Yeni Üyelik
12.
Bölüm
@dilhann

Karşılarındaki adama doğru yürümeye başladıklarında Başkan'ın yüz ifadesi artık daha netleşmişti. Asaf Yücesoy ellili yaşlarının ortasındaydı. Yaşını ele veren tek şey ise gümüşe çalan saçlarıydı. Dilhun, karşı karşıya kaldıklarında önce başıyla selamladı. Neriman hanım, Başkan'ın uzattığı elini tuttuğunda bakışlarında donukluk hakimdi. "Hoş geldiniz."

"Bu fasılları geçiştireceğim için üzgünüm ama burada neden bulunduğumuzu sormam gerekiyor." Dilhun, karşısındaki adamı sevmese bile ona karşı saygı sınırlarını koruması gerektiğinin bilincindeydi. Belki başka zaman buna çok dikkat etmezdi ama şu an böyle bir lükse sahip olmadığının farkındaydı. Arabadan indiğinde hastanenin birkaç balkonunda çelik yelekleriyle onları izleyen adamları fark etmişti. Bunun devamının bahçenin köşelerinde duran adamlarla sınırlı olmadığını da biliyordu. "Haklısın. İçeride devam edelim."

Beraber hastanenin arka giriş kapısından içeri girdiklerinde diğer katlara nispeten daha loş ışıklı aydınlatmaya sahip olduğu için Dilhun'un kaşları çatıldı. "Akif bizim için önemli biriydi. Bu hastane için her zaman en iyisini istedi. Aynı masada birçok kez bulunduk ve karşılıklı sohbet etme şansı yakaladık."

"Akif'e ne oldu?" Neriman hanımın sesi titremişti. Üzüntüsü içini kor misali yakarken bir de Başkan'ın varlığı onu geriyordu. "Bütün kayıplar için üzgünüm ama sizin acınızı sizinle paylaşmak istedim."

Buradan sonrası Dilhun için uğultudan ibaretti. Annesinin acı dolu çığlığı, etraftakilerin onlara destek için yanlarına gelmesi ya da Başkan'ın Dilhun'a seslenişi... Hepsi birer uğultudan ibaretti. Annesinin dizlerinin üstüne çöktüğünü gördüğünde ayakta durmakta zorlandığını fark etti. Bir adım geri gelip sırtını duvara yasladı. "Dilhun!"

"Babam..." Başkan, Dilhun'un çenesini tutup yere eğdiği başını kaldırdı. "Babanın cesedini teşhis etmek için içeri girmen gerekiyor. Annen bunu yapabilecek güçte gibi görünmüyor."

"Neden buradasınız?" Dilhun, zihnini toparlamaya çalışıyordu. Babası ölmüştü. Bu adamın burada ne işi vardı? Acınızı sizinle paylaşmak istedim demişti. Dilhun'un bütün düşünceleri sırasıyla onun kendine gelmesini sağlarken Başkan'ın anlamsız bakışlarla ona baktığını gördü. "Her aynı masada yemek yediğiniz insana makamınızdan ayrılacak kadar önem veriyor musunuz? Bir ihmaliniz var ve onu anlayıp, anlamadığıma emin olmak için mi? Bir çıkarınız olduğu için mi? Neden?"

"Sakin ol Dilhun. Sadece baban sevdiğim bir arkadaşımdı." Dilhun'un giderek yükselen ses tonu bu cümlelerle son raddeye erişmişti. "Siz babamın hiçbir şeyi değildiniz! Ona tek getirdiğiniz şey acı ve ölüm oldu. Şimdi babamı görmek istiyorum."

Sırtını yasladığı duvardan ayırıp koridorun sonundaki kapıya göz gezdirdi. Kapının sağındaki duvarda asılı olan MORG yazısı burnunun sızlamasına neden olmuştu. Yere çökmüş ağlayan annesinin önünde dizlerinin üstüne çöktü. Yüzünü tutup, göz yaşlarını sildi. "Şimdi senden birkaç dakika daha güçlü olmanı istiyorum. Eğer şimdi burada seni bırakır ve son kez babamı görmeye gidersem biliyorum ki ileride pişman olacaksın. Onu son kez görmek ister misin?"

