@dvisal
|
“Hadi bin arabaya. Biz de gidelim.” Hiçbir şey söylemeyip çekildim yanından ve arabaya yerleştim. Aynı zamanda o da. “Nereye gideceğiz?” Araba okulu geride bırakmaya başladığında ilerlediğimiz yol boyunca akıp giden kısa ve beyaz çizgileri izliyordum hipnoz olmuş gibi. “Diğerleriyle tanıştıracağım seni.” Oyunun diğer ajanlarından bahsediyordu. Gözlerim yoldan ayrılmazken, “Erdem kim? O da mı diğer ajanlardan?” dediğimde bir cık sesi döküldü dudaklarından. “Erdem yakın arkadaşım.” Bu defa gözlerimi yoldan ayırıp Asil’e diktim. “Rol mü yapacağız yine?” Birkaç saniyeliğine gözleri beni buldu, ardından tekrar önüne döndü. “Erdem’in haberi var operasyondan.” Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. “Bu bir risk değil mi?” diye sormuştum anında. Pür dikkat vereceği cevabı bekliyordum. “Çocukluktan arkadaşım. Düşündüğünü yapacak birisi değil. Tanıdığında anlarsın.” Bakışlarım asılı kalmıştı profilinde. Çocukluk arkadaşı... “Güveniyorsun yani ona?” “Her zaman.” “Yine de risk. Çocukluktan tanıdığın birisi olsa da kimseye güvenemezsin. Ya bir sıkıntı çıkarsa?” dediğimde gözlerinin kısıldığını gördüm. “Çocukluktan tanıdığım için değil. Onun da etkisi var tabii ki ama...” Duraksadı ve derin bir nefes alıp verdi. “Bazı insanlara koşulsuz, en içten güvenirsin. Ona güvenmek bir seçenek değil, zorunluluk olur senin için. Erdem öyle birisi bende. Bir risk değil. Düşünme bunu bir daha.” Ama dedikten sonra farklı bir şey söyleyecekti de söylememişti sanki. Ya da ben öyle hissetmiştim. Erdem konusunda böylesine net olmasına karşılık sertçe yutkundum ve sustum. Kimi kandırıyordum ki? Eğer o şimdi burada olsa... Ben de güvenirdim ona. Koşulsuz ve en içten; sadece ona. Ama o güvenmezdi bir daha bana. Bir zorunluluktu benim için, yalnızlığın ittiği tek yoldu. Güven bir kez, kalp her hatırladığında kırılır. Senin suçun Elzem. Halamın mektubu düştü aklıma. Her şeyden haberi olduğunu, benim vazgeçmeyip bu yolda kaçmadan, usanmadan ilerlemem gerektiğini anlatan mektubu... Nasıl susabilmişti bunca zaman? Beni korumak, Akif Saral’ı korumak? Hiçbir taş şu an için yerine oturmuyordu zihnimde ama öğrenecektim. Zaman Elzem, birazcık zaman. Neslihan teyze, ikisinin de çocukluktan arkadaşıydı. Onun da haberi var mıydı bu karanlıktan? Gözlerim tekrar çizgileri bulduğunda gergince bir soluğu dışarı bıraktım. Akif Saral’ın takibe başlamasından, cevapsız sorularımdan kaynaklıydı gerginliğim ama olmasını beklediğim bir şey için neden gerildiğimi de bilmiyordum. Sessizlik içinde geçen dakikaların ardından bir barın önünde durduk Pusu Bar... “Burası mı?” dediğimde Asil, dikiz aynasında olan bakışlarını üzerime çevirip başını sallayarak beni onayladı. “Dikiz aynasından geri bak.” dediği an birkaç saniye duraksamış olsam da gözlerimi hızla dikiz aynasına çevirdim. Kalp atışım hızlanmıştı istemsiz çünkü göreceğim görüntüyü biliyordum. Oldukça uzakta olmasına rağmen üzerindeki siyah montunu gördüm. Yüzünü seçemiyordum ama saçları kısa kesilmişti ve elindeki sigaranın külünü dökerken kulağına yasladığı telefonda birisiyle konuşuyordu. Akif Saral mıydı konuştuğu? Ben adama kilitlenmişken emniyet kemerimin birden çözülmesiyle gözlerim Asil’in kapıya