi adam aynı coşkuyla.
"Tam olarak dediğin oldu. Serkan Atan tarafından geldiğim yerden kovuldum. Plan tıkır tıkır işliyor. Benden şuan kimse şüphelenmiyor." dedi Semih başarmış bir sesle.
"Aferin lan! Sana şimdi Prenses'i veriyorum." dedi Kadir. Bir saniye sonra kadın sesi doldurdu kulağını.
"İyi iş çıkardın Semih! Senden zor şeyler isteyeceğim ama başarabilirsin. Karaca ile iş birliği yapıp Mert Kara'yı öldürmeni istiyorum. Ama şimdi değil. O zaman gelince evine gelen kırmızı zarftan anlayacaksın." dedi Zülal'in sesi. Zülal endişeliydi. Sevda'nın ondan şüphelendiğini biliyordu. Bir süre çekilmesi lazımdı. Ama Prenses olarak değil Zülal taş olarak. Bir süre Prenses kendi adamlarıyla değil Kadir'in adamlarıyla iş yapacaktı. Bir de Semih'le.
"Emriniz olur Prenses'im. Siz nasıl isterseniz onu yapacağım. Şuan geri çekiliyorum." dedi Semih emre uyan bir sesle.
"Çekil bakalım ama ödülünü almak istiyorsan Kadir'in sana attığı konuma git." dedi Prenses. Ödülü paraydı. Para nasıl da herkesi etkisi altına alıyordu. Telefonlar kapandı. Semih geri çekildi, Zülal Taş geri çekildi. Ama meydana Prenses'in emrinde olan Kadir ve adamları çıktı. Ayrıca Prenses'in akıl hocasının adamları ortaya çıktı. Sevda ve Türkler için zor anlar iki ay sonra başlıyordu. Şuan sadece minik tehlikeler yapacaktı Prenses. İki ay sonra büyük bir planla Türkler'e ağır bir darbe vuracaktı. En azından o öyle planlıyordu....
(Derya'nın Anlatımıyla)
Sevda hazırlan bir yere gideceğiz demişti. Odamda bana güzel bir beyaz elbise çıkarıp vermişti. Elbiseyi giymiş makyajımı yapmıştım. Aşağıya indiğimde siyah elbisesiyle gece kadar güzel olan Sevda'yı gördüm.
"Çok güzel olmuşsun minik tavşanım!" dedi gülerek.
"Sende çok asil olmuşsun Sevda. Gece kadar güzel." dedim gülümseyerek. Bana yoğun bir sevgiyle baktıktan sonra dışarı doğru hareketlendi. Dışarı çıktığımızda Oğuz'u her zamanki giydiği takım elbise yerine daha siyah bir takım elbiseyle gördüm. Sevda'da Oğuz'da siyah giymişlerdi.
"Arabaya geçelim." dedi etkileyici bir şekilde. Sevda ve Serkan kusura bakmayın ama cidden etkileyiciydi. Her zamanki arabaya yöneldiğimde Sevda'nın sesini duydum.
"Ona değil Derya!" dedi. O sırada bahçenin kapısı açılınca siyah spor arabayla bakıştım. Hiç araba yakışıklı olur muydu lan? Ağzım şaşırırken resmen ayrıldı. Sevda kolumdan tutarak beni o arabaya ilerletti. Arabanın kapısını açarak beni oturttu. İkisi öne geçtiğinde ben şaşkın şaşkın hala arabayı inceliyordum.
"Bu araba kimin?" diye bir soru yönelttim. Oğuz arabayı tek eliyle sürerken usulca el kaldırdı.
"Yuh!" diye bir tepki kaçtı ağzımdan. "Pardon!" dedim utanarak. Oğuz sadece gülerken Sevda konuştu.
"Bende öğrendiğimde aynı tepkiyi verdim Derya. Sıkıntı yok!" Gülmüştü o da. Oğuz biz seni sadece asker bilirdik! Sen gizli zenginmişsin lan!
"Aramızda gizli zengin varmış." dedim şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak.
"Zenginlik değil biriktirdiğim bir miktar para diyelim." dedi Oğuz. Alçakgönüllü olma oğlum! Zenginsin işte. Hatta ben seni koruyayım ya! Cidden sen geç arkaya ben süreyim arabayı.
"Ya he he!" dedik Sevda'yla aynı anda. Kısa süre sonra lüks bir yerin önünde durduk. Aşağı indiğimde onlar benim iki yanımda ilerlerken içeri girdim. İçerisi kapkaranlıktı. Tam o anda bir sesle irkildim.
"Doğrum günün kutlu olsun Derya!" dedi bir topluluk. Sonra mekanın ışıkları yandı. Önümde güzelce süslenmiş bir yer ve masa vardı. Arkasında ve yanlarında en sevdiklerim, yakınlarım vardı. Duygulandım. Gözümden küçük bir yaş yuvarlanırken kendimi Serkan'ın güçlü kollarında buldum.