"Dilhun, çok zor." Başını yukarı kaldırıp birkaç saniye soluklandı. "Biliyorum. Anne, lütfen." Neriman hanım kızının çaresiz sesine karşılık baş etmeye çalıştığı gerçeği sineye çekmeye çalıştı. Az önce kendini bilinçsizce yere bıraktığından kalkarken dizlerinin acısını hissetti. Kalkıp, Dilhun'un uzattığı elini tuttu. Beraber morgun kapısının önünde durduklarında Dilhun, annesine güç vermek istercesine elini sıktı. Kapıdan içeri girdiklerinde Başkan'da peşlerinden içeri girmişti. Morgdaki görevliye işaret ettiğinde odanın ortasında bulunan sedyenin üstü beyaz örtüyle örtülmüş olan bedenin yüzünü açtı. Dilhun, o ana kadar bulduğu bütün gücü kaybetmişti.

"Akif!" Annesi sedyenin yanına yaklaştığında Dilhun olduğu yerde kalmıştı. Arkasında duran Başkan göz ucuyla bir sedyeye bir de annesine bakıyordu. Dilhun, babasının sedyenin üzerinde yatan cansız bedenine yaklaştığında yüzündeki morlukları ve boynundaki yanık izini gördü. Yanık izi aşağı doğru yol alırken, çektiği acıları düşünmek istemedi. Örtünün altından gözüken elinde de yer yer yanıklar olduğunu gördü. "Bize birkaç dakika izin verir misiniz?"

"Sadece iki dakika sonrasında sizi evrakları imzalamanız için yukarı almamız gerekiyor." Başkan onları yalnız bırakıp odadan çıkarken kapıyı aralık bırakmıştı. "Canı çok yanmıştır Dilhun."

"Birkaç senedir onu sevmediğini düşünüyordum." Gözünden akan yaşlarla annesine içindekileri döktüğünde Neriman hanım şaşkınlıkla kızına baktı. "Nasıl böyle düşünebilirsin? Biz onunla tanışalı otuz iki sene oldu. Otuz senedir ise her sabah onun yüzünü görerek uyandım." Sesi giderek çatallaştığında Dilhun boğazının düğümlendiğini hissetti.

"Küçükken her sabah sana aşkla baktığını izlerdim. Sen bize kahvaltı hazırlarken seni izlemekten keyif alıyordu. Aranıza giren mesafelerin sebebini her zaman merak ettim ama onun sana olan sevgisinden hiç şüphe etmedim." Dilhun, babasının yüzüne bakarak konuşmasını sürdürdüğünde yüzündeki her bir yaranın yerini ezberlemişti. "Edilecek gibi değildi. Bununla nasıl baş edeceğiz Dilhun? Nasıl olabilir?"

"Edeceğiz anne. Artık sadece ikimiz varız. Benim için devam etmek zorundasın. Birinizin yokluğu yeterince zor." Elini babasının elinin üzerine getirdiğinde kapı tekrar açılmıştı. Yahya'nın arkasında görünen Başkan ısrarcı tavrının altında yatan sebep Dilhun'un kibrini tazeliyordu. İçinde kopan fırtınalara her dakika bir yenisi ekleniyordu.

"Bu bir kaza değil, biliyorum. Sana bunu kim yaptıysa bulacağım." Fısıldarcasına konuştuğunda babasının onu duymasını umdu. Görevli yanlarına gelip babasının yüzünü tekrardan örttüğünde arkasında bıraktıkları cansız beden iki kadının en büyük yarası olmuştu. "Vedalar zordur."

"Lütfen daha fazla bizi teselli etmeye çalışmayın. Sadece şu evraklar her ne ise görüşelim ve babamı defnetmek için işlemleri hızlandıralım. Hastane köşelerinde beklemesini istemiyorum." Gözünden akan bir damla yaşı elinin tersiyle sildi. Başkan'ın yumruklarını sıktığını gördü. Bunu umursayamayacak kadar bitkin hissediyordu. "Yönetim katına çıkalım. Konuşacağımız bazı şeyler var."

"Tamam annem için bir taksi çağırdıktan sonra size eşlik edebilirim." Annesinin koluna girip asansöre yönlendirecekken Yahya'nın diğer tarafa geçtiğini gördü. "Ben Neriman hanımla ilgilenirim. Siz daha fazla burada vakit harcamayın."