bakan siyah harelerini yakaladı. Kolunu önümden doğru uzatarak kapımı açtığı sıra “Sakin ol.” demişti sakin, rahat bir tonla. Kaşlarım çatılırken “Sakinim ben zaten.” dedim tek nefeste yüzüne karşılık. Yüzü anında bana çevrildiğinde kaşları hafifçe kalkmış, eğlenir gibi bir ifade ile yüzüme bakmaya başlamıştı. Başını hafifçe sağa eğerek, “Öyle diyorsan...” dedi. Alay mı ediyordu benimle? Kaşlarım biraz daha çatılırken gözleri bütün yüzümü turladığında beklemediğim sesli bir gülüş koptu dudaklarından. Başını eğerek güldüğü için yüzüme yakın olan saçlarının kokusu burnuma değmişti. Kuruyan dudaklarımı ıslatırken olduğum yerde hareketlendim garip bir sinir haliyle. “Neden dalga geçiyorsun şimdi? Ne var durup dururken gülecek?” dediğim an bakışları şaşkın bir ifadeyle yüzüme çıktı. Hafif bir tebessüm kalmıştı yüzünde. “Dalga geçmedim. Komik geldin sadece bir an.” Ben ve komiklik mi? Asıl şimdi dalga geçiyor olmalıydı... “Bir sana komik geliyorum öyleyse.” diye devam ettiğimde yüzünde asılı kalmış tebessüm biraz daha silinse de gözlerine anlayamadığım o sıcaklık oturdu yine. “Ne güzel işte... Yavuz gibi herkese komik geleceğine, bir bana komik gelirsin sende.” Yavuz’a dediğine karşılık istemsiz bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Aynı zamanda kucağıma koyduğum ellerimi bulmuştu bakışlarım. Ardından hiçbir şey söylemeyip açtığı kapıyı ittirerek arabadan indiğimde hızla dolanıp yanıma ulaştı ve elimi elinin içine hapsedip mekâna doğru yürütmeye başladı. Huzurlu bir ifade vardı yüzünde, benim aksime. Derin bir nefesi daha bıraktım dışarıya sıkıntıyla. Deli gibi arkaya bakma isteğiyle dolsam da tuttum kendimi. İllaki takip edecek, peşimizden gelecekti. Mekânın giriş kısmına ulaştığımızda takım elbiseleri ile bekleyen iki adamdan birisi, “Hoş geldin abi.” diyerek kenara çekildi ve Asil bir baş selamı verdikten sonra içeri girdik. “Seni tanıyorlar.” dedim birlikte attığımız adımları izlerken. “Erdem’in mekânı burası. O yüzden tanıyorlar.” “Anladım.” dediğimde loş bir ışığın olduğu uzun koridoru el ele ilerlemeye devam ederken büyük ahşap bir kapıyı da geçip asıl alana adım atmıştık. Saat erken olduğu için çok da dolu değildi. Gözlerim yemek masalarında, sahnede ve rahat görünen koltuklarda gezinirken bar kısmında elindeki bardağı kurulayan barmeni gördüm. Asil’e bakıp genişçe gülümsedi. Erdem bu adam olabilir miydi? Gerçi mekân sahibinin barmenlik yaptığına pek şahit olmamıştım. Barın etrafına dizilmiş sandalyelerin önünden barın arkasına geçtiğimizde barmen neşeyle, “Ooo, Asil! Gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdeydin kaç zamandır?” dedi. Asil’in yüzüne baktığımda gülümsüyordu ama pek içten olduğunu söyleyemezdim. “İş güçten fırsat bulamadım pek.” Sesine bulaştırdığı bir mesafe vardı. Bu mesafeyi benimle konuşurken hiç hissetmemiştim. Barmenin gözleri bir anda beni bulduğunda bocaladığına şahit oldum birkaç saniye. Kaşları havalanırken tekrar Asil’i bulmuştu gözleri. “Sende mi buldun be âşkı?” Buldu buldu... Bakışlarımı tekrar Asil’e çevirdiğimde göz göze gelmiştik. Siyahlar bütün yüzümü turlayıp barmene döndüğünde bende önüme dönmüştüm. Barmen, büyükçe açtığı gözlerini bana çevirip elini