"Doğrum günün kutlu olsun Derya'm. İyi ki doğmuşsun, iyi ki benim olmuşsun, iyi ki seninle karşılaşmışım. Bu güzel yaşında yine benimle olduğun için teşekkür ederim." diyordu romantik sesiyle. Boynuma, saçıma,gözlerime, dudağıma minik öpücükler bıraktı. Kokumu içine çekti. Bir kez daha kendimi dünyanın en şanslı insanı hissettim. Gözlerimiz birleştiğinde bana tüm duygularını gösterdi. Sonra usulca beni tekrar yere bıraktı.
Herkese teker teker baktım. Bu kadardım ben. Üstelik Hakan Başkan bile buradaydı onca işine rağmen. Bana güven veren bir gülümsemeyle baktı.
"Hepinizi çok çok seviyorum. Beni bu kadar değerli hissettirdiğiniz çok çok teşekkür ederim. Hepiniz benim ailem oldunuz. Hepiniz iyi ki varsınız. İyi ki sizlerle tanışmışım. Benim ailem bu kadar sizsiniz. Başka kimse yok." dedim duygusal bir sesle. O sırada arkamda duyduğum bir sesle değişik hissettim.
"Kuzen kim ki zaten değil mi Derya?" dedi Salih Ağabey. Heyecanla arkamı döndüm.
"Salih Ağabey!" dedim ona sarılarak. O da bana sarıldı.
"İyi ki doğmuşsun kız!" dedi gülerek. Ayrıldığımda ona heyecanla baktım.
"Ağabey sen nereden çıktın?" dedim gülerek.
"Serkan çağırdı bende geldim." diyerek gülümsedi bana.
"İşin vardı ağabey?" dedim merakla.
"İşler senden önemli mi cimcime?" deyip yanağımdan bir makas aldı. Sonra arkadaşlarımla tanıştı.
"Hadi pastanı keselim Derya!" dedi Sevda bana abla hissiyatı vererek. Hemen pastanın oraya geçtim. Yanımda Serkan varken diğer yanım boştu.
"Başkanım siz de gelin. Bana bir baba oldunuz. Gelin pastayı beraber keselim." dedim heyecanla.
"Sen mutlu olacaksan yapalım kızım." diye cevapladı beni. Diğer yanıma geçerken. Salih Ağabeyime ve Sevda'ya baktım. İkisi de benim hayatımın önemli kişilerindendi.
"Sevda, Salih Ağabey. Sizinle de mumları üfleyelim." dedim. Biz genelde pastadan sadece bir dilim kestikten sonra mum üflerdik. Yine aynısını yapacaktık. Serkan ve Hakan Başkan'la bir dilim kestikten sonra Serkan mumları yerleştirdi ve yaktı. Sevda bir yanımda kuzenim yani Salih Ağabeyim ise diğer yanımda. Hep beraber mumları üflediğimiz de küçük bir alkış tufanı oldu. Sevda ve Oğuz pastayı kesip dilim haline getirirken ben kızlarla sarılıyordum.
Pastalarımızı yedikten sonra Zeynep'in sesini duydum.
"Şimdi hediye zamanı!" dedi neşeyle. Kızlar oturdukları yerden sırayla geldiklerinde kendimi çok heyecanlı hissettim.
"Derya'm, aşkım benim! Seni çok seviyorum. İyi ki varsın. Bu senin için." dedi Zeynep. Bir poşet uzattığında aldım ve köşeye koydum. Evde hepsini açacaktım. Sonra Arzu geldi. Asya,Melis,Sevda, Ali,Murat,Mert ve Oğuz hediyelerini verdi. Hakan Başkanım geldi sonra.
"Derya, güzel kızım. İşe geldiğin ilk günü sen pek hatırlamazsın. O gün o kadar canlı ve heyecanlı bir kişiydin. Çoğu kişi bu beceremez dedi. Ama ben dedim ki onlara 'Bu kız çok şeyler başaracak.' Bunu dedim ve sen yönettiğin çoğu operasyonu başarıyla tamamladın. Normalde bana geçen seni başka bir pozisyona almak istediklerini söylediler ama kabul etmedim. Dedim ki ' Bu kız şuan ki konumunda çok mutlu. Performansı çok iyi. Bu konumda kalacak.' Hayatında hep başarılı ve mutlu ol kızım. O kalbindeki iyiliği sakın kaybetme. O iyilik seni çok iyi yerlere getirecek. İyi ki doğmuşsun cesur yürek." dedi ve elindeki kutuyu verdi. Hakan Başkan'a gülümsedim. Sonra Salih Ağabeyim geldi.