"Gerek yok teşekkürler. Annemi taksiye bindirdikten sonra yukarı geleceğimi söylemiştim." Dilhun şu an bunlarla uğraştığına inanamıyordu. Amaçlarının ne olduğunu yukarıda öğreneceğini anlamıştı. Acısını yaşamasına izin vermeyecekleri kadar gaddarca olan bu tutumlarının sebebi her neyse öğrenmek ve yasını tutmak istiyordu. Asansöre binip giriş katın düğmesine bastığında asansör kapısı kapanırken omuzları düşmüştü. "Neden bahsediyorlar bunlar Dilhun? Neden izin vermiyorlar Akif'i alıp gitmemize?"

"Bilmiyorum ama öğreneceğim. Sen eve geç ve beni bekle. Ben cenaze işlemlerini halledeceğim. Eve gelenler olacaktır, Hilal'e haber vereceğim. Kendine dikkat et tamam mı?" Kollarını annesine doladığında omzunda kesik kesik nefeslerle annesinin ağlamasını dinledi. Başını kaldırıp, gözlerinden akacak yaşları engellemeye çalıştı. Annesinin saçlarının arasına bir öpücük bıraktığında asansörün kapısı açılmıştı.

Kapının önünde duran polis arabalarını ve içeri girmeye çalışan bir yığın insanı durdurmaya çalışan polisleri gördü. Kimisi acısını bağırışıyla haykırmaya çalışıyor kimisi ise sadece ağlayarak bir şey demelerini bekliyordu. Çıkış kapısına yöneldiklerinde kapının önünde duran polis önlerinden çekilip, çıkmalarına izin verdi. "Başkan ile görüşmem var. Annemi taksiye bindirip, geleceğim. Geçişimi kolaylaştırmanızı rica edeceğim."

"Haberimiz var Dilhun hanım." Dilhun başıyla onaylayıp annesinin koluna girip hastanenin bahçesindeki taksi durağına yürüdü. Taksi durağındaki görevli onları görünce kulübesinden çıktı. "İki dakika sonra bir aracımız gelecek. Siz buyurun oturun."

"Teşekkürler." Durağın önündeki banka oturduklarında esen rüzgar ürpermesine neden olmuştu. Dilhun, kendisiyle baş başa kalmak istemiyordu. Sessizlik onları içine çekerken annesinin ara ara iç çektiğini ve gözünden akan yaşlara hakim olamadığını görüyordu. Onu ne kadar teselli etmek istese de kendi acısına merhem olamazken kurabileceği cümlelerin bir teselli değil yalandan ibaret olacağını biliyordu. Bu yüzden sessizliğini korudu ve annesini kendisiyle yalnız bırakmayı tercih etti. İçindeki hesaplaşmanın bir an önce sonlanmasını diledi. "Geldi abla!"

"Hadi anne, sen eve geç ben şimdi Hilal'e mesaj atacağım." Annesini taksiye bindirdikten sonra Hilal'e kısa bir rica mesajı gönderip az önce boğularak çıktığı hastaneye tekrar döndü. Giriş kapısındaki polisler onun geçmesi için yol açarken arkasındakilerin isyan eden bağırışlarını duydu. "Bizde cenazelerimizi almak istiyoruz!"

"İnsanın halinden anlamaz mısınız siz?" Bağırışların arasından içeri girdiğinde kapının kapanmasıyla gürültüler uğultu halini almıştı. Asansöre tekrar binmeden önce duvarın önündeki otomata bozuk para atıp kendine su aldı. Asansörü çağırıp, elindeki su şişesini açtı ve büyük bir yudum aldı. Boğazının kuruluğuna temas eden su ile yüzünü buruşturmuştu. Asansöre binip sekizinci katın düğmesine bastı. Yönetim katına geldiğinde koridorun sonunda bulunan babasının odasına bir süre baktı. Beraber bu koridorda kaç defa yürümüşlerdi? Kaç defa karşılıklı oturmuşlardı o odada? Babasının buraya ortak olduğunda ki heyecanını anımsadı Dilhun. Odasını özenerek yerleştirmişti. "Dilhun hanım, buradan."

"Geliyorum." Toplantı odasına yönlendirildiğinde içeri girdi. Uzun masanın başında oturan Başkan, yanında yer alan iki adam daha vardı. "Otur lütfen." Dilhun gösterilen yere oturdu. Masada yan yana oturmuş iki adamın karşısında yerini aldı.