uzattığında “Ali ben.” dedi. Anında elini sıktım. “Elzem.” “Elzem... Güzelmiş. İlksin bu arada Elzem. Şaşırdım yani. Asil’in senden önce hiçbir kızı buraya getirdiğini görmemiştim.” Kaşlarım havalanırken dudağımı büktüm abartılmış bir şaşkınlıkla. “Öyle mi?” Asil’in kalın sesi bir anda “İçeride mi bizimkiler?” diyerek kulaklarıma ulaştığında ifadem de dağılmıştı. “He evet. Seni bekliyorlardı içeride.” Asil, başını sallarken “İşine bak hadi sen. Tutmayalım biz seni.” dediği an elimden çekmeye başladığında Ali arkamızdan yine gelmemizi, beraber vakit geçirebileceğimizi söylüyordu ancak bir cevap alamamıştı. Ali’den haz etmiyordu. Tam o esnada ağzının içinde mırıldanarak, “Gevşek herif.” dediğini duyduğumda ondan haz etmediğini anlamış olsam da beklemediğim bu lafa karşılık ağzım bir karış açık kaldı. Çatık kaşlarının altındaki siyahları dümdüz ileri bakarken “Ne oldu?” diye sordum. Ahşap kapıyı açıp içeriye girdiği sıra adımlarını takip etmeye ve profilini izlemeye devam ediyordum. Gözleri bir anda bana döndüğünde merdivenlerden inmeye başlamıştık. “Ne olmuş? Bir şey olmadı.” “Öyle diyorsan...” dedim aynen onun bana arabada söylediği gibi. Siyahları kısılıp yüzümde dolaşmaya başladığında dudaklarını ıslattı ama bir şey de söylemediği için dudaklarım kapalı bir gülüşle önüme döndüm. “Ya bir git! Dalga geçiyorsun.” diyen ses merdivenlerin sonundaki yerden geliyordu ve tanıdıktı. Ayza’ nın sesiydi ama merdivenler biraz daha aşağı indiği için onu göremiyordum. Aniden “Dur...” dediğimde adımlarım olduğum yerde durduğunda arkasına, bana döndü. Bir basamak aşağıda olduğu için yüzlerimiz neredeyse aynı hizadaydı ve gözlerini daha yakından görebiliyordum. Kaşları çatılmışken başını hafifçe iki yana sallarken ne oldu? dercesine bir gözünü kırptığında bir an duraksamıştım neden duraksadığımı da bilmeden. Ben zaten hiçbir şeyi bilmiyor, ne kendimi ne bir başkasını anlayamıyordum bu aralar. Sıkıntıyla merdivenlerden yukarı baktım, kimse yoktu. Sesimi kısıp “Buraya gelebilir mi?” diye fısıldadığım an boğazının hareketinden ötürü yutkunduğunu anlamıştım. “Buraya Erdem’in kabul ettiği kişiler girebilir sadece. Ali müsaade etmez. Risk almamak için girmeye çalışacağını da sanmam.” dedi sesini benim gibi kısarak. Sıcak nefesi suratıma çarpmıştı. “Rol yok yani?” Anında “Yok.” dediğinde elimi elinin içinden çektim. Isınmış olan elim buz gibi olmuştu sanki bir anda. Gözleri aşağı, eline kaydı birkaç saniyeliğine. Yüzüme bakmadan arkasına dönmeye yeltendiği sıra omzundan tutup “Dur!” dediğim an tekrar gözlerime değdirdi siyahlarını. Bedenini tamamen bana döndürmeye başladığı an elimi ateşten çekiyormuş gibi çektim omzundan. “Ayza... O da biliyor değil mi? O da ajan mı?” Başını hafifçe sağa eğerken “Öyle.” dediğinde aşağıdan birisi “Carlama kızım be kulağımın dibinde! Yavuz gelebilir mi ki?” dediğinde gözlerim bir anlığına merdivenin ucuna kayarken yutkundum. “Rahatsızlık duyacağın birisi yok aşağıda Elzem.” Bir elini ensesine atıp ovuşturduğunda siyahları boynumu buldu. “Rahat ol yani.” Siyahlarını süzdüm birkaç saniye. Neden bunu önemsiyordu, nasıl fark edebiliyordu rahatsızlık duyduğumu anında? Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı salladığımda bu kez arkasına dönüp aşağı inmeye başlamasına izin verdim ve arkasından ben de indim basamakları. Görüş alanıma geniş bir oda, Ayza ve tanımadığım iki erkek, bir kız girdi. Deri ve kahve olan büyük koltuklara kurulmuştu siyah, kısa saçları, olan kız. Ellerini önünde birleştirmiş, kaşlarını çatmış, halıyı izliyordu. Yanında ise koltuklara oturmuş, kısa saçlı, elindeki telefonuna bakan adam oturuyordu. Her ikisinin de mizacı oldukça sertti. Bakışlarımı biraz daha ileri kaydırdığımda mutfak kısmında, fırından borcam çıkaran Ayza’yı ve yanında dikilen kumral, yeşil gözlü adamı gördüm. Gözleri bir anda bize döndüğünde gülümseyerek “Ben de tam nerede kaldılar diyecektim.” dediği an Ayza dışında hepsinin gözleri önce Asil’i sonra beni buldu. Koltuktaki kız baştan aşağı beni süzerken ayaklanmıştı, yanındaki adam da. “Geldik işte.” diyen Asil, üzerindeki kabanı çıkarırken arkasından ilerledim. Ayza, tezgâhın üzerine tepsiyi sertçe bıraktığında arkasına döndü ve revirdeki gibi gülümseyerek bana baktı. “Hoş geldiniz!” Onun gibi bakıyor yine... Merakla Asil’e baktığımda elini tek tek içeridekilere uzatarak tanıtmaya başladı. Önce kumral olan adama uzatıp “Erdem.” dediğinde Erdem, tezgâhın önünden elini sallarken gülümsedi. “Ayza’yı biliyorsun.” Fırından çıkardığı, ne olduğunu bilmediğim, içerisine güzel kokular yayan yemeği keserken o da gülümsedi. Siyah saçlı kızı ve yanında dikilen adamı gösterip “Meyra ve Barçın...” dediğinde ikisi de hafifçe tebessüm etmişlerdi. Erdem ve Ayza diğerlerine göre daha sıcakkanlı görünüyordu. Ayrıca garip hissediyordum bir anda bu kadar insanla tanıştığım için. “Hadi gelin. Kurt gibi acıktım... Hiçbir şey yemedim sabahtan beri.” diyen Ayza’nın sesiyle birlikte Barçın ve Meyra tezgâhın yanındaki yemek masasına doğru ilerlerken üzerimdeki kabanı çıkartıp Asil’in kabanını attığı tekli koltuğun üzerine bıraktım ben de. “Açsın değil mi Elzem? Değilsen de yemek zorundasın çünkü Ayza’nın yemekleri söz konusu...” Erdem’in dediğine karşılık gözlerim masanın üzerini bulduğunda ben cevap veremeden Asil, “Yer.” dediği için bakışlarımı ona döndürdüm. Sakince yüzümü izliyordu yaslandığı koltuktan doğru. Vermiş olduğum sözü hatırlatıyordu gözleri. Bir cevap alamadığı için kaşları havalandığında derin bir nefesi verip “Yerim.” demiştim. Asil’in yanından geçip masaya doğru ilerlediğimde peşimden geldi. Barçın ve Meyra’nın karşısındaki sandalyeyi çekip oturduğumda yanıma da Asil oturmuştu. Ayza, önümdeki tabağı alıp koca bir dilim lazanyayı önüme bıraktığı an gergince dudaklarımı ıslattım. Bitiremezsem eğer ayıp olur muydu Ayza'ya? Diğerlerinin tabaklarını da doldurduğunda yanıma, masanın başına oturdu. Erdem de Asil’in yanına, masanın diğer başına oturmuştu. Ayza ağzına bir lokma atmadan hemen önce “Bakalım beğenecek misin yemeğimi.” dedi heyecanla. “Çok güzel görünüyor. Ellerine sağlık.” dediğimde Erdem, “Ben yardım ettim.” demişti kocaman bir lokmayı ağzına atıp. Ayza yemeği çiğnemeyi birden bıraktığında boş boş ona bakmaya başlamıştı. “Sadece tabakları koydun Erdem... Sen yardım etsen zehirleniriz.” diyen Meyra’ya Barçın hafifçe güldüğünde Meyra’nın bakışları ona döndü ve kaşlarını çattı tekrar. Barçın