
İnsan düşünmekten yorulur muydu? Kesinlikle yorulurdu. Geçmiş insanın üstüne geldikçe boğulurdu. Ben geçmişin üzerime gelmesinden yorulmuştum.
Bir süre bu düşüncelerle ilerliyordum sahil yolunda. Denizleri severdim. Bence denizler insanın tüm yükünü taşırdı. Bazen denize gidip derdimi dökerdim. Alır götürürdü dalgalar.
Sabahtı. Rüzgar hafifçe esiyordu ama güneş ise insanları ısıtmaya çalışıyordu. Bir çok insan gelmişti. Kimisi sevgilisiyle, kimisi eşiyle, kimisi arkadaşlarıyla, kimisi ailesiyle, kimisi çocuğuyla, kimsisi ise tek başına gelmişti. Ben tek başıma gelenlerdendim. Bende çok isterdim ailem olmasını. Bende çok isterdim sevdiğim kadınla bu yoldan el ele yürümeyi. Bende isterdim çocuğumla buraya gelmeyi. Ama yoktu işte. Hayat zaten en çok heveslerimizi, en çok istediklerimizi boğazımıza dizerdi zaten.
Neşeyle koşan bir kız çocuğu gözüme çarptı. Kız çocuklarını çok severdim. Her şeye inat her bir şeyden bir umut bir ışık çıkarırlardı. Kız çocuğunun saçları sarıydı. Üzerinde pembe bir elbise varken neşeli kahkahalar atarak koşuyordu. Arkadan annesi sesleniyordu.
"Kızım, yavaş düşeceksin!"
Kız hala koşmaya devam ediyordu. Sonra annesi yakaladı. Kız annesine bakıp bir şey istedi. Ama annesi olmaz demişti sanırım yüzü solmuştu. Kızın baktığı yere bakmaya çalıştım. Pamuk şekerlere bakıyordu. Sonra annesinin sesini duydu. Az çok seçebilmiştim.
"Kızım şu an alamayız!" diyordu. İkisi öylece durmuştu.Dayanamamıştım. Gittim pamuk şekercinin yanına aldım bir tane. Sonra minik kızın yanına doğru ilerledim. Annesi çantasına bakıyordu. Minik kız beni görünce bana doğru baktı. Mavide gözleri vardı. Gözleri deniz gibiydi. Bu kız çocuğu umarım hayatında kötü şeyler yaşamazdı.
"Al bakalım." dedim sıcak bir sesle. Kız neşeyle aldı. Annesi de fark etmişti.
"Niyetim kötü değil. Kızınız çok tatlı. Almak istedim." dedim annesine doğru. Kadın minnetle gülümsedi.
"Keşke sizin gibi insanlar çoğalsalar..." dedi sadece. Sonra kızın sesini duydum.
"Abi senin adın nee?" diye sordu. Onun için eğildim. Çocuklarla konuşurken onların boyuna inince onların bizimle daha iyi konuştuğunu duymuştum birinden. Bir zamanlar benim için çok değerli olan birinden.
"Mert. Senin ismin ne?" diye sordum sıcak bir sesle. Kız çocuğu ne sorsa cevaplardım şuan.
"Nil. Tanıştığıma memnun oldum Mert Abi." dedi neşeyle. Minik elini bana doğru uzattı. Beş veya altı yaşındaydı.
"Bende memnun oldum Nil." dedim bana uzatılan minik eli incitmeden sıkarak. Minicik eli ellerimin arasında kaybolurken içimdeki tüm karamsarlık dağıldı. Kız çocukları her zaman huzur verirdi. Bunu bir kez daha iyice anlamıştım.
"Mesleğin ne? Kocamansın. Polis misin?" diye sordu merakla. Askerdim ben işte. Yüzbaşı Mert Kara.
"Askerim ben." dedim sıcak bir sesle.
"Aaa biliyor musun benim babamda askerdi. Ama şehit oldu diyorlar. Gelir o, beni bırakmaz değil mi?" dedi kız neşesini bozmayarak. İçime derin bir sızı girdi. Bu kıza ne diyebilirdim ki? Sessiz kalınca kızın sesi duyuldu.