Beklentiyle sağına döndü. Başkan'ın ela gözleri Dilhun'un yüzünde dolanıyordu. Aynı karşılığı Dilhun'un sessizliğiyle aldı. Alnındaki kırışıklıklara ve ardından yüzündeki kaz ayaklarına baktı Dilhun. Her biri onun yaşındaki bir adam için yaşanmışlık demekti. Elini, saçlarının arasından geçirdi. Dışarıda görse kesinlikle yaşına karşılık görünüşüne inanmazdı. Gamsızlık? Diye düşünmeden edemedi Dilhun. Yıllardır var olan zulmün baş oyuncusuyla ilk defa bu kadar yakındı. Daha önce denk gelmişlerdi ama birebir konuşmaları bir merhabadan ibaretti. Karşısındaki adam boğazını temizledi ve aralarındaki soğuk bakışmaya bir son vermelerini sağladı. "Başlayalım mı?"

"Dinliyoruz Ahmet." Önündeki dosyadan bir evrak çıkarıp Dilhun'un önüne uzattı. Dilhun kağıdı eline aldığında cenaze teslim tutanağı olduğunu gördü. Masanın üzerine bıraktığı kağıtla ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Bunun için buraya çağırılmadığımın farkındayım."

"Bir de babanızın vasiyeti var. Bütün varlıklarını size bıraktığına dair bir vasiyet." Dilhun'un kaşları çatılmıştı istemsizce. Babasının bildiği bir oturdukları evleri bir de yazlıkları vardı. "Burada sizi ilgilendiren kısım nedir?"

"Hastanede ki hisseler." Başkan tok sesiyle konuşmaya girdiğinde Dilhun'un kafası karışmıştı. Babası burada Alparslan'la ortaktı. Büyük bir çoğunluğunu ise onlara devrettiğini biliyordu. "Babamın burada bulunan küçük payıyla neden ilgileniyorsunuz?"

"Küçük değil Dilhun. Baban buranın yüzde yetmiş beş hissedarı. Hastane ise halk için önemli bir konumda işlevsel bir hastane. Buranın ziyan olmasını istemiyoruz. Bu yüzden işi bilenlere devretmeni istiyorum. Tabi ücretini ödeyeceğiz." Odanın kapısı gürültüyle açıldığında içeri Haktan ve Yaser'in girdiğini gördü. "Ortağımla gizli gizli ne konuşuyorsunuz?"

"Sen içeri nasıl girdin?" Asaf Yücesoy, memnuniyetsizliğini bakışlarına yansıtmıştı. Kaşları çatılmış, kapıdaki burnunu tutan Yahya'ya bakıyordu. Ses tonu normal düzeyindeydi ama vurgulamalarına siniri yansımıştı. "Senin elemanlar biraz beceriksiz. İki kişiyi tutamadılar. Her neyse nerede kalmıştınız? Biraz geciktim Dilhun. Umarım canını çok fazla sıkmamışlardır."

Haktan, Dilhun'un yanındaki koltuğa oturduğunda Yaser dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Haktan'ın hareketlerini takip eden Dilhun etrafındaki insanların varlığına karşılık yıkıp dökme isteğiyle doluyordu. "Siz ne geveliyorsunuz ya? Akbaba gibi etrafımda bu hastane için dolanmanızın sebebi ne?"

"Kullandığın kelimelere dikkat et Dilhun." Başkan'ın uyarısıyla dudaklarının arasından bir 'hah' nidası yükselmişti. "Benim babam öldü! Siz gelmiş bana mirastan bahsediyorsunuz ve kullandığım kelimelere dikkat etmemi istiyorsunuz? Etmiyorum. Sen söyle ne derdiniz var burasıyla?" Haktan'a döndüğünde Haktan ellerini kaldırdı.

"Sakin ol. Bu adam her zaman birilerini sinirlendirmeyi başarıyor. Öncelikle başın sağ olsun. Normalde buraya adım atmaz ve seni bunlarla uğraştırmazdım ama bu adamın rahat durmayacağı belliydi." Başkan'ı işaret ederek konuşup, dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi ve devam etti. "Burayı istiyor çünkü burası onun ek gelir kapısı olacak diyebiliriz. Ölünün arkasından konuşmak istemem ama babanla bir takım organ işlerine girdiklerini söyleyebilirim. Yani zorla mı; isteyerek mi? Orasını henüz çözemedim."

"Babam öyle bir şey yapmaz." Haktan sadece omuz silkmekle yetinmişti. Dilhun kelimelerin altında ezilirken Başkan'a döndü. "Doğru mu söyledikleri?"