hiçbir tepki vermeyip gülümsemeye devam ederken tekrar yemeğine dönmüştü. “Lafa bak lafa! Sen yap seninkini yiyelim.” Meyra Erdem’e cevap veremeden Ayza, “Abi şuna bir şey de sussun ya!” dedi Asil’e karşılık. “Asil bana kıyamaz lan!” diyen Erdem otuz iki diş sırıtarak Asil’e döndüğünde Asil’in ifadesini yanımda olduğu için göremiyordum. “Sus da yemeğini ye Erdem. Daha geçen tavada yumurta yaktın. Daha onu pişiremiyorsun.” Erdem de dahil olmak üzere herkes güldüğünde istemsizce ben de gülmüştüm. Bakışlarım Asil’e döndüğü sırada yarım bir gülüşle suratıma bakıyordu. Sakin bir sesle “Soğutma yemeğini.” dediğinde dudaklarımı ıslatıp önüme dönerken diğerlerine değdirdim gözlerimi. Hepsinin yüzüne hâkim olan, garip ama sıcak bir tebessüm vardı. “Soğutursan güzel olmaz... Senin ne diyeceğini merak ediyorum.” diyen Ayza’nın da ardından çatalı ve bıçağı elime alıp ufak bir lokmayı ağzıma götürdüm. Yetenekli olduğunu anlayabiliyordum çünkü gerçekten de çok lezzetliydi. Gözlerimi ona kaldırdığımda küçük bir çocuk gibi heyecanlı bir ifadeyle gözümün içine bakarken benden bir cevap bekliyordu. Revirdeki an düştü o an aklıma. Ona da bağırmıştım, öfke duymuştum o gün ama asıl öfkem kendimeydi aslında. Kendime bir duvar haline getirdiğim, insanlara olan bu soğuk yaklaşımımdan nefret ediyordum ancak derimle bütünleşmişti duvarlar. Yıkabilsem dahi üstüme devrileceğine emin olduğum için olduğum yerde duruyordum öylece, yıllardır. Hafifçe gülüp “Çok beğendim. Gerçekten ellerine sağlık.” dediğimde Ayza kocaman gülümsemişti. Ağzıma bir lokma daha götürüyordum ki Meyra'nın sesi kulaklarımı doldurdu. "Hukuk okuyordun değil mi Elzem." Başımı sallarken, "Üçüncü sınıf." diye eklediğimde tebessüm etti. "İşletme okumuştum bende ama zorla... Kanımı emiyordu bildiğin. Gerçi yaptığım mesleği biliyorsun." Son cümlesini söylerken yüzündeki gülüş genişlemişti. "Sen seviyorsun sanırım bölümünü?" dediği an hevesle "Evet. Çok seviyorum." lafı döküldü dudaklarımdan. "Hemşirelik öğrencisiyim bende. Eline bakan kişi de bendim aslında o yüzden... MİT'te normalde doktor olur, öğrencilerin çalışmasına izin verilmez ama o gün nöbete kalan doktor yoktu. Sana bakmam için de abim çağırmıştı açıkçası..." Kaşlarım havalanırken gözlerim hâlâ sargıda olan elime çevrildi. Uyuşturucunun etkisi geçtiği için avcumun içini sızlatıyordu görüntüsünden bir haber olduğum dikişler. "Teşekkür ederim o zaman." dediğimde Ayza'nın bir kez daha bana tanıdık olan o tebessümünü ve bakışını kuşandığına şahit olmuştum. Onu hatırlamak canımı yakıyordu.
...
Deri koltuklara oturup kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Önümdeki içi çay dolu kupaya takılmış vaziyetteydi gözlerim ve diğerleri bir şeyler konuşuyordu ancak onları dinlediğimi söyleyemezdim. Konuşuyorlardı işte... Dakikalar önce masada her birinin kullanacağım isimlerini ve görevlerini öğrenmiştim. Ayza, Ezgi Arslan; Meyra, Aslı Vural; Barçın, Baran Yalçın'dı. Mert Süngü'yü saatler öncesinde tanımıştım zaten. Bana çok iyi davranıyor olmalarına rağmen burada bir işim kalmadığını düşünüyor olmak kötü birisiymişim gibi hissettirse de her hücremin, eve gidip yalnızlığımın sesini dinlemeye ihtiyacı vardı. Her hücrenin kâbuslarına