"Sende sessizsin. Ne oldu ki babama? Gelmeyecek mi yanıma? Öldü mü yoksa?" dedi üzülerek. Ölmedi baban küçük kız. Şehitler ölmez! Umarım bu şehitlik en kısa sürde bana da nasip olurdu. Asker olmayı en çok bu yüzden istemiştim. Değer verdiğim sevdiğim birini korurken ölmek veya vatanım için savaşırken şerefimle şehit olmak. Bu ikisi en büyük hayalimdi. Bu hayallerimin gerçekleşmesini istiyordum. Allah'ım nasip et!
"Baban çok güzel bir yerde seni izliyor. Sen üzülürsen o da üzülür." dedim aklıma geleni söyleyerek. Başka bir şey söylersem üzülürdü.
"Nerede ki?" diye sordu. O an gözüme tüm ihtişamıyla dalgalan Türk Bayrağı değdi. Oradaydı şehitler. O şanlı ve nazlı bayrak uğruna savaşan şehitler şuan tam olarak ondaydı.
"Baban orada. Seni oradan izliyor." dedim bayrağı göstererek. Kız hemen bayrağa bakıp şunu söyledi.
"Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım." Gururla okumuştu şiiri. Şaşırmıştım. Beklemiyordum açıkçası. Bana baktı. Gözlerini kırpıştırdı birkaç kez.
"Sen bu şiiri biliyor musun? Babam öğretmişti bu şiiri. Şimdi babam bu şiirdeki mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü mü oldu?" diye sordu tatlı bir sesle.
"Evet,biliyorum. Evet baban oradan seni izliyor sakın üzülme tamam mı?" dedim.
"Tamam. Bende büyüdüğümde babam ve senin gibi asker olacağım." dedi neşeyle başını dikleştirerek. Kızım, sen asker olma.
"Nil, bak anlaşalım. Sen iyi bir doktor ol tamam mı? Bende hasta olunca sana geleyim. Sen iyileştir beni." dedim sıcak bir sesle.
"Olur! Ama çok hasta olma tamam mı?" dedi neşeyle.
"Tamam. Görüşürüz Nil. Kendine iyi bak." dedim gülerek.
"Görüşürüz Mert abi. Sende kendine iyi bak." dedi gülerek. Annesi teşekkür ederek bana bakınca sadece tebessüm ettim. Nil bana el salladı, bende ona. Sonra yürümeye devam ettim. Bu sefer üzerimde bir ferahlık ve sakinlik vardı. Kız çocukları insanın yüreğine işte bunları veriyordu. Boş bir banka oturup denizi seyretmeye başladım. O anda telefonuma bir gruptan mesaj düştü. Tek üyesi olduğum grup sadece benim. Oğuz, Ali,Serkan, Murat Ve Sevda'nın olduğu gruptu. Grup ismine baktım.
"Doğum Günü Operasyonu Ekibi!" Derya'nın doğum günü yaklaşıyordu. Sevda mesaj atmıştı.
"La buraya bakın!" yazmıştı Sevda. Üyelere baktım hemen. Sevda, Oğuz, Serkan, Ali, Murat, ben, Asya, Melis, Zeynep ve tanımadığım bir yabancı. Büyük ihtimalle Derya'nın bir arkadaşıydı.
"Ne oldu?" yazdı Asya.
"Savaş mı çıktı?" yazdı Serkan.
"He savaş çıktı Serkan Abi!" yazdı Melis.
"Sus kız abinle böyle konuşamazsın." yazdı Serkan kesin gülüyordu.
"Evet, sayın abim bir savaş çıkmış. Bu gerekçeyle Sevda Ablam bizi bilgilendiriyor." yazdı bu sefer Melis.
"Kız sen ne fenasın ya." yazdı Serkan gülerek. Bundan emindim. Kesin gülmüştü.
"Lan! bir gün sonra canım, tatlışım Derya'nın doğum günüdür! O yüzden planlarım var hepsini buradan yazacağım. Ayrıca asker olan arkadaşlar, siz hiç merak etmeyin izin gününü ben hallettim. Bir tutam Sevda bir tutam rütbe :) ;)" yazmıştı Sevda. Büyük ihtimalle Oğuz ve Sevda yan yanaydı. Her zaman oldukları gibi.
"Üzerimize düşen görevler nedir?" diye yazdım.
":)" yazdı Sevda. Sonra uzun bir mesaj düştü. Bu onun dilinde mesaj geliyor demekti.