"Değil tabi ki Dilhun. Babanı tanımıyor musun? Burayı almak istememizin sebebi sana söylediklerimden ibaret." Avukata döndüğünde elindeki dosyayı vermesini işaret etti. Avukat önce Asaf'a bakıp, onayı aldıktan sonra dosyayı Dilhun'a uzattı. Dilhun önündeki vasiyette geçen mal varlıklarını şaşkınlıkla okudu. Bu varlıkların karşılığı babasının bu hastaneden olan kazancından çok daha fazlası olmalıydı. "Babam fon desteğini vakıflardan karşılarken bunlar sizin sayenizde elde ettikleriydi. Onu ölüme götürme sebebiniz hastanedeki payın kalanını Alparslan'a devretmesiydi. Böylece işler istediğiniz gibi ilerlemedi ve babamdan kurtulmak istediniz. Şimdi ise benden alarak pisliğinize devam edeceksiniz."

"Etkileyici bir zekaya sahipsin gazeteci." Haktan'ın takdir dolu cümlesine karşılık dosyayı masaya bırakıp ayağa kalktı. "Sende hisseleri devretmemi mi isteyeceksin?"

"Yani açıkçası çok ilgilendiğim söylenemez. İnsanlar burada iyi şartlarda tedavi olabiliyor. Bu itlere fırsat vermesek benim için yeterli." Haktan'ın laubali tavrına karşılık Başkan elini masaya vurdu. Dilhun çıkan gürültüyle istemsizce gözlerini yumdu. "Seni burada öldürsem kimsenin seni kurtaramayacağını biliyorsun dimi?"

"Beni öldürebilirsin evet ama aynı zamanda kendini yanıma gömmüş olursun. Çatılara yerleştirdiğin adamlarında diğerlerinin yanında yatıyor. Biraz başını sağa çevirirsen seni hedeflemiş bir drone görebilirsin. Alparslan bizzat kendisi yönlendirmekten keyif alıyor." Başkan camdan dışarı baktığında drone onun kalbinin üzerinden işaretlemişti. "Tek yapabildiği gömüldüğü yerde gizlenmek ve bu şekilde öldürmeye çalışmak mı? Kaç sene daha yer altına gömülü kalacaksın Alparslan?"

"Seni, adını, yaptığın bütün pislikleri tek tek sileceğim. O gün, her yalvarışın bütün ülkede yankılanacak ve sana her ah eden herkesin huzurla uyumasına sebep olacağım." Başkan'ın yüzünde ukala bir gülümseme peydah oldu. "Bu lafları yıllar önce duymuştum. Sonrasında kollarımda can verdi."

"Seninle yüz yüze geldiğimiz gün ilk ve son kez görüşmüş olacağız." Alparslan'ın sesi Haktan'ın bileğindeki saatten yükselirken Dilhun, oturduğu sandalyeyi geri itti. "Şimdi bu tutanağı imzalayacağım ve cenaze işlemlerini başlatacaksınız. Yarın sabah cenazeyi teslim alacağım ve sonrasında hiçbirinizi orada görmek istemiyorum."

"Sana eşlik edebilirim ortak." Dilhun, Haktan'a cevap vermeden önündeki vasiyetin bulunduğu dosyayı aldı. Odanın kapısını açacakken arkasına döndü. "Ve madem buradaki bütün varlıklarda hakkım var. Hakkımı kimseye devretmeyeceğim. Hisseler satılık değil."

"Sen şimdi bitmedin mi Yücesoy?" Haktan'ın kahkahası koridorda yankılanırken Dilhun kendini bitkin hissediyordu. Odanın karşısındaki duvarda yere çökmüş kanayan burnunu tutan Yekta'yı ve onun başında bekleyen genç çocuğu gördüğünde başını çevirip yürümeye devam etti. Giriş kata indiğinde danışmanın önüne gelip odadan çıkarken aldığı tutanağı masadaki kalemle imzalayıp, kızın önüne bıraktı.

"İşlemleri halledersiniz. İyi günler." Hastanenin kapısından çıkarken bacaklarının birbirine dolandığını hissediyordu. Yürümekte zorlanırken taksi durağının önündeki bankta durdu. Cebinden telefonunu çıkardığında sessizde bıraktığı telefonunda yirmi iki mesaj ve yedi cevapsız çağrı buldu. Rehberine girip annesini aradığında saniyeler içinde yanıt almıştı. "Dilhun! İyi misin?"