"Bak küçük prensesim. Benim öyle afilli kelimelerim yok. Sadece iyi ki doğdun diyebilirim ama sana değer verdiğimi ve teyzemin bana olan emanetini vazifem gibi koruyarak sana bunu hisettirebilirim. İdare et be kız kuzenini." dedi Salih Ağabey gülerek. Salih Ağabeye gülümsedim. Sonra Serkan geldi.
"Güzelim, şu kalp bu bedende durdukça her gün aynı şeyi diyorum. İyi ki doğmuş bu güzellik iyi ki doğmuş da benim olmuş. İyi ki varsın kız." dedi gülerek ve etkileyici bir şekilde. Bu sefer o da hediyesini verdi. Bir süre baktık birbirimizin gözlerine.
"Nikah memuru geldi Serkan!" dedi Ali. Serkan, Ali'ye dönüp başını hareket ettirdi.
"Nikah mı?" diye şaşırdım Serkan'a bakmaya çalışarak. Sonra o bana baktı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Fırsat bu fırsat bebeğim. Görevlerim var biliyorsun." dedi dudaklarıma doğru. Nikah memuru içeri geçince yerlerimize geçtik. Nikah memuru güler yüzlü bir kadındı.
"Derya Hanım ve Serkan Bey şöyle geçin lütfen. Şahitler kim?" dedi sordu kadın. Serkan ile göz göze geldik. Hemen bizimkilere baktı.
"Oğuz ve Sevda olsun!" dedi bir anda. Herkes onaylayınca şahitlerimiz onlar oldu. O sırada bir anı canlandı gözümde.
"Sevda, Sevda, Sevda!" diyerek koşa koşa Sevda'nın yanına gidiyorum. Kitap okuyordu amam benim onu darlamam lazımdı.
"Efendim Derya!" diyor Sevda bana karşılık. Önüne geçip kitabını alıyorum ve ayraç sıkıştırıp masaya koyuyorum. Ayraç koymazsam beni döver çünkü.
"Canım sıkıldı!" diyorum ona.
"Git temizlik yap!" diyor bana. Sadece bomboş ona bakıyorum. O ise yüzünü tamamen kaplayan bir gülüşle bana bakıyor.
"Sana soru sorup seninle uğraşacağım!" diyorum heyecanla. Çünkü biliyorum Sevda ne kadar kızsa da bana izin verecek.Yine öyle oluyor.
"Sor hadi bu sefer ne saçmalıklar buldun!" diyor derin bir nefes alarak. Biliyorum sorularımı merak ettiğini. Heyecanla başlıyorum sormaya. Çünkü cevap verecek.
"Sen şimdi asker olacaksın ya, direkt hemen bir rütben olacak mı?" diye soruyorum merakla. O ise biraz boş bakıyor. Sonra notlarına bakıyor.
"Astsubay çavuş olarak bitireceğim. Sonra katıldığım bazı görevlerdeki başarıma göre yükselir büyük ihtimalle." diyor ciddi ciddi.
"Anladım. Peki en son hangi şarkıyı dinledin?" diye soruyorum. Konuyu değiştiriyorum ama yine cevap verecek biliyorum.
"Gibi gibi dinledim." diyor. Anadolu rock dinlemeyi seven bir kız olduğunu hatırlıyorum.
"Sevda ben ileride evlenirsem nikah şahidim olur musun?" diye soruyorum bu kez. Gülümsüyor.
"O zamana kadar yaşıyor olursam olurum." diyor. Ona değişik bir bakış atınca gülüyor.
Anı buradayken silikleşiyor. Oğuz, Serkan ile konuşurken Sevda benim karşıma geçiyor ve gülümsüyor.
"Sözümü tuttum Derya. Yaşıyorum ve nikah şahidin oldum bak. Ben sana verdiğim tüm sözleri tutarım." derken oldukça olgun bir sesi oluyor. Gülümsüyorum ona doğru.
"Bilirim Sevda. Verdiğin her sözü tutarsın." diyorum ona sarılarak. Hepimiz yerlerimize geçtikten sonra her şey başlamıştı. Ben resmi olarak Serkan Atan'ın eşi olacaktım. Heyecanlı bir histi. Doğru kişiyi bulup onunla yuva kurmak güzeldi. Hem çok güzeldi Çünkü biliyordun o adamın seni mutlu edeceğini. Kadın defteri ayarladıktan sonra kadın bana baktı.
"Siz Ömer kızı Derya, Timur oğlu Serkan'ı eşiniz olarak kabul ettiniz mi?" diye sordu resmi bir sesle. Heyecanla Serkan'a baktım. Onun gözleri zaten bendeydi. Gözlerine onay vererek cevapladım.
"Eveeeeet!" Yüzümde istemsizce büyük bir gülümseme oluşurken bizim ekip tüm gücüyle alkışlıyordu. Hakan Başkan'ın göz yaşını sildiğini fark ettim. Çıkışta konuşacaktım. Kadın sonra Serkan'a sordu.