rağmen uyumaya da ihtiyacı var Elzem ama bunu düşünmüyorsun. Uykusuzluktan ötürü kaşınmaya devam eden gözlerimi bir kez daha ovuşturdum sertçe. Ardından önümdeki çay kupasına uzanıp iki koca yudum daha aldım ama etkisi yoktu. Çay, uyku ihtiyacımı söküp atmaya yetmiyordu bedenimden. Belki acı bir kahve içmeliydim eve döndüğümde. Belki değil, kesinlikle içmeliydim. Sonra bugün aldığım ders notlarına gömülmeliydim saatlerce. Sonra da sabah olmalıydı ve ben duş alıp bir kez daha kendimi kendime gelmeye zorlayarak okula gitmeliydim. Tam o sırada, az önce yanımda oturan Ayza'nın; ben farketmeden yanımdan kalkmış olduğunu, hatta elinde küçük bir poşetle geri gelmiş olduğunu gördüm. "Sargın kirlenmiş. Hem pansumanını yapalım, hem de sargını değiştirelim." derken ayakta dikilmiş, elindeki poşeti gösteriyordu. Bakışlarım, sargımın kenarlarında oluşan gri lekelere kaydı. Boğazımı temizleyerek ona dönük bir şekilde otururken, "Gerek yok aslında yarın hastaneye giderdim." kelimeleri döküldü dudaklarımdan ama Ayza, dediğimi duymamış gibi poşetin içine, büyük ihtimalle eksik var mı diye, bakmaya başlamıştı. Meyra, "Hastaneyle neden uğraşasın ki Ayza var burada." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp tekrar Ayza'ya döndüm. "Senin için getirdim ama bunları ben... Geri mi götüreyim hiçbir şey yapmadan?" Dediğine karşılık sesim içime kaçtı bir anda ve itiraz edemedim. Yüzündeki hafif tebessümde ve ikna etmeye çalışan masum bakışlarında gezdirdim gözlerimi. En sonunda mırıltıya benzer bir sesle, "Tamam... Yapalım o zaman." dediğim an, "Yaparız tabii!" dediğinde hafifçe gülümsemiştim ama yine içim huzursuzdu. "Mutfak masasının üstünde yapalım. Burada olmaz şimdi." Başımı sallayarak olduğum yerden kalkıp mutfağa giden Ayza'nın adımlarını takip etmeye başladım. "Durun bende geleyim!" Barçın'ın bacaklarının üzerinden atlamaya çalışan Meyra'ya döndüğümde adımlarımı durdurmuş Meyra'yı bekliyordum ki geldiğimden beri doğru düzgün konuşmayan Barçın'ın dediğini duyduğumda kaşlarım havalanmıştı. "Meyra'm..." Sevgililer miydi yani? Meyra'nın bende olan gözleri durgunlaştığında sakince geride bıraktığı Barçına dönüp "Hı?" diye mırıldandı. "Çayını getireyim mi? Soğumasın burada..." "Ben alırım kalkma şimdi." derken önündeki sehpaya uzanıp hem kendi kupasını, hem de benim kupamı eline aldı ve yanıma ulaştığında mutfak masasına doğru ilerledik. Meyra çaylarımızı lavaboya döküp yerine yenilerini koymaya başladığında kazağımın kolunu sıvamış ve Ayzanın yanına oturmuştum. Masanın üzerine ciddiyetle dizdiği eşyalardan küçük bir makası eline aldığında dikkatlice sargının kenarlarından içeri itti ve yavaş hareketlerle kesmeye başladı. O sırada Meyra da benim karşıma oturmuş, izlemeye başlamıştı. Dikişleri görme düşüncesi ile yutkunduğumda kaşlarım çatılmış şekilde elime odaklanmıştım ki Meyra, "Elzem..." dediğinde ona döndüm. "Barçın'la biz sevgiliyiz. Anlamışsındır zaten içeride." "Evet. Fark ettim." Gülümsediğimde yüzündeki utangaç ifade ile boynunu ovuşturdu. Aklıma baştaki Barçın'a karşı olan agresif halleri düştü istemsizce. Neden öyle davranmıştı ki? "İkinci yıllarına girecekler." Ayza'nın dediği ile gözlerim aydınlanırken Meyra'ya döndüm tekrar. "Evet... MİT'te tanışmıştık." "Güzelmiş..." İki yıl boyunca birisini sevmek, ona âşık olmak. Bu hissi bilmiyordum ama âşk, halamın dediğine göre çok güzel bir şeydi. "Ben hiç âşık olmadım şimdiye kadar." dediğimde ikisinin de kaşları havalanmıştı. "Hiç mi?" Meyra, "Yok Ayza'cığım azıcık olmuş." dediği an üçümüz de gülmüştük. "Of! Ne bileyim. Şaşırdım sadece..." Sargılı elime bir anda garip bir his dolduğunda sargının elimi terk ettiğinin farkında olarak gözlerimi ağır ağır elime çevirdim. Soğuk ve ifadesiz gözlerim, yer yer kendime bıraktığım açıklıkları birleştirmeye çalışan dikişlerde gezindi. Yedi dikiş... O gece ruhuma açılan açıklıkları elime yansıtmıştım sanki. Elimde pansumanı yapılan dikişler, ruhumda hâlâ açık bir yaraydı. Küçük bir pamuklu bez parçasına döktüğü tentürdiyotu çok ufak hareketlerle dikişlerimin üzerine sürmeye başladığında hissettiğim sızı dişlerimi sıkarken yüzümün buruşmasını sağlamıştı. Bunu fark eden Ayza, hafifçe avcuma üflemeye başladığında gözlerimi dolduran acı değil, yaptığı hareketti. Anında zihnimde altı yaşımın bir anısı parladı o an. Evde yalnızca Leyla Saral'la birlikte olduğum bir cumartesi günü diye anımsıyordum kafamın içinde. Elindeki o iğrenç sigarasını içiyordu evin kocaman bahçesinde, boşluğa bakarak. Kaşları çatık, ifadesi her zamanki gibi öfkeliydi. Karşısında benden kaçan turuncu bir kelebeği kovalıyordum ona verip mutlu olmasını sağlamak için ama kelebek her parmağımın ucu ona dokunduğunda biraz daha yükseğe uçuyordu. Boyumu fazlasıyla aştığı ve bahçeye dizilmiş güzel ağaçların arasından yükseğe çıkmaya başladığı anda; ağaçların arasındaki büyük ve dekoratif taşlardan birisinin üzerine çıkmaya çalışmıştım kelebeğime ulaşmak için ancak sadece çalışmıştım. Çünkü taş dengesiz olduğu için üzerinde ben varken devrilmişti ve başımı yerdeki bir diğer taşın keskin kısmına çarpmıştım. Çığlık çığlığa ağlamaya başladığımda anneme bakmış ve yanıma gelmesini beklemiştim ama hiç de beklediğim, istediğim gibi olmamıştı. Oturduğu yerde sigarasını küllüğe bastırırken dirseklerini dizlerine yaslamış, öylece yerde ağlayan halimi izlemişti bir süre. Umudumu kestiğimde yanağıma doğru akan kan ile yanına gittim, kollarımı açtım ona sarılmak için ve aldığım cevap "Daha ne kadar baş belası olabilirsin? Yükten farksızsın." olduğunda ona yine sarılamadan, bu defa sessizce ağlamaya devam etmiştim önünde. Sonrasıysa saç dibimde oluşan yarayı, peçeteleri ıslatarak kendim temizlemeye çalışmıştım ama durmamıştı. Yarayı fark eden kişi ise evin aşçısıydı. Nasıl gördüğünü hatırlayamıyordum ama o gün ilk defa birisinin bana acıyarak baktığını hatırlıyordum. Bunu Akif Saral'a haber veren kişinin de o olduğunu da. Eve gelen doktor, o akşam dört dikiş atmıştı saçımın dibine ama ne Akif Saral ne de Leyla Saral bakmamıştı bile yarama. İzi duruyordu hem saçlarımın dibinde, hem ruhumda. Çocukluğum da yanında bir yerlerde. Tam o anda, tentürdiyotu büyük ve karışık olan dikişlerin arasına sürdüğünde, dudaklarımdan hissettiğim acı ile keskin bir inilti döküldü. "Ayy! Çok özür dilerim..." Başımı iki yana sallayıp "Sorun yok. Seninle ilgili değil." dedim üzülmemesi için ve Ayza'nın avcumun içine biraz daha