"İyiyim, birazdan taksiye binip yanına geleceğim. Yarın sabah cenazeyi almak için buraya geleceğiz. Eve geldiğimde konuşuruz olur mu?" Dilhun yanına oturan Haktan'la huzursuzca kıpırdandı. "Bunlarla uğraştığın için üzgünüm."

"Üzgün müsün? Ne farkın var ondan?" Haktan, montunu düzeltip arkasına yaslandı. Kollarını göğsünün üzerine kavuşturdu. "Çok farkımız var Dilhun. Gazeteci olarak yorumlama yapmadan gerçekçi şeylerden bahsetmelisin. Bizi tanımıyorken hakkımızda yorum yapmaman seni tarafsız ve gerçekçi kılar."

"Nutuk atmak için mi geldin?"

"Hayır, seni evine götürmek için geldim. Yaşadığın acının farkındayım ama yukarıda verdiğin karar seni baban gibi bir tehlikeye sürükledi. Asaf, istediğini almak için her şeyi yapacaktır. Bu yüzden izin ver sana yardımcı olalım." Dilhun huzur bulamayacağını anladığında oturduğu banktan kalktı. Hastane bahçesinin kapısına doğru yürümeye başladı. Caddeye çıktığında yoldan geçecek olan bir taksiyi beklemeye başladı. Sokağın başından yaklaşan taksiyi gördüğünde elini kaldırıp şoföre işaret etti.

Taksi önünde durduğunda taksinin kapısını açacakken duyduğu bir el silah sesiyle kendisinin aşağı çekilmesi bir olmuştu. Silahın namlusundan çıkan kurşunun arabanın bagajını sıyırırken çıkardığı ses ve Dilhun'un korkuyla atan kalbinin sesi kulaklarında yoğun bir gürültü oluşmasına sebep olmuştu. Eğildiklerinde peşinden bir kez daha sokakta gürültüyle ses yankılandığında yanında duran adamın kim olduğunu kestirememişti. Sokakta ve hastanenin bahçesinden yükselen çığlık sesleri sürerken Dilhun'un başının üstüne konan el çekilmişti. "Dilhun, arkaya yanaşacak olan arabaya doğru ayağa kalkmadan ilerlemeni istiyorum."

"Alparslan?" Alparslan onu yanıtsız bırakıp havaya birkaç el ateş etti. Taksinin arkasına yanaşan arabaya doğru emekler pozisyonda ilerledi Dilhun. Arabanın kapısını açtığında etraftaki silah sesi susmuştu. Koltuğa geçerken yolun karşısındaki adamın koşarak uzaklaştığını gördü. Birkaç dakika sonra Alparslan'da yanına oturdu. "Gidelim."

"Bu neydi şimdi?" Korkudan parmaklarının uyuştuğunu hissediyordu. Yumruklarını sıktığında avuç içine batan tırnaklarının acısıyla kendine gelmeye çalışıyordu. "İçeride Asaf'ı reddetmenin getirileri diyebiliriz."

"Ne malum beni kandırmak için bu yalanı söylemediğin? Açık hedeftim. Nasıl vuramadı beni?" Araba hareket halindeyken Dilhun camı açtı ve içeri temiz havanın girmesine izin verdi. "Buna neden ihtiyacım olsun?"

"Hastane onlar için bu kadar önemliyken elde etmek isteyebilirsin?"

"İstersem bu hastaneyi yok edebileceğimin farkında mısın?" Karşılıklı meydan okumalarına karşılık aralarında bir sessizlik oluştu. Dilhun içten içe Alparslan'ın haklı olduğunu kabul etmişti. "Belki sen bu işe devam etmek istiyorsun?"

"Bunun için neden buraya gizlenme gereği duyacağım? Birinin organlarını çalmak istersem bunu yapacağım bir yer bulabilirim Dilhun ama onlar için burası gizlenebilecekleri bir yer. Dışarıdan her şey yasal ve yolunda görünüyor. Kaçak olarak ispat edilebilecek hiçbir şey yok. Burayı kaybetmek onları sarsar." Babasının bu adamlarla ve böyle bir konuda anılması ona ağır geliyordu. Babasının adını lekelemeye çalıştıklarını düşünmek istedi. "Babam gerçekten insanlara bunu yaptı mı?"

"Babanı uzun zamandır izliyorum. Bunun için net bir cevabım yok. Dediğim gibi planlamaları güzel ve üzeri örtmekte başarılı olmuşlar. Babanı sadece kağıt üzerinde mi kullandılar bir fikrim yok. Tek emin olduğum şey adının her evrakta geçtiği ve altında imzasının olduğu."