"Siz Timur oğlu Serkan, Ömer kızı Derya'yı eşiniz olarak kabul ettiniz mi?" diye sordu kadın resmi sesiyle. Serkan karşısına baktı bir süre cevap vermedi. Sonra içeri giren komutanını ve timini görünce ona uzatılan mikrofona güçlü bir sesle bağırdı.
"Evettt!" Kadın sonra Sevda ve Oğuz'a döndü.
"Siz şahit oldunuz mu?" diye sordu kadın. İlk önce Sevda gülümsedi ve cevap verdi.
"Evet." Sonra Oğuz cevap verdi.
"Evet." Kadın imzaları atmamız için defteri verince hepimiz imzaları attık.
"O halde ben de bana verilen yetkiyle sizi karı koca ilan ediyorum." Diyerek defteri bana uzattı. Aldım. O sırada Serkan'ın timinden iki kadın askerin bana "Ayağına bas!" dediklerini fark ettim. Onlara bakıp başımla onayladım. Ayağımı bir anda sertçe ayağına bastım. Bana baktı. Ben gülerken bizim ekibin hatta komutanının ve timininde güldüğünü gördüm.
"Acıdı mı?" diye sordum fısıltıyla.
"Senden gelen hiçbir şey benim canımı acıtmaz güzelim." dedi içimi hoş eden bir fısıltıyla. Kadın bizden izin isteyip gittiğinde Serkan oturduğu yerden kalkıp komutanın yanına gittiğinde bende gittim. Tabii sadece biz değil herkes gelmişti.
"Komutanım!" dedi Serkan.
"Geç kaldık biliyorum ama idare et be!" dedi komutanı gülerek. Serkan'da güldü. O sırada timinden biri öne çıktı.
"Komutanım izniniz varsa yengemizle tanışalım!" dedi coşkuyla. Serkan bugün iyi günündeydi.
"Tanışın bakalım Yusuf!" dedi gülerek. Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim genç bana saygıyla yaklaştı. Ben başladım konuşmaya.
"Derya ben. Milli İstihbarat Teşkilat'ında çalışıyorum." dedim samimi bir sesle. O an timin hepsinin yüzünde bir şaşkınlık vardı. En son bir kadın konuşabildi.
"Siz iki yıl önce bizim kurtardığımız Derya Akbulut musunuz?" diye sordu sesinde hala şaşkınlık varken.
"Evet." dedim şaşkınlıklarını çözmeye çalışırken Yusuf konuştu.
"Vay bee! Komutanımız ta o zaman aşık olmuş." dedi gülerek. Sonra biri daha konuştu.
"Biz de ancak hala birini bulmaya çalışalım. Komutanım bize de bir tavsiye verin be!" dedi genç. Yusuf ile genç kendi aralarında konuşurken Serkan komutanına baktı.
"Komutanım bunları niye getirdiniz?" diye sordu.
"Askeriyenin en geveze timinin komutanı sensin ya kardeşim Allah sana sabır versin!" dedi Ali ve Murat gülerek.
"Komutanım yalnız bize ayıp oluyor!" dedi iki kadın aynı anda.
"Oğlum kızların hakkını yemeyin lan! Serkan'ın timini bir tek onlar ayakta tutuyor zaten!" dedi Oğuz gülerek.
"Ben senin düğününde senin timini göreceğim kardeşim. O zaman en geveze tim kiminmiş görürsün!" dedi Serkan tehdit eder gibi. Oğuz'un yüzü düşerken Sevda gülüyordu. Hepimiz bu ifadeye gülerken Sevda konuştu.
"Askeriyede konuşulur Oğuz'un halleri." Dedi Sevda gülerken. Ellerini iki yana açıp yazı gösterir gibi yaptı. "Oğuz Aydın kendi timini düğününe almadı. Bundan sonra Oğuz Aydın Hayırsız komutan Oğuz Aydın'dır." dedi ve neşeli bir kahkaha patlattı. Oğuz hariç herkes buna güldü.
"Sevda şunlara fikir vermesen mi?" diye sordu Oğuz pişman bir sesle. Sevda bir kahkaha daha patlatırken Oğuz öylece ona baktı.
"Ben sevdim Sevda'nın fikrini. Eğer çağırmazsan bunu raporuna Sevda'nın dediği şekilde işlerim Oğuz!" dedi komutanları gülerken. O sırada gözlerim Hakan Başkan'a değdi. Uzaktan bizi seyrediyordu. Onları orada bırakırken Hakan Başkan'a doğru ilerledim. Karşısındaki sandalyeye oturdum.
"Baba..." dedim duygusal bir sesle. Babamdan sonra benim için bir babaydı o. Genelde böyle zamanlarda baba derdim. Gülümsedi. Ağır bir sesle.
"Kızım..." dedi. İyice duygusallaştım.
"Neden uzaktan bizi seyrediyorsun?" diye sordum kahverengi, yaşlı bakan gözlerine bakarak.