üflemesine şahit oldum. Sızının dinmesini beklemeye başladığımda Meyra, masaya eğilerek "Yanıyor mu hâlâ canın?" dedi. Yanıyor Meyra. Kelebeklerden nefret ettim mesela. "Yok hayır. Bir anda oldu öyle." dediğimde bakışlarım Meyra'nın arkasında kalan, başını öne doğru eğmiş, yüzüme bakan Asil'i buldu. Kaşları çatılmıştı ve gergindi yüzü. İfadem dağılırken tekrara Ayza'ya döndüm. Büyük ihtimalle sesimi duymuştu. Birkaç merhem sürüp yarayı temiz ve yeni bir sargı ile kapattığında sızısı biraz olsun geçmişti. "Suya sokmamaya çalış. Dikişlerini ben alırım eğer istersen yine." Başımı salladığımda önümde duran bir ağrı kesiciyi salladı ve diğer elime doğru uzattı. "Çok ağrın olursa eğer bunu içebilirsin." Başımı salladığımda bir kez daha teşekkür ettim. Önümde duran soğumuş çaydan bir yudum daha aldığım sıra Meyra da çayını bitirmiş önündeki bardağı izliyordu. Bir derdi varmış gibi duruyordu. Neden böyleydi? "Elzem gidelim istersen artık. Geç oldu." Asil'in sesiyle birlikte bakışlarım ayağa kalkmış ve yüzümü izleyen Asil'e döndü. Erdem, "Kalsaydınız biraz daha." dediğinde Asil; gözlerini yüzümden çekmiyor, benden bir cevap bekliyordu. "Bence de geç oldu kalkalım." Başını salladığı sıra gözlerini benden ayırdığında bizde oturduğum yerden kalktım. Üzerimde omuzlarımın yukarısına çıkan kazağı tekrar eski haline getirirken bir yandan da Meyra'nın ve benim kupamı tezgâha bırakıyordum. Ayza, ağzının içinde bir şarkı mırıldanarak içeri ilerlediği sıra Meyra da oturduğu yerden kalkmıştı ki bir anda dengesi sarsıldığında panikle ona doğru ilerledim ve kolundan yakaladım. "Yavaş! İyi misin sen?" "Başım döndü öyle ya... Sıkıntı yok, iyiyim." diyerek gülümsedi. Çatılmış kaşlarımın altındaki gözlerim yüzünde gezindi bir müddet. İyi olduğuna ikna olmamı istermiş gibi "Gerçekten." diyerek daha geniş gülümsediğinde kolunu yavaşça bıraktım. Dilimi tutamayıp, "Ağlayacakmış gibi duruyorsun ama..." diye fısıldadım sakince. Bana doğru yaklaşarak "Ağlamak istiyorum da ondan." dedi. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken birkaç saniyeliğine içeride vedalaşan ve gülen diğerlerine çevirdi gözlerini. "Sana ne olduğunu anlatacağım ama şimdi sırası değil. Tamam mı?" Başımı sallarken "Tamam." diye mırıldandım. Ne anlatabilirdi ki daha bugün tanıştığı bana? "Kızlar bir şey mi oldu?" Erdem'in sesiyle birlikte Meyra, "Bir şey sordum Elzem'e ne olacak?" demişti. İkimiz de diğerlerinin yanına geçtik. Gözlerim önce kabanımı koyduğum koltuğa değdi ama kabanım yoktu. Ardından Asil'e dönünce elinde tuttuğu kabanımı bana doğru uzattığını görüp elinden aldım ve üzerime geçirmeye başladım. Asil, sırtını bana dönmüştü ve kabanını eline almış Barçın'la konuşuyordu. Koltuğun dibine bıraktığım çantamı almak için aşağı eğildiğimde Asil'in kabanının cebinde bir şey fark ettim o an. İlaç. Kabûs görmeden uyumamı sağlayan, Asil'in ürettiği o ilaç... Dışı beyaz, cam bir tüp... O an bana ne oldu bilmiyorum ama normalde hiç yapmayacağım bir şeyi yaptım. Asil'in cebinde olan o ilacı sakin ve yavaş hareketlerle cebinden alıp kendi cebime attım. Hücrelerimin ihtiyacını karşılamam gerekiyordu yoksa ben halamın istediği hiçbir şeyi gerçekleştiremeyecek hale gelecektim.
|
0% |