"Ben bunları şu an düşünmek istemiyorum. Sabah buraya getirildim ve babamın ölümüyle yüzleşmeme izin bile verilmedi. Şimdi değil. En azından biraz zamana ihtiyacım var." Alparslan anlayışla başını salladı. Yanındaki kadının gözlerindeki yorgunluğu görebiliyordu. "Sana düşünmek ve olanları sindirmek için alan yaratmaya çalışacağım. Bugünden sonra attığınız her adıma dikkat etmelisiniz."

Kehribarları, onun yorgun gözleriyle buluştuğunda Dilhun bir nebzede olsa ona üzüldüğünü gözlerinde görebilmişti. Adamın samimiyetine inanmak onun için çok zordu. "Bugün sadece babamı değil, benimde bir parçamı öldürdüler veya öldürdünüz. Tek kaybetmekten korkacağım kişi annem. Bu işin sonunda eğer babamın ölümünde senin adına denk gelirsem ne sen ne örgütün beni durduramazsınız."

"Peki ya benim hakkımda yanılırsan?" Araba durduğunda evlerinin önüne geldiğini fark etti. "Katil her zaman katildir Alparslan. Bir suçluyu veya masumu öldürmenin gözümde bir farkı yok. Kana bulanmışsın."

"Evinizin etrafında adamlar olacak. Annenin ve senin güvenliğinden emin olacağız."

"Neden? Yani ne önemi var? Bana haber zırvalıklarından bahsetme."

"Zamanı gelince Dilhun. Zamanı gelince her şeyin bir cevabı olduğunu sende göreceksin ama önceliğim seninle bir yayın yapmadan ölmene izin vermemek." Alparslan'a bir şey demeden araçtan inip, evin bahçesine girdi. Kapının önünde birkaç arabanın varlığını gördü. Kapıyı açtığında içeride fısıltıyı andıran konuşma tonları ve birkaç köşeye dağılmış insanları gördü.

"Canım!" Hilal, kollarını ona doladığında Dilhun kendisini duygudan yoksun hissediyordu. Ne ağlamaya hali kalmıştı ne de insanlara dert anlatabilecek gücü vardı. "Annem nerede?"

"Odasında, uyuyor."

"Ben bir ona bakacağım. Hilal, insanları gönderir misin? Meraklı bakışlarını görmek istemiyorum." Hilal, güç vermek istercesine kolunu sıvazladı. Dilhun, annesine bakmak için odaya girdiğinde kızarmış burnu, kollarının arasında babasının fotoğrafıyla uyuduğunu görünce ses yapmadan odadan çıktı. Üst kata çıkarken ona dönen bakışlara aldırış etmedi. Babasının çalışma odasına girip, ardından kapıyı kapattı.

Masasının etrafındaki kitaplığın önünde birkaç adım attı. Raflarda uzun yıllardır okuduğu ve biriktirdiği romanlara her zaman imrenerek bakardı, mesleğiyle ilgili olanları itinayla dizdiği raflarda elini dolaştırdı. Ne aradığını bilmiyordu. Bulabileceği her şey ise bugünden sonra korkutuyordu. Babasının çalışma masasına oturup, bilgisayarının ekranını kaldırdı. Şifrenin ne olduğunu bulmak için önce kendi doğum tarihini denedi. Hatalı şifre yazısını gördüğünde bu sefer evlilik yıl dönümlerini denedi. Tekrar hatalı şifre yanıtı aldığında annesinin ve kendisinin doğum yıllarının sonunu girdi. Bilgisayar ekranı açıldığında Dilhun ana ekrandaki dosyaları tek tek açmaya başladığında ilgisini çeken hiçbir şey bulamadı.

En son bilgisayara takılı olan hard diskin bulunduğu dosyaya tıkladı. Bir çok sözleşme belgeleri ekrana dökülürken en altta yer alan X dosyasına tıkladı. Daha önce kendisine gelmiş bütün bilgilerin burada olduğunu gördü. Dilhun, hastane başlığına tıkladığında ise kanı dondu. Bugüne kadar yapılan bütün organ alımlarının sahipleri ve satılan kişilerin isimleri vardı. Dilhun, şakaklarını ovaladı. Anlamsızca kapısına bırakılan, arabasının camına koyulan her dosyanın kaynağı babası mıydı?

 

Loading...
0%