"Ben ailenin tam olarak bilmem kızım. Siz buradan bakınca mutlu gözüküyorsunuz." dedi yaşlı bir sesle.
"Baba ben sanırım sana bunu yapan kişiyi biliyorum." dedim. Prenses çok şüpheliydi benim için. Daha öncede onunla uğraşıyorduk ama Sevda geldiğinden beridir daha çok uğraşıyorduk. Sevda'dan şüphelenmeli miyim diye düşünüyorum bazen. Ama onun son halleri beni bu düşünceden uzaklaştırıyordu. O sırada Turan yanımıza geldi.
"Başkanım!" dedi şaşkın bir şekilde.
"Ne oldu?" dedim dikleşerek.
"Önemli bir detay bulduk. Bir dosyada birinin ismini bulduk." dedi şaşkın hali devam ederken.
"Kim?" dedi Hakan Başkan.
"Sevda'nın." dedi şaşkın sesiyle.
"Ne?" diye bir cevap verdik aynı anda Hakan Başkan'la.
"Sevda'nın adı ve soyadı yazıyor ve kağıdın altı boş." dedi Turan şaşkınlığını atamaya çalışarak. O an göz ucuyla Sevda'ya baktım. Sevda bir şey yapmış olamazdı! Kesinlikle olamazdı! Onların konuşması sakinlediğinde başkanlığımı konuşturarak ayağa kalktım. Turan ve Hakan Başkan'da benim arkamdaydı.
"Binbaşı Sevda Yalçın!" dedim başımı dik hale getirerek. Şaşkın ama aynı zamanda ciddi bir bakışla bana baktı. Ortamda gergin bir hava oluşurken herkesin bakışları bizim üzerimizdeydi.
"Sen tam olarak kimsin?" dedim gergin ortamı iyice gererek. Ciddi ciddi bana baktı.
"Askerim Derya Hanım. Vatanına aşık bir asker!" dedi ortamı oldukça geren sesi.
"Sorguya alınacaksın!" dedim sert bir sesle. Hala ciddi ciddi bakarken eskisi gibi yakın bir arkadaş olup olamayacağımızı düşündüm bir an için. Çünkü bana o kadar duygusuz bakıyordu ki korktum. Uzun süren sessizliği onun sesi bozdu.
"Siz nasıl isterseniz Derya Hanım." dedi duygusuz sesi. O an kalbimin içinde bir sızı hissettim Sevda'nın duygusuz sesiyle. O sırada komutanın sesini duydum.
"Sebebi nedir?" diye sordu.
"Bir operasyon." dedim sadece. Serkan, Oğuz, Ali, Murat, Mert , Salih Ağabeyin ve Asya'nın şaşkın bakışlarını üzerimde hissettim. Melis ağır bir şok yemiş gibiyken Arzu benim arkamdaydı.
"Sevda ba-" derken onun duygusuz sesiyle konuşmasını duydum.
"Bilmiyorum ne buldunuz ama bunun sonucunda ne kadar eskisi gibi oluruz Derya bilemiyorum." dedi ve çıktı.
"Sevda!" diye bağırdım arkasından. O ise kimsenin sesini duymadan çıktı. Oğuz ile göz göze geldik. O da Sevda'nın peşinden çıktı.
(Sevda'nın Anlatımıyla)
Arabaya bindiğimde derin bir nefes verdim, aldım. Benim hakkımda ne öğrenmiş olabilirlerdi ki? Sadece askerdim. 14 yaşında ailesini kaybetmiş, İzmir'li, teyzesi ve halasıyla büyümüş, nefret ettiği bir ablası olan, vatanı için sayısız operasyona katılıp ölümden dönen, bir kez kaçırılıp esir düşen, vücudunda sayısız yarası olan bir askerdim işte. Düşüncelerle elimi kafama vurdum. Vurdum,vurdum,vurdum. Hiçbir şey olmadı tabii. O sırada herkesin çıktığını gördüm. Oğuz kapıyı açmış sürücü yerine oturunca bana baktı.
"Sevda ne oluyor?" diye sordu Oğuz merakla. Yorgun ve düşünceli bakışlarımı ona çevirdim.
"Hiçbir şey bilmiyorum Oğuz! Hiç bir şey!" deyip saçımı çekecekken onun ellerini bileğimde hissettim.
"Saçlarını çekme Sevda. Onlar senin yaşanmışlıklarını taşıyor. Yolma onları çekme." dedi bana güven veren sesi. Başımı omzuna yasladım. Saçlarıma öpücükler kondurdu ve kokladı. Beni en iyi o anlardı bence. Başımı kaldırıp dudaklarımı dudaklarına yasladım. O sarıp sarmaladı beni. Bu sefer yavaştık ikimizde. Yorgunluğumuzu gidermek için öptük birbirimizi. Dudaklarımız ayrılınca konuştu.