"Serkan oğlum sen mekan ayarlıyorsun! Senin esnaf çevren var.
Ali sen Asya ile birlikte süslemeleri ayarlıyorsun.
Murat ve Melis ise organizasyondan düzenlemeden sorumlular.
Mert koçum sen pasta işlerini hallet.
Zeynep ve Semih siz atıştırmalık gibi şeylerle ilgilenin.
Ben Oğuz'la beraber Derya'ya bir şeyler çaktırmayacağız." yazdı.
"Tamam her şey de Arzu ile Turan ne olacak?" yazdı Ali.
"Onlarda benle birlikte çaktırmama planındalar." yazdı Sevda. Gruba eklenmemişlerdi. Bence sebebi işleri yoğun olduğu için fazla bildirim gitmesin.
Herkes görevlerini onaylamıştı. Buradan pastaneye geçtim. Tanıdığımdı.
"Vay aslan parçası hoş geldin!" dedi Ahmet Abim.
"Ahmet Abim be! Arkadaşın doğum günü geliyor da onun için güzel bir pasta yapabilir misin?" diye sordum. Konuyu dolaştırmayı sevmezdi.
"Arkadaşının cinsiyet nedir ona göre planlayalım pastayı?" diye sordu.
"Kadın. Serkan'ın nişanlısı. Bir plan kuruyoruz bu iş de bana düştü. Bende sana geldim." dedim.
"Vay aslanıma bak sen!" derken Serkan'ı diyordu. "Yapalım güzel bir pasta. Neli olsun?" dedi abim not defterini çıkarıp.
"Çikolatalı olsun abi. Her çeşidinden ekle sen üstüne. Herkesin damak zevkine uygun olsun. Ayrıca öyle içinde veya dışında meyve olmasına gerek yok. Sevmezler. Direkt her şey çikolatalı olsun abim." dedim herkesi düşünmeye çalışarak.
"Yaparız be aslan parçası. Hatta ben bunu yarına kadar yaparım. Olur mu?" dedi abim. Çok iyi olurdu.
"Çok iyi olur be abi. Ama ben saat 8 gibi alacağım ona göre ayarlarsın bu işi." dedim. Onaylayınca, kısa bir sohbet yaptık. Dükkandan çıkıp yürümeye devam ettim. O anda içime bir şüphe düştü. Biri beni takip ediyordu. Çaktırmadan arkama baktım. Simsiyah giyimli iri bir adam beni takip ediyordu. Bu kimdi ve ne gerekçeyle beni takip ediyordu? Tenha bir yere doğru ilerledim. Hala takipteydi. İnsanların olmadığı bir yere geldiğimde hala peşimdeydi. Arkamı döndüm. O sırada silahını bana doğrultmuştu. Bir hamleyle silahı yere atıp aldım. Adamı yere devirdim. Kaçmaması için tuttum. Canının yandığını belli eden hırıltılar çıkardı. Kimse kusura bakmasın ama canının acıması umurumda bile değildi.
"Sen kimsin?" diye sordum sert bir sesle. Uzun süre cevap gelmeyince yüzüne iki yumruk yedi. Sorumu yineledim. Yine cevap vermeyince iki yumruk daha attım. Bu olay yaklaşık üç kez daha tekrar edince perişan bir hale gelmişti.
"B- ben sa- sadece bana verilen gö- görevi yapıyordum." dedi titrek bir şekilde.
"Sana bu görevi kim verdi?" diye sordum sert sesle. Duyduğum isimle şok oldum. Adamın düzgünce koluna girdim ve geldiğim arabaya götürüp arkaya oturtturdum. Sevda'yı aradım. İlk çalışta açmadı ama ikinci çalışta açtı.
"Ne oldu Mert?" diye sordu.
"Sanırım işinize yarayacak birini buldum!"
"Kim?"
"Uzun zamandır aradığınız birinin bir adamı."
"Çabuk buraya getir onu." diyen Derya'nın sesiydi.
"Tamamdır, geliyorum..."
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu bölümünde sonuna geldikkk. Bu bir tık kısa olmuş olabilir. İdare edersiniz değil mii? Diğer bölümü en kısa sürede atacağım.
Kendinize iyi bakın ha!
Oy ve yorum yaparsanız bu gariban yazar mutlu olur canlar!!!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.33k Okunma |
4.47k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |