@dincerkocabas2010
|
Sabah uyandığımda, dün yaşadığımız o güzel anların etkisiyle hala kalbim hızlı hızlı atıyordu. Ali'nin dudaklarının yumuşak dokunuşu, gözlerindeki o derin bakış, bana söylediği o güzel sözler... Hepsi zihnimde taze bir anı olarak duruyordu. Yatağımdan kalktığımda pencereye yöneldim. Güneşli, pırıl pırıl bir gün beni karşıladı. Ali'nin beni nereye götüreceğini merak ediyordum. Çocukluğundan bir parçayı benimle paylaşacak olması, aramızdaki güvenin ne kadar derinleştiğinin bir göstergesiydi. Hazırlanırken telefonuma bir mesaj geldi: "Günaydın... Bir saat sonra oradayım. Rahat bir şeyler giy, biraz yürüyeceğiz." Heyecanla hazırlanmaya başladım. Uzun bir yolculuk olacağını söylemişti. Sırt çantama su, atıştırmalık bir şeyler ve ince bir hırka koydum. Tam hazır olmuştum ki kapı çaldı. Kapıyı açtığımda Ali'yi gördüm. Üzerinde rahat bir kot pantolon ve açık mavi bir tişört vardı. Gözleri parlıyordu. "Günaydın," dedi gülümseyerek. "Hazır mısın?" "Hazırım," dedim heyecanla. "Nereye gidiyoruz?" "Sürpriz," dedi gizemli bir ifadeyle. "Ama eminim çok seveceksin." Apartmandan çıktığımızda Ali'nin arabası sokağın başında bizi bekliyordu. Arabaya bindiğimizde, Ali navigasyona bir adres girdi. "Yaklaşık bir saat sürecek yolculuğumuz," dedi. "Şehrin dışına çıkacağız." Yol boyunca müzik dinledik, sohbet ettik. Ali ara sıra bana bakıp gülümsüyordu. Şehrin kalabalığından uzaklaştıkça, etrafımızdaki manzara değişmeye başladı. Binalar azaldı, yerini ağaçlar ve yeşillikler aldı. "Buraya en son ne zaman geldin?" diye sordum merakla. "Uzun zaman oldu," dedi düşünceli bir sesle. "Belki beş yıl... Ama her detayı hala aklımda. Küçükken burası benim sığınağımdı. Annemle babam ayrıldıktan sonra, kendimi kötü hissettiğimde hep buraya gelirdim." Sonunda toprak bir yola saptık. Biraz ilerledikten sonra Ali arabayı durdurdu. "Bundan sonrasını yürüyeceğiz," dedi. "Hazır mısın?" Arabadan indik. Etrafımızda yemyeşil bir orman vardı. Kuş sesleri ve yaprakların hışırtısı dışında hiçbir ses duymuyorduk. Ali elimi tuttu ve beni patikaya doğru yönlendirdi. "Bu patikayı ben açtım," dedi gururla. "Her gelişimde biraz daha belirginleştirdim. Kimse bilmezdi burayı..." On beş dakikalık bir yürüyüşün ardından ağaçların arasından küçük bir açıklığa çıktık. Karşımızda muhteşem bir manzara vardı. Küçük bir göl, etrafında rengârenk çiçekler ve tam göle bakan bir kaya... "İşte benim özel yerim," dedi Ali, gözleri parlayarak. "O kayada saatlerce oturur, kitap okur, bazen sadece düşünürdüm. Burası benim için hep huzur demek oldu." Gözlerim dolmuştu. Ali'nin çocukluğunun en özel yerini benimle paylaşması, bana olan güveninin ve sevgisinin en büyük kanıtıydı. Ona sıkıca sarıldım. "Teşekkür ederim," dedim fısıltıyla. "Beni buraya getirdiğin için..." Ali beni kendine çekti ve dudaklarıma nazik bir öpücük kondurdu. "Artık burası bizim yerimiz," dedi gülümseyerek. Kayaya doğru yürüdük. Ali önden giderek bana en rahat oturabileceğimiz yeri gösterdi. Yanyana oturduğumuzda, göl yüzeyinde dans eden güneş ışıklarını izlemeye başladık. Ara sıra küçük bir balık suyun yüzeyini yarıyor, halka halka dalgalar yayılıyordu. "Burada çok şey düşündüm," dedi Ali, gözlerini gölden ayırmadan. "Bazen öfkeyle gelirdim, bazen üzüntüyle... Ama her seferinde buradan biraz daha hafifleyerek ayrılırdım. Sanki bu göl, tüm dertlerimi alıp götürüyordu." Başımı onun omzuna yasladım. "Nasıl bir çocuktun?" diye sordum merakla. Ali derin bir nefes aldı. "İçine kapanık... Çok konuşmazdım. Annem ve babam ayrıldıktan sonra daha da sessizleştim. Babam gittikten sonra annem çok çalışmak zorunda kaldı. Ben de çoğunlukla yalnızdım. İşte o zamanlarda keşfettim burayı..." Elini tuttum ve parmaklarımı onunkilerin arasına geçirdim. "Peki nasıl buldun burayı?" "Bir gün evde çok bunalmıştım. Sürekli kavga seslerini düşünüyordum. Çıktım, nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm. Ağaçların arasında kayboldum sandım kendimi. Sonra birden bu açıklığa çıktım. O kadar sessiz, o kadar huzurluydu ki... O gün akşama kadar burada oturdum. Annem çok endişelenmişti tabii. Ama sonra buraya geldiğimi söyledim ona. Anlayışla karşıladı. Belki o da benim bir sığınağa ihtiyacım olduğunu biliyordu." Ali cebinden not defterini çıkardı. "Bak," dedi bir sayfayı açarak. "Bu gölün ilk çizimim. On iki yaşındaydım." Sayfada acemi ama sevgi dolu çizgilerle yapılmış bir göl resmi vardı. Etrafında ağaçlar, küçük çiçekler... "O zamandan beri çiziyor musun?" diye sordum. "Ara ara... Ama seninle tanıştıktan sonra daha çok çizmeye başladım. Sanki içimdeki o küçük çocuk tekrar ortaya çıktı. Bak bunlar da son zamanlarda yaptığım çizimler..." Sayfaları çevirmeye başladı. Her sayfada farklı bir duygu vardı. Bazıları karanlık ve kasvetliydi, bazıları ise umut doluydu. Ve pek çoğunda ben vardım. Gülümserken, kitap okurken, düşünürken... "Sen benim hayatımı değiştirdin Elif," dedi Ali, defteri kapatırken. "Seninle tanışmadan önce bu göle geldiğimde hep geçmişi düşünürdüm. Ama şimdi... Şimdi geleceği hayal ediyorum. Seninle olan geleceğimizi..." Gözlerimin dolduğunu hissettim. "Ben de seninle farklı biri oldum Ali. Sanki hayat daha anlamlı, daha değerli..." Ali ayağa kalktı ve elini bana uzattı. "Gel, sana bir şey daha göstermek istiyorum." Elini tutup kalktım. Beni gölün diğer tarafına doğru yönlendirdi. Küçük patikadan ilerlerken, aniden durdu ve yukarıyı işaret etti. Başımı kaldırdığımda, ağaçların arasına ustaca yerleştirilmiş küçük bir ağaç ev gördüm. "Bunu sen mi yaptın?" diye sordum şaşkınlıkla. "Evet," dedi gururla. "On dört yaşındayken başladım yapmaya. Üç ay sürdü bitirmem. Her hafta sonu gelip çalıştım. Annem malzemeleri almama yardım etti. Tek başıma yaptım. Biraz yamuk yumuk oldu ama..." "Harika görünüyor!" dedim heyecanla. "Hala sağlam mı?" "Son geldiğimde kontrol etmiştim, gayet iyiydi. Çıkmak ister misin?" Başımı salladım. Ali önden tırmandı ve bana yardım etti. İçerisi küçük ama şaşırtıcı derecede düzenliydi. Bir köşede eski bir minder, duvarda elle çizilmiş posterler, küçük bir raf ve rafta eski kitaplar vardı. "Burası benim gizli kütüphanemdı," dedi Ali, mindere otururken. "Kimseye söylemedim burayı. En sevdiğim kitapları buraya getirirdim. Saatlerce okurdum." Kitaplara göz gezdirdim. Jules Verne'den Jack London'a, çocuk klasiklerinden macera romanlarına uzanan bir koleksiyon vardı. Kitapların bazıları yıpranmıştı ama hepsi özenle dizilmişti. "Bu kitapların her biri beni farklı dünyalara götürdü," dedi Ali, kitaplara sevgiyle bakarak. "Belki de bu sayede ayakta kaldım. Her kitap, kendi hayatımdan bir kaçış, başka hayatları tanıma şansıydı." Yanına oturdum. Küçük pencereden göl manzarası görünüyordu. "Burada olmak nasıl bir his?" diye sordum. "Garip..." dedi düşünceli bir sesle. "Sanki zaman durmuş gibi. O küçük çocuğun heyecanını, hayallerini hala hissedebiliyorum. Ama şimdi yanımda sen varsın. Ve her şey çok daha güzel." Başımı onun omzuna yasladım. O an, Ali'nin çocukluğuna dokunabildiğimi hissettim. Onun yaralarını, hayallerini, umutlarını daha iyi anlıyordum. Bu özel yeri benimle paylaşması, aramızdaki bağı daha da derinleştirmişti. "Buraya tekrar gelebilir miyiz?" diye sordum. "İstediğin zaman," dedi gülümseyerek. "Artık burası bizim yerimiz." Güneş yavaş yavaş alçalmaya başlamıştı. Ağaç evden inip göl kenarına döndük. Ali sırt çantasından bir battaniye çıkardı ve yere serdi. "Piknik yapalım mı?" dedi, çantasından sandviçler ve meyve suları çıkarırken. "Sen her şeyi düşünmüşsün," dedim gülerek. "Seninle burada bir gün geçirmeyi çok hayal ettim. Her detayı planladım." Battaniyenin üzerine uzandık. Üzerimizde yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları, kulağımızda kuş sesleri... Her şey o kadar huzurluydu ki... "Ali," dedim usulca. "Teşekkür ederim. Bu günü hiç unutmayacağım." Bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "Ben teşekkür ederim. Hayatıma girdiğin, yaralarımı iyileştirdiğin, bana yeniden gülmeyi öğrettiğin için..." O an aramızda öyle güçlü bir bağ vardı ki, kelimeler yetersiz kalıyordu. Ali'nin dudakları benimkileri bulduğunda, tüm dünya yok oldu sanki. Sadece biz vardık, bir de göl kenarında paylaştığımız bu muhteşem an... Güneş batmaya yüz tutmuştu. Gölün yüzeyi artık turuncu ve pembe tonlarıyla dans ediyordu. Ali'nin kollarında öylece uzanırken, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Öpüşmemiz bittiğinde, Ali alnımı öptü ve fısıldadı: "Hava kararmadan dönmeliyiz, ama önce sana son bir sürprizim var." Merakla doğruldum. Ali cebinden küçük, antika görünümlü bir kutu çıkardı. Kutuyu açtığında içinden eski, biraz yıpranmış bir kolye çıktı. Üzerinde küçük bir göl ve ağaç motifi vardı. "Bu kolye annemindi," dedi titrek bir sesle. "Babamla tanıştığı dönemden kalma. Ayrılırken bana vermişti, 'Bir gün gerçek aşkı bulduğunda ona ver' demişti. Yıllarca bu kolyeyi burada, ağaç evdeki kitapların arasında sakladım. Ta ki seni bulana kadar..." Gözlerimden yaşlar süzülürken, Ali kolyeyi nazikçe boynuma taktı. "Artık sadece burası değil, kalbim de senin yuvan," dedi. Gökyüzü mora dönmeye başlamıştı. Eşyalarımızı toplarken, gölün yüzeyinde son kez dans eden ışıklara baktım. Ali elimi tuttu ve patikaya doğru yöneldik. Dönüş yolunda, ağaçların arasından süzülen son ışık huzmeleri bize eşlik etti. Arabaya bindiğimizde ikimiz de suskunduk. Ama bu, kelimelere ihtiyaç duymayan bir suskunluktu. Ali ara sıra elimi tutuyor, ben de ona gülümsüyordum. Boynumdaki kolye, yaşadığımız günün en değerli hatırası olarak parlıyordu. Şehre yaklaştıkça, içimde bir hüzün belirdi. Bu sihirli günün bitmesini istemiyordum. Ali sanki düşüncelerimi okumuş gibi, "Bu sadece bir başlangıç," dedi. "Daha paylaşacak çok anımız, keşfedeceğimiz çok yerimiz var." Apartmanımın önüne geldiğimizde, Ali motoru durdurmadan önce son kez göle baktığımız anı düşündüm. O an, sadece geçmişin yaralarının iyileştiği bir an değil, geleceğe dair umutların yeşerdiği bir andı. Ali arabadan inip kapımı açtı. Tam vedalaşacakken, "Yarın akşam bize gel," dedim aniden. "Annemle tanışmanı istiyorum." Gözleri parladı. "Bundan daha güzel bir şey olamaz," dedi ve son kez öptü beni. Merdivenleri çıkarken, boynumdaki kolyeyi tuttum. Bu kolye artık sadece bir takı değil, iki yaralı ruhun birbirinde bulduğu şifanın, güvenin ve sevginin simgesiydi. Tıpkı o göl gibi, tıpkı o ağaç ev gibi, tıpkı Ali'nin çizimleri gibi... Eve girdiğimde, pencereye yöneldim. Gökyüzünde ilk yıldızlar belirmeye başlamıştı. Ali'nin arabası hala aşağıdaydı. El salladım. O da el sallayıp uzaklaştı. O gece yatağıma uzandığımda, tüm anılar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ali'nin gözlerindeki o mahzun ifade, göl kenarındaki kayada paylaştığımız hikâyeler, ağaç evdeki kitaplar ve en önemlisi, artık boynumda taşıdığım o değerli kolye... Yarın yeni bir gün başlayacaktı. Ali'nin annemi tanıyacağı, hayatımızın yeni bir sayfasının açılacağı bir gün. Gözlerimi kapatırken, göl kenarındaki huzuru hala içimde hissedebiliyordum. Ve biliyordum ki artık yalnız değildim. Çünkü Ali'yle birlikte sadece bir göl kenarını değil, birbirimizin kalbini de yuva bellemiştik. Sabah uyandığımda ilk işim boynumdaki kolyeye dokunmak oldu. Dün yaşadıklarımızın bir rüya olmadığından emin olmak istercesine... Telefonu elime aldığımda Ali'den bir mesaj vardı: "Günaydın. Dün gece hiç uyuyamadım, hep seni düşündüm. Annene ne saat gelelim?" "Gelelim" derken yanında birini daha getireceğini anlamıştım. Heyecanla cevap yazdım: "Günaydın! Akşam 7 gibi gel. Gelelim derken?" "Annem de gelmek istiyor. Ona senden çok bahsettim. Dün gece eve gittiğimde kolyeyi verdiğimi söyledim, gözleri doldu. 'O zaman ben de gelip Elif'i tanımalıyım' dedi." Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Hem Ali'nin annesi hem benim annem... Bu çok önemliydi. Hemen annemi aradım. "Anne, bugün Ali gelecek. Yanında annesi de olacak." Annem bir an duraksadı. "Demek ciddi..." dedi düşünceli bir sesle. "Tamam kızım, güzel bir akşam yemeği hazırlarım." Gün boyunca hem heyecandan hem de tedirginlikten yerimde duramadım. Ali ara ara mesaj atıp beni sakinleştirmeye çalışıyordu: "Annem seni çok sevecek, hiç endişelenme." Akşam yaklaşırken annemle birlikte hazırlıklara başladık. Zeytinyağlılar, börekler, tatlılar... Annem sanki bir orduyu ağırlayacakmış gibi hazırlanıyordu. Ben de üzerime en sevdiğim elbiseyi giydim. Boynumdaki kolye bu kıyafetle çok güzel duruyordu. Tam 7'de kapı çaldı. Kapıyı açtığımda Ali'yi ve yanında orta yaşlı, zarif bir kadını gördüm. Ali'nin annesi Nurten Hanım, oğlunun gözlerindeki o derin bakışlara sahipti. Elinde bir buket çiçek ve bir kutu baklava vardı. "Hoş geldiniz," dedim titrek bir sesle. Nurten Hanım bana sıkıca sarıldı. "Sonunda tanışabildik güzel kızım," dedi içten bir sesle. Sonra boynumdaki kolyeyi fark etti, gözleri doldu. "Ne kadar da yakışmış..." Annem de kapıya gelmişti. İki kadın birbirlerine sarıldılar. Sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi hemen sohbete başladılar. Ali yanıma sokuldu ve kulağıma fısıldadı: "Çok güzel olmuşsun." Yemek masasına oturduğumuzda, sohbet koyulaşmaya başladı. Nurten Hanım Ali'nin çocukluğundan, yaramazlıklarından bahsetti. Zor zamanlardan nasıl geçtiklerini, Ali'nin nasıl güçlü bir çocuk olduğunu anlattı. "Ali bana gölü gösterdi," dedim bir ara. "Oradaki ağaç evi..." Nurten Hanım'ın gözleri parladı. "Ah o göl... Ali'nin sığınağı. Her hafta sonu oraya gitmek için ısrar ederdi. Ağaç evi yaparken günlerce uğraştı. Ama hiç şikayet etmedi. O ev, onun dünyadan kaçış noktasıydı." Annem merakla sordu: "Ne göl bu? Uzak mı?" Ali heyecanla anlatmaya başladı. Gölün yerini, güzelliğini, oranın onun için ne kadar özel olduğunu... Sonra bana döndü: "İsterseniz bu pazar hep birlikte gidelim. Piknik yaparız." İki anne de bu fikri çok beğendi. Planlar yapılmaya başlandı bile. Nurten Hanım börekler yapacağını söyledi, annem de kendi özel köftesinden yapacağını... Yemekten sonra Ali ve ben balkona çıktık. Şehrin ışıkları altında, içeriden gelen kahkaha seslerini dinliyorduk. "Her şey ne kadar güzel gidiyor," dedim mutlulukla. "Evet," dedi Ali, elimi tutarak. "Sanki ailelerimiz hep tanışıyormuş gibi. Bak, annemi hiç böyle görmemiştim. Gözlerindeki mutluluğu görüyor musun?" İçeriden Nurten Hanım'ın sesi geldi: "Elif kızım, gel! Sana Ali'nin bebek fotoğraflarını göstereceğim." Ali kızardı. "Hayır anne, lütfen o fotoğrafları gösterme!" Hep birlikte güldük. O an, iki ailenin nasıl tek bir aileye dönüşmeye başladığını hissettim. Boynumdaki kolye artık sadece Ali'yle aramızdaki bağın değil, ailelerimiz arasında kurulan bu yeni bağın da simgesiydi. Gece ilerlerken, kimse ayrılmak istemiyordu. Sonunda Nurten Hanım saate bakıp, "Geç oldu," dedi. Vedalaşırken uzun uzun sarıldık. Pazar günü için son planları yaptık. Ali ve annesi gittikten sonra, annemle mutfakta bulaşıkları yıkarken konuştuk. "Ali çok iyi bir çocuk," dedi annem. "Gözlerinden belli... Sana olan sevgisi o kadar derin ki..." "Evet anne," dedim gülümseyerek. "O benim hayatımın aşkı." O gece yatağıma uzanırken, yarın için sabırsızlanıyordum. Çünkü artık her yeni gün, Ali'yle paylaşacağımız yeni bir macera, yeni bir mutluluk demekti. Ve şimdi bu mutluluğu ailelerimizle paylaşıyor olmak, her şeyi daha da anlamlı kılıyordu. |
0% |