"Kaleye gitmemiz lazımmış Sevda." dedi.
"Gidelim." dedim sadece. Araba hareket etti. Kaleye vardığımızda Binbaşı Sevda Yalçın'dan taviz vermeden yürüdüm. Sorgu odasının kapısını açtığımda Derya bana baktı ama ben bakmadım. Sorgu yapılan yere geçtim ve oturdum. Başım dik duygularım yoktu. Mantık vardı. Duygusuz bakışlarım önümdeki gri duvardaydı. Bu gri duvarları ben birini sorgularken görüyordum ama şuan ben sorgulanırken görüyordum. Kapı açıldığında kim olduğuna bakmadım. Karşımdaki sandalyeye oturunca kim olduğunu görmüştüm. Hakan Başkan.
"Sevda sana yalan makinesi bağlamak zorundayız. Bizi yanlış anlama." dedi sıcak bir sesle ama ben oldukça soğuk bir sesle cevap verdim.
"İşinizi yapın başkanım." dedim o soğuk sesle. İçeri iki görevli girdi. Onlar yalan makinesini bağlarken benim başım hala dikti ve onlara bakmıyordum. Bağlandığında geri çekilmişlerdi.
"Sorulara doğru cevap verecek misin?" diye sordu. Hep soğuk sesle cevap verecektim.
"Evet." dediğimde doğru olduğunu görmüşlerdi.
"Gizli bir görevde misin? Ajan olarak."
"Hayır." dediğimde cevap yine doğruydu.
"Prenses'in kim olduğunu biliyor musun?"
"Bilmiyorum." dediğimde cevap yine doğru çıkmıştı.
"Şüphelendiğin biri var mı?"
"Henüz yok." dediğimde cevap doğru çıkmıştı ama yalandı. Zülal Taş'tan şüpheleniyordum. Yalan söyleme konusunda iyi olduğum için bu fark edilmedi.
"Dosyaları incelerken senin adının yazılı olduğu boş bir sayfa bulduk. Senin isminde olunca bunu yapmak zorunda kaldık." dediğinde sesi yine sıcaktı ama benim duygularım soğuktu.
"Sorgu bitti mi başkanım?" diye sorduğumda başıyla onayladı. Makineyi çözdüklerinde ilk önce Hakan Başkan çıktı sonra ise ben. Kimseye bakmadan direkt odadan çıktım. Hepsi peşimden geliyordu. Durdum ve arkamı döndüm. Gözüm duygusuzca onların üzerinde gezindi. Komutan ve tim gitmişti.
"Peşimden kimse gelmesin!" dedim soğuk bir sesle. O sırada Derya'nın sesini duydum.
"Sevda!" dedi ona döndüm ve soğuk bir sesle cevap verdim.
"Özellikle de sen." dedim ve gelecek olan cevabı beklemeden çıktım ve arabanın içinde oturmaya başladım. Beş dakika sonra Oğuz geldi.
"Sevda konuşa-" sözünü yarıda kestim.
"Eve gidelim Oğuz. Sadece uyuyacağım." dedim. Düşüncelerden kurtulmak için uyumak istiyordum. Başka çare yoktu bu düşünceleri susturmak için. Oğuz üstelemeden eve sürdü. Kaleden sadece biz çıkmıştık. Önce Derya ile kaldığımız evden ikimizde eşyalarımızı aldık. Yan eve geçtik. Eşyaları yerleştirdik. Oğuz ile odalarımız yan yanaydı. Yatağa uzanmıştım. Üzerimde pijamam varken öylece uzanmıştım. Tavanla bakışıyordum. Oğuz ise kendi odasındaydı. Sıkıntıyla iç çektim. Tam ışığı kapatayım derken odanın kapısı çaldı.
"Gel." dedim Oğuz'a. Kapıyı aralayıp içeri girdi ve kapattı. Altında siyah eşofmanı varken üstünde kıyafet yoktu. Yatağın ucuna oturdu. Bakışları üzerimde gezinince yüzünde bir gülümseme oluştu. İstemsizce güldüm ve ona yaklaştım. O da bana biraz yaklaştı. Ellerini belime yerleştirip beni kucağına oturttu. Ellerim onun omzunda gezinirken gözlerim künyesindeydi. O da benim künyeme bakarken bakışlarını bana dikti. Bende ona baktım.
"Bu halin acayip güzel Asker Hanım." dedi dudaklarıma doğru.
"Ben senin bu halini şuan hiç etik bulmuyorum yalnız." derken ensesini okşuyordum kadınsı hareketlerle. Gözleri iyice bana kilitlenirken beni kendine çekiyordu. Ensesini okşamaya devam ettim.
"Asıl ben senin yaptığını etik bulmuyorum yavrum." dedi nefes alarak. Ellerimi ensesinden çektim. Yoksa fazla garip şeyler olacaktı.
"Yavrum bence biz uzun uzun konuşalım." dedi ikna edici bir sesle.
"Hangi konuyu?" diye sordum merakla.
"Cidden Zülal Taş'tan mı şüpheleniyorsun?" diye sordu. Biraz geri çekileceğim zaman buna izin vermedi. Tek eli belimi tutuyordu.
"Şu anlık evet. Ama bugün o şirkette bir kağıtta ismimin yazması beni iyice şüphelendirdi. Ama bir yanım var orası şüphelendiriyor. Yoksa kesin o diyorum. Sadece şu an ekibe söylemeyelim. Yanlış plan kurulmasın. Biraz daha kesinleşsin durum ona göre anlatacağım." dedim açıklayıcı bir sesle. O ise beni dikkatle dinliyordu. Bitince göz göze geldik. Nefes verip gülümsedi. Bende ona gülümsedim. Gözleri bana umut veriyordu. Oradan bana verdiği tüm hayatı kendime aldım ve bize paylaştırdım.
"Derya ile barış." dedi bir anda.
"Oğuz!" dedim kızarak. Biraz kırgındım ona. Bana resmen terörist muamelesi yapmıştı. Hazmedemiyordum.
"Aynı ortamda çalışacaksanız Sevda!" dedi bir anda yüksek sesle. Beklemediğim için irkildim. Gözleriyle özür diledikten sonra içi hoş eden sesi doldurdu kulağımı. "Hem ben sizin arkadaşlığınızı çok seviyorum. Çok tatlı görünüyorsunuz. İki sıkı ve iki güçlü kadın. Hem hani Derya senin minik tavşanındı." dedi. Haklıydı. Minik tavşanıma nasıl küseyim?
"Tamam onunla konuşacağım." dedim kabul ederek. O da bende birbirimize asla küs kalamazdık. Gülümseyerek beni yatağa uzandırdı, yanıma ise kendisi uzandı. İnce örtüyü ikimizin üzerine örttü ve kollarıyla beni kendine çekti. Ona sarıldım. Yüzünü boynuma gömdü ve orada nefes almaya başladı. Gıdıklansam bile ses etmedim. Çünkü onunla mutluydum.
"Oğuz..." dediğim sırada uyuduğunu fark ettim. Ne kadar çabuk uyuyordu! Ben bu kadar çabuk uyuyamıyordum. Elimle saçlarını okşadım. O sırada bende kendimi uykuya teslim ettim.
(Serkan'ın Anlatımıyla)
Derya eve gitmek istediği için arabayı eve yönlendirmiştim. Ağlamıştı. Zar zor sakinleştirmiştim. Bomboş yola bakıyordu sadece. Evine geldiğimizde arabadan indik. Hiçbir yerin ışığı yanmıyordu. Belkide uyumuşlardı. Derya evin kapısını açtığında bende girdim. O yukarı çıkarken peşinden gittim. Bir odayı açtı. Bu sefer sadece dönmesini bekledim. Beş dakika sonra odadan çığlığını duydum. Hemen koşup ona baktım. Elinde bir kağıt vardı, gözünde ise yaşlar.
"Derya ne oldu?" diye sordum telaşla. Yatağa oturup gözündeki yaşlarla bana baktı. Elindeki kağıdı uzattı. Hemen alıp okumaya başladım.
"Minik tavşanıma,
14 yaşımdan sonra kimseye değer vermemeye karar verdiğim anda hayatıma girdin Derya. İlk başlarda senden uzak durmak istemiştim ama kendini bana o kadar çok sevdirmiştin ki bu imkansızdı. Senin o bıcır bıcır neşeli hallerinle ben kendimi kaybetmedim. Sen benim en yakınımdın. Sana güvenmiştim. Yıllar sonra bana verilen koruma görevi ile seni koruyacağımı öğrendiğimde o kadar mutlu olmuştum ki sanki en mutlu insan bendim. Heyecanladım. Dedim ki yine onu göreceğim! İşte bu!
Derya, ben sadece bir askerim. Sana bunları çok anlatmak istemezdim ama bilmeni istiyorum. Bu vatan için sayısız operasyona katıldım ve hepsinde ölümden döndüm. Bir kez neredeyse tüm timim şehit oldu. Bir kez kaçırıldım ve esir düştüm Derya. Yaklaşık bir ay beni bulamadılar. Bulduklarında ben çok kötü halde değildim ama beni iki kez ameliyata aldılar. Korktum Derya. Bir kez daha seni görememekten korktum. Bunlarını bilmeni istiyorum. Umarım Serkan ile çok mutlu olursun. Seni çok sevdiğimi sakın unutma. Sadece biraz kırgınım sana. Bana vakit ver biraz. Lütfen! Söz veriyorum her şey yoluna girecek.
Sevda Yalçın"
Sevda,Derya'ya kızmamış kırılmıştı. Ben olsam küserdim aslında. Benim küsmemi boş verelim. Duyduğumda inanmamıştım Sevda'nın bir şey yapacağına. Doğru çıktı,zaten yapmamıştı. Üzerine atılan bir iftiraydı. Derya yatağın üzerinde ıslak gözleriyle otururken eli eliyle oynuyor ayaklarını sallıyordu. Ne kadar tatlıydı bu haliyle! Kendimi toparlayarak önünde eğildim.
"Yavrum, bak nasıl üzgün olduğunu anlayabiliyorum." Diyerek başladım. Elimle çenesini yukarı doğru kaldırıp bana bakmasını sağladım. "Sevda'yı sen benden daha iyi tanırsın. Ama ben tanıdığım kadarıyla sana kırgın kalacağını sanmıyorum. Siz iki kız kardeş gibisiniz. Kardeş kardeşe kırgın kalır mı Derya?" Dediğimde hevesle bana baktı.
"Kalmaz, kardeş kardeşe kırgın kalmaz!" Dedi büyük bir hevesle. "Sabah onların yanına gidelim nerede olduklarını biliyorum." Dedi hevesle devam ederek. Güldüm bu haline.
"Gideriz bebeğim." Dedim gülümseyerek. Oturduğu yerden kalktı ve beni kolumdan tutarak kendi odasına getirdi. Ben odanın ortasındayken o kapıyı kapatıp bana ilerledi. Yüzünde değişik bir gülümseme varken elleri ceketime uzandı ve yavaşça çıkardı.
"Derya ne yapıyorsun?" Diye sordum. Sadece güldü ve ceketi,kravatı çıkarıp odasındaki koltuğun üzerine attı.
"Otur ve beni bekle." Dedi ve odanın içindeki bir kapıyı açarak oraya girdi. Yatağın üzerine oturdum ve onu bekledim. Ne yapacağını bilmiyordum. Beş dakika sonra üzerinde tatlı pijamalarıyla yanıma gelip oturdu.
"Beraber uyuyalım." Dedi bir anda. Olurdu! İşime gelirdi hatta. Ona çapkın bir gülüş sunarak cevap verdim.
"Harika fikir!" Dediğime ve gülüşüme bakıp kadınsı bir bakış kuşandı. Elleri gömleğin düğmelerini çözerken ellerini durdurdum.
"Böyle yaparsan olacaklardan sorumlu değilim haberin olsun." Diye uyardım. Düğmeleri açıp yavaşça çıkardı gömleğimi.
"İstesen bile yapamazsın canım. Uygun değilim." Diyerek o da beni uyardı. Ses etmedim.
"Evlendiğimizde hesabını sorarım haberin olsun." Diye önden gelecek şeyi haber ettim. Güldü.
"Emin ol sesimi bile çıkarmam." Dedi karşılık olarak. Bir anda dudaklarımı dudaklarının üstüne kapatıp kucağıma aldım. Karşılık verirken tutkumuzu arttırdı. Dudaklarım onun dudaklarını sarmalarken ellerim ince belindeydi. O ise kolları omzuma dolamıştı ama bir eli ensemi okşuyor beni talan ediyordu. Nefes almak için ayrıldığımız da eli hala ensemi okşuyordu. Elimi o eline götürerek yavaşça oradan çektim.
"Yavrum uyuyalım yoksa ben dayanamayacağım." Derken kucağımdan indirmiştim. Gülümseyerek onayladı. O uzandıktan sonra yanına uzanıp bedenini kendime çektim. Sırtını bana yasladı ve minik homurtular çıkardı. Uyumaya başlıyordu. Başımı boynuna gömüp uyumaya başladım.
(Yazarın Anlatımıyla)
Adamları verdiği görevi yine becerememişti. Sinirlerini tepesindeki uçan kuşa bile sinirliydi Zülal. Sevda ondan şüpheleniyor ve sinir ediyordu. Sevda ve Oğuz onun için şuan büyük tehditti. İşlerini bunlar yüzünden düzgünce yapamıyordu. Önceden dosyaların içine kattığı isimde işe yaramamıştı. Ne yapmalıydı? Ne yaparsa kazanırdı bu savaşı? Başaramazsa üst görevliler ona neler yapardı çok iyi biliyordu. Korkuyordu. Odasında stresle gezerken odanın kapısı açılıp Kadir içeri girdi. Zülal derin bir nefes almış koşarak eşine sarılmıştı. Kadir,Zülal'i sarıp sarmalarken onu kendine iyice çekiyordu. Zülal dinlenmeye çalışıyordu. Hem korkuyor hem telaşlanıyor hem de hırslanıyordu. Uzun uzun konuşmadılar. Sadece sarıldılar ve yeni planlar kurdular. Türklere ağır bir darbe vuracaklardı. En azından onlar öyle sanıyordu....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.33k Okunma |
